![Abaküs Yazılım](/3.png)
Esas No: 2015/1630
Karar No: 2019/137
Karar Tarihi: 12.02.2019
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2015/1630 Esas 2019/137 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
Taraflar arasındaki “tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Malatya İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 28.07.2011 tarihli ve 2010/116 E., 2011/847 K. sayılı karar davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı (SGK) vekili tarafından temyiz edilmekle Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 25.02.2013 tarihli ve 2011/13093 E., 2013/3249 K. sayılı kararı ile:
(…Dava, kurumca yaşlılık aylığının kesilmesine ve yersiz ödenen yaşlılık aylıklarının iadesine yönelik Kurum işleminin iptali istemine ilişkindir.
Mahkemece, davanın kabulü ile davalı Kurumun davacının emekliliğinin iptali işleminin iptaline, davacının emekliliğinin devam ettiğinin tespitine davalı Kurumca davacıya borç çıkartılan 8.311,99 TL nedeniyle davalı Kuruma borçlu olmadığının tespitine karar verilmiştir.
Dosyadaki kayıt ve belgelerden, davacının 1479 sayılı Yasa kapsamında 8734 gün çalışmasının bulunduğu, 12.07.1979-12.08.1980 tarihleri arasında yurtdışında geçen 391 günlük çalışmalarını borçlanarak 10.11.2008 tarihinde yazılı istekte bulunması üzerine 01.12.2008 tarihinden itibaren yaşlılık aylığı bağlandığı, 01.06.1997 tarihinden itibaren Şoförler Odasına kayıtlı olduğu, 21.02.1995 tarihinden itibaren vergi mükellefiyetinin devam ettiği, davacının yaşlılık aylığı yazılı istek tarihinde ticari faaliyetinin devam etmesi nedeniyle 28.01.2010 tarihli Kurum yazısı ile bağlanan yaşlılık aylığının iptaline ve 01.12.2008 tarihinden itibaren yersiz ödenen 7.805,02 TL aylık ve 506,97 TL faizden oluşan toplam 8.311,99 TL "nin Kuruma ödenmesinin istendiği anlaşılmaktadır.
Taraflar arasındaki uyuşmazlık, 16/06/2010 tarihli Resmi Gazete"de yayınlanan 5997 sayılı Yasa ile 3201 sayılı Yasanın 6/B maddesinde yapılan değişikliğin geçmişe yönelik uygulanıp uygulanmadığı noktasında toplanmaktadır.
3201 sayılı Yasanın 5754 sayılı Yasa ile değişik 6/B maddesinde; “Yasa hükümlerinden yararlanmak suretiyle aylık bağlananlardan tekrar yurt dışında yabancı ülke mevzuatına tabii çalışanlar, ikamete dayalı bir Sosyal Sigorta ya da Sosyal Yardım ödeneği olanlar ile Türkiye"de sigortalı çalışmaya başlayanların tekrar çalışmaya başladıkları veya ikamete dayalı bir ödenek almaya başladıkları tarihten itibaren kesilir. 31/05/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu"nun Sosyal Güvenlik Destek Primi hakkındaki hükümleri, bu kanun hükümlerinden yararlanmak suretiyle aylık bağlananlar için uygulanmaz. Yurt içinde veya yurt dışında çalışması sona erenlerin veya ikamete dayalı bir ödenek alanlardan ödenekleri sona erenlerin, aylıklarının tekrar ödenmesi için yazılı talepte bulunmaları halinde, talep tarihini izleyen ay başından itibaren aylıkları tekrar ödenmeye başlanır.” şeklinde yasal düzenleme mevcut iken, 19/06/2010 tarihli Resmi Gazete"de yayınlanarak yürürlüğe giren 5997 sayılı Yasa"nın 15. maddesi ile 3201 sayılı Yasa"nın 6/B maddesi değiştirilmiş ve “Yasa hükümlerinden yararlanmak suretiyle aylık bağlananlardan tekrar yurt dışında yabancı ülke mevzuatına tabii çalışanlar, ikamete dayalı bir Sosyal Sigorta ya da Sosyal Yardım Ödeneği alanların aylıkları, tekrar çalışmaya başladıkları veya ikamete dayalı bir ödenek almaya başladıkları tarihten itibaren kesilir. Türkiye"de sigortalı olarak çalışmaya başlayanlar hakkında 31/05/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasası"nın Sosyal Güvenlik Destek primine tabii olarak çalışmasına ilişkin hükümler uygulanır.” hükmü getirilmiştir.
Görüldüğü gibi, 19/06/2010 tarihli Resmi Gazete"de yayınlanarak yürürlüğe giren 5997 sayılı Yasa ile, yurtdışı hizmetlerini borçlanarak yaşlılık aylığı bağlananlara Türkiye"de destek primi ile çalışabilme imkanı sağlanmıştır. Ne var ki, anılan bu yasa hükmünün geçmişe de yürütüleceğine ilişkin bir geçiş hükmü getirilmemiştir. Böyle olunca, 05/08/2008 tarihinden 19/06/2010 tarihine kadar Türkiye’de sigortalı çalışanların aylıklarının kesilmesi zorunludur. Yasada açık düzenleme bulunan hallerde yorum kurallarına gidilmesi ve geçmişe yönelik uygulanması mümkün değildir. Bunun yanında, 21.02.1995 tarihinden itibaren vergi kaydı nedeniyle Türkiye’de çalışmaya devam ettiği anlaşılan davacı, 5510 sayılı Yasa"nın 96. maddesine göre Kuruma hatalı işlemlerinden kaynaklanarak tahsil ettiği yaşlılık aylığını geri ödemekle yükümlü olduğunu bilmesi gerektiğinden Borçlar Kanunun 63. maddesinden de yararlanamaz. Bu durum Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/06/2012 tarih 2012/1-196 Esas 2012/396 Karar sayılı kararında da belirtilmektedir.
Bu nedenle Kurumun 1.12.2008 tarihinden itibaren ödenen yaşlılık aylığı ve faizinden oluşan toplam 8.311,99TL"yi 5510 sayılı Yasa"nın 96. maddesine göre geri istemesi yerinde olup davanın reddine karar verilmesi gerekirken mahkemece bu maddi ve hukuki olgular gözetilmeksizin yazılı şekilde karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir...)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava yaşlılık aylığının tekrar bağlanması gerektiğinin tespiti ve yersiz ödenen yaşlılık aylıklarının iadesine yönelik Kurum işleminin iptali istemine ilişkindir.
Davacı vekili; müvekkilinin Bağ-Kur sigortası kapsamında olup, yurt dışında çalışmalarını da borçlanarak emekli olduğunu, emekli olduktan sonra sosyal güvenlik destek primi ödeyerek çalışmaya devam ettiğini, Kurumun hukuka aykırı bir şekilde emekli aylığını iptal ettiğini ve ödenen aylıkları borç kaydettiğini iddia ederek müvekkilinin emeklilik durumunun devam ettiğinin ve 8.311.99 TL borçlu olmadığının tespiti ile aksi yöndeki Kurum işleminin iptaline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekili; 3201 sayılı Kanunun 6. maddesine göre bu kanun kapsamından faydalanıp borçlanma işlemi yaparak aylık almaya hak kazananların tekrar yurt dışında yabancı ülke mevzuatı kapsamında çalışmaya başlamaları ya da 5510 sayılı Kanunun a ve b bendi kapsamında çalışmaya başlamaları durumunda bağlanan yaşlılık aylığının bağlanma tarihi itibariyle kesilmesi gerektiğinden Kurum işleminde hata bulunmadığını belirterek davanın reddinin gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece; 19.06.2010 tarihinde yürürlüğe girmiş olsa da 5997 sayılı Kanunun 15. maddesinin tamamlanmamış hukuki ihtilaflara da uygulanması gerektiği, davacıya ödenen aylıkların istenmesinin sosyal devlet ilkesine ve hakkaniyete aykırı olacağı gerekçesiyle davanın kabulü ile davacının emekliliğinin devam ettiğinin ve borçlu olmadığının tespitine karar verilmiştir.
Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekilinin temyizi üzerine karar Özel Dairece başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel mahkemece; önceki gerekçeler tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; 19.06.2010 tarihli Resmî Gazete"de yayımlanan 5997 sayılı Kanun ile 3201 sayılı Kanunun 6/B maddesinde yapılan değişikliğin geçmişe yönelik uygulanıp uygulanmayacağı, buradan varılacak sonuca göre yaşlılık aylığı tahsis talep tarihinde ve devamında 5510 sayılı Kanunun 4/b (mülga 1479 sayılı Kanun) kapsamındaki çalışmalarının devam etmesi nedeniyle 3201 sayılı Kanun uyarınca yapılan borçlanma dikkate alınarak bağlanan yaşlılık aylığının iptal edilip edilmeyeceği ile ödenen aylıkların yersiz ödeme nedeniyle geri alınıp alınamayacağı noktasında toplanmaktadır.
Davanın yasal dayanağını oluşturan ve uyuşmazlık döneminde yürürlükte bulunan 3201 sayılı Kanunun 5754 sayılı Kanunun 79. maddesi ile değişik 6/B maddesine göre; ”bu Yasa hükümlerinden yararlanmak suretiyle aylık bağlananlardan tekrar yurt dışında yabancı ülke mevzuatına tabi çalışanlar, ikamete dayalı bir sosyal sigorta ya da sosyal yardım ödeneği alanlar ile Türkiye"de sigortalı çalışmaya başlayanların aylıkları, tekrar çalışmaya başladıkları veya ikamete dayalı bir ödenek almaya başladıkları tarihten itibaren kesilir.”
5997 sayılı Kanunun 15. maddesi ile 3201 sayılı Kanunun 6/B maddesi değiştirilerek “ Kanun hükümlerinden yararlanmak suretiyle aylık bağlananlardan tekrar yurt dışında yabancı ülke mevzuatına tabi çalışanlar, ikamete dayalı bir sosyal sigorta ya da sosyal yardım ödeneği alanların aylıkları, tekrar çalışmaya başladıkları veya ikamete dayalı bir ödenek almaya başladıkları tarihten itibaren kesilir. Türkiye"de sigortalı olarak çalışmaya başlayanlar hakkında 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun sosyal güvenlik destek primine tabi olarak çalışılmasına ilişkin hükümleri uygulanır." hükmü getirilmiş, madde hükmü 19.06.2010 tarihinde yürürlüğe girmiştir. 5997 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik uyarınca, Türkiye"de sigortalı olarak çalışmaya başlayanlar hakkında 5510 sayılı Kanun"un sosyal güvenlik destek primine tabi olarak çalışılmasına ilişkin hükümlerinin uygulanma imkânı getirilmiş ise de, 3201 sayılı Kanun"un 6. maddesinin (B) bendinde gerçekleştirilen değişikliğin, geçici 7. madde saklı kalmak kaydıyla, değişikliğin yürürlüğü öncesinde de uygulanmasına olanak veren bir düzenleme bulunmadığı gibi bu değişik hükmün maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önceki durum ve uyuşmazlıklarda uygulanmasını gerektirir istisnai bir hâlin söz konusu olmadığı da açıktır.
Bu durumda, 5997 sayılı Kanun"da, anılan Kanun"un 15. maddesiyle 3201 sayılı Kanun"un 6. maddesinin B bendindeki değişikliğin, Kanun"un yürürlüğü öncesine ilişkin uyuşmazlıklara uygulanmasına olanak bulunmamaktadır.
Nitekim bu husus Hukuk Genel Kurulunun 15.06.2012 tarihli ve 2012/21-196 E. 2012/396 K., 30.04.2014 tarihli ve 2013/21-1230 E., 2014/552 K. sayılı kararlarında da benimsenmişti
Bu nedenle, somut uyuşmazlıkta davacıya, çalışmaya devam etmesi nedeniyle, yaşlılık aylığı tahsis talep tarihinde yürürlükte bulunan 5754 sayılı Kanunun 79. maddesi ile değişik 3201 sayılı Kanunun 6/B maddesine aykırı olarak yaşlılık aylığı bağlandığı, davacıya yersiz olarak ödenen yaşlılık aylıklarının Kuruma iadesi gerektiği açıktır.
Belirtilmelidir ki, davacının çalışmaya devam ettiğinin Kurumda mevcut belgelerden açıkça anlaşılmasına göre, yaşlılık aylığının mevzuata aykırı olarak bağlanması hususunun Kurumun hatasından kaynaklanıp kaynaklanmadığının ve davacının Kurumu yanıltıcı bir beyan veya işlemi bulunup bulunmadığının tartışılması gerekmektedir.
Öte yandan uyuşmazlığın çözümünde yersiz ödemelerin tahsiline ilişkin yasal düzenlemenin irdelenmesinde de zorunluluk bulunmaktadır.
Konuya ilişkin ilk düzenleme 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununda yer almaktadır. Kanunun Sigorta Yardımlarının Haczedilemeyeceği, Yanlış Ve Yersiz Ödemelerin Tahsili başlıklı 121. maddesi; “Bu kanun gereğince bağlanacak gelir veya aylıklar ve sağlanacak yardımlar, nafaka borçları ve bu Kanunun 80 inci maddesine göre takip ve tahsili gereken alacaklar dışında, haciz veya başkasına devir ve temlik edilemez (Ek fıkra:29/7/2003-4958/47 md.). Ancak, yanlış ve yersiz ödendiği anlaşılan her türlü gelir, aylık ve sigorta yardımları 84 üncü maddenin son fıkrası saklı kalmak kaydıyla, ilgililerin sonraki her çeşit istihkaklarından kesilmek suretiyle geri alınır. Kurumun genel hükümlere göre takip hakkı saklıdır (Ek fıkra: 2/7/2005-5386/1 md.). Ölüm geliri ve aylıklarından yapılan yersiz ödeme tutarları, yersiz ödenmiş olan gelir ve aylıkların kesilmesi nedeniyle aynı dosyadan gelir ve aylık ödemesi yapılan diğer hak sahiplerine Kurumca yapılması gereken gelir ve aylık ödeme tutarları nazara alınmak suretiyle tespit edilecek Kurum zararı esas alınarak tahsil edilir. Ancak, diğer hak sahiplerinden itirazda bulunanların hisseleri bu fıkra uygulamasında hariç tutulur…”
hükmünü içermektedir.
Öte yandan 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar Ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile 506 sayılı Kanunun anılan hükmü yürürlükten kaldırılmış ve konu 5510 sayılı Kanunun 96. maddesinde düzenlenmiştir.
5510 sayılı Kanunun 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren “Yersiz Ödemelerin Geri Alınması” başlıklı 96. maddesinde ise;
“…Kurumca işverenlere, sigortalılara, isteğe bağlı sigortalılara gelir veya aylık almakta olanlara ve bunların hak sahiplerine, genel sağlık sigortalılarına ve bunların bakmakla yükümlü olduğu kişilere, fazla veya yersiz olarak yapıldığı tespit edilen bu Kanun kapsamındaki her türlü ödemeler;
a) Kasıtlı veya kusurlu davranışlarından doğmuşsa, hatalı işlemin tespit tarihinden geriye doğru en fazla on yıllık sürede yapılan ödemeler, bu ödemelerin yapıldığı tarihlerden,
b) Kurumun hatalı işlemlerinden kaynaklanmışsa, hatalı işlemin tespit tarihinden geriye doğru en fazla beş yıllık sürede yapılan ödemeler toplamı, ilgiliye tebliğ edildiği tarihten itibaren yirmidört ay içinde yapılacak ödemelerde faizsiz, yirmidört aylık sürenin dolduğu tarihten sonra yapılacak ödemelerde ise bu süre sonundan itibaren hesaplanacak olan kanunî faizi ile birlikte, ilgililerin Kurumdan alacağı varsa bu alacaklarından mahsup edilir, alacakları yoksa genel hükümlere göre geri alınır.
Alacakların yersiz ödemelere mahsubu, en eski borçtan başlanarak borç aslına yapılır, kanunî faiz kalan borca uygulanır. Bu hüküm ilgili hak sahiplerinin muvafakat etmeleri kaydıyla, aynı dosyadan diğer bir hak sahibine yapılan yersiz ödemelere mahsubunda da uygulanır.
Yersiz ödemenin gelir ve aylıklardan kesilmesinde, kesintinin başlayacağı ödeme dönemi başı itibarıyla kanunî faizi ile birlikte hesaplanan borç tutarı, gelir ve aylıktan % 25 oranında kesilmek suretiyle uygulanır.
Yersiz ödemelerin tespiti ile geri alınmasına ve bu maddenin uygulanmasına ilişkin usûl ve esaslar, Kurum tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir...”
hükmü yer almaktadır.
5510 sayılı Kanun öncesi mevzuata bakıldığında, 506 sayılı Kanunun 121. maddesinde yersiz ödemelerin kayıtsız şartsız iadesinin öngörüldüğü, yersiz ödeme hâlinde iade yükümünün kapsamının farklı hukuki durumlara özgü olarak değişiklik göstermediği görülmektedir.
Ancak, 5510 sayılı Kanunun 96. maddesi ile 506 Kanunda yer almayan yeni bir düzenleme getirilmiş, sebepsiz zenginleşmenin iyi niyetle veya kötü niyetle gerçekleşmesine bağlı olarak istirdadı mümkün ödeme miktarları belirlenmiştir. Dolayısıyla 5510 sayılı Kanun ile ödeme yükümünün kapsamı sigortalının iyi niyetli veya kötü niyetli oluşunun tespitine göre farklılaştırılarak, kayıtsız şartsız iade öngören 121. madde hükmüne göre lehe bir düzenleme getirildiği açıktır.
O hâlde, yerel mahkemece yukarıda yapılan açıklamaların ışığında özel kanun niteliğindeki 5510 sayılı Kanunun 96. maddesinin değerlendirilmesi suretiyle karar verilmesi gerektiğinde kuşku bulunmamaktadır.
Hukuk Genel Kurulunca yapılan görüşmeler sırasında, 5997 sayılı Kanun ile 3201 sayılı Kanunun 6/B maddesinde yapılan değişikliğin kazanılmış hak kavramını ortadan kaldıramayacağı ve hukuki güvenlik ilkesi gereği direnme kararının onanması yönünde görüş ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, yerel mahkemece öncelikle, 5510 sayılı Kanunun 96. maddesi kapsamında araştırma ve incelemeyle, yapılacak değerlendirme ve varılacak sonuç ile iade yükümünün kapsamı konusunda bir karar verilmesi gerekirken yerinde olmayan gerekçelerle, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
Diğer taraftan, her ne kadar gerekçeli karar başlığında dava tarihi 08.02.2010 yerine 10.04.2013 olarak gösterilmiş ise de bu yanlışlık mahallinde düzeltilebilir maddi hata olduğu kabul edildiğinden ayrıca bozma nedeni yapılmamıştır.
SONUÇ: Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen ve yukarıda açıklanan ilave nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun Geçici 3’üncü maddesine göre uygulanmakta olan 1086
sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 429’uncu maddesi gereğince BOZULMASINA, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 12.02.2019 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.
KARŞI OY
Yerel mahkeme ile Özel Daire arasında temel uyuşmazlık, yurt dışında çalışmasını borçlanan ve 01.12.2008 tarihinden itibaren kurumca aylık bağlanan sigortalının 31.10.2008 tarihli Vergi Dairesi yazısına göre basit usulde vergi kaydının bulunduğu, destek primini de tabi olsa çalışmasının mümkün olmadığı, bu nedenle bağlanan yaşlılık aylığının iptal edilip edilmeyeceği noktasında toplanmaktadır.
Mahkemece daha sonra yürürlüğe giren 5997 sayılı kanun ile 3201 sayılı kanunun 6/B maddesinde yapılan ve yurtdışı hizmetlerini borçlanarak yaşlılık aylığı bağlananların Türkiye’de destek primi ile çalışabilme imkanı sağladığı, bu hükmün tamamlanmamış hukuki ihtilaflara da uygulanması gerektiğini, aylıklarının istenmesinin sosyal devlet ilkesi ve hakkaniyete aykırı olacağı gerekçesi ile davayı kabul etmiştir.
Özel Daire ise “19.06.2010 tarihli Resmi Gazete"de yayınlanarak yürürlüğe giren 5997 sayılı Kanun ile yurtdışı hizmetlerini borçlanarak yaşlılık aylığı bağlananlara Türkiye"de destek primi ile çalışabilme imkânı sağlandığı, ancak bu kanun hükmünün geçmişe de yürütüleceğine ilişkin bir geçiş hükmü getirilmediği, 05.08.2008 tarihinden 19.06.2010 tarihine kadar Türkiye’de sigortalı çalışanların aylıklarının kesilmesinin zorunlu olduğu, Kurumun 01.12.2008 tarihinden itibaren ödenen yaşlılık aylığı ve faizinden oluşan toplam 8.311,99 TL"yi 5510 sayılı Kanunun 96.maddesine göre geri istemesinin yerinde olduğu” gerekçesi ile yerel mahkeme kararını bozmuştur.
Bozma sonrası, davacı vekili aynı nitelikte açılan davada aynı mahkemenin verdiği kabul kararının Yargıtay 10. Hukuk Dairesi tarafından 13.09.2012 gün ve 2011/12416 E, 2012/14798 K sayılı ilamı ile onandığını, direnilmesine karar vermiştir.
Mahkemece direnme kararı üzerine, çoğunluk görüşü ile Özel Dairenin gerekçesi benimsenmiş ve yerel mahkeme kararı bozulmuştur.
Yasa koyucuyu önceye etkili kural getirmekten engelleyen genel bir hukuk kuralı bulunmamaktadır.
Önceye etki kavramı, yasaların yürürlüğe girmelerinden önceki zamana uygulanabilirliği konusu ile ilgilidir. Önceye etki özgürlükçü bir anayasanın temel koşullarına, hukuk düzeninin güvenilirliğine aykırı düşer ve bu yüzden kural olarak caiz değildir. Kişiler hukuka uygun davranışlarından dolayı daha sonra zarar görmeyeceklerinden emin olmalıdırlar. Önceye etki yasağı hukuk güvenliği ve vatandaş için güveninin korunmasını sağlar. Kazanılmış olan haklara saygı ancak bu şekilde gerçekleşir. Önceye etki yasağı, yaşamları Anayasal garanti altında olan fertlerin beklenmedik hak kayıplarına uğramasını engellemek için tanınmıştır. (Sözer, A. N. Kanunların Önceye Etki Yasağı: Sosyal Sigortalar Hukuku Bakımından Bir Değerlendirme. Https://journal.yasar.edu.tr/wp-content/ uploads/2014/01/9 s: 2477 vd). Anayasadaki “hukuk devleti ilkesi” yasa koyucuya bir yasanın kabulünden önceki zaman bakımından aleyhe sonuçlar doğuran bir yasa kabulü için dar sınırlar çizmektedir(ÖZEKES Muhammet, Özel Hukuk-Kamu Hukuku ve Yargılama Hukuku Bakımından Kanunların Zaman İtibariyle Uygulanması, Prof. Dr. Fırat Öztan’a Armağan, C:II, Ankara, 2010, 2759-2875).
Çıkarılan yasa önceden oluşan güveni sağlıyor, kazanılmış hakları koruyorsa açık hüküm olmasa da istisna olarak geçmişe uygulanmalıdır. Önceye etki yasağında istisna için gerekli sebep, hukuki işlemin inşası sırasında mevcut olmalıdır. Kişinin korunmaya değer bir menfaati yoksa (belirli bir hukuki duruma olan güven objektif olarak haklı değilse) veya ammenin menfaati gerektirmekte ise önceye etki yasağı uygulanmamaktadır. Kişi yeni düzenleme ile daha iyi bir konuma getirilmekte ise önceye etki kabul edilmelidir.
Mülkiyeti koruma kapsamına, edime hak sağlayan sigorta olayları dahildir. Önceden doğmuş bir sigorta olayının edim sağlayıcı etkisi kolaylıkla ortadan kaldırılamaz. Sosyal Sigortalar Hukukunda kazanılmış (müktesep) haklar dinamik nitelik taşırlar(Sözer, A. N. Kanunların Önceye Etki Yasağı: Sosyal Sigortalar Hukuku Bakımından Bir Değerlendirme. Https://journal.yasar.edu.tr/wp- content/uploads/2014/01/9 s: 2477 vd).
Getirilen kuralın önceye etkili olmasında, sigortalı lehine yorum, amaca uygunluk yorumu, Sosyal Güvenlik Hukuku’nun kamusal nitelikte olması, maddi hukukun yetersizliği (her zaman, hayatın değişen sosyal akışı içinde gelişen tüm olayları ve ayrıntıları kurallaştırma gücüne sahip olmaması), çıkarlar dengesi ve adalet duyguları gerekçe olarak dikkate alınmalı, ayrıca, süregelen uyuşmazlıklarda, tamamlanmamış (ucu açık) hukuki durumlara yeni kanunun derhal uygulanması esası ölçü olarak alınmalıdır.
Diğer taraftan taraflar arasındaki uyuşmazlığın çözümünde, bir tarafta oluşturulan güvenin korunması ilkesi de önem taşır. Kanunun getirdiği güvenin korunmasına ilişkin hükümler yanında, tarafların sözlü veya yazılı davranışları bu güven ortamını sağlayabilir. Sağlanan güvenin, güven sorumluluğu kapsamında, hukuken korunması gerekir.
Ayrıca birbirinden farklı içtihatlar nedeniyle hukuki dinlenilme hakkı ve dolayısıyla hukuki belirlilik ve güvenlik ilkesi de ayrıca değerlendirilmelidir. Bu kapsamda Anayasa Mahkemesi (AYM) bir kararında “…Anayasa’nın 2. maddesinde düzenlenen hukuk devleti ilkesinin önkoşullarından biri kişilerin hukuki güvenliğinin sağlanmasıdır. Hukuk devletinin sağlamakla yükümlü olduğu hukuki güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Hukuk devletinin bir diğer önkoşulu da belirlilik ilkesidir. Belirlilik ilkesi, yalnızca yasal belirliliği değil, daha geniş anlamda hukuki belirliliği ifade etmektedir. Yasal düzenlemeye dayanarak erişilebilir, bilinebilir ve öngörülebilir olma gibi niteliksel gereklilikleri karşılaması koşuluyla mahkeme içtihatları ve yürütmenin düzenleyici işlemleri ile de hukuki belirlilik sağlanabilir. Hukuki belirlilik ilkesinde asıl olan, bir hukuk normunun uygulanmasıyla ortaya çıkacak sonuçların o hukuk düzeninde öngörülebilir olmasıdır…” (AYM, 07.04.2016 tarihli ve 2015/94 E., 2016/27. K. sayılı kararı, R.G. tarih ve sayı: 03.05.2016-29701, para.16-17). Mahkeme bir başka kararında da hukuki güvenlik ilkesini yukarıdaki kararla aynı şekilde belirledikten sonra, “…Hukuk devletinde kanun metinlerinin ilgili kişilerin mevcut şartlar altında belirli bir işlemin ne tür sonuçlar doğurabileceğini makul bir düzeyde öngörmelerini mümkün kılacak şekilde düzenlenmesi gerekmektedir. "Belirlilik" ilkesine göre ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir tereddüde ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi de gereklidir…”şeklinde açıklamıştır (AYM, 18.06.2013 tarihli ve 2012/157 E., 2013/79 K. sayılı kararı, R.G. Tarih ve sayı: 31.12.2013-28868). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ise hukuki güvenlik ilkesini şu şekilde belirtmiştir; “…Hukuki güvenlik ilkesi bilhassa, hukuki durumlarda belli bir istikrarın sağlanmasını ve toplumun adalete olan güvenini desteklemeyi amaçlamaktadır. Birbirinden farklı yargı kararlarının devamlılık arz etmesi, toplumun yargısal sisteme olan güveninin hukuk devletinin temel unsurlarından biri olmasına rağmen, bu güveni azaltacak nitelikte bir hukuki belirsizlik durumu yaratabilecektir (Păduraru/Romanya, No. 63252/00, § 98, AİHM 2005-XII (alıntılar), Vinčić ve diğerleri/Sırbistan, No. 44698/06, 44700/06, 44722/06, 44725/06, 49388/06, 50034/06, 694/07, 757/07, 758/07, 3326/07, 3330/07, 5062/07, 8130/07, 9143/07, 9262/07, 9986/07, 11197/07, 11711/07, 13995/07, 14022/07, 20378/07, 20379/07, 20380/07, 20515/07, 23971/07, 50608/07, 50617/07, 4022/08, 4021/08, 29758/07 ve 45249/07, § 56, 1 Aralık 2009, yukarıda anılan Ştefan ve Ştef kararı, § 33, ve yukarıda anılan Ştefănică ve diğerleri kararı, § 38). Bununla birlikte, hukuki güvenliğe ve yargılanabilir kişilerin meşru beklentilerinin korunmasına ilişkin gereklilikler, yerleşik bir içtihat bağlamında kazanılmış bir hakka yer vermemektedir (Unedic/Fransa, No.20153/04, § 74, 18 Aralık 2008). Gerçekte, içtihat değişikliği tek başına, adaletin iyi yönetimine aykırı değildir, zira dinamik ve gelişimci bir yaklaşımın terk edilmesi, her türlü yenilik ya da gelişmeyi engelleyebilecektir (Atanasovski/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, No. 36815/03, § 38, 14 Ocak 2010). (AİHM, Çelebi ve diğerleri/Türkiye kararı, Başvuru no. 582/05, 09 Şubat 2016, para.52). Bireysel başvuru yolunun kabul edilmesi üzerine Anayasa Mahkemesine bu yönde yapılan birçok başvuru Mahkemece incelenip karara bağlanmıştır. Anayasa Mahkemesi, yerel Mahkemenin de direnme gerekçesine dayanak aldığı bir kararında; “…Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa"nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi Anayasa"nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme"nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme"nin lafzi içeriğinde yer alan gerekse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihadıyla adil yargılanma hakkının koruma alanına dâhil edilen ilke ve hakları, Anayasa"nın 36. maddesi kapsamında kabul etmektedir (Bkz. B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38). Bu noktada, hukuk devletinin gereklerinden birini de hukuk güvenliği ilkesi oluşturmaktadır (Bkz. AYM, E.2008/50, K.2010/84, K.T. 24/6/2010; ve E.2012/50, K.2012/128, K.T. 20/9/2012). AİHM de benzer biçimde adil yargılanma hakkının, hukuk devletinin Sözleşmeci Devletlerin ortak mirası olduğunu belirten Sözleşme’nin önsözüyle birlikte yorumlanması gerektiğini belirtmektedir. Hukuk devletinin asli unsurları arasında yer alan hukuki belirlilik veya güvenlik ilkesi ise, hukuki durumlarda belirli bir istikrarı temin etmekte ve kamunun mahkemelere güvenine katkıda bulunmaktadır. Birbiriyle uyuşmayan mahkeme kararlarının sürüp gitmesi, yargı sistemine güveni azaltarak, yargısal bir belirsizliğe yol açabilir” (AYM, Türkan Bal Başvurusu, Başvuru no. 2013/6932, Karar tarihi: 06.01.2015, R.G. Tarih-sayı: 09.05.2015- 29350, para.51-52). Bu ilkeler Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 25.10.2018 tarih ve 2015/22-3436 E, 2018/1580 K sayılı ilamında da kabul edilmiştir.
Somut uyuşmazlıkta, davacı 16.06.2008 tarihli dilekçesi ile yurt dışında geçen 391 gün hizmet süresini borçlanmış ve kurum tarafından 01.12.2008 tarihinde yaşlılık aylığı bağlanmıştır. Kurum davacının taksi işletmeciliğinden dolayı basit usulde vergi kaydının olduğunu da yaşlılık aylığı bağlanmadan önce bilmektedir. Davacıdan destek primi aldığı da anlaşılmaktadır. Kurumun bunu bilmesine rağmen 01.10.2008 tarihinden itibaren yurtdışı borçlanmak sureti ile yaşlılık aylığı alanların destek primi de ödese çalışamayacakları gerekçesi ile davacının yaşlılık aylığını iptal etmiştir. Davacı emsal olarak bildirilen ve Yargıtay 10. Hukuk Dairesinde istemi kabul edilen sigortalı ile aynı tarihte dava açmıştır. Emsal sigortalıya da 01.12.2008 tarihinde yaşlılık aylığı bağlandığı ve aynı tarihte kurum tarafından iptal işlemi uygulandığı, mahkemece aynı gerekçe ile karar verildiği ve kararın onandığı anlaşılmaktadır.
Yargılama sırasında, yürürlüğe giren ve yurt dışı borçlanma sureti ile yaşlılık aylığı bağlananların destek primi ödeyerek çalışmalarına geçerlilik tanıyan 5997 sayılı yasanın kazanılmış hakkı ortadan kaldırmaması, daha önce oluşan güveni korumaya alması, önceden doğmuş bulunan ve kamu düzeninden olan sosyal güvenlik hakkını koruması ve sigortalının düzenleme ile daha iyi bir konuma getirilmesi nedeni ile davacı hakkında uygulanması, sigortalı lehine ve amaca yorum ilkelerine uygundur.
Kaldı ki aynı durumda olan diğer bir sigortalı ile ilgili aynı tarihte aynı vekil tarafından açılan davada kabul kararı Yargıtay 10. Hukuk Dairesi tarafından onanmıştır. Hukuki güvenlik ve hukuki belirlilik ilkeleri gereği de yerel mahkemenin direnme kararı onanmalı idi. Sayın çoğunluğun bozma görüşüne yukarda açıklanan gerekçelerle katılınmamıştır.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.