
Esas No: 2014/913
Karar No: 2014/9464
Karar Tarihi: 11.06.2014
Yargıtay 3. Hukuk Dairesi 2014/913 Esas 2014/9464 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : ANKARA 1. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 26/05/2011
NUMARASI : 2008/725-2011/292
Taraflar arasında görülen tazminat davasının yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Y A R G I T A Y K A R A R I
Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:
Davacı vekili dava dilekçesinde; davacının 1990 yılından beri M.. Çarşıda kiraladığı işyerinde çalıştığını, 24/11/2003 tarihinde zemin katta yangın çıktığını, maddi manevi zarara uğradığını, davalı İl Özel idaresinin malik olarak tedbir almadığını, merdiven altlarının bile kiraya verildiğini, Belediyenin ise bu yerlere ruhsat verdiğini, denetim yapılmadığını, davacının kusurunun bulunmadığını, sigortalanmamış malların ve manevi zararın tazmininin gerektiğini, fazlaya ilişkin haklarının saklı olduğunu belirterek, 10.000,00 TL maddi, 10.000,00 TL manevi tazminatın olay tarihinden yasal faizi ile müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalılar vekilleri cevap dilekçelerinde; davanın reddini istemişlerdir.
Mahkemece; davalı Belediyenin sorumluluğunun hizmet kusuruna dayandığı belirtilerek, bu davalı yönünden yargı yolu nedeni ile davanın reddine, diğer davalı İl Özel İdaresi yönünden ise jeneratöre kuralsız olarak yakıt ikmali yapmaya kalkışan işçinin kusurlu eyleminin yangının çıkmasına neden olduğu, zararla bina sahibinin sorumluluğuna ilişkin kurallar arasındaki illiyet bağının kesildiği gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, sair temyiz itirazları yerinde değildir.
Dosyaya sunulan ve hukukçu, makine mühendisi, elektrik mühendisi, kimya mühendisi, mali müşavir bilirkişilerden oluşan bilirkişi kurulu tarafından hazırlanan bilirkişi raporunda; çarşının yangına karşı koruma/aydınlatma tesisatını yenileyip güvenli hale getirmeyen, bir jeneratör temin edip bakım ve işletmesini sağlamayan İl Özel İdaresinin %40, çarşı esnafının tedbirli davranmadıkları için %20, benzinli jeneratöre çalışırken benzin ikmali yapmaya çalışarak yangını başlatan işçiyi çalıştıran kişinin %40 kusurlu olduğu belirtilmiş, mahkeme ise bilirkişi raporundaki kusura yönelik değerlendirmelerin yerinde ve olayın oluşuna uygun olmadığı görüşünü benimsemiştir.
Geniş anlamıyla sorumluluk kavramı, bir kişinin başka bir kişiye verdiği zararları giderme yükümlülüğü olarak açıklanmıştır. Hukuki anlamda sorumluluk ise, taraflar arasındaki borç ilişkisinin zedelenmesi sonucu doğan zararların giderilmesi (tazmin edilmesi) yükümlülüğünü içerir.
Sorumluluk hukukunun tarihsel gelişim süreci içerisinde, kusur sorumluluğundan kusursuz sorumluluğa uzayan bir yol izlenmiştir. Kusur sorumluluğunda bir zararı başkasına tazmin ettirmek, ancak zarar onun kusurlu bir fiilinden doğmuş ise mümkündür (Tandoğan Haluk, Türk Mes’uliyet Hukuku, 1967, s:89). Bu sorumlulukta kusur, sorumluluğun öğesidir (Eren Fikret, Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, C.1, B.6, İstanbul 1998, s:554).
Sorumluluk, için mutlaka kusurun aranması bazı hâllerde modern tekniğin ve makineleşmenin icaplarına yabancı düşmektedir. Bu sebeple hukukun, esas prensibi olan kusur sorumluluğu yer yer zayıflamış hatta bazı hâllerde tamamen ortadan kalkarak yerini kusursuz sorumluluğa terk etmiştir. Teknik ilerlemeler ve ona bağlı olan tehlikelerin artması karşısında, kusura dayanan subjektif sorumluluk artık, yalnız başına, zarar görenlere etkili bir koruma sağlamaya elverişsiz ve dolayısıyla adaleti gerçekleştirmek bakımından yetersiz kalmıştır. Kusur yoksa sorumlulukta ortaya çıkmaz görüşü artık geçerliliğini kaybetmiştir. Objektif ihtimam vazifesinin ihlâli mülâhazası gereğince; bir şeye veya şahsa karşı kendisine, kanunî bir ihtimam vazifesi yükletilen kimse, bu vazifeyi kusuru olmaksızın yerine getirmese dahi, bu yüzden doğan zarardan mesul olmalıdır. Kusura dayanmayan sorumlulukta; sorumluluğu doğuran olay, zarar ve zararla söz konusu olay arasında bir illiyet bağı bulunması sorumluluğu doğurmak için yeterlidir. (Tandoğan Halûk, Kusura Dayanmayan Sözleşme Dışı Sorumluluk Hukuku Ankara 1981 s. 3-10; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Tekinay Borçlar Hukuku, Cilt I, Beşinci Bası, İstanbul 1985 s. 671)
Öğretide kusursuz sorumluluk halleri “olağan sebep sorumluluğu-tehlike sorumluluğu” gibi ikili ayırıma tabi tutulduğu gibi (Eren Fikret, Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, C.1, B.3, 1989; Tandoğan Haluk, Kusura Dayanmayan Sözleşme Dışı Sorumluluk, Ankara, 1981, s:22); “hakkaniyet sorumluluğu-nezaret ve ihtimam gösterme yükümünden doğan sorumluluk-tehlike sorumluğu” şeklinde üçlü ayırım yapanlar da vardır (Tekinay /Akman /Burcuoğlu/ Altop/ Tekinay Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, B.7, İstanbul 1993, s:498).
Kusursuz sorumluluk, genellikle olumsuz bir biçimde sorumlu kişinin kusurunu gerektirmeyen bir sorumluluk olarak tanımlanır.
Bu noktada; “bina ve yapı eserlerinden doğan sorumluluğa” ilişkin olarak, kusursuz sorumluluk/ağırlaştırılmış sebep/ağırlaştırılmış objektif sorumluluğa ilişkin kuralların uygulanacağında doktrinde ve uygulamada görüş birliği bulunmaktadır.
Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 58.maddesinde (818 sayılı BK); “Bir bina veya imal olunan herhangi bir şeyin maliki, o şeyin fena yapılmasından yahut muhafazasındaki kusurundan dolayı mes’ul olur.” denilmektedir. Burada, yasa koyucu bozuk yapılan bir yapı eserinden zarar görenleri, mümkün olduğu kadar basit ve dolaysız bir tazmin imkanı sağlayarak, onları korumaktadır. Bu anlamda sorumlu olabilecek malik, gerçek kişi veya özel hukuk tüzel kişisi olabileceği gibi, kamu hukuku tüzel kişisi de olabilir.
Bina veya yapı eserlerinden doğan sorumluluk için;
Bina veya sair inşa eserinin maliki olmak ve zararın doğmasında bina veya sair inşa eserinin yapılmasındaki bozukluktan veya bakımındaki bir noksandan meydana gelmesi gerekir.
Malikin, bina ya da tesisin tehlike taşımayacak bir durumda bulunmasını sağlama yükümlülüğü, yalnız onu kullananlara karşı değil, herkese karşı vardır.
Mülga 818 sayılı BK m.58 kapsamında, sorumluluğun doğmasında, yapılıştaki bozukluk-bakım eksikliği ayrımının bir önemi bulunmamaktadır. Zira malikin sorumlu olması için bakım eksikliği veya yapılıştaki bozukluktan herhangi birinin varlığı yeterli görülmektedir. Her iki olasılıkta da yalnızca malikin sorumluluğu söz konusu olmaktadır.
Bir bina veya yapı eserini malikinin mülga 818 sayılı BK m.58’e göre sorumlu tutulabilmesi için, zararın, yapım bozukluğu veya bakım eksikliğinden doğduğu ispatlanmalıdır. Buradaki ispat yükü zarar görene düşer.
Bununla birlikte sorumluluğun son şartı; zararla yapım bozukluğu veya bakım eksikliği arasında uygun illiyet bağının bulunmasıdır. Yani zararın yapımdaki bozukluktan veya bakımdaki eksiklikten dolayı meydana gelmiş olması gerekmektedir. Kanunda, bu illiyet bağının varlığı konusunda bir karine kabul edilmemiştir. Yapım bozukluğunu veya bakım eksikliğini ispat etmesi gereken zarar görenin, bir de illiyet bağının varlığını ispat etmesi gerekir. Ancak doktrindeki baskın görüşe göre, hakim, zarar görenin bu konudaki ispat külfetini değerlendirirken fazla katı olmamalıdır. (Ataay Aytekin, Borçlar Hukuku Genel Teorisi, İstanbul 1995, s.348; Erten Ali, Türk Borçlar Hukukuna Göre Bina ve İnşa Eseri Sahiplerinin Sorumluluğu, BK.58, Ankara 2000, s.203; İmre Zahit, Doktrinde ve Türk Hukukunda Kusursuz Mesuliyet Halleri, İstanbul 1949, s.182; Tunçomağ Kenan, Borçlar Hukuku, İstanbul 1972, s.357; Baş Ece, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu Açısından Bina ve Yapı Eserlerinden Doğan Sorumluluk, XII Levha Yayınları, s.110; Tandoğan Haluk, Türk Mes’uliyet Hukuku, 1961, s:193) Bazen illiyet bağının ispatı çok zor olabilir.
Bu tür durumlarda, zarar verici olgunun, bina veya yapı eserinin yapılışındaki bozukluğa veya bakım eksikliğine bağlanması, hayatın olağan akışına uygun ise, hakim illiyet bağının varlığına karar verebilir. (Erten Ali, Türk Borçlar Hukukuna Göre Bina ve İnşa Eseri Sahiplerinin Sorumluluğu, BK.58, Ankara 2000, s.205)
Burada sözü edilen illiyet bağı uygun illiyet bağıdır. Uygun illiyet bağı, olayların olağan akışına ve hayat tecrübesine göre, sebebin, meydana gelen sonucu yaratmaya elverişli olmasıdır. Uygun illiyet bağı, sorumluluğu, zarar veren bakımından öngörülebilir risklerle sınırlamaktadır. (Eren Fikret, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul 2009, s.611, s.617) Başka deyişle, hayatın olağan akışı ve hayat tecrübesi bakımından öngörülemez zararlar uygun illiyet bağı kapsamında sorumluluğu doğurmayacaktır.
Bazı hallerde zararın ortaya çıkış biçimi, yapım bozukluğu veya bakım eksikliğinin varlığını gösteren fiili bir karine oluşturur. Yapının yapımı ile ilgili mevzuata ve teknik kurallara uyulmadığı, alışılmış tedbirlerin alınmadığı ve resmi makamlarca yapılan denetimler sonucunda, bina ve yapı eserinin teknik niteliklerinin uygun görülmediği ispatlanırsa, bunlar eksikliğin ve illiyet bağının varlığına birer belirti sayılır. Keza, daha önce aynı zararların ortaya çıkması, zarar verici olaydan sonra yeni güvenlik tedbirlerinin alınmamış olması da birer belirti oluşturabilir. (Koç Nevzat, Bina ve Yapı Eseri Maliklerinin Hukuki Sorumluluğu (BK.m.58). Ankara 1990, sayfa 45 v.d.)
İlliyet bağı; mücbir sebep, zarar görenin kendi kusuru veya üçüncü kişinin kusuru nedeniyle kesilebilir. Mülga BK m.58 kapsamında sorumluluğun doğabilmesi için illiyet bağının kesilmemiş olması gerekir. Doktrindeki kabul edilen görüşe göre illiyet bağının kesilmesi olasılığı dar yorumlanmalıdır. Her üç neden açısından da, illiyet bağının kesildiği iddiası, sorumlu kişiler tarafından açıkça ispatlanmadıkça kabul edilmemelidir. Bu bakımdan sorumluluktan kurtulmak oldukça zorlaştırılmıştır. (Erten Ali, Türk Borçlar Hukukuna Göre Bina ve İnşa Eseri Sahiplerinin Sorumluluğu, BK.58, Ankara 2000, s.230; Baş Ece, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu Açısından Bina ve Yapı Eserlerinden Doğan Sorumluluk, XII Levha Yayınları, s.113; Deschenaux Henri, Tercier Pierre, Sorumluluk Hukuku, Çeviren Salim Özdemir, Ankara 1983, s.37)
İlliyet bağını kesen hallerden birinin varlığı veya zarara yapım bozukluğu veya bakım eksikliği dışında ve bunların bir katkısı olmaksızın mücbir sebepten üçüncü bir kişinin kusurundan kaynaklanan başka bir kazanın sebep olduğu kanıtlandığı takdirde ispat yükü yerine getirilmiş sayılır.
Eldeki davada ise illiyet bağını kesen bu sebeplerden; zarara “üçüncü bir kişinin kusurundan kaynaklanan başka bir kazanın sebep olması” tartışılmaktadır. Kural olmakla birlikte, hiçbir kimse, aynı zarardan üçüncü kişinin de sorumlu olduğunu ileri sürerek, kendi sorumluluğundan kurtulamaz. Her biri, zincirleme sorumluluk kuralları uyarınca zararın tamamından sorumlu olur. Bununla birlikte, üçüncü kişinin kusurunun çok ağır olması veya olaya neden olan eylemin çok önemli olması nedeniyle, birinci eylemin geri plana itilmesi durumunda, sonuç değişebilir.
Belirtmek gerekir ki, üçüncü kişinin kusuru gerekli objektif yoğunluğa, başka deyişle gerekli ağırlığa ulaşmadıkça, zarar görenin kusurunda olduğu gibi illiyet bağını kesmeye yetmeyecektir. Öteki deyişle, üçüncü kişinin kusuru yeterli ağırlığa ulaşıp, illiyet bağını kesmedikçe sonuç doğurmayacaktır.
Bu açıklamalar ışığında somut olaya baktığımızda, davacının, davalı İl Özel İdaresine ait M.. Çarşı adlı iş merkezinde .. ve ... nolu kiraladığı dükkanları işlettiği, çarşıda çıkan yangın nedeniyle davacının işyerinin de zarar gördüğü, yangının iş merkezinde 66-67 nolu işyeri kiracısının çalışanı tarafından elektriklerin kesildiği bir anda işyerindeki jeneratöre benzin doldurmaya çalışılırken çıktığı hususları dosyada bulunan bilgi ve belgelerden açıkça anlaşılmaktadır.
Davacı eldeki davayı, bina malikinin kusursuz sorumluluğuna dayanarak açmıştır. M.. Çarşı adlı iş merkezinin malikinin davalı İl Özel İdaresi olduğu, yangın sonucu davacının zarara uğradığı tartışma konusu değildir. Uyuşmazlık, aynı iş merkezinde bulunan başka bir işyeri çalışanının eylemi sonucu meydana gelen yangın olayının, davalı bina malikinin sorumluluğunu ortadan kaldıracak şekilde zarar ile eylem arasındaki illiyet bağını kesip kesmediği noktasındadır.
Yukarıda da açıkça anlatıldığı gibi, illiyet bağının üçüncü kişinin eylemi ile kesilmesinde, asıl kural, illiyet bağının varlığıdır ve bu bağın kesildiğini davalı İl Özel İdaresi kanıtlamak zorundadır. Hakim illiyet bağının kesilip kesilmediğini değerlendirirken uygun illiyet bağının bulunup bulunmadığını değerlendirmeli ve üçüncü kişinin fiilinin illiyet bağını kestiğini çok dar yorumlamalıdır. Burada da dikkat edilmesi gereken husus hayatın olağan akışına ve binanın tahsis amacına göre meydana gelen zararın davalı bina maliki tarafından öngörülüp öngörülemeyeceği ve zararın önlenmesi için gerekli güvenlik ve emniyet tedbirlerini alıp almadığıdır.
Yangının meydana geldiği iş merkezinin 200 dükkan için projelendirilmişken, ortak kullanım alanlarının kapatılmak suretiyle olay tarihinde 230 dükkanın faaliyet gösterdiği, buna karşılık binanın yapıldığı zamandan sonra ek güvenlik tedbirlerinin alınmayarak sadece bina içerisinde mobil jeneratör kullanılmaması ve koridorlara eşya bırakılmaması şeklinde tabelalar asıldığı ayrıca büyük bir yangını söndürmeye yetmeyecek yangın söndürme tüplerinin bulunduğu, söz konusu iş merkezinde bazı alanlarda 30-50 ton arasında vernik, tiner ve yağlı boya gibi yanıcı, parlayıcı maddelerin depolandığı ve satışa sunulduğu, iş merkezinde merkezi jeneratör sisteminin bulunmadığı, her işyerinin ayrı ayrı mobil paket benzin ile çalışan jeneratörler bulundurduğu ayrıca merkezi bir otomatik yangın söndürme sisteminin bulunmadığı, diğer zarar görenlerin açtığı alacak davalarında ve ceza dava dosyasında bulunan bilirkişi raporlarından açıkça anlaşılmaktadır.
Bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, yanıcı, parlayıcı ve patlayıcı maddelerin yoğun olarak bulunduğu, yapısının değiştirilmek suretiyle dükkan sayısının artırıldığı, günlük insan trafiğinin yoğun olduğu bir iş merkezinin maliki olan davalı İl Özel İdaresinin, söz konusu iş merkezinde her an yangın çıkabileceğini öngörmesi, bunun için gerekli güvenlik ve emniyet tedbirlerini alarak, binaya merkezi jeneratör ve otomatik yangın söndürme sistemini kurdurması gerektiği belirgindir. Söz konusu binanın yapıldığı zamanın şartlarına uygun yapılmış olması ve gerekli izin ve ruhsatların alınmış olması yukarıda da açıklandığı üzere, bina malikinin sorumluluğunu ortadan kaldırmamaktadır.
Dosyada yeralan bilirkişi kurulu raporunda İl Özel İdaresine anılan nedenle %40 oranında kusur verilmiş; ayrıca aynı iş merkezindeki diğer işyeri sahiplerinin açtığı alacak davalarında ve yangına sebebiyet verenler hakkında açılan ceza dava dosyasında alınan bilirkişi raporlarında da davalı İl Özel İdaresi kusurlu bulunmuştur.
Nitekim aynı ilkeler HGK 2013/11-1082 E – 2014/680 K sayılı ve 21/05/2014 tarihli kararında da benimsenmiştir.
O halde, dava dışı kiracı çalışanının eylemi bu sorumluluğu ortadan kaldıracak derecede illiyet bağını kesmiş değildir.Mahkemece, ayrıntılı olarak anlatılan nedenlerle davalı bina malikinin meydana gelen zarardan mülga 818 sayılı BK.nun 58. maddesi uyarınca sorumluluğu bulunduğu kabul edilmelidir. Bu itibarla, mahkemece açıklanan ilkeler çerçevesinde değerlendirme yapılarak oluşacak sonuca göre işin esası hakkında bir karar verilmesi gerekirken, yerinde olmayan gerekçelerle davanın davalı İl Özel İdaresi yönünden reddedilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 11.06.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için destek@ictihatlar.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.