Hukuk Genel Kurulu 2018/841 E. , 2019/89 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı Ankara 4. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen 24.06.2014 tarihli ve 2014/237 E., 2014/194 K. sayılı kararın bozulmasını kapsayan ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulundan çıkan 28.02.2018 tarihli ve 2017/4-1471 E., 2018/416 K. sayılı kararın karar düzeltme yoluyla incelenmesi davacı vekili tarafından verilen dilekçe ile istenilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca dilekçe, düzeltilmesi istenen karar ve dosyadaki ilgili bütün belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, kesinleşen mahkeme kararı gereğince üçüncü kişiye ödenmiş olan bedelin tahsili istemine ilişkindir.
Davacı vekili; dava dışı İstanbul Turizm ve Otelcilik A.Ş.’nin, 233 sayılı KHK’nın 35. maddesi gereğince çıkarılan 22.05.2002 tarihli ve 2002/4100 sayılı Bakanlar Kurulu kararı uyarınca, turizm belgeli yatırım ve işletmelerden mesken ve sanayi abonelerine uygulanan tarifelerin en düşüğü üzerinden elektrik ücreti alınması gerekirken kendilerinden fazla alındığı gerekçesi ile müvekkili aleyhine Beyoğlu 2. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2005/190 E. sayılı dosyası ile dava açtığını, yargılama sonunda 143.879,89TL’nin avans faizi ile birlikte müvekkilinden tahsiline karar verildiğini, söz konusu kararın icrası için takip başlatılması üzerine icra dosyasına toplam 260.059,00TL ödendiğini belirterek müvekkilince ödenmek zorunda kalınan bedelin ödeme tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili; davacının dayandığı hususların idari göreve ilişkin olup idare mahkemelerinin görevli olduğunu, ödeme tarihinin resen incelenerek bir yıllık zamanaşımı süresinin dolması hâlinde zamanaşımı nedeniyle davanın reddi gerektiğini, esasa ilişkin olarak da yapılan işlemlerin yürürlükte bulanan Kanun veya KHK hükümlerine aykırı olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Yerel Mahkemece; davacı şirketin davalı ... Müsteşarlığı’nın yazısı üzerine, dava dışı şirkete ödemek zorunda kaldığı bedeli davalıdan isteyebileceği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Taraf vekillerinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece “…Dosya içeriğinden, icra dosyasına son olarak 10.11.2006 tarihinde ödeme yapan davacının, eldeki davayı 17.07.2009 gününde açtığı anlaşılmaktadır. Rücu davalarında zamanaşımı süresi ödeme tarihinden itibaren bir yıldır. Davacı kamu kurumu olmadığından dava açmaya yetkili yerin "olur" verdiği gün zamanaşımının başlangıcı olarak esas alınamaz. Mahkemece, davanın açıldığı günde, ödeme tarihlerinden itibaren bir yıllık zamanaşımı süresinin geçmiş olduğu gözetilerek, istemin zamanaşımı nedeniyle reddedilmesi gerekirken, yerinde olmayan gerekçeyle yazılı biçimde karar verilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.” gerekçesi ile bozulmuştur.
Yerel mahkemece önceki gerekçelerin yanı sıra, somut olayda uygulanması gereken 818 sayılı Borçlar Kanunu’nda ayrıca özel olarak bir zamanaşımı öngörülmediği, rücuen tazminat davalarında aynı Kanun’un 125. maddesi gereğince on yıllık zamanaşımı süresinin uygulanması gerektiği, dava konusu olayda ödeme tarihinden davanın açıldığı tarihe kadar on yıllık zamanaşımı süresinin dolmadığı belirtilmek suretiyle verilen direnme kararını davalı vekili temyiz etmiştir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca “Davacının, teşvik belgesi sahibi olan dava dışı şirkete, indirimli tarife yerine normal tarife uygulanması nedeniyle bu şirketin açtığı dava sonunda, normal tarife ile indirimli tarife arasındaki farktan dolayı haksız yere ödemek zorunda kaldığı bedelin davalıdan rücuen tahsilini istediği, haksız ödemenin söz konusu olduğu, rücuen tazminat istemlerinde mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 60/1. maddesi uyarınca işlem yapılması gerektiğinden, dava konusu istemin, anılan Kanunun 60/1. maddesi uyarınca bir yıllık zamanaşımı süresine tabi bulunduğu, dosya içerisindeki bilgi ve belgelere göre dava konusu alacağın icra dosyasına 10.11.2006 tarihinde ödendiği, eldeki davanın ise 17.07.2009 tarihinde açıldığı, bu durumda mahkemece ödeme tarihinden dava tarihine kadar bir yıllık zamanaşımı süresinin geçtiği gözetilerek, davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile işin esasına girilerek davanın kabulüne karar verilmesinin doğru olmadığı" gerekçesiyle ve oy çokluğuyla direnme kararının bozulmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca verilen karara karşı davacı vekili tarafından karar düzeltme isteminde bulunulmuştur.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 35. maddesi gereğince çıkarılan ve 22.05.2002 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 2002/4100 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının 2. maddesi uyarınca üçüncü kişiye ödenmiş olan bedelin tahsili istemi ile açılan eldeki davada zamanaşımı süresinin bir yıl olarak mı, yoksa on yıl olarak mı uygulanması gerektiği noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümü açısından öncelikle zamanaşımı kavramına ve bu konudaki yasal düzenlemelere değinmekte fayda bulunmaktadır.
Özel hukukta teknik bir kavram olan zamanaşımı, bir hakkın kazanılmasında veya kaybedilmesinde Kanunun kabul etmiş olduğu sürenin tükenmesi anlamına gelmektedir. Çekişmelerin bir an önce sonuçlandırılmayıp uzun süre askıda bırakılmasının toplumun barış ve huzurunu bozacağı düşünülerek yargı yoluyla hak aramaya konulan zaman sınırı olarak öngörülen zamanaşımı, bir borcu doğuran, değiştiren, ortadan kaldıran bir olgu olmayıp, doğmuş ve var olan bir hakkın istenmesini ortadan kaldıran bir savunma aracıdır.
Olay tarihinde yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 60. maddesinin birinci fıkrasında haksız fiilden zarar görenin zararının tazmini istemiyle açacağı davaların bağlı olduğu zamanaşımı süreleri ayrıca düzenlenmiştir.
Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun “Müruru zaman” başlıklı 60. maddesinde;
“Zarar ve ziyan yahut manevi zarar namıyla nakdi bir meblağ tediyesine müteallik dava, mutazarrır olan tarafın zarara ve failine ittılaı tarihinden itibaren bir sene ve her hâlde zararı müstelzim fiilin vukuundan itibaren on sene mürurundan sonra istima olunmaz…”
hükmü yer almaktadır.
BK’nın 60. maddesinin birinci fıkrasına göre, tazminat davası açma hakkı zarar görenin, zararı ve haksız eylemi öğrenmesinden itibaren başlayacak ve bir yılda zamanaşımına uğrayacaktır. Burada önemli olan zararı ve tazminat sorumlusunu öğrenmektir.
Diğer bir anlatımla, bir yıllık sürenin başlaması için zarar görenin, zarar ile birlikte tazmin borçlusunu da öğrenmiş olması gerekir. Kusur sorumluluğunda failin öğrenilmesi gerekir.
Aynı Kanun’un “On senelik müruru zaman” başlıklı 125. maddesi ise;
“Bu kanunda başka suretle hüküm mevcut olmadığı takdirde, her dava on senelik müruru zamana tabidir.”
şeklinde bir düzenleme içermektedir.
Anılan maddenin birinci fıkrasında süreler belirlendikten sonra maddenin ikinci fıkrasında ceza dava zamanaşımına yollamada bulunulmuştur.
818 sayılı BK’nın 125-140 (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 146-161) maddeleri arasında düzenlenen genel zamanaşımı hükümlerine göre alacak hakkı alacaklı tarafından yasanın öngördüğü süre ve koşullar içinde talep edilmediğinde etkin bir hukuki himayeden, başka bir deyişle dava yoluyla elde edilebilme olanağından yoksun bırakılmaktadır. Zamanaşımına uğrayan alacağın tahsili hususunda Devlet kendi gücünü kullanmaktan vazgeçmekte, böylece söz konusu alacağın ödenip ödenmemesi keyfiyeti borçlunun iradesine bırakılmaktadır. Şu hâlde zamanaşımına uğrayan alacak ortadan kalkmamakla beraber, artık doğal bir borç (Obligatio naturalis) hâline gelmektedir. Ancak belirtmek gerekir ki, alacağın salt zamanaşımına uğramış olması onun eksik bir borca dönüşmesi için yeterli değildir; bunun için borçlunun, kendisine karşı açılmış olan alacak davasında alacaklıya yönelik bir defide bulunması gerekir (HGK’nın 05.05.2010 tarihli ve 2010/8-231 E., 255 K. sayılı kararı).
Bu nedenle zamanaşımı hukuki niteliği itibariyle maddi hukuktan kaynaklanan bir defi olup usul hukuku anlamında ise bir savunma aracıdır (Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, İstanbul 2001, Cilt: 2, s.1761; Von Tuhr. A.: Borçlar Hukuku, C. I-II, Ankara 1983, C. Edege çev., s.688 vd.; Canbolat, F: Def’i ve İtiraz Arasındaki Farklar ve İleri Sürülmesinin Hukuki Sonuçları, EÜHF Dergisi, Cilt:III, Sayı:1, s.255 vd.; HGK’nun 06.04.2011 tarihli ve 2010/9-629 E., 2011/70 K. sayılı kararı).
Yasada hangi hakların zamanaşımına uğrayacağı, hangilerin uğramayacağı belirli bir sistem hâlinde düzenlenmiş değildir. Mevcut hukuk düzeni ve mevzuata göre, borçlar, ticaret, eşya ve kamu hukukundan kaynaklanmış olsun bütün alacaklar zamanaşımına tabidir.
818 sayılı BK’nın 125. maddesine göre özel hukukta aksine bir hüküm bulunmadıkça alacaklar ilke olarak on yıllık zamanaşımına tabidir.
Öte yandan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 76. (6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 33.) maddesi ve 04.06.1958 tarihli ve 15/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı gereğince, davanın dayandığı maddi vakıaları bildirmek ve izah etmek davacıya, hukuki nitelendirmeyi yapmak ve ona uygun yasal düzenlemeyi tayin ve tespit ederek uygulamak hâkime aittir.
Tüm bu açıklamalar ve ortaya konulan yasal düzenlemeler karşısında somut olay incelendiğinde; davacı vekili dava dilekçesinde, dava dışı İstanbul Turizm ve Otelcilik A.Ş. tarafından müvekkili aleyhine alacak davası açıldığını, yargılama sonunda 143.879,89TL’nin müvekkili şirketten tahsiline karar verildiğini, bunun üzerine dava dışı şirkete toplam 260.059,00TL ödendiğini belirterek müvekkilince ödenmek zorunda kalınan bedelin davalıdan tahsili talepli alacak davası açtığı, ancak yerel mahkemece davanın rücuen alacak davası olarak, Özel Dairece ve Hukuk Genel Kurulunca da rücuen tazminat davası olarak nitelendirildiği, buna karşın dava dilekçesinde iddiaların ileri sürülüş biçimi itibariyle davacı vekilinin, 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu’nun 16 ve 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 35. maddesi gereğince çıkarılan ve 22.05.2002 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 2002/4100 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının 2. maddesi uyarınca, turizm belgeli yatırım ve işletmelere mesken ve sanayi abonelerine uygulanan tarifelerin en düşüğü üzerinden elektrik ücreti alınmasının kararlaştırıldığı, bu indirimli tarifeden dolayı oluşan gelir kaybının (zararın) 2002/4100 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının 4. maddesi gereğince Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı tarafından karşılanması gerektiği, teşvik belgesi sahibi olan dava dışı şirkete, indirimli tarife yerine normal tarife uygulanması nedeniyle bu şirketin açtığı dava sonunda normal tarife ile indirimli tarife arasındaki farkı ödediği iddiasıyla Kanun’dan doğan alacak isteminde bulunmuş olduğu anlaşılmaktadır.
Yukarıda ifade edildiği gibi, davacı vekilinin isteminin Kanun’dan doğan alacak olduğu kabul edildiğine ve bu istemin rücuen alacak veya rücuen tazminat ile ilgisi bulunmadığına göre, 818 sayılı BK’nın 60. maddesinde (6098 sayılı BK’nın 72. maddesi) yer alan zamanaşımı kurallarının uygulanma imkânı olmadığı gibi, Kanun’dan doğan bu dava için ayrıca zamanaşımı süresi öngörülmediği dikkate alındığında, 818 sayılı BK’nın 125. maddesindeki (6098 sayılı BK’nın 146. maddesi) 10 yıllık genel zamanaşımı süresinin uygulanması gerektiğinde kuşku bulunmamaktadır.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; davacının, teşvik belgesi sahibi olan dava dışı şirkete, indirimli tarife yerine normal tarife uygulanması nedeniyle bu şirketin açtığı dava sonunda normal tarife ile indirimli tarife arasındaki farktan dolayı haksız yere ödemek zorunda kaldığı bedelin davalıdan rücuen tahsilini istediği, olayda haksız ödemenin söz konusu olduğu, rücuen tazminat istemlerinde mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 60/1. maddesi uyarınca işlem yapılması gerektiği, dava konusu istemin anılan Kanun maddesi uyarınca bir yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğu, dosya içerisindeki bilgi ve belgelerden, dava konusu alacağın icra dosyasına 10.11.2006 tarihinde ödendiği, eldeki davanın ise 17.07.2009 tarihinde açıldığı, ödeme tarihinden itibaren davanın açıldığı tarihe kadar bir yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu, bu nedenle karar düzeltme isteminin reddi gerektiği ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğunca kabul edilmemiştir.
O hâlde; somut olayda uygulanması gereken 818 sayılı Borçlar Kanununda, ayrıca özel olarak bir zamanaşımı öngörülmediğinden, alacak davalarında aynı Kanunun 125. maddesi gereğince on yıllık zamanaşımı süresinin uygulanması gerektiği, dava konusu olayda ödeme tarihinden davanın açıldığı tarihe kadar on yıllık zamanaşımı süresinin dolmadığı, böyle olunca yerel mahkemenin zamanaşımı süresinin on yıl olduğuna ilişkin direnme kararının usul ve yasaya uygun olduğu kabul edilmiş ve bu nedenle davacı vekilinin karar düzeltme isteminin kabulü ile “bozma” yönündeki Hukuk Genel Kurulunun 28.02.2018 tarihli ve 2017/4-1471 E., 2018/416 K. sayılı kararının kaldırılmasına ve direnme kararının yukarıda belirtilen nedenlerle onanmasına karar vermek gerekmiştir.
Ne var ki, davanın esasına ilişkin temyiz itirazları Özel Dairece incelenmediğinden, bu yönlere ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosya Özel Daireye gönderilmelidir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesi gereğince yapılan karar düzeltme incelemesi sonunda davacı vekilinin karar düzeltme isteminin kabulü ile Hukuk Genel Kurulunun 28.02.2018 tarihli ve 2017/4-1471 E., 2018/416 K. sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA, yerel mahkemenin direnme kararı yerinde olup davanın esasına ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 4. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, 07.02.2019 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.
...