Esas No: 2017/1427
Karar No: 2019/77
Karar Tarihi: 05.02.2019
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/1427 Esas 2019/77 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İstanbul 2. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 07.02.2012 tarihli ve 2011/188 E., 2012/8 K. sayılı kararın davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 30.10.2013 tarihli ve 2012/17891 E., 2013/16583 K. sayılı kararı ile,
"... Dava, basın yolu ile kişilik haklarına saldırıdan kaynaklanan manevi tazminat istemine ilişkindir. Yerel mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı, Akit Gazetesi"nin 15/04/2011 tarihli sayısının 10. sayfasında “General Balanlı Genç Harbiyelilerle” başlıklı ve "Balyoz iddianamesi ek klasörlerinde yer alan isimlerden Orgeneral ..."nın genç harbiyelilerle içki sofraları düzenlediği ortaya çıktı." alt başlığıyla devam eden davalı tarafından yazılan yazıda gerçek dışı ifadelere yer verilerek ve iftirada bulunularak kişilik haklarına saldırıda bulunulduğunu belirterek manevi zararının tazminini talep etmiştir.
Davalı, davaya karşı her hangi bir savunmada bulunmamıştır.
Yerel mahkemece, dava konu yazı ile basın özgürlüğünün sınırlarının aşıldığı, gerçeklik kriterinin bulunmadığı, objektiflikten uzak bir yazı olması nedeniyle davacının kişilik haklarına ağır ve haksız saldırıda bulunulduğu gerekçesiyle açılan davanın kabulüne karar verilmiştir.
Basın özgürlüğü, Anayasanın 28. maddesi ile 5187 sayılı Basın Yasasının 1. ve 3. maddelerinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerde basının özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına sağlanan güvencenin amacı; toplumun sağlıklı, mutlu ve güvenlik içinde yaşayabilmesini gerçekleştirmektir. Bu durumda halkın dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ile olanaklıdır. Basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma ve yönlendirmede yetkili ve aynı zamanda sorumludur. Basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır. Bunun içindir ki, bu tür davaların çözüme kavuşturulmasında ayrı ölçütlerin koşul olarak aranması, genel durumlardaki hukuka aykırılık teşkil eden eylemlerin değerlendirilmesinden farklı bir yöntemin izlenmesi gerekmektedir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğunun kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir.
Ne var ki basın özgürlüğü sınırsız olmayıp, yayınlarında Anayasanın Temel Hak ve Özgürlükler bölümü ile Türk Medeni Kanunu"nun 24 ve 25. maddesinde yer alan ve yine özel yasalarla güvence altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunulmaması da yasal ve hukuki bir zorunluluktur.
Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır.
Dava konusu Akit Gazetesi"nin 15/04/2011 tarihli sayısının 10. sayfasında “General Balanlı Genç Harbiyelilerle” başlıklı ve "Balyoz iddianamesi ek klasörlerinde yer alan isimlerden Orgeneral ..."nın genç harbiyelilerle içki sofraları düzenlediği ortaya çıktı." alt başlığıyla devam eden, davalı tarafından yazılan yazı bir bütün olarak incelendiğinde; bir kamu görevlisi olan davacının bir fotoğrafa dayanılarak eleştirildiği, yazılanların ifade özgürlüğü kapsamında kaldığı, kişilik haklarına saldırıda bulunulmadığı anlaşılmaktadır.
Gerek Dairemizin, gerekse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi"nin istikrar kazanmış uygulamalarında kamu görevlilerinin kendilerine yönelik sert ve ağır eleştirilere katlanması gerektiği kabul edilmiştir. Davacının orgeneral olarak görev yapması dikkate alındığında görevi ile ilgili eleştirilere katlanması gerekir.
Yerel mahkemece açıklanan yönler gözetilerek, istemin tümden reddedilmesi gerekirken, yerinde olmayan gerekçeyle davalının manevi tazminat ile sorumlu tutulması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir...."
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, basın yoluyla kişilik haklarına saldırı nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir.
Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş, hükmün davalı vekilince temyiz edilmesi üzerine Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde yazılı gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel Mahkemece önceki gerekçeler tekrar edilerek direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında işin esasının incelenmesinden önce, dosya kapsamına göre dava dilekçesi ve duruşma gününün davalıya usulüne uygun olarak tebliğ edilip edilmediği, taraf teşkilinin sağlanıp sağlanmadığı, davalının savunma hakkının kısıtlanıp kısıtlanmadığı hususları ön sorun olarak tartışılıp değerlendirilmiştir.
Ön sorunun çözümü açısından öncelikle “tebligat”, “taraf teşkili”, “adil yargılanma” ve “hukuki dinlenilme hakkı” kavramları üzerinde durulmasında yarar bulunmaktadır.
Yetkili makamlar tarafından bir takım hukuki işlemlerin, bunların hukuki sonuçlarından etkilenmeleri amaçlanan kimselere kanuna uygun şekilde bildirimi ve bu bildirimin de usulüne uygun şekilde yapıldığının belgelenmesi olarak tanımlanan tebligat, Anayasa ile güvence altına alınan iddia ve savunma hakkının, daha da özelde hukuki dinlenilme hakkının tam olarak kullanılması ve bu suretle adil bir yargılamanın yapılmasını sağlayan çok önemli bir araçtır.
Bir davada davalının, davacının açmış olduğu davadan haberdar olması, davaya cevap vermesi ve hatta cevap süresinin işlemeye başlaması için dava dilekçesinin tebliğ edilmesi gerekir. Aksi durumun, ilgilinin hak arama hürriyetini kısıtlayacağına şüphe yoktur. Aslında hemen her hukuksal işlemin tebligat ile sonuç doğuracağını söylemek mümkündür.
Yargılamanın sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi, iddia ve savunma ile ilgili delillerin eksiksiz toplanıp tartışılabilmesi, itirazların yapılabilmesi, davanın süratle sonuçlandırılabilmesi, öncelikle tarafların duruşma gününden usulünce haberdar edilmesi ve böylece taraf teşkilinin sağlanması ile mümkündür. Bu yolla kişi, hangi yargı merciinde duruşması bulunduğuna, hakkındaki iddia ve isnatların nelerden ibaret olduğuna, 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nda ve Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelikte açıklanan usule uygun tebligat yapılması hâlinde vakıf olabilecektir.
Bu nedenle, yargılamada yöntemine uygun şekilde taraf teşkilinin sağlanıp sağlanmadığının belirlenmesine yönelik olarak, tebligata ilişkin yasal düzenlemeler üzerinde de durulmalıdır.
7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 10. maddesinde;
“Tebligat, tebliğ yapılacak şahsa bilinen en son adresinde yapılır.”
hükmü bulunmaktadır.
6099 sayılı Kanun’la bu maddenin birinci fıkrasından sonra gelmek üzere eklenen fıkra ile de;
“Bilinen son adresin tebligata elverişli olmadığının anlaşılması veya tebligat yapılamaması halinde, muhatabın adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresi, bilinen en son adresi olarak kabul edilir ve tebligat buraya yapılır”
düzenlemesi getirilmiştir.
7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 16. maddesine göre; “Kendisine tebliğ yapılacak şahıs adresinde bulunmazsa tebliğ kendisi ile aynı konutta oturan kişilere veya hizmetçilerinden birine yapılır.” Aynı Kanun’un 17. maddesine göre ise; “Belli bir yerde devamlı olarak meslek veya sanatını icra edenler, o yerde bulunmadıkları takdirde tebliğ aynı yerdeki daimi memur veya müstahdemlerinden birine, meslek veya sanatını evinde icra edenlerin memur ve müstahdemlerinden biri bulunmadığı takdirde aynı konutta oturan kişilere veya hizmetçilerinden birine yapılır.”
Hemen belirtmelidir ki, tebligat ile ilgili mevzuat hükümleri tamamen şeklidir. Tebligat, bilgilendirme yanında belgelendirme özelliği de bulunan bir usul işlemidir. Gerek tebliğ işlemi ve gerekse tebliğ tarihi ancak mevzuatta emredilen şekillerle tevsik ve dolayısıyla ispat olunabilir. Bu sebeple tebligatın, usul yasaları ile ilişkisi de daima göz önünde tutulmalıdır.
Tebligat mevzuatının bu konuda etkili önlemler almış olmasının tek amacı, tebliğin muhatabına ulaşmasını ve onun tarafından kabul edilmesini sağlamaktır.
Şu hâle göre; yazılı tebligat, bir davaya ilişkin işlemleri o davayla ilgili kişilere bildirmek için mahkemelerce Kanuna uygun biçimde yapılan bir belgelendirme işlemidir. Dolayısiyle, mevzuat hükümlerinin en küçük ayrıntılarına kadar uygulanması zorunludur.
Taraf teşkili konusuna gelince;
Bir davada tarafların teşkil edilebilmesi, bu sayede davada karşılıklılık, çelişikliğin sağlanabilmesi ile iddia ve savunmalarda bulunulabilmesi için taraflarla, taraflar dışındaki tanık ve bilirkişi gibi üçüncü kişilere usulüne uygun tebligat yapılması gereklidir. Tebligat sayesinde, ilgililer duruşmaya davet olunur ve kendilerine, yargılama hakkındaki ilk bilgiler, tebliğ konusu dilekçeler sayesinde verilir. Tebligat, yargılamanın makul sürede yapılıp sonuçlandırılması, hak ve adaletin gecikmeden yerine getirilmesi açısından önemli bir usuli işlemdir (Gültekin, M.R., Adil Yargılanma Hakkının Gerçekleşmesini Sağlayan Araçlardan Milletlerarası Tebligat ve İstinabe, (Doktora Tezi), Ankara 2006, s. 16, 17).
Taraflar duruşmaya çağrılmadan, eş anlatımla; taraf teşkili sağlanmadan hüküm verilememesi, Anayasanın 36. maddesi ile düzenlenen iddia ve savunma hakkının kullanılmasına olanak tanınması ilkesinin doğal bir sonucudur.
Gerçekten savunma hakkını güvence altına alan 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 36. maddesi ile 1086 sayılı HUMK’nın 73. maddesinde de (6100 sayılı HMK’nın 27. maddesi) açıkça belirtildiği üzere, mahkemece davalı yan; dinlenmek ve savunması alınmak üzere kanuni şekillere uygun olarak davet edilmedikçe hüküm verilmesi mümkün bulunmamaktadır, aksi hâlde savunma hakkının kısıtlanmış sayılacağı, gerek öğreti, gerekse yargısal kararlarda tartışmasız olarak kabul edilmektedir (Kuru, B., Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı, Cilt II, s.1876 vd).
6100 sayılı HMK’nın 122. maddesinde, “Dava dilekçesi, mahkeme tarafından davalıya tebliğ edilir. Davalının iki hafta içinde davaya cevap verebileceği tebliğ zarfında gösterilir.” hükmü öngörülmüştür.
Bu açık hüküm karşısında mahkeme, dava dilekçesini davalıya usulüne uygun şekilde tebliğ edip, tarafları duruşmaya davet etmekle yükümlüdür. Belirtilen usulü işlemler tamamlanmadan ve taraf teşkili sağlanmadan, mahkemece karar verilmesi olanaklı değildir. Taraf teşkili dava şartı olup, davanın her aşamasında mahkemece resen nazara alınması gereken bir olgudur.
Hukuki dinlenilme hakkına gelince:
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun 27. maddesi hükmüne göre:
"(I) Davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahiptirler.
(2) Bu hak;
a) Yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını,
b) Açıklama ve ispat hakkını,
c) Mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini,
içerir."
Hukuki dinlenilme hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının en önemli unsurudur. Zira insan onurunun yargılamadaki zorunlu bir sonucu olarak, yargılama süjelerinin, yargılamada şeklen yer almaları dışında, tam olarak bilgi sahibi olmaları, kendilerini ilgilendiren yargılama konusunda açıklama ve ispat haklarını tam ve eşit olarak kullanmaları ve yargı organlarının da bu açıklamaları dikkate alarak gereği gibi değerlendirme yapıp karar vermeleri gereklidir.
Hukuki dinlenilme hakkı olarak maddede ifade edilen ve uluslararası metinlerde de yer bulan bu hak, çoğunlukla "iddia ve savunma hakkı" olarak bilinmektedir. Ancak, hukuki dinlenilme hakkı, iddia ve savunma hakkı kavramına göre daha geniş ve üst bir kavramdır.
Bu hak, yargılamanın tarafları dışında, müdahiller ve yargılama konusu ile ilgili olanları da kapsamına almaktadır. Ancak, her yargılama süjesi kendi hakkıyla bağlantılı ve orantılı olarak bu hakka sahiptir. Hakkın temel unsurları maddede tek tek belirtilmiş, böylece uygulamada bu temel yargısal hak konusundaki tereddütlerin önüne geçilmesi amaçlanmıştır.
Bu çerçevede, öncelikle tarafların gerek yargı organlarınca gerekse karşı tarafça yapılan işlemler konusunda bilgilendirilmeleri zorunludur. Kişinin kendisinden habersiz yargılama yapılarak karar verilmesi, kural olarak mümkün değildir.
Kanunda da açıkça belirtildiği gibi, hukuki dinlenilme hakkının temel üç unsuru bulunmaktadır (6100 sayılı HMK madde 27/2).
Bunlardan ilki “Bilgilenme Hakkı”dır.
Buna göre, hak sahibinin kendisi ile ilgili yargılama ve yargılamanın içeriği hakkında tam bir şekilde bilgi sahibi olması sağlanmalıdır. Bilgilenme hakkı, gerek karşı taraf gerekse yargı organlarının işlemleri ve dosya kapsamına girip yargılamayı etkileyen her şeyi kapsar. Tarafın bilgi sahibi olmadığı işlemler, belge ve bilgiler yargılamada esas alınamaz. Bilgilenmenin şekli bakımından, hukuki dinlenilme hakkına uygun davranılmalı, ilgilinin bilgilenmesi şeklen değil, gerçekten sağlanmaya çalışılmalıdır. Özellikle tebligat kurallarının uygulanmasında özen gösterilmelidir. Usulüne uygun tebligat yapılmadan, davetiye çıkarılmadan, tefhimi mümkünse tefhim gerçekleşmeden yapılan işlemler taraflar bakımından sonuç doğurmaz. Taraflardan gizli yargılama yapılamayacağı için yargılamaya dâhil olan her işlem bakımından taraflar, dosyanın korunması ve yargılamanın sağlıklı yürütülmesi dışında bir sınırlamaya tabi olmadan tam olarak bilgilenme hakkını kullanabilirler. Bu sınırlamalar da bilgilenme hakkını ortadan kaldırıcı nitelikte olmayıp sadece kullanılmasını yargılamanın sağlıklı işlemesi için belirli kurallara bağlamak şeklinde olabilir. Tarafların bilgisine açık olmayan hiçbir husus hükme esas alınamaz.
Hukuki dinlenilme hakkının ikinci unsuru “Açıklama ve İspat Hakkı”dır.
Taraflar yargılamayla ilgili açıklamada bulunma, bu çerçevede iddia ve savunmalarını ileri sürme ve ispat etme hakkına sahiptirler. Her iki taraf da bu haktan eşit şekilde yararlanırlar. Buna göre de, hak sahibinin bilgilendiği hususlarda açıklama hakkı tam olmalıdır. Açıklama hakkı kapsamına, yargılamanın temelini oluşturan vakıalar, bunların ispatına ilişkin faaliyet ve hukuki sebepler girmektedir. Bununla birlikte, açıklama hakkı sınırsız bir içini dökme hakkı değildir. Bu konuda hakkın özünü zedelemeyen, yargılamanın sağlıklı işlemesine yönelik sınırlamalar getirilebilir. Ancak, hakkı anlamsız kılacak sınırlamalar kabul edilemez. Bu çerçevede örneğin, makul kabul edilebilecek, iddia ve savunmayı genişletme yasağı ile delil gösterilmesi konusunda getirilen sınırlamalar hukuki dinlenilme hakkına aykırı sayılmaz. Burada, teksif ilkesi ve usul ekonomisi ortaya çıkacak, hukuki dinlenilme hakkı ihlâli sonucunu doğurmayan, teksif ilkesine ve usul ekonomisine uygun olan sınırlamalar kabul edilebilecektir. Açıklama hakkının ne şekilde kullanılacağını ise kural olarak ilgili yargılama usulü belirler. Açıklama hakkının kullanılması için ilgiliye gerekli ortam hazırlanmasına rağmen, kişi bu hakkı kullanıp kullanmamakta serbesttir, hakkını kullanmayarak haktan feragat edebilir.
Hukuki dinlenilme hakkının üçüncü unsuru “Dikkate Alınma Hakkı”dır.
Tarafların iddia ve savunmalarını yargı organlarının tam olarak dikkate alıp değerlendirmesidir. Bu değerlendirmenin de, kararların gerekçesinde yapılması gerekir (bkz. 6100 sayılı HMK’nın Hükümet Gerekçesi madde 32).
Taraf açıklamalarını yargı organları, tam olarak dikkate alıp değerlendirmelidir. Ancak bu şekilde ilgililer gerçek anlamda yargılamayı etkileyen bir yargılama süjesi hâline gelmiş olur. Aksi hâlde bilgilenme ve açıklama hakkı anlamsız kalacaktır. Bu sebeple, dikkate alma ve değerlendirme, yargı organı için mutlak bir yükümlülüktür (Pekcanıtez, H., Atalay, O.; Özekes, M.; Medeni Usul Hukuku, 11. Bası, Ankara 2011, s. 272- 278).
Hakkaniyete uygun bir yargılanmanın gerçekleşmesini sağlayacak en önemli ilke ise “silâhların eşitliği ilkesi”dir. Silâhların eşitliği ilkesi, yine AİHM’ne göre, mahkeme önünde sahip olunan hak ve vecibeler bakımından taraflar arasında tam bir eşitliğin bulunması ve bu dengenin bütün yargılama boyunca korunmasıdır. Başka bir deyişle silâhların eşitliği ilkesi, davanın taraflarından birini diğeri karşısında avantajsız bir duruma düşürmeyecek şekilde her iki tarafın deliller de dâhil olmak üzere, iddia ve savunmasını ortaya koymak için makul bir olanağa sahip olması, tarafların denge içinde olması demektir. Silâhların eşitliği ilkesi, AİHM’nin 6. maddesinin 1. bendinin ilk cümlesinde geçmektedir.
Söz konusu ilke tarafların usulüne uygun olarak mahkemenin önüne gelmelerini sağlayan tebligat işlemi açısından önemlidir. Çünkü ancak hukuka uygun bir usulde gerçekleşen tebligat üzerine, durumdan haberdar olan taraflar iddia ve savunmalarını eşit şekilde yapabileceklerdir.
Savunma hakkının yeterince kullanılamadığı bir yargılamanın doğru sonuçlar vermesi beklenemez. Adil yargılamayı gerçekleştirmeye yönelik her hukuk kuralı savunma hakkının varlığına işaret edecektir. Hak arama özgürlüğü ve bunun somut unsurlarından biri olan savunmanın yapılabilmesinin ilk koşulu ise tebligattır. Bir yargılama sırasında taraflar, yargılama hakkındaki ilk bilgilere ve bunun sonucunda iddia ve savunma yapabilme haklarına ancak usulüne uygun tebligat ile kavuşabilecek ve bu şekilde savunma yapılabilecektir. Bunun tersi olarak geçerli ve usulüne uygun bir tebligat olmaksızın yargılama yapılması ise, savunma hakkının dolayısıyla, en temel insan haklarından birinin ihlâli anlamına gelecektir (Gültekin, M.R.; s. 17 vd.).
Yargılama bakımından, sadece bir tarafın dinlenmesi, başka kimsenin dinlenmemesi, tek yönlü karar verilmesi demektir. Yargılamada yer alan taraflar, yargılamanın objesi değil, süjesidir. Hukuki dinlenilme hakkı, doğru karar verilmesinin garantisidir; bu nedenle, haksızlığa karşı koyabilme imkânı tanır. Bu hak, hukuk devletinin, insan onurunun korunması ve eşitlik ilkesinin, hak arama özgürlüğünün, adil yargılanma hakkının bir gereğidir.
Hukuki dinlenilme hakkı yargılamanın süjesi olan herkese aittir. Dava sonunda hukuki durumu etkilenecek olan kişilere, yargılamadaki durumlarına uygun şekilde bu hak tanınacaktır. Tanık ve bilirkişilerin kendileri ile ilgili bir sonuç doğması halleri dışında, hukuki dinlenilme hakları bulunmamaktadır. Davada taraflar, çekişmesiz yargı işlerinde ilgililer bu hakka sahip oldukları gibi, ferî müdahilin de kendi hakkıyla bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkı bulunmaktadır.
Bu hak, sadece belli bir yargılama için ya da yargılamanın belli bir aşaması için geçerli olan bir ilke değil, tüm yargılamalar için ve yargılamanın her aşamasında uyulması gereken bir ilkedir. Bu çerçevede gerek çekişmeli ve çekişmesiz yargı işlerinde gerekse bu yargılamalarla bağlantılı geçici hukuki korumalarda, icra takiplerinde, tahkim yargılamasında, hatta hukuki uyuşmazlıklarla ilgili yargılama dışında ortaya çıkan çözüm yollarında, her bir yargılama, çözüm yolu ve uyuşmazlığın niteliğiyle bağlantılı şekilde hukuki dinlenilme hakkına uygun davranılmalıdır.
Hukuki dinlenilme hakkına aykırılık bir bozma sebebi olduğu gibi hakkın ihlalinin niteliğine göre yargılamanın yenilenmesi sebebi olarak kabul edilebilir. Ayrıca adil yargılanma hakkının ihlali iddiasıyla Anayasa Mahkemesi’ne ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi"ne başvurulabilir.
Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 16.04.2014 tarihli ve 2013/10-1027 E., 2014/528 K. ile 27.01.2016 tarihli ve 2015/18-2560 E., 2016/96 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
Tüm bu açıklamalar ve yasal düzenlemeler ışığında somut olay incelendiğinde;
Davanın 24.05.2011 harç tarihli dilekçe ile açıldığı, mahkemece 31.05.2011 tarihinde düzenlenen tensip zaptı ile ilk duruşma tarihinin 04.10.2011 olarak belirlendiği, davalıya dava dilekçesinin ve duruşma gününün tebliği için çıkarılan ilk tebligatın adres yanlışlığı nedeniyle 29.06.2011 tarihinde iade edildiği, davalıya çıkarılan ikinci tebligatın da adres yetersizliği nedeniyle 08.08.2011 tarihinde iade edildiği, davalı adına bir kez daha dava dilekçesi ekli ve duruşma gününü bildiren tebligat çıkarıldığı, bu kez aynı konutta daimi çalışanı olan “Suat Göre” imzasına (aynı zamanda ilk duruşma günü olan) 04.10.2011 tarihinde tebliğ edildiği anlaşılmaktadır.
Yerel mahkemece 04.10.2011 tarihinde yapılan ilk duruşmada, davalı adına çıkartılan tebligatın iade edildiği ve talep üzerine yeniden tebligat çıkartıldığı ancak dönmediği belirtilmiş, “davalı adına çıkartılan davetiyenin tebliğ parçasının beklenmesine” karar verilmiştir. Mahkemece 15.12.2011 tarihinde yapılan ikinci duruşmada davalıya tebligat yapıldığı, ancak hazır olmadığı ve cevap vermediği belirtilmiş, 07.02.2012 tarihinde yapılan üçüncü duruşmada ise davalının yokluğunda davanın kabulüne karar verilmiştir.
Mahkemece verilen 07.02.2012 tarihli ilk karar davalıya usulüne uygun olarak tebliğ edilmiş, davalı vekili tarafından süresinde temyiz edilen kararın Özel Dairece, davanın reddine karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle bozulması üzerine mahkemece bozma kararına direnilmiştir.
Bu hususlar dikkate alındığında yerel mahkemece yapılan ilk yargılama sırasında, davalıya dava dilekçesinin ve duruşma gününün tebliğinin usulüne uygun olduğu kabul edilip yokluğunda yargılamaya devam olunarak davanın kabulüne karar verilmiş ise de; davalıya 04.10.2011 tarihinde yapılan tebligat parçasının incelenmesinde aynı konutta daimi çalışanı olan “Suat Göre” imzasına yapılan tebliğ sırasında davalının adreste bulunup bulunmadığı, bulunmaması durumunda adreste bulunmama sebebi hakkında herhangi bir açıklamaya yer verilmemiş olması nedeniyle yapılan tebliğin 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun yukarıda açıklanan hükümlerine uygun olduğunu kabul etmek mümkün bulunmamaktadır. Ayrıca anılan tebligatın usulüne uygun olarak yapılması halinde dahi, HMK’nın 122. maddesi hükmüne göre, davalıya tebligat yapıldığı tarihten itibaren iki haftalık süre içinde davaya cevap verebilme hakkı bulunmasına rağmen yapılan tebligat tarihi ile aynı gün olan duruşmaya katılma ve cevap dilekçesi sunma imkanının olmadığını da göz önünde bulundurmak gerekmektedir.
Şu durumda yerel mahkemece, dava dilekçesi ve duruşma gününün davalıya açıklanan şekilde usulüne uygun olarak tebliğ edilmeden, taraf teşkili usulünce sağlanmadan, davalının yokluğunda ve ona hukuki dinlenilme hakkı tanınmadan, davalının savunma ve adil yargılanma hakkını kısıtlamak suretiyle yargılama yapılması ve yargılama sonunda da davalının aleyhine hüküm kurulması; yukarıda ayrıntısıyla açıklanan ve ortaya konulan tüm ilkelerin ihlali anlamına geldiğinden usul ve yasaya aykırıdır.
Hâl böyle olunca, ön sorunun kabulü ile diğer hususlar incelenmeksizin kararın salt bu usulü nedenlerle bozulması gerekmiştir.
Yukarıda açıklanan bu değişik gerekçe ve nedenlerle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan bu değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı BOZULMASINA, bozma nedenine göre sair hususlara yönelik temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, miktar itibariyle karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 05.02.2019 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.