Abaküs Yazılım
Hukuk Genel Kurulu
Esas No: 2017/1393
Karar No: 2019/76
Karar Tarihi: 05.02.2019

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/1393 Esas 2019/76 Karar Sayılı İlamı

Hukuk Genel Kurulu         2017/1393 E.  ,  2019/76 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi


    Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Karaman 1. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 30.04.2013 tarihli ve 2011/370 E., 2013/257 K. sayılı kararın davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 05.05.2014 tarihli ve 2013/11451 E., 2014/7051 K. sayılı kararı ile,
    "...Dava haksız şikayet ve hakaret nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece istemin kısmen kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir.
    Davacı, davalının kendisi hakkında BİMER ve kamu görevlileri etik kuruluna şikayetleri nedeniyle hakkında rapor hazırlanmasına neden olduğunu ve yerel ve ulusal yayın organlarına verdiği beyanlarda geçen “...ben ahdettim onun koluna bilezik taktırmadan göndermeyeceğim...” şeklindeki ibarelerle yolsuzluk yaptığı,suç işlediği imasında bulunduğunu, tüm bunların kişilik haklarına saldırı mahiyetinde olduğunu belirterek manevi tazminat isteminde bulunmuştur.
    Şikayet hakkı, diğer bir deyimle hak arama özgürlüğü; Anayasa’nın 36. maddesinde; “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir” şeklinde yer almıştır. Hak arama özgürlüğü bu şekilde güvence altına alınmış olup; kişiler, gerek yargı mercileri önünde gerekse yetkili kurum ve kuruluşlara başvurmak suretiyle kendilerine zarar verenlere karşı haklarının korunmasını, yasal işlem yapılmasını ve cezalandırılmalarını isteme hak ve yetkilerine sahiptir.
    Anayasa’nın güvence altına aldığı hak arama özgürlüğünün yanında, yine Anayasanın “Temel Haklar ve Hürriyetlerin Niteliği” başlığını taşıyan 12. maddesinde herkesin kişiliğine bağlı dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve özgürlüklere sahip olduğu belirtildikten başka, 17. maddesinde de, herkesin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip bulunduğu da düzenleme altına alınmış bulunmaktadır. Türk Medeni Kanunu’nun 24. maddesinde, kişilik haklarına yapılan saldırının unsurları belirtilmiş ve hukuka aykırılığı açıklanmıştır. 25.maddesinde ise, kişilik haklarına karşı yapılan saldırının dava yolu ile korunacağı açıklanmış,olay tarihinde yürürlükte bulunan 818 s.lı BK’nun 49. maddesinde ise saldırının yaptırımı düzenlenmiştir.
    Hak arama özgürlüğü ile kişilik haklarının karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin bu iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Daha az üstün olan yararın, daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Hak arama özgürlüğü, diğer özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız olmayıp kişi salt başkasını zararlandırmak için bu hakkı kullanamaz. Bu hakkın hukuken korunabilmesi ve yerinde kullanıldığının kabul edilebilmesi için şikayet edilenin cezalandırılmasını veya sorumlu tutulmasını gerektirecek yeterli kanıtların mevcut olması da zorunlu değildir. Şikayeti haklı gösterecek bazı emare ve olguların zayıf ve dolaylı da olsa varlığı yeterlidir. Bunlara dayanarak başkalarının da aynı olay karşısında davalı gibi davranabileceği hallerde şikayet hakkının kullanılmasının uygun olduğu kabul edilmelidir. Aksi halde şikayetin hak arama özgürlüğü sınırları aşılarak kullanıldığı, kişilik değerlerine saldırı oluşturduğu sonucuna varılmalıdır.
    Somut olayda; davalının şikayetleri nedeniyle kamu görevlileri etik kurulu tarafından rapor düzenlendiği ve davacının bir kısım davranışlarının kamu görevlileri etik kurallarına aykırı olduğunun raporda belirtildiği, yine İçişleri Bakanlığı Teftiş Kurulu raporunda da bir kısım eylemler nedeniyle davacı hakkında soruşturma izni verilmesi yönünde görüş bildirildiği anlaşılmıştır. Şu halde, dosyası içeriğindeki bilgiler nazara alındığında, şikayet için yeterli emare olması nedeniyle davalının yasal şikayet hakkını kullandığı; yine, davalının basın organlarına verdiği beyanatlarda geçen “...ben ahdettim onun koluna bilezik taktırmadan göndermeyeceğim...” ifadesinin de davacıya yönelik eleştiri niteliğinde olduğu, davacıyı aşağılama ve küçültme kastıyla söylenmediği, eleştiri sınırlarının aşılmadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda davacının kişilik haklarına yönelik bir saldırı söz konusu değildir. Mahkemece açıklanan olgular gözetilerek istemin tümden reddine karar verilmesi gerekirken, davalının manevi tazminat ile sorumlu tutulmuş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir..."
    gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.


    HUKUK GENEL KURULU KARARI

    Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
    Dava, haksız şikâyet ve hakaret nedeniyle kişilik haklarına saldırıdan kaynaklanan manevi tazminat istemine ilişkindir.
    Davacı vekili; müvekkilinin Karaman Belediye Başkanı olduğunu, davalının kamu yararı ve kurum menfaatleri gözetilerek belediye başkan yardımcılığı görevinden alındığını, sonrasında davalının müvekkilini şikâyet ederek hakkında Kamu Görevlileri Etik Kurulu Başkanlığı nezdinde araştırma yapılmasına, asılsız iddialarla ilgili rapor hazırlanmasına ve kamuoyuna duyurulmasına sebebiyet verdiğini, müvekkilinin yolsuzluk yapmış damgası yemesine ve masumiyet karinesinin ihlal edilmesine neden olduğunu, tüm bunların yanında davalının kendisinin sebep olduğu ulusal ve yerel basında çıkan haberlerle ilgili yorum yaparak müvekkili hakkında “ben ahdettim onun koluna bilezik taktırmadan göndermeyeceğim” şeklinde sözler söylediğini, bu suretle müvekkilinin suç işlediğini, müvekkilini tutuklattıracağını ve cezaevine göndereceğini ima ederek kişilik haklarına saldırıda bulunduğunu, bu ifadelerin bazı gazetelerde ve internet haber sitelerinde yer aldığını, davalının eylemleri ile müvekkilinin kişilik haklarının zedelenmesine, siyasi itibarı ve politik geleceğinin yıpranmasına sebebiyet verdiğini ileri sürerek 10.000,00TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
    Davalı vekili; davacı ile ilgili kamuoyuna mal olmuş iddialar ve söylentiler üzerine müvekkilinin bu iddiaları ve bizzat tanık olduğu olayları ilgili mercilere intikal ettirdiğini, şikâyetin anayasal bir hak olduğunu, şikâyet dilekçesinde sadece iddiaların ortaya konulduğunu, davacının kişilik haklarına saldırıda bulunulmadığını, müvekkilinin bu şikâyeti Etik Kurulu raporu açıklanıncaya kadar kimseye açıklayıp ifşa etmediğini, şikâyet konusu olayların çoğunun belge ve bilgiye dayandığını ve büyük bölümünün kabul gördüğünü, davacı hakkında düzenlenen raporlarda pek çok usulsüz işlem ve eylemin delillerle açıklanıp saptandığını, Etik Kurulu raporunun basına yansımasından sonra bir gazetecinin müvekkili ile görüşerek bu hususları sorduğunu, davacının müvekkili hakkındaki "görevden usulsüz işlemleri nedeni ile aldım, dava açtı kaybettiler, yakında içeriyi boylayacaklar" gibi asılsız sözlerinin gazeteci tarafından aktarılması üzerine müvekkilinin de bunların asılsız sözler olduğunu beyan edip devamında "ahdettim, asıl ben onun koluna bilezik taktırtacağım" dediğini, müvekkilinin bu sözü mecazi anlamda kullandığını ve davacının yasa dışı işlem ve eylemlerinin hesabını kanun önünde vereceğini kast ederek davacının ceza alması isteğini dile getirdiğini, haksız ve kanunsuz bir işlem ile sebepsiz yere görevden alınan müvekkilinin bundan rahatsızlığını ve şikâyetini ifade ettiğini, sözlerinin hakaret anlamına gelmeyeceğini, müvekkilinin açıklamasının resmi rapor ve soruşturma evrakı sonuçlarına dayandığını, davacı ile ilgili basında çıkan açıklama ve haberlerin kaynağının müvekkili olmadığını, müvekkilinin sözlerinden önce davacının Etik Kurulu kararının açıklanması üzerine basına verdiği beyanatta "bu iddialar asılsız, sırf görevden aldığım Belediye Başkan Yardımcılarının iftiraları" diyerek müvekkilini suçladığını, bunun üzerine müvekkilinin de işin takipçisi olacağını ve sonunda davacının ceza alacağını izah etmek için bu açıklamayı yapmak zorunda kaldığını, müvekkilinin davacının kişilik haklarına yönelik haksız bir saldırısının söz konusu olmadığını, davacı hakkındaki haber ve iddiaların kaynağının ve dayanağının müvekkili değil, basın ve resmi kurumlar olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
    Mahkemece; davacının Karaman Belediye Başkanlığı görevini hâlen icra ettiği, davalının belediye başkan yardımcılığı görevinden alınmasından sonra basın yolu ile "ben ahdettim onun koluna bilezik taktırmadan göndermeyeceğim" şeklinde demeçler verdiği, davalının eylemlerinin hak arama özgürlüğü sınırlarını aşar nitelikte olduğu, davacının kişilik değerlerine saldırı oluşturduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, 4.000,00TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiştir.
    Davalı vekilinin temyizi üzerine karar Özel Dairece yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
    Yerel Mahkemece; ilkesel ve evrensel düzlemde herhangi bir olumsuzluk içermeyen söz kalıplarının, yerelleşen bağlamlarda bu anlamları taşıyabildiği, hem davacı hem de davalının küçük ölçekli bir il olan Karaman’da yaşadıkları, aynı belediye de görev yaptıkları, kola bilezik takmak sözlerinin, muhatabını kadınlaştırmak, edilgenleştirmek, sövgü sözcüklerinin nesnesi hâline getirmek anlamlarını taşıdığı, davalının bir dönem yakın mesai arkadaşlığı yaptığı davacıyı eleştirmek amacıyla bu sözleri söylemediği, davacının küçük düşürülmesini, itibarsızlaştırılmasını amaçladığı, aynı belediye başkanlığında, hatta aynı siyasi parti mensubu olarak, başkan - başkan yardımcısı şeklinde yakın mesai ve ilişki içerisinde bulunan davalının, Belediye Başkanı için söylediği "Ben ahdettim onun koluna bilezik taktırmadan göndermeyeceğim." şeklindeki sözlerin, bu ilişki bağlamında eleştiriye dönük olduğunu kabul etmenin yerel ve toplumsal gerçekliğe de uygun düşmediği gerekçesiyle ve önceki gerekçeler tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
    Direnme kararı, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
    Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda davalının şikâyet hakkını yasal sınırlar içerisinde kullanıp kullanmadığı ve davalının basına yaptığı açıklamada davacı hakkında söylediği “Ben ahdettim onun koluna bilezik taktırmadan göndermeyeceğim” şeklindeki sözlerinin Belediye Başkanı olan davacının katlanması gereken eleştiri sınırlarını aşıp aşmadığı, davacının kişilik haklarına saldırı niteliğinde olup olmadığı; buradan varılacak sonuca göre davalının manevi tazminatla sorumlu tutulup tutulmayacağı noktasında toplanmaktadır.
    Dava, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 24. maddesi ile korunan kişilik haklarına yapılan saldırı nedeniyle 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 49. (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 58.) maddesine dayalı manevi tazminat istemine ilişkindir.
    Hukuk Genel Kurulunun 09.04.1982 tarihli ve 1981/4-56 E., 1982/348 K. sayılı kararında da belirtildiği üzere kişilik hakları, kişinin kendi hür ve bağımsız varlığının bütünlüğünü sağlayan, herkese karşı ileri sürülebilen ve kaynağını Anayasa’dan alan, yani Anayasa’nın teminatı altında bulunan mutlak bir haktır. Ne var ki, bunun yanında yine kaynağını Anayasa"dan alan başka hak ve özgürlükler de vardır. Anayasa"nın 36. maddesinde “Hak arama hürriyeti” olarak tanımlanan ve “yargı mercileri önünde hak arama, ihbar ve şikayet ve dava açma” özgürlüklerini de kapsayan haklar buna örnek olarak gösterilebilir. Hiç kuşku etmemek gerekir ki, sözü edilen bütün bu hak ve özgürlükler asla sınırsız değildir. Diğer bir anlatımla toplumda sulh ve huzurun gerçekleşmesi, adil bir dengenin kurulabilmesi için, bu anayasal hakların gösterdikleri özellikler itibariyle başkalarının hak ve çıkarlarıyla olan ilişkilerine göre daraltılması ve genişletilmesi gerekir. Bu da, bütün haklarda olduğu gibi kişiliğin korunmasının sınırsız olmadığını gösterir. BK"nın 49. maddesinde açıkça ifade edilmemiş olmakla birlikte, hukuka aykırılık burada da sorumluluğun vazgeçilmez bir öğesidir.
    Hukuka aykırılık bir değer yargısıdır. Eylemin hukuka aykırılığı, davranış kurallarının çiğnenmesi ile ortaya çıkar. Burada değer yargısının belirlenebilmesinin ölçüsü olarak, hukuk kuralı gözönünde tutulur (Kaneti, S., Haksız Fiilde Hukuka Aykırılık Unsuru, İstanbul 2007, s. 34, 92-93).
    Kişilik haklarının ihlali kural olarak hukuka aykırı sayılır. Ne var ki, tecavüz edenin, zarar görenin kişilik haklarına müdahalede bulunmak hususunda bir hakkı mevcut olduğu takdirde, ihlâlin hukuka aykırılığı ortadan kalkacaktır. İşte bu şekilde hak ve çıkarların karşı karşıya gelmesi, yani hukuki çıkarların (yararların) çatışması hâlinde çatışan çıkarlar arasındaki sınırın TMK"nın 1. maddesindeki ana kural uyarınca hâkim tarafından büyük bir özenle çizilmesi gerekir (Kaneti, s. 231, 263).
    Hâkim, çatışan çıkarlar arasındaki bu sınırı MK’nın anılan maddesi uyarınca hukuk yaratarak belirlerken, adalete uygun bir sonuca varması için öğretide ve uygulamada kabul edilmiş ve genelleşmiş olan kıstaslardan da yararlanmalıdır. Kabul olunan bu genel kıstaslara göre, kişilik haklarına vaki saldırının hukuka uygun sayılması için (özellikle hak arama özgürlüğü söz konusu olan hâllerde); herşeyden önce kişinin hukukça korunan bir üstün hak ve çıkarının bulunması gerekir. Bir başka söyleyişle, kişilik haklarının ihlali görünümünü taşıyan açıklamalar, başkalarının ya da kamunun üstün çıkarlarını korumak amacıyla yapılmışsa, doğru amaca yönelik olduklarından hukuka aykırı sayılamaz. Bu açıdan zabıtaya ya da suçları kovuşturmaya yetkili makamlara yapılan ceza şikâyetleri, ihbarlar, kişisel ceza davaları, yetkili merciler nezdinde yapılan icra kovuşturmaları, açılan hukuk davaları kural olarak hukuka aykırı değildir. Zira hukukça korunan haklı bir çıkarın elde edilmesi için hareket edildiği sırada bir başkasının kişilik hakkı saldırıya uğramış ise, artık kişilik hakkı üzerindeki hukuki himaye, başkalarının hak ve özgürlüğü yararına ortadan kalkmalıdır. Hiç kuşku yok ki, hukuken korunan varlıklar olarak haysiyet, şeref ve hak arama özgürlüğü soyut kavramlar olarak ele alındığında birinin diğerine üstünlüğü yoktur. Ancak, somut olaydaki nisbi kıymeti nazara alındığında sırf bu tecavüz bakımından kişinin davranış özgürlüğü, saldırıya uğrayan kişilik hakkından üstün olabilir (Tandoğan, H.; Şahsiyetin Akit Dışı İhlallere Karşı Korunması, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, Cilt XX, 1963, Sayı: 4, Sayfa:1-36).
    Ancak bu sonuca ulaşabilmek, böyle bir değer yargısına varabilmek ve dolayısıyla tecavüzün hukuka uygun olduğunu kabul edebilmek için hukukça korunan üstün hak ve çıkarın varolması asla yeterli değildir; aynı zamanda bu hak ve çıkarın kötüye kullanılmamış olması da gerekir.
    Bu genel açıklamalardan sonra belirtilmelidir ki, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sı ve yasalarda kişinin hak arama özgürlüğü ile kişilik değerleri güvence altına alınmıştır.
    Bunun yanında kaynağını yine Anayasa’dan alan şikayet hakkı, diğer bir ifade ile hak arama özgürlüğü; T.C. Anayasası’nın “Hakların korunması ile ilgili hükümler” başlığı altındaki 36. maddesinde herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma hakkına sahip olduğu şeklinde yer almıştır. Bu düzenleniş biçimi itibariyle kişinin hak arama özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir. İşte bundan dolayıdır ki, kişi gerek yargı mercileri önünde ve gerekse yetkili kurum ve kuruluşlara başvurmak suretiyle kendisine zarar veren kişilere karşı, haklarının korunmasını, zarar veren hakkında yasal işlem yapılmasını ve bu bağlamda cezalandırılmasını isteme hakkına sahiptir.
    Anayasa’nın güvence altına aldığı hak arama özgürlüğünün yanında, “Temel hak ve hürriyetlerin niteliği” başlığını taşıyan 12. maddesinde de, herkesin kişiliğine bağlı dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve özgürlüklere sahip olduğu belirtilmekte olup, 17. maddesinde ise herkesin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu da düzenleme altına alınmış bulunmaktadır.
    Konuya ilişkin olarak;
    4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 24. maddesinde:
    “Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hakimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.
    Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar yada kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.”
    818 sayılı Borçlar Kanunu"nun (BK) 49. maddesinde ise:
    “Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebilir.
    Hakim, manevi tazminatın miktarını tayin ederken, tarafların sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate alır.
    Hakim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir tazmin sureti ikame veya ilave edebileceği gibi tecavüzü kınayan bir karar vermekle yetinebilir ve bu kararın basın yolu ile ilanına da hükmedebilir.”
    hükümleri yer almaktadır.
    Görüldüğü üzere 4721 sayılı TMK’nın 24. maddesinde hukuka aykırı olarak kişilik haklarına saldırı karşısında, saldırılan kimseye hukuki koruma sağlanacağı, kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça kişilik haklarına yapılan her saldırının hukuka aykırı olduğu, Borçlar Kanunu’nun 49. maddesinde ise şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişinin, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebileceği hükme bağlanmıştır.
    4721 sayılı TMK’nın 24. maddesi ile 818 sayılı BK’nın 49. maddesi diğer yasal düzenlemelere nazaran daha kapsamlıdır.
    TMK’nın 24. maddesinde düzenlenmiş olan şahsiyet hakları da genel olarak korunmuş haklar arasındadır. TMK’nın 24/II maddesi gereğince şahsiyet haklarının çiğnenmesinden ötürü, maddi ya da manevi tazminat “ancak kanunun tayin ettiği halde ikame olunur”. BK’nın m. 49, TMK’nın 24/II maddesinin şahsiyet haklarının çiğnenmesinden ötürü tazminat talebine koyduğu sınırı büsbütün kaldırmış, maddi tazminat talebini BK’nın 41. maddesindeki genel şartlara bağlamıştır. Manevi tazminat talebi için ise, genel bir hüküm koymuş olmakla birlikte, ayrıca ihlalin ve kusurun özel ağırlığını da aramıştır. Bu duruma göre şahsiyet haklarının çiğnenmesi BK’nın 41. maddesi anlamında hukuka aykırılıktır ve bu hükümdeki şartların gerçekleşmesi hâlinde, maddi tazminat talebine yer verir. Hâkim hangi şahsiyet haklarının korumadan yararlanacaklarını, bu varlıklarının sınırının ne olduğunu, kişinin şahsiyet hakları ile diğer insanların faaliyet hürriyetinin çatışması hâlinde, hangi menfaatin ağır basacağını, genel hukuk ilkelerine, hayat gereklerine, adalet düşüncesine ve çatışan menfaatlerin değerine göre tespit edecektir (Kaneti, s. 203-204).
    Diğer bir ifade ile hukuksal alanda hak arama özgürlüğü ile kişilik hakları karşı karşıya gelmiş olabilir. Sorun bu değerlerden hangisine üstünlük tanınacağı noktasında toplanmaktadır. Bir taraftan kişinin hak arama özgürlüğü güvence altına alınmışken, diğer taraftan kişilik hakları da anayasal ve yasal güvence altına alınmıştır. Buna karşın kişi hakkını ararken, karşı yanın kişilik değerlerine saldırıda bulunabilir.
    Hukukun, karşı karşıya gelen bu iki değeri aynı konuda ve zamanda koruma altına aldığı düşünülemez. Aksi hâlde hukukun kendisi kendi kuralları ile çatışmış olur.
    Hiç kuşkusuz bütün bu hak ve özgürlükler sınırsız değildir. Anayasal hakların gösterdikleri özellikler itibariyle; başkalarının haklarıyla olan ilişkilerine göre daraltılması veya genişletilmesi gerekir. Bu kapsamda konu değerlendirildiğinde çatışma durumunda her iki değerin aynı anda birbirine karşı korunmadığı, somut olaydaki özelliğe göre birinin diğerine üstün tutulduğu görülecektir.
    Kişilik haklarına yapılan saldırının hukuka uygun sayılması için her şeyden önce kişinin hukukça korunan bir üstün hak ve çıkarının bulunması gerekir. Kişilik haklarının ihlali görünümünü taşıyan eylem ve açıklamalar başkalarının veya kamunun üstün çıkarını korumak için yapılmışsa, doğru amaca yönelik olduklarından hukuka aykırı sayılamaz. Bu nedenle zabıtaya ya da suçları kovuşturmakla yetkili makamlara yapılan ceza şikâyetleri, ihbarlar, kişisel ceza davaları, yetkili mercilerde yapılan icra takipleri, açılan hukuk davaları hukuka aykırı değildir. Ancak tecavüzün hukuka uygun olduğunu kabul edebilmek için, hukukça korunan üstün hak ve çıkarın olması yeterli değildir; aynı zamanda bu hak ve çıkarın kötüye kullanılmamış olması da gerekir.
    Hak arama özgürlüğünün kullanım şekillerinden biri olan şikâyet, yanlışları tartışmanın ve bunlara olası çözümler bulabilmenin bir yolu olduğuna göre serbestçe dile getirilebilmelidir. Hak arama özgürlüğü bağlamında ele alınacak olan şikâyet hakkı, meşru bir amaç için kullanılırken, içeriğine konu bilgi (olgular) ile kanaatler (değer yargıları) açısından bir değerlendirmeye tabi tutulabilir. Olgular kanıtlanabilir, oysa değer yargılarının doğruluğu kanıta başvurularak ortaya konamaz. Kanaatler bir olay ya da durum konusunda bir bakış açısını veya kişisel bir değerlendirmeyi dile getirir; bunların doğru ya da yanlış olduklarının kanıtlanması olanaksızdır. Fakat kanaatin temelini oluşturan olguların doğru ya da yanlış olduğunu kanıtlamak mümkündür.
    Şikâyet, kullanılması bir hak olmasının yanında, kişiye sorumluluk da yüklemektedir. Şikâyet hakkının kötüye kullanılmış olup olmadığının tespitinde bakılacak unsur şikâyet hakkının amaca uygun olarak kullanılmış olmasıdır. Amaca uygunluk öz çıkarın korunması ile mümkündür. İlgili makamlara yapılan şikâyet ve ihbar, açılan ceza davaları, bu hakkın koruduğu çıkarı elde etmek için yapılmışsa amaca uygun bir davranış olarak hukuka da uygundur. Ancak bu hak öz çıkarın korunması yerine başkasını zarara uğratmak için kullanılmışsa artık hukuka uygunluktan söz edilemeyecektir. Başkasını zarara uğratmak için bir hakkın kullanımı iyiniyet kurallarına aykırıdır.
    Öte yandan şikâyet hakkı amaca uygun olmak yanında uygun araçlarla da kullanılmalı, hakkın kullanılmasında gerçek olaylara dayanılmalı ve aşırı davranılmamalıdır. Salt kötü düşünce ile yapılan ve temelindeki olaylar gerçek olmayan şikâyet veya ihbar hukuka aykırı davranış niteliğindedir.
    Şikâyet hakkının kötüye kullanıldığından söz edebilmek için ihbar veya şikâyetin karşı tarafın suçsuzluğunu bilerek zararlandırmak veya küçük düşürmek amacıyla yapılması yahut şikâyet konusu hakkında delil ve emare olmadığı hâlde şikâyetin yapılmış olması gerekir.
    Bu nedenle ihbar veya şikâyetin temelini oluşturan maddi olguların ciddi ve inandırıcı kanıtlarla desteklenmesi gereklidir. Bu hakkın hukuken korunabilmesi ve yerinde kullanıldığının kabul edilebilmesi için, şikâyet edilenin cezalandırılmasını veya sorumlu tutulmasını gerektirecek yeterli kanıtların olması zorunlu değildir.
    Şikâyeti haklı gösterecek bazı emare ve olguların zayıf ve dolaylı da olsa varlığı yeterlidir. Bu olgu veya emareye dayanılarak, başkalarının da böyle bir olay karşısında, davalı gibi hareket etmesinin uygun görüleceği, diğer bir anlatımla orta düzeydeki kişinin de somut olaydaki gibi davranacağı ve bu çerçevenin içinde kalan şikâyet hakkının yerinde kullanıldığı kabul edilmelidir. Aksi hâlde şikâyetin hak arama özgürlüğü sınırları aşılarak kullanıldığı ve şikâyet edilenin kişilik değerlerine saldırı oluşturduğu sonucuna varılmalıdır.
    Kişi hakkında açılan ceza davası sonucunda beraat kararı verilmesi olgusu tamamen yargı görevinin yasalara göre takdir hakkı kullanılmak suretiyle yerine getirilmesine ilişkindir ve çatışan hakların sınırının belirlenmesinde davacı lehine değerlendirilecek nitelikte bir delil teşkil etmez. Beraat kararı hiçbir zaman şikâyet hakkının kişilik haklarına zarar verecek şekilde hukuka aykırı kullanıldığının ölçüsü olamaz. Yargıtay’ın istikrar kazanmış uygulamaları da bu doğrultudadır. Kişinin gerçek bir olguya dayanan iddiasını kısmen ya da tamamen doğrulayacak kanıtlara dayanarak (bu kanıtlar dava açılması ve mahkûmiyet için yeterli olmasa dahi) resmî mercilere başvurması ya da ceza davası açması uygulama ve doktrinde hukuka uygun bir davranış olarak kabul edilmektedir. Aksi görüşü kabul etmek, yani her ihbar ve şikâyetin yapılabilmesini ve ceza davası açılabilmesini her halükarda mahkûmiyet için yeterli delil ikamesine bağlı tutmak; özellikle delillerin takdiri sonucu beraat hâlinde de şikâyetçi ya da davacıyı manevi tazminat tehdidi altında bırakmak, hak arama özgürlüğünü sınırlamak ve kişilik hakları karşısında bu özgürlüğü yok etmek olur. Böyle bir yorum, Anayasa ve Medeni Kanun’un kişilik hak ve özgürlükleriyle güttüğü amaca ters düşer. Kişinin Anayasa ile sağlanması amaçlanan özgürlük ortamında yaşaması, gelişme ve faaliyet göstermesi, ona verilmiş görevleri yerine getirebilmesi için gerekli olan özgürlükler, yasal yollardan kullanıldığı ölçüde kısıtlanamaz ve kimse bu özgürlüğü kullandığı için tazminatla sorumlu tutulamaz.
    O hâlde, bazı delil ve emarelere dayanılarak gerçekleşen bir şikâyet ya da açılan ceza davası sonunda verilen beraat kararı, soyut olarak o şikâyet veya davanın hukuka aykırı olduğunun delili sayılamaz.
    Haksız şikâyet ya da haksız ceza davası açıldığı hukuksal sebebine dayanan manevi tazminat davalarında, şikâyet ya da dava hakkının kötüye kullanılıp kullanılmadığı, bir başka ifade ile şikâyetin veya davanın hukuka aykırı olup olmadığı sorunu ancak, şikâyetçinin veya davacının şikâyetine dayanak yaptığı kanıtların hukuk hâkimi tarafından değerlendirilmesi ile çözümlenmelidir.
    Ceza hâkiminin beraat kararı verirken delilleri takdir konusundaki kanaati, hukuk davasına etkili değildir. Hukuk hâkimi hak arama özgürlüğü ile kişilik haklarının sınırlarını belirlerken dayanılan kanıtların iddiayı kanıtlayacak güçte olmasını aramayacaktır. Çünkü hukuk hâkimi iddiayı değil, hak arama özgürlüğünün hukuka uygun olarak kullanılıp kullanılmadığını araştırma ödevi altındadır. Bu nedenle şikâyet hakkını haklı gösterecek kesin kanıtlar olmasa bile bir takım güçsüz kanıtların (emarelerin) bulunması yeterli olacaktır. Kesin kanıtların aranması şeklindeki bir kabul hâlinde ise hak arama özgürlüğünün kullanılması kısıtlanmış olacaktır.
    Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 22.03.2006 tarihli ve 2006/4-66 E. 2006/99 K.; 04.06.2008 tarihli ve 2008/4-421 E. 2008/422 K. ve 30.5.2012 tarihli ve 2011/4-728 E., 2012/328 K. sayılı kararlarında da vurgulanmıştır.
    Tüm bu açıklamalar ve yasal düzenlemeler ışığında somut olay incelendiğinde;
    Davacının Karaman Belediye Başkanı, davalının ise Karaman Belediye Başkan Yardımcısı olduğu, davalının davacı tarafından görevinden alınması üzerine davacı hakkında Başbakanlık Etik Kurulu Başkanlığı’na hitaben 15.10.2010 tarihli şikâyet dilekçesi verildiği, bu şikâyet üzerine Kamu Görevlileri Etik Kurulu Başkanlığınca inceleme yapılarak rapor düzenlendiği, Kamu Görevlileri Etik Kurulu Başkanlığınca verilen 24.02.2011 tarihli karar ile davacı hakkındaki iddiaların değerlendirilmesi sonucunda davacının bir kısım davranışlarının kamu görevlileri etik kurallarına aykırı olduğunun belirtildiği, yine İçişleri Bakanlığınca yapılan inceleme sonucunda alınan 01.08.2011 tarihli karar ile davacının bir kısım eylemleri nedeniyle hakkında soruşturma izni verilmesine karar verildiği, Kamu Görevlileri Etik Kurulu Başkanlığı’nın kararının açıklanmasından sonra davalı tarafından basına yapılan açıklamada sorulan sorular üzerine davalının "Ben ahdettim onun koluna bilezik taktırmadan göndermeyeceğim" şeklinde sözler söylediği, bu açıklamanın bazı yerel ve ulusal gazeteler ile internet haber sitelerinde yer aldığı anlaşılmaktadır.
    Şu durumda davalı tarafından, davacının mevzuata ve etik kurallara aykırı davranışlarda bulunduğu düşüncesiyle yapılan şikâyetler üzerine başlatılan incelemeler sonucunda da bazı davranışlarının etik kurallarına aykırı olduğunun belirlendiği ve bir kısım eylemleri nedeniyle hakkında soruşturma izni verilmesine karar verildiği dikkate alındığında davalının şikâyet hakkını, şikâyeti haklı gösteren somut bir takım emarelere dayalı olarak hak arama özgürlüğü sınırları içinde kullandığının kabulü gerekmektedir.
    Ayrıca davalının basına yaptığı açıklamada davacı hakkında söylediği “Ben ahdettim onun koluna bilezik taktırmadan göndermeyeceğim” şeklindeki sözlerinin davacıya yönelik eleştiri niteliğinde olduğu, “bilezik” ifadesinin mecazi anlamda kullanıldığı ve davacının eylemleri nedeniyle cezalandırılacağına dair isteğin dile getirildiği, davacıyı aşağılama ve küçültme kastıyla söylenmediği, belediye başkanı olan davacının katlanması gereken eleştiri sınırlarını aşmadığı, davacının kişilik haklarına saldırı niteliğinde olmadığı sonucuna varılmıştır.
    Hâl böyle olunca; yerel mahkemece, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
    Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
    SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana iadesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 05.02.2019 tarihinde oy birliğiyle kesin olarak karar verildi.



    Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.

    Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


    Avukat Web Sitesi