Abaküs Yazılım
Hukuk Genel Kurulu
Esas No: 2018/523
Karar No: 2019/70
Karar Tarihi: 05.02.2019

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2018/523 Esas 2019/70 Karar Sayılı İlamı

Hukuk Genel Kurulu         2018/523 E.  ,  2019/70 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ :İş Mahkemesi

    Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Kartal 2. İş Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 20.10.2011 tarihli ve 2004/787 E., 2011/621 K. sayılı karar davalı Veska İnş. San. Tic. Ltd. Şti.vekili tarafından temyiz edilmekle, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 19.11.2012 tarihli ve 2011/17340 E., 2012/20498 K. sayılı kararı ile;
    (…1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici nedenlere göre davalı tarafın aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan diğer temyiz itirazlarının reddine,
    2-Dava, 29.04.2000 tarihinde meydana gelen iş kazası nedeniyle sigortalının maddi ve manevi zararların giderilmesi istemine ilişkindir.
    Mahkemece, 48.989,00 TL maddi ve 5.000,00 TL manevi tazminatın kaza tarihi olan 29.04.2000 tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine karar verilmiştir.
    Dosyadaki kayıt ve belgelerin incelenmesinden; iş kazası sonucu davacının sürekli iş göremezlik oranının % 11.2 olduğu, Sosyal Güvenlik Kurumu Teftiş Kurulu Başkanlığı tarafından olayın iş kazası olduğunun tespit edildiği, olayın meydana gelmesinde, davacı işçinin % 20, davalının % 80 oranında kusurlu bulundukları, bilirkişi hesap raporunda 1. seçenek olan davacının günlük 10,00 TL ücret ile çalıştığı kabul edilerek yapılan hesaplamada 90.021,95 TL maddi zararı bulunduğunun belirtildiği, hesap raporu düzenlenildikten sonra davacı vekilince sunulan 23.02.2011 tarihli ıslah dilekçesi ile maddi tazminata ilişkin talebin 68.585,00 TL olarak artırıldığı, ıslahen artırılan miktarla ilgili olarak davalı tarafça süresinde zaman aşımı def’i inde bulunulduğu, mahkemece hesap raporunda belirtilen 1. seçenek hükme esas alınarak bulunan değerden SGK tarafından davacıya ödenen en son peşin sermaye değeri tenzil edildikten sonra %30 oranında hakkaniyet indirimi yapıldığı anlaşılmıştır.
    Sürekli iş göremezlik nedeniyle uğranılan zararın giderilmesi amacıyla açılan maddi ve manevi tazminat davalarında; zamanaşımı süresi Borçlar Kanunu"nun 125. maddesi gereğince haksız fiilin meydana geldiği tarihten itibaren 10 yıldır. Davacı tarafın eldeki davayı 28.06.2004 tarihinde açtığı, 23.02.2011 tarihli ıslah dilekçesi ile dava dilekçesindeki 3.000,00 TL maddi tazminat taleplerini 68.585,00 TL olarak artırdığı, davalı tarafın 01.03.2011 tarihinde süresi içinde zamanaşımı def"inde bulunduğu anlaşılmaktadır.
    Hal böyle olunca, davacı tarafından 23.02.2011 tarihinde maddi tazminattın ıslahen artırılmasına yönelik talebine, süresi içerisinde davalı tarafından ileri sürülen zamanaşımı def"i nin kabul edilerek ıslahen istenilen miktarlara ilişkin tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekirken, ıslahen istenilen miktarı da kapsar biçimde tazminat talebinin kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
    Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular göz önünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
    O halde, davalının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır…)
    gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.


    HUKUK GENEL KURULU KARARI

    Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
    Dava, iş kazasından kaynaklanan maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.
    Davacı vekili; müvekkilinin davalı şirkete ait inşaatta sıvacı olarak günlük 10,00TL yevmiye ücret ile çalışmaktayken 29.04.2000 tarihinde inşaatın altıncı katından asansör boşluğuna düşerek ağır şekilde yaralandığını, kaza nedeniyle uzun süre tedavi gördüğünü ve çalışamadığını, madden ve manen büyük bir zarara uğradığını, davalı işverenin iş sağlığı ve güvenliği mevzuatı hükümlerine uymayarak kazanın meydana gelmesine sebebiyet verdiğini ileri sürerek 10.000,00TL manevi, 3.000,00TL maddi tazminat olmak üzere toplam 13.000,00TL’nin olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini talep etmiş, 23.02.2011 tarihli dilekçesi ile maddi tazminat talebini 68.585,00TL olarak ıslah etmiştir.
    Davalı Veska İnş. San. Tic. Ltd. Şti. vekili; davacı ile müvekkili şirket arasında hizmet sözleşmesi olmadığını, davacının olay tarihinde davalı işyerinde çalışan akrabası İsa Doğan’ı ziyarete geldiğini ve bu esnada yaralandığını, taraflar arasında hizmet sözleşmesi olmadığından görevli mahkemenin asliye hukuk mahkemesi olması gerektiğini, diğer taraftan davacının olay sonrası verdiği kolluk ifadesinde meydana gelen kaza nedeniyle kimseden şikâyetçi olmadığını beyan ettiğini, şikayetçi olmadığından manevi tazminat talebinde de bulunamayacağını, ayrıca müvekkili tarafından tüm tedavi giderlerinin karşılandığını, davacının kaza nedeniyle herhangi bir iş gücü kaybına da uğramadığını belirterek davanın reddini savunmuş, 01.03.2011 tarihli dilekçesi ile davacının ıslahen artırılmasına yönelik talebine süresinde zamanaşımı itirazında bulunmuştur.
    Mahkemece; hesap raporu ile belirlenen 90.021,95TL maddi zarardan SGK tarafından ödenen son peşin sermaye değerinin tenzilat yapıldığı, yine %30 oranında hakkaniyet indirimine gidildiği belirtilerek 48.989,00TL maddi tazminata ve maddi tazminat miktarı, maluliyet oranı, davacının kaza nedeniyle duyduğu üzüntü nedeniyle 5.000,00TL manevi tazminata hükmedilmesine karar verilmiştir.
    Davalı Veska İnş. San. Tic. Ltd. Şti. vekilinin temyizi üzerine hüküm, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
    Yerel Mahkemece; insana verilen zararlarda davacının zarar verici olayın sonuçlarını ve kesinleşen durumu değerlendirebilecek bilgiye sahip olması gerektiği, bu sebeple zararı öğrenme tarihinin iş göremezlik oranına ilişkin raporun düzenlendiğinin öğrenildiği, maluliyet oranını tespit eden sağlık kurulu raporunun verildiği, kesin maluliyetin belirlendiği tarih olduğu, davacının çalışma gücü kaybını 25.03.2008 tarihli rapor ile öğrendiği, bu nedenle zamanaşımı süresinin geçmediği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
    Direnme kararı davalı Veska İnş. San. Tic. Ltd. Şti. vekili tarafından temyiz edilmiştir.
    Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda iş kazası nedeniyle maddi ve manevi tazminat talebinde bulunan davacının 23.02.2011 tarihli ıslah dilekçesiyle talep ettiği maddi tazminat yönünden zamanaşımının gerçekleşip gerçekleşmediği noktasında toplanmaktadır.
    Uyuşmazlığın çözümünde öncelikle hizmet sözleşmesi ve işverenin iş kazasından kaynaklanan sorumluluğunun niteliği üzerinde durmakta yarar vardır.
    İlk olarak belirtilmelidir ki işçi kavramının tanımında hizmet sözleşmesinden hareket edilmekteyse de yürürlükten kalkan 1475 sayılı İş Kanunu’nda bu sözleşmenin tanımına ilişkin bir hükme yer verilmemiştir. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 8. maddesinde, “İş sözleşmesi, bir tarafın (işçi) bağımlı olarak iş görmeyi, diğer tarafın (işveren) da ücret ödemeyi üstlenmesinden oluşan sözleşmedir.” tanımlaması yapılmıştır.
    Hizmet akdi, 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 313/1. maddesinde “Hizmet akdi, bir mukaveledir ki onunla işçi, muayyen veya gayri muayyen bir zamanda hizmet görmeyi ve iş sahibi dahi ona bir ücret vermeği taahhüt eder.” şeklinde tanımlanmıştır. Bu tanımda sadece hizmet ve ücret unsurları belirgin iken, 4857 sayılı yeni İş Kanunu’nda, daha önce Anayasa Mahkemesi ve öğretinin de kabul ettiği gibi “bağımlılık” unsuruna da yer verilmiştir.
    01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 393/1. maddesinde ise hizmet sözleşmesi “işçinin işverene bağımlı olarak belirli veya belirli olmayan süreyle işgörmeyi, işverenin de ona zamana ve yapılan işe göre ücret ödemeyi üstlendiği sözleşme” olarak tanımlanmıştır.
    Bu hâliyle denilebilir ki hizmet sözleşmesi bir yanda işçinin iş görme borcunu, öte yanda işverenin ücret ödeme borcunu ihtiva eden, taraflardan her birinin öteki tarafın edimine karşı borç yüklendiği iki taraflı bir sözleşme olarak tanımlanabilir.
    Hizmet sözleşmesinden kaynaklanan iş ilişkisi ise işçi yönünden işverene içten bağlılık (sadakat borcu), işveren yönünden işçiyi korumak ve gözetmek borcu şeklinde ortaya çıkar. Gerçekten işçi, işverenin işi ve işyeri ile ilgili çıkarlarını korumak, çıkarlarına zarar verebilecek davranışlardan kaçınmak, buna karşı işveren de işçinin kişiliğine saygı göstermek, işçiyi korumak, işyeri tehlikelerinden zarar görmemesi için iş sağlığı ve güvenliği önlemlerini almak, işçinin özlük hakları ve diğer maddi çıkarlarının gerektirdiği uygun bildirimlerde ve davranışlarda bulunmak, işçinin çıkarına aykırı davranışlardan kaçınmakla yükümlüdür. İşveren gözetme borcu gereği çalıştırdığı işçileri iş yerinde meydana gelen tehlikelerden korumak, onların yaşam, bedensel ve ruhsal sağlık bütünlüklerini korumak için iş yerinde teknik ve tıbbi önlemler dâhil olmak üzere bilimsel ve teknolojik gelişmelerin gerekli kıldığı tüm önlemleri almak zorundadır.
    İş kazasının vuku bulduğu tarihte yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 332. maddesinde;
    "İş sahibi, aktin özel hâlleri ve işin mahiyeti noktasından hakkaniyet dairesinde kendisinden istenebileceği derecede çalışmak dolayısıyla maruz kaldığı tehlikelere karşı icap eden tedbirleri ittihaza ve münasip ve sıhhi çalışma mahalleri ile işçi ile birlikte ikamet etmekte ise sıhhi yatacak bir yer tedarikine mecburdur.
    İş sahibinin yukarıdaki fıkra hükmüne aykırı hareketi neticesinde işçinin ölmesi hâlinde onun yardımından mahrum kalanların bu yüzden uğradıkları zararlara karşı isteyebilecekleri tazminat dahi akde aykırı hareketten doğan tazminat davaları hakkındaki hükümlere tabi olur." düzenlemesine yer verilmiştir.
    10.03.2003 tarihli 4857 sayılı İş Kanunu’nun "İşverenlerin ve İşçilerin Yükümlülükleri" kenar başlıklı 77. maddesinin birinci fıkrasında da benzer bir düzenlemeye yer verilmiştir. Bu fıkraya göre işverenler işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için gerekli her türlü önlemi almak, araç ve gereçleri noksansız bulundurmak, işçiler de iş sağlığı ve güvenliği konusunda alınan her türlü önleme uymakla yükümlüdürler.
    Nitekim mevzuatta bulunan bir kısım boşluklar bu kez kanun koyucu tarafından 30.06.2012 tarihli 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu ile doldurulmaya çalışılmıştır. İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun 37. maddesiyle 4857 sayılı Kanunun 77. ve devamı bir kısım maddeler yürürlükten kaldırılarak, iş sağlığı ve güvenliği konusunda yeni düzenlemeler getirilmiştir. 6331 sayılı Kanun ile işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması ve mevcut sağlık ve güvenlik şartlarının iyileştirilmesi için işveren ve çalışanların görev, yetki, sorumluluk, hak ve yükümlülüklerinin düzenlemesi amaçlanmıştır.
    Bunun yanında 6331 sayılı Kanun’a paralel olarak, 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 332. maddesi gelişen teknoloji ve diğer veriler gözetilerek revize edilmiş ve 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 417. maddesi düzenlemiştir. İlgili madde;
    “İşveren, hizmet ilişkisinde işçinin kişiliğini korumak ve saygı göstermek ve işyerinde dürüstlük ilkelerine uygun bir düzeni sağlamakla, özellikle işçilerin psikolojik ve cinsel tacize uğramamaları ve bu tür tacizlere uğramış olanların daha fazla zarar görmemeleri için gerekli önlemleri almakla yükümlüdür.
    İşveren, işyerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için gerekli her türlü önlemi almak, araç ve gereçleri noksansız bulundurmak; işçiler de iş sağlığı ve güvenliği konusunda alınan her türlü önleme uymakla yükümlüdür.
    İşverenin yukarıdaki hükümler dâhil, kanuna ve sözleşmeye aykırı davranışı nedeniyle işçinin ölümü, vücut bütünlüğünün zedelenmesi veya kişilik haklarının ihlaline bağlı zararların tazmini, sözleşmeye aykırılıktan doğan sorumluluk hükümlerine tabidir.” şeklinde düzenlenmiştir.
    Görüldüğü üzere gerek Borçlar Kanunu ile İş Kanunu’nda ve gerekse İş Kanunu’nun ilgili hükümlerini yürürlükten kaldıran 6331 sayılı Kanun’da işverenin hizmet sözleşmesinden kaynaklanan işçiyi gözetme borcunun kapsamı belirlenmiştir. İş kazası meydana geldiğinde iş sağlığı ve güvenliğine ilişkin mevzuata aykırı hareket eden işveren hizmet sözleşmesinden doğan işçiyi gözetme borcunu yerine getirmemiş olacağından sözleşmeye aykırı davranmış sayılacaktır. Bu nedenle bu konuda işverenin sorumluluğu her şeyden önce akdi bir sorumluluk esasına dayanır (Süzek, Sarper: İş Hukuku, 15. Baskı, İstanbul 2018, s. 440). İsviçre hukukunda da yükümlülükleri ifa etmeyen işverenin gözetim borcuna aykırılıktan doğan sorumluluğunun akitten doğan sorumluluk olduğu hem doktrin hem de içtihatlarda kabul edilmiştir (Kaplan, E. Tuncay: İşverenin Hukuki Sorumluluğu, Ankara 1992, s. 63).
    Sonuç itibariyle denilebilir ki iş kazası işverenin hizmet sözleşmesinden doğan işçiyi gözetme borcuna aykırı davranması söz konusu olduğundan iş kazasından kaynaklanan tazminat davalarında sözleşmeye aykırılığa dayalı sorumluluk hükümlerinin uygulanması gerekmektedir.
    İşverenin iş kazasında kaynaklanan sorumluluğunun sözleşmeye aykırılıktan doğan sorumluluk hükümlerine tabi olduğunu belirttikten sonra zamanaşımı kavramı ve başlangıcı üzerinde durulmalıdır.
    Zaman, doğal ve sosyal yaşamda olduğu kadar, hukukta da önemli etkilere sahip olan bir kavramdır. Gerçekten, hukukta normların yürürlüğü, hakların kazanılması ve kaybedilmesi, yaptırımların uygulanması belirli sürelere bağlanmıştır. Ancak, hukukun her dalında sürelerin türleri ve nitelikleri farklı olup, değişik sonuçlar doğurmaktadır (Tutumlu, Mehmet A.: Türk Borçlar Hukukunda Zamanaşımı ve Uygulaması, 2.b., Ankara 2001, s. 25).
    Özel hukukta teknik bir kavram olan zamanaşımı bir hakkın kazanılmasında veya kaybedilmesinde yasanın kabul etmiş olduğu sürenin tükenmesi anlamına gelmektedir (Velidedeoğlu, Hıfzı V.: Türk Medeni Hukuku, c.1, cüz I, 6.b., İstanbul 1959, s.274).
    Zamanaşımı, alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden, dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade etmektedir. Sonucu alacak hakkına son verme değil, onu eksik borç haline getirme olarak ortaya çıkmaktadır. Zamanaşımına ilişkin düzenlemelerin temelinde iddia edilen alacağın aradan uzun zaman geçmiş olmasına rağmen kullanılmaması karşısında borçlunun oldukça uzak geçmişte kalan bir borçtan doğabilecek ihtilaflara karşı korunması, kendi alacağına karşı uzun süre kayıtsız kalan kimsenin bu hakkının artık korunmaya layık olmadığını kabul etmiş sayılması yatmaktadır. Diğer bir ifadeyle özel hukukta teknik bir kavram olan zamanaşımı, bir hakkın kazanılmasında veya kaybedilmesinde yasanın kabul etmiş olduğu sürenin tükenmesi anlamına gelmektedir.
    İş kazası sonucu işverenin sorumluluğu sözleşmeye aykırılığa dayandığından 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 146-161 (mülga 818 sayılı Borçlar Kanununun 125-140.) maddeleri arasında düzenlenen zamanaşımı hükümlerinin uygulanması gerekmektedir. İlgili maddeler arasında düzenlenen zamanaşımı, hakkın ileri sürülmesini engelleyici nitelikte olup, alacak hakkı alacaklı tarafından yasanın öngördüğü süre ve koşullar içinde talep edilmediğinde etkin bir hukuki himayeden, başka bir deyişle dava yoluyla elde edilebilme olanağından yoksun bırakılmaktadır.
    Zamanaşımına uğrayan alacağın tahsili hususunda devlet kendi gücünü kullanmaktan vazgeçmekte, böylece söz konusu alacağın ödenip ödenmemesi keyfiyeti borçlunun iradesine bırakılmaktadır. Şu hâlde zamanaşımına uğrayan alacak ortadan kalkmamakla beraber artık doğal bir borç (Obligatio naturalis) hâline gelmektedir. Ancak belirtmek gerekir ki, alacağın salt zamanaşımına uğramış olması, onun eksik bir borca dönüşmesi için yeterli olmayıp borçlunun kendisine karşı açılmış olan alacak davasında alacaklıya yönelik bir def"ide bulunması gerekir (Reisoğlu, Sefa: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul 1998, s.334 vd.; Kuru/Arslan/Yılmaz: Medeni Usul Hukuku, Ankara 1995, s.304 vd.; Üstündağ, Saim: Medeni Yargılama Hukuku, İstanbul 1997, s.346 vd.; Pekcanıtez/Atalay/Özekes: Medeni Usul Hukuku, Ankara 2009, s.323; Tutumlu: s.2., HGK’nın 05.05.2010 tarihli ve 2010/8-231 E., 2010/2553 K.; 3.5.2006 tarihli ve 2006/4-232 E. - 269 K. sayılı kararları).
    Yargıtayın istikrar kazanmış son uygulamalarına göre, zamanaşımı hukuki niteliği itibariyle, maddi hukuktan kaynaklanan bir def"i olup usul hukuku anlamında ise bir savunma aracıdır (Kuru, Baki: age, Cilt:2, s.1761; Von Tuhr, A.:Borçlar Hukuku (C.Edege Çevirisi), Ankara 1983, Cilt:1-2, s.688 vd.; Canbolat, F.: Def’i ve İtiraz Arasındaki Farklar ve İleri Sürülmesinin Hukuki Sonuçları, EÜHF Dergisi, Cilt:III, Sayı:1, Kayseri 2008, s.255 vd.; HGK’nın 06.04.2011 tarihli ve E:2010/9-629, K:2011/70; 09.10.2013 tarihli ve E:2013/4-36, K:2013/1457; 12.03.2014 tarihli ve E:2013/4-544, K:2013/315 sayılı kararları).
    Nitekim, Türk-İsviçre Öğretisinde ağırlıklı görüşün ve İsviçre Federal Mahkemesinin de, zamanaşımını maddi hukuka ilişkin bir kavram olarak kabul ettikleri anlaşılmaktadır (Erdem, M.:Özel Hukukta Zamanaşımı, 1.Baskı, İstanbul 2010, Sahife:8, dipnot 15-16).
    Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 125. maddesine göre “Bu kanunda başka suretle hüküm mevcut olmadığı takdirde her dava on senelik müruru zamana tabidir.” düzenlemesine yer verilmiştir.
    Yine Türk Borçlar Kanunu’nun 146. maddesinde benzer bir düzenleme ile “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, her alacak on yıllık zamanaşımına tabidir.” hükmü yer almaktadır.
    Kanun koyucu hem mülga Borçlar Kanunu’nun 125. maddesi hem de Türk Borçlar Kanunu’nun 146. maddesi ile alacak haklarının tabi olacağı genel zamanaşımı süresini düzenlemiş olup, ancak aksine bir yasal düzenleme olmayan hâllerde on yıllık sürenin uygulanması gerektiği açıktır. İş kazası hâlinde de zamanaşımının süresine yönelik ayrı bir düzenleme bulunmadığından TBK’nın 149. (BK 125.) maddesine göre on yıllık zamanaşımı süresi uygulanacaktır.
    Türk Borçlar Kanunu’nun 149. (BK 128.) maddesi uyarınca ise zamanaşımı, alacağın muaccel olmasıyla işlemeye başlar. Muacceliyet, bir borç ilişkisinde, alacaklının edimi isteyebileceği ve borçlunun da bu isteme uyarak, edimi ifa etmekle yükümlü olduğu anı belirler. Bir başka deyişle, söz konusu anda borç ifa kabiliyeti kazanır ve alacaklı yine o anda edimi kabul etmekle yükümlü olur. Bir alacağın ya da borcun muaccel olması, ilke olarak edimin ifası için öngörülmüş bulunan vadenin dolmasıyla gerçekleşir.
    Borca aykırılık hâlinde tazminat alacağının zamanaşımı ise bu alacağın doğduğu andan itibaren işlemeye başlar (Oğuzman/Öz: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, C.1, 16.Bası, İstanbul 2018, s. 594). İş kazası hâlinde alacağın doğduğu zaman ise alacağın yani hakkın doğduğu andır. İş kazasına dayalı tazminat davalarında zamanaşımına tabi olan hak işçinin kaza nedeniyle uğradığı zararları karşılamak için tazminat davası açabilme hakkıdır. Bu hak ise iş kazasıyla birlikte doğmaktadır (Akın, Levent: İş Kazasından Doğan Maddi Tazminat, Ankara 2001, s. 283). Bu durumda iş kazası hâlinde TBK’nın 149. (BK 125.) maddesinde belirtilen “on yıllık” zamanaşımı süresinin başlangıç tarihi kural olarak iş kazasının meydana geldiği tarihtir (Akın, s. 283; Kaplan, s. 154; Kılıçoğlu, Mustafa: Tazminat Hukuku, İstanbul 2005, s. 464; Güneren, Ali: İş Kazası ve Meslek Hastalığından Kaynaklanan Maddi ve Manevi Tazminat Davaları, 3. Baskı, Ankara 2018, s. 1268; Çelik, A. Çelik: Tazminat ve Alacaklarda Sorumluluk ve Zamanaşımı, 3. Baskı, Ankara 2018, s. 584; Hukuk Genel Kurulunun 15.05.2015 tarihli ve 2013/21-2216 E.,2015/1349 K. sayılı kararı ).
    Buna karşılık, ortaya çıkan zarar, kendi özel yapısı içerisinde sonradan değişme eğilimi gösteriyor, kısaca zararı doğuran eylem veya işlemin doğurduğu sonuçlarda (zararın nitelik veya kapsamında) bir değişiklik ortaya çıkıyor ise, artık, “gelişen durum” ve dolayısıyla, gelişen bu durumun zararın nitelik ve kapsamı üzerinde ortaya çıkardığı değişiklikler (zarardaki değişme) söz konusu olacaktır. Böyle hâllerde, zararın kapsamını belirleyecek husus gelişmekte olan bu durumdur ve bu gelişme sona ermedikçe zarar henüz tamamen gerçekleşmiş olamayacağı için zamanaşımı süresi bu gelişen durumun durduğunun veya ortadan kalktığının öğrenilmesiyle birlikte işlemeye başlayacaktır.
    İş kazası hâlinde zamanaşımının başlangıç tarihi kural olarak iş kazasının meydana geldiği tarihten itibaren işleyecektir. Ancak bedensel zararda değişen ve gelişen bir durum varsa, bu gelişmenin son bulduğu, en son kontrol kaydından sonra işgöremezlik oranının kesinleştiği tarih on yıllık sürenin başlangıcı olacaktır (Güneren, s. 1268; Çelik, s. 584).
    Önemle belirtilmelidir ki, burada sözü edilen “gelişen durum” kavramı uygulamada çoğu kez yanlış anlaşıldığı şekilde, doğan zararın kapsamının zarar görence tam olarak öğrenilmesinin herhangi bir nedenle geciktiği (Örneğin, buna ilişkin bilirkişi raporunun geç alındığı) durumlara ilişkin olan, böylesi bir durumu ifade eden bir kavram değildir. Başka bir anlatımla, gelişen durum kavramı salt zarar doğuran işlem ya da eylemin sonuçlarının gelişmesini ve bu nedenle zarar görenin bu konularda bilgi sahibi olabilmesinin zorunlu olarak bu gelişmenin tamamlanacağı ana kadar gecikmesini ifade eder (Hukuk Genel Kurulunun 06.11.2002 tarihli ve 2002/4-882 E., 2002/874 K.; 10.06.2015 tarihli ve 2014/21-282 E.,2015/1548 K.; 01.03.2017 tarihli ve 2014/21-2372 E., 2017/379 K. sayılı kararları).
    Somut olayda Veska İnşaat San. Tic. Ltd. Şti.’ye ait inşaatta çalışan ...’ın 29.04.2000 tarihinde inşaatta sıva işi yaparken yerden geçen seyyar elektrik kablosunu toplayarak asansör boşluğuna getirdiği esnada elektriğe kapıldığı ve dengesini kaybederek asansör boşluğuna düşerek yaralandığı, meydana gelen iş kazası üzerine hastaneye kaldırılan ... adına Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi tarafından düzenlenen 29.04.2000 tarihli epikrizbelgesinde “splerektomi + tüp sol torakestomi” ameliyatı olduğunun belirtildiği, 05.12.2000 tarihli muayene üzerine Kartal Adli Tıp Şube Müdürlüğü tarafından düzenlenen raporda meydana gelen kaza nedeniyle ortaya çıkan arızanın şahsın hayatını tehlikeye maruz kıldığı, 45 gün mutad iştigaline engel teşkil edeceğinin tespit edildiği, yine 21.10.2005 tarihli Adli Tıp Kurumu raporunda 05.12.2000 tarihli rapora ek olarak mevcut lezyonların kişinin yaşamını tehlikeye soktuğu, basit bir tıbbi müdahale ile iyileşemez nitelikte bulunduğu ve organ işlevi yitirilmesinin mevcut olduğunun bildirildiği, daha sonra alınan Kartal Yavuz Devlet Hastanesi tarafından düzenlenen 25.03.2008 tarihli raporun teşhis kısmında “operesplerektomi + tüp sol torakestomi (2000 yılı) iş kazası” yazılarak “29.04.2000 den itibaren 3 (üç) ay istirahat edip 3 ay sonra çalışmasına” karar verildiği, Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı tarafından 25.03.2008 tarihinde alınan rapora dayanılarak düzenlenen 31.03.2010 olur tarihli “sürekli iş göremezlik derecesi tespit formu”nda ise ...’ın sürekli iş göremezlik derecesinin %11.2 olduğuna, kontrol muayenesinin ise gerekmediğine karar verildiği anlaşılmaktadır.
    Yukarıdaki bilgiler ışığında somut olay değerlendirildiğinde, ...’ın 29.04.2000 tarihinde geçirdiği kaza sonucu “splerektomi + tüp sol torakestomi” ameliyatı olduğu, 05.12.2000 ve 21.10.2005 tarihli Adli Tıp Kurumu raporlarında ise gelişen ve değişen herhangi bir durumun varlığından bahsedilmediği, Devlet hastanesinden alınan 25.03.2008 tarihli raporda ise 29.04.2000 tarihli epikriz belgesinde yapılan teşhis aynen tekrarlanarak, farklı bir teşhiste bulunulmayarak “operesplerektomi + tüp sol torakestomi” denildiği ve ...’ın “29.04.2000 den itibaren 3 (üç) ay istirahat edip 3 ay sonra çalışmasına” karar verildiği, bu rapora dayanılarak Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından verilen iş göremezlik derecesine dair kararda da kontrol muayenesinin gerekmediğinin belirtildiği görülmektedir.
    Bu hâliyle zararın ortaya çıktığı kaza tarihinden sonra alınan raporlarda 29.04.2000 tarihli epikriz belgesinde yapılan ilk teşhisin tekrarlandığı, sonunda muayene kaydı talep edilmediği, iş kazası sonucu uğranılan zararın kendi özel yapısı içerisinde sonradan değişmediği, zararı doğuran eylem veya işlemin sonuçlarında (zararın nitelik veya kapsamında) değişen veya gelişen bir durumun ortaya çıkmadığı belirgindir.
    Sonuç itibariyle dava konusu iş kazasının gerçekleştiği 29.04.2000 tarihinde zarar ortaya çıkmış olup sonrasında değişen ve gelişen bir durum bulunmadığından zamanaşımı süresinin başlangıç tarihi iş kazasının meydana geldiği 29.04.2000 tarihi olarak kabul edilmelidir. Buradan varılacak sonuca göre davacı vekilinin 23.02.2011 tarihinde ıslah dilekçesiyle talep ettiği tazminat miktarı yönünden zamanaşımı gerçekleştiğinden bu talebinin reddine karar verilmesi gerekmektedir.
    Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, aradaki sözleşmesel ilişkinin yanında aynı zamanda haksız fiilinde somut olayda bulunduğu, bu nedenle zararın öğrenildiği tarihten itibaren zamanaşımının başlaması gerektiği, davacının zararının ise 31.03.2010 olur tarihli Sosyal Güvenlik Kurumunun kararı ile belirlendiği ve bu tarihten sonra öğrenildiği, bu nedenle yerel mahkeme direnme kararının onanması gerektiği ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
    Hâl böyle olunca direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda açıklanan ilave gerekçe ve nedenlerle bozulmasına karar verilmesi gerekmiştir.
    S O N U Ç: Davalı Veska İnş. San. Tic. Ltd. Şti.vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda açıklanan ilave nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun Geçici 3’üncü maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 429’uncu maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 05.02.2019 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.







    KARŞI OY

    Dava, iş kazası sonucu istenilen maddi ve manevi tazminata ilişkindir.
    İş kazasının, 29.4.2000 tarihinde gerçekleştiği, davanın ise fazlaya ilişkin haklar saklı tutulmak kaydıyla 28.6.2004 tarihinde açıldığı, ıslahın ise 23.2.2011 tarihinde yapıldığı sabittir.
    Yerel mahkemece ıslah da dikkate alınarak dava kısmen kabul edilmiş, özel Dairece ıslah edilen kısım için zamanaşımının dolduğu gerekçesiyle karar bozulmuştur.
    Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; ıslah edilen kısım için zamanaşımının gerçekleşip gerçekleşmediği noktasındadır.
    Islah müessesesi 6100 sayılı HMK"nın 176 v.d. maddelerinde düzenlenmiştir. Bu maddelerin tamamı birlikte değerlendirildiğinde ıslahın yeni bir dava olmadığı sonucuna varılmaktadır.
    Zamanaşımına gelince; bir alacağın zamanaşımına uğradığından bahsedebilmek için borçlunun temerrüde düştüğü tarih önem arz etmektedir. Bir başka ifadeyle “zamanaşımı alacağın muaccel olmasıyla işlemeye başlar.”(TBK 149.m.) Haksız fiillerde ise “Tazminat istemi, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yılın ve herhalde fiilin işlendiği tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar...”(TBK 72.m.)
    Sıradan bir alacak davasında önceden borçlu temerrüde düşürülmemiş ve doğrudan kısmi dava açılmışsa bu durumda ilk dava dilekçesi ile istenen kısım için borçlu davalı temerrüde düşmüştür. İstenmeyen kısım için temerrüt söz konusu değildir. Zira davacı açısından alacağın tamamı bellidir. Bu nedenle ıslah edilen kısım için ıslah tarihinde temerrüt gerçekleşir. Ancak haksız fiil sonucu doğan zararlarda ise zararın tamamı bu tarihte gerçekleşmiştir. Yalnız zarar miktarı belirsiz olabilmektedir. Belirsiz olan bu zararın geç belirlenmesi nedeniyle zamanaşımına uğradığının kabulü kanaatimce mümkün değildir.
    HGK’nun 16.3.2016 tarihli, 2016/4-896 E, 2016/332 K sayılı ilamında da “...zamanaşımının işlemeye başlaması için zarar verici olayın değil, zararın miktarının öğrenilmesi gerekir. Zarar miktarını bileyen davacı rastgele bir miktar üzerinden dava açmak zorunda kalacak, ya da zamanaşımı baskısıyla rastgele bir miktar üzerinden davasını ıslah etmek zorunda kalacaktır. Zararından daha yüksek bir miktar için dava açtığında ya da davayı ıslah ettiğinde reddedilen kısım yönünden avukatlık ücreti ve yargılama gideri ödemeye maruz kalacak, zararından daha düşük bir miktar yönünden dava açtığında ya da davayı ıslah ettiğinde ise dava açmakla amaçladığı hakkına tam olarak kavuşamayacaktır. Bu nedenle zarar miktarının öğrenilmiş olması zamanaşımının işlemeye başlaması için zorunludur...” denmektedir.
    İş kazalarından kaynaklanan tazminat davalarının haksız fiilden mi, yoksa sözleşmeden mi kaynaklandığı tartışma konusudur. Eğer sözleşmeden kaynaklandığını kabul edersek TBK 146.m.göre alacak on yıllık zamanaşımına tabidir. Haksız filden kaynaklandığını kabul edersek zararın ve tazminat yükümlüsünün öğrenilmesinden itibaren zamanaşmı başlayacaktır.
    Somut olaya döndüğümüzde, davacı iş kazası geçirmiş ve süresi içinde tazminat davasını açmıştır. Tartışma konusu, ıslah edilen kısım için zamanaşmının gereçekleşip gerçekleşmediği hususudur.
    Davacı, davasını açtığı tarihte zararın miktarını tam olarak bilmemektedir. Ancak davayla zararının tamamını istemiş, miktar olarak fazlaya ilişkin haklarını saklı tutmuştur. Eğer talebin dayanağını sözleşme kabul edersek haksız fiil tarihi itibariyle borç muaccel olmuştur. Ve dava açılmakla borçlu (işveren) temerrüde düşürülmüştür. Zira alacaklı iş kazası ile doğan alacağının tamamını dava etmiştir. Bu nedenle saklı tutulan kısım için ayrıca temerrüde düşürmek gerekmez. Alacaklının bilemediği miktara ilişkin hakkını saklı tutması açtığı dava ile bu miktarı istemediği anlamına gelmez .Bu nedenle ıslah edilen kısım için zamanaşımı işlemez.
    İş kazası nedeniyle tazminatın haksız fiilden kaynaklandığının kabulü halinde dahi, kazanın gerçekleşme anı haksız fiil tarihidir. Dolayısıyla bu tarihte alacak (tazminat) muaccel olmuştur. Borçlunun ayrıca temerrüde düşürülmesine gerek bulunmamaktadır. Bu durumda da davacı davasını süresi içinde açıp fazlaya ilişkin hakkını saklı tuttuğuna göre ıslah edilen kısım için ayrıca borçluyu temerrüde düşürmeye gerek yoktur. O halde ıslah edilen kısım için zamanaşımından bahsedilemeyecektir.
    Usul açısından değerlendirildiğinde ise; (aksi yönde Daire kararları varsa da ) öncelikle, ıslah yeni bir dava değildir. Tam ıslah halinde dahi, dava ilk dilekçenin verildiği tarihte açılmış sayılır.
    Ayrıca, hem Özel Dairece, hem de sayın çoğunluk tarafından davanın süresinde açıldığı belirtilip ıslah edilen kısım için zamanaşımının dolduğu kabul edildiğine göre, davacının toplam alacağının ne olduğunun tespitinde, davacının kusurunun bulunup bulunmadığı da önem arzetmektedir. Yargılama sürecinin davacının elinde olmayan sebeplerle fazlasıyla uzaması, alacak miktarının geç belirlenmesi nedeniyle tam olarak belirlenemeyen alacağı istemesi davacıdan beklenmemelidir. Örneğin birbirine emsal iki dava dosyasının farklı mahkemelerce yargılamasının yapılması halinde, mahkemelerden biri kısa sürede davacı alacağını belirleyip, davacı da davasını ıslah ederken, bu davacı alacağının tamamını alabilirken, diğer mahkemenin ise yargılamayı uzatması nedeniyle davacının davasını zamanında ıslah edemediği gerekçesiyle alacağına kavuşamaması “yargı önünde eşitlik” ilkesine de uygun olmayacaktır. Bu mahsurların önüne geçilebilmesi amacıyla (somut olayda dava tarihi nedeniyle uygulanması mümkün olmayan) 6100 sayıl HMK"nın 107.m. Düzenlemesiyle “belirsiz alacak davası” getirilmiştir.
    Sonuç itibariyle ıslahın yeni bir dava olmaması, asıl davanın süresi içinde açılması, davanın geç ıslah edilmesinde davacının kusurunun dahi bulunmaması, tazminat talebi hangi hukuki sebebe dayanırsa dayansın ıslah edilen kısım için zamanaşımının dolmamış olması nedeniyle yerel mahkeme kararının onanması gerektiği düşüncesiyle sayın çoğunluğun bozma görüşüne katılmıyorum.

    KARŞI OY


    Uyuşmazlık; 29.04.2000 tarihinde iş kazası geçiren ve bu kaza nedeniyle maddi ve manevi tazminat talebinde bulunan davacının maluliyet oranının kurumun 25.03.2010 tarihli kararı ile belirlenmesi üzerine 23.02.2011 tarihli ıslah dilekçesiyle talep ettiği maddi tazminat yönünden zamanaşımının gerçekleşip gerçekleşmediği noktasında toplanmaktadır.
    Yerel mahkeme “insana verilen zararlarda davacının zarar verici olayın sonuçlarını ve kesinleşen durumu değerlendirebilecek bilgiye sahip olması gerektiği, bu sebeple zararı öğrenme tarihinin iş göremezlik oranına ilişkin raporun düzenlendiğinin öğrenildiği, maluliyet oranını tespit eden sağlık kurulu raporunun verildiği, kesin maluliyetin belirlendiği tarih olduğu, davacının çalışma gücü kaybını 25.03.2008 tarihli rapor ile öğrendiği, zamanaşımı süresinin geçmediği” gerekçesine dayanırken, temyiz incelemesi yapan özel Daire ise “Sürekli iş göremezlik nedeniyle uğranılan zararın giderilmesi amacıyla açılan maddi ve manevi tazminat davalarında; zamanaşımı süresi Borçlar Kanunu"nun 125. maddesi gereğince haksız fiilin meydana geldiği tarihten itibaren 10 yıl olduğu ve ıslah tarihinde bu sürenin dolduğu gerekçesine dayanarak ıslah ile arttırılan maddi tazminatın zamanaşımına uğradığı gerekçesi ile kararı bozmuştur.
    Direnme kararı üzerine Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun çoğunluk görüşü ile Özel Daire kararı benimsenerek, “gelişen bir durumun ya da müstakbel (gerçekleşecek-gelecek) bir zararın söz konusu olmadığı dosya içeriğinden ve davacının maluliyetine ilişkin rapor ve belgelerden anlaşıldığı, zamanaşımının kazanın meydana geldiği tarihten itibaren başlayacağı” gerekçesi ile yerel mahkeme kararı bozulmuştur.
    Uyuşmazlığın çözümü için uygulanacak zamanaşımı süresinin ve bu sürenin hangi tarihte başlayacağının tespiti gerektiği kuşkusuzdur.
    Bilindiği üzere, hukuk düzenince korunan kişisel değerlerin tamamı kişilik hakkının konusunu oluşturur. Kişisel değerler, insanın insan oluşu nedeniyle sahip olduğu vücut, sağlık, yaşam gibi bedensel bütünlüğe bağlı değerler ile ruhsal bütünlük, faaliyet özgürlüğü gibi ruhsal değerleri kapsar.
    6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu"nun (TBK) 56. maddesinde bedensel zararlardan doğan manevi tazminat düzenlenmiş ve bir kimsenin bedensel bütünlüğünün zedelenmesi durumunda, hâkimin olayın özelliklerini göz önünde tutarak, zarar görene uygun bir miktar paranın manevi tazminat olarak ödenmesine karar verebileceği, ağır bedensel zarar veya ölüm hâlinde ise zarar görenin veya ölenin yakınlarının da manevi tazminat olarak uygun bir miktar paranın ödenmesini talep edebileceği hüküm altına alınmıştır.
    Tazminat ilişkisinden doğan talepler de hukuki nitelikleri itibariyle bir alacak hakkı olmakla birlikte, kanun koyucu bunları tabi oldukları zamanaşımı süresi yönünden, alacak haklarına ilişkin zamanaşımı süresini düzenleyen TBK"nın 146 (818 sayılı BK. Mad.125) ve devamı hükümlerinden ayırmıştır.
    Somut uyuşmazlıkta, taraflar arasında iş sözleşmesi ilişkisi olması ve iş görme edimi yerine getirilirken, iş kazası meydana gelmesi, tazminatın sözleşme ilişkisinde doğmasına neden olacaktır. Ancak aradaki sözleşmesel ilişki eylemi, haksız fiil olmaktan çıkarmayacaktır.
    Uyuşmazlıkta önem taşıyan, davacının zararın varlığını öğrenmesi koşuludur.
    Belirtilmek gerekir ki, kısa süreli zamanaşımının işlemeye başlaması için zarar görenin, zarar veren eylem veya olayı değil, zararı öğrenmesi gerekir.
    Zarar, zarar verici fiil veya olayın zarar görenin hukuki varlık ve değerleri üzerindeki olumsuz etki ve sonuçlardır. Zararın öğrenilmesinden amaç, zarar verici olayı değil, zararın varlık ve niteliğini, unsurlarını, kapsamını öğrenmektir (Eren, F.; Borçlar Hukuk Genel Hükümler, Ankara 2017, s.). Zararın varlığı ve bütün unsurları öğrenilmeden, zarar görenin dava yoluyla talep edeceği tazminat hakkında yeterli bir değerlendirme yapamayacağı açıktır. Hukuka aykırı bir eylem işlenilmesine karşın, onun doğuracağı zarar henüz ortaya çıkmamış, zararın ortaya çıkması için eylem tarihinden itibaren bir takım etkenlerin gerçekleşmesi veya belli bir zamanın geçmesi gerekiyor ise zararın bütün unsurlarıyla birlikte öğrenilmesi mümkün değildir. Oysa ki, zarar görenin mahkeme önünde ciddi bir dava açarak tazminat isteminde bulunabilmesi ve bu istemini objektif bir şekilde destekleyen, etkili gerekçelerini ortaya koyabilmesi için oluşan zararın niteliğini, kapsamını ve bütün unsurlarını öğrenmesi gerekir. Aksi hâlde, doğal olarak zamanaşımı süresi de işlemeye başlamayacaktır.
    Bazı hâllerde, gerek zararı doğuran eylem veya işlemin ne olduğu ve kim tarafından gerçekleştirildiği ve gerekse zararın kapsam ve miktarı aynı anda ve tam bir açıklıkla belirlenebilir. Böyle durumlarda, zarar görenin uğradığı zararın varlığını, zarar verenin kim olduğunu, kapsam ve miktarının neden ibaret bulunduğunu öğrendiği andan itibaren, zarar verenden bunun tazminini isteme hakkının doğacağı ve bu hakkına ilişkin yasal zamanaşımı süresinin de o tarihte başlayacağı açıktır.
    Buna karşılık, ortaya çıkan zarar, kendi özel yapısı içerisinde sonradan değişme eğilimi gösteriyor, zararı doğuran eylem veya işlemin doğurduğu sonuçlarda (zararın nitelik veya kapsamında) bir değişiklik ortaya çıkıyor ise artık "gelişen durum" ve dolayısıyla gelişen bu durumun zararın nitelik ve kapsamı üzerinde ortaya çıkardığı değişiklikler (zarardaki değişme) söz konusu olacaktır. Böyle hâllerde zararın kapsamını belirleyecek husus, gelişmekte olan bu durumdur ve bu gelişme sona ermedikçe zarar henüz tamamen gerçekleşmiş olmayacağı için zamanaşımı süresi bu gelişen durumun durduğunun veya ortadan kalktığının öğrenilmesiyle birlikte işlemeye başlayacaktır.
    Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 16.11.2002 gün ve 2002/4-882 E., 2002/874 K.; 01.03.2017 gün ve 2014/21-2372 E., 2017/379 K. sayılı kararlarında da aynı hususlar kabul edilmiştir.
    Özellikle somut olayda olduğu gibi bedensel bütünlüğün zarar gördüğü ve tedavinin uzunca bir süreye yayıldığı durumlarda, oluşan zararın miktarı tıbbi bakım ve tedavi sonucunda düzenlenen hekim raporuyla belirli bir açıklığa kavuşmaktadır. Yukarıda anlatılan şekilde gelişen durumun bulunduğu, zararın niteliği ve kapsamının bu nedenle sonradan öğrenildiği hallerde zamanaşımının zararın kesin miktarının öğrenildiği tarihten başlayacağı Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun bir çok kararında (21.03.2001 gün ve 2001/4-258 E., 2001/276 K.; 05.06.2002 gün ve 2002/4-470 E., 2002/477 K.; 15.05.2015 gün ve 2013/21-2035 E., 2015/1345 K. ve 01.03.2017 gün ve 2014/21-2372 E., 2017/379 K.) belirtilmiştir.
    Kaldı ki, henüz tedavinin tamamlanmadığı, zararın kapsam ve miktarı konusunda belirsizliğin devam ettiği bir aşamada, zarar göreni süre aşımı kaygısıyla dava açmaya zorlamak hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkına da zarar verecektir.
    Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, şahsi yaralanmayla ilgili tazminat davalarında dava açma hakkının, tarafların uğradığı zararı gerçekte değerlendirebildiğinde kullanılması gerektiğine (Eşim/Türkiye, Başvuru Numarası: 59601/09, Karar Tarihi:17.09.2013) hükmetmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, kişinin zararı değerlendirebildiğinde bu hakkı kullanmasına olanak sağlamış ve bir anlamda zararın öğrenilmesini, olay tarihine göre zamanaşımın kesen bir olgu olarak kabul etmiştir. Dava açıldığında her yargısal işlemin zamanaşımını kestiğini kabul etmek gerekir. Maddi ve manevi tazminat davası devam ederken, kişinin bedensel bütünlüğüne yönelik eylemin, gerçekleştirdiği zararın öğrenilmesine yönelik, örnekte maluliyet oranının belirlenmesini zamanaşımın kesen neden olarak kabul etmek gerekir.
    Anayasa Mahkemesi de, itfaiye eri olarak çalışan ve yangına müdahale sırasında yaralanan bir başvurucunun, sağlık durumunda meydana gelen değişikliklerin ve buna ilişkin sağlık raporlarının dava açma süresine etkisi hakkında bir gerekçeye yer verilmeksizin, salt zararı doğuran eylemin meydana geldiği tarih baz alınarak açılan davada süre aşımı bulunduğu şeklinde yapılan değerlendirmenin, mahkemeye erişim hakkına yönelik katı bir yorum olduğu sonucuna vararak, başvurucunun mahkemeye erişim ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine (H.K. Başvurusu, Başvuru Numarası: 2013/7400, Karar Tarihi: 05.11.2015) karar vermiştir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 20.12.2017 tarih ve 2017/3-2786 Esas ve 2017/2016 Karar sayılı ilamında da bu kararlara vurgu yapılmıştır.
    Dosya içeriğine göre davacı davalıya ait inşaatta çalışırken 29.04.200 tarihinde iş kazası geçirmiş olup, ceza soruşturması sonucu kamu davası açılmış, ceza dosyasında davacı şikayetçi olmamıştır. Ceza soruşturmasında alınan 21.10.2005 tarihli Adli Tıp Kurumu raporunda 05.12.2000 tarihli rapora ek olarak mevcut lezyonların kişinin yaşamını tehlikeye soktuğu, basit bir tıbbi müdahale ile iyileşemez nitelikte olduğu, organ işlevi yitirilmesinin mevcut olduğu bildirilmiştir. Adli Tıp Raporuna göre davacının tedavisi devam etmektedir. Davacının tedavi ve bakıma muhtaç olduğu, tanık beyanlarından anlaşılmaktadır. Davacının maluliyet nedeni ile kuruma başvurması üzerine Kurum tarafından 25.03.2008 tarihli raporun incelenmesinde teşhis kısmına “opere splerektomi + tüp sol torakestomi (2000 yılı) iş kazası” yazıldığı, karar kısmında ise “29.04.2000 den itibaren 3 (üç) ay istirahat edip 3 ay sonra çalışmasına” ibaresinin yazıldığı görülmüştür. Kurum tarafından aynı zamanda düzenlenen 08.01.2008 tarihli raporda 16.04.2000 tarihinde meydana gelen olayın işyerinde ve işveren tarafından yürütülmekte olan iş dolayısıyla meydana gelmesi nedeniyle 506 sayılı Kanun’un 11. Maddesi A fıkrası (a) ve (b) bendi uyarınca iş kazası olduğu belirtilmiştir. Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından alınan 25.03.2010 tarihli karar ile davacının sürekli iş göremezlik derecesi 25.03.2008 tarihli rapor dikkate alınarak % 11,2 olarak tespit edilmiş, kontrol muayenesinin gerekmediği belirtilmiş ve kurumun rapor alınması kararından sonra 25.03.2008 tarihinden başlamak üzere aylık bağlanmış ve dolayısı ile maluliyet oranı kurumun tarihli yazısı ile 25.03.2010 tarihinde belirlenmiştir. Bu tarihten önce maluliyet oranı belirlenmiş değildir. Ayrıca olayda davalının kusuru da 13.09.2010 tarihindeki rapor ile tespit edilmiştir. Tüm bunlar gelişen durum kapsamındadır. Zamanaşımı bu rapor tarihi itibari ile kesilmiş ve yeniden başlamıştır. Yerel mahkemenin direnme kararı, emsal Hukuk Genel Kurul, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi kararlarına uygundur. Direnme kararının onanması gerekirken bozulması isabetli olmamıştır. Bu nedenle sayın çoğunluğun görüşüne katılınmamıştır.


    KARŞI OY

    Dava iş kazası sebebiyle maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece verilen davanın kısmen kabulüne dair karar davalı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece ıslah ile artırılan maddi tazminat talebinin zamanaşımına uğradığı, bu nedenle bu miktarın reddine karar verilmesi gerektiği belirtilerek bozulmuştur. Mahkemece önceki kararda direnilmesi ve bu kararın davalı tarafça temyizi üzerine Hukuk Genel Kurulunda yapılan inceleme sonunda sayın çoğunlukça direnme hükmünün bozulmasına karar verilmiş olup, bu görüşe katılamıyorum.
    Davacı 29/04/2000 tarihinde çalıştığı işyerinde elektrik kablosuna basması üzerine elektrik çarpması sonucu beşinci kattan düşerek hayati tehlike geçirerek, 45 gün iş ve gücünden kalacak ve organ işlevini yitirecek şekilde yaralanmıştır.
    Dava 28/06/2004 tarihinde açılmış; davalı taraf öncelikle davacının iş yerinde çalıştığını kabul etmemiş, inşaatta çalışan yakınını ziyaret için geldiğinde kazanın olduğunu savunmuş, olayın iş kazası olduğu yargılama sırasında alınan Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı Rehberlik ve Teftiş Kurulu Başkanlığının 08/01/2008 tarihli raporu ile belirlenmiştir.
    Bu belirlemeden sonra yargılamada davacının maluliyet oranı tespiti ile ilgili işlemler yapılmış ve Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı Genel Sağlık Sigortası Genel Müdürlüğü Maluliyet ve Sağlık Kurulları Daire Başkanlığının 31/03/2010 “Olur” tarihli “Sürekli İş Göremezlik Derecesi (Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı) Tespit Formu ile iş göremezlik derecesinin %11,2 olduğu belirlenmiş, dayanak olarak ise davacı hakkında İstanbul Kartal Yavuz Selim Devlet Hastanesi tarafından düzenlenen 25/03/2008 tarihli sağlık kurulu raporu gösterilmiştir. Söz konusu sağlık kurulu raporunda “Teşhis Opere Splerektomi Tüp Sol Torakestomi (2000 yılı) iş kazası”, “Karar 29/04/2000’den itibaren 3 (üç) ay istirahat edip, 3 ay sonra çalışmasına dair O.B....K dir” açıklamaları mevcut olup, davacının iş göremezlik oranına ilişkin bir belirleme mevcut değildir.
    Davacı taraf iş göremezlik oranının belirlenmesine ilişkin SGK tespit formundan 01/06/2010 tarihli duruşmada haberdar olmuş ve davacı vekili bu konuda bir diyeceği olmadığını beyan etmiş, sonrasında maddi zarara ilişkin rapor alınmıştır.
    Böylelikle davacı maluliyet oranına ilişkin 31/03/2010 “Olur” tarihli tespit formundan 01/06/2010 tarihli duruşmada haberdar olmuş ve gerek “Olur” tarihi gerekse öğrenme tarihinden itibaren, olay tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan 818 sayılı B.K. 60/1 maddesinde düzenlenen (1) yıllık süre dolmadan 23.02.2011 havale tarihli dilekçe ile ıslah talebinde bulunmuştur.
    Zamanaşımına ilişkin kuralların katı ve şekilci bir biçimde uygulanmasının AİHS’nin 6. maddesinde düzenlenen mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği AİHM’nin birçok kararında vurgulanmıştır.
    “…Mahkeme, olaydaki zamanaşımı kuralının yorumunu çevreleyen muhtemel belirsizlikler olduğu tartışmasının ötesinde, başvurucunun davasında bu kuralın uygulanma şeklinin oldukça şekilci olduğunu belirtmektedir….Mahkeme zamanaşımlarının kural olarak mahkemeye erişim ile ilgili meşru usul sınırlamaları olmakla birlikte onların ilgili uygulama koşullarının ihmaliyle yorumlanmalarının Sözleşme’nin ihlaliyle sonuçlanacağını yinelemektedir. (bkz. Benzer yönde Neshev/Bulgaristan, B. No: 40897/98, 28/10/2004, 38) Mahkeme ayrıca tazminat davası açılmasına ilişkin bir süre sınırlamasının, başvurucunun talebinin veya talep ile ilgili olgusal temelin farkında olmadığı bir anda başlatılması durumunda Sözleşme’nin 6/1 maddesi kapsamında mahkemeye erişim hakkının ihlal edilebileceğini yinelemektedir…Mahkeme bununla birlikte bir bütün olarak değerlendirildiğinde, yerel mahkemelerce bir usul kuralının açık ve tutarlı bir dayanağa sahip olmayacak biçimde katı olarak uygulanmasının, özellikle başvurucunun taleplerinin altında yatan olağanüstü koşullar göz önünde bulundurulduğunda, başvurucunun tazminat taleplerinin incelenmesi yönünden mahkemeye erişim hakkından mahrum bırakılması sonucuna yol açmaktadır” (Kurşun/Türkiye, 30 Ekim 2018 Başvuru No:22677/19)
    818 sayılı Borçlar Kanununun 60/1 maddesi “Zarar ve ziyan yahut manevi zarar namiyle nakdi bir meblağ tediyesine müteallik dava, mutazarrır olan tarafın zarara ve failine ıttıla tarihinden itibaren bir yıl ve her halde zararı müstelzim fiilin vukuundan itibaren on sene mürurundan sonra içtima olunmaz.” hükmü yer almakta olup, davacının dava dilekçesinde maddi tazminat talebi ile ilgili olarak fazlaya dair haklarını saklı tutmak sureti ile dava açmış olması karşısında, ıslah talebinin maluliyet oranın (zararın) öğrenilmesinden itibaren süresinde yapıldığı, zamanaşımına uğramadığı düşüncesi ile sayın çoğunluğun aksi yöndeki görüşüne katılmıyorum.

    Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.

    Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


    Avukat Web Sitesi