Esas No: 2017/1266
Karar No: 2019/50
Karar Tarihi: 31.01.2019
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/1266 Esas 2019/50 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki "tapu iptali ve tescil" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul 2. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 08.12.2011 tarih ve 2018/138 E., 2011/374 K. sayılı karar, davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 10.09.2013 tarih ve 2013/11556 E., 2013/12299 K. sayılı kararı ile onanmış, davacı vekilinin onama kararına karşı karar düzeltme isteminde bulunması üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 03.07.2014 tarih ve 2014/1676 E., 2014/12943 K. sayılı kararı ile;
"...Dava, inançlı işlem, hile ve gabin hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davacının inançlı işleme dayalı iddiasını yazılı delille kanıtlayamadığı, hile ve gabin iddialarının da sabit olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Kararın davacı tarafından temyizi üzerine Dairece; "özellikle, davacı 15.05.2008 tarihli dilekçe ile inanç sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil isteğinde bulunduğuna, 15.07.2009 tarihli ıslah dilekçesiyle hile ve gabin hukuksal sebeplerine dayandığına, inançlı işlemin 05.02.1947 gün, 20/6 sayılı İnançları Birleştirme Kararı uyarınca yazılı belge ile ispatlanması gerektiğine, davacı ipotek bedelini ödediğini iddia etmiş ve bu durum banka kayıtlarıyla doğrulanmış ise de; davacının yaptığı ödemelerin satış tarihinden önce olması sebebiyle banka kayıtlarının yazıl delil başlangıcı sayılamayacağına, davacı davalı tarafa yemin teklif etmediğine, ayrıca, davacı ıslah yoluyla hile ve gabin hukuksal sebeplerine de dayanmış ise de, dava tarihi olan 15.05.2008 tarihi itibariyle zorda kalmanın kalktığı ve hileyi öğrendiği kabul edildiğinde ıslah tarihi itibariyle 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 39. (818 sayılı Borçlar Kanununun 31. )maddesi uyarınca 1 yıllık hak düşürücü süre geçirildiğine göre hükmün Onanmasına" karar verilmiş, davacı anılan karara karşı karar düzeltme isteğinde bulunmuştur.
Dosya içeriğinden, toplanan delillerden; davacının çekişme konusu 95 ada 27 parsel sayılı taşınmazdaki 10 nolu bağımsız bölümü 26.09.2007 tarihli akitle Koçbank lehine olan 266.748,00 USD ipoteği ile yükümlü olarak ve eşit paylarla davalılar Murat Ülker ve ...’ye satış suretiyle temlik ettiği, daha sonra davalı ...’ın aynı taşınmazın ½ payını 02.10.2007 tarihli akitle diğer paydaşı olan davalı ...’ye satış suretiyle devrettiği anlaşılmaktadır.
Davacı, kayden maliki olduğu 95 ada 27 parsel sayılı taşınmazdaki 10 nolu bağımsız bölümü eski eşinin davalılardan aldığı borcun teminatı olarak davalı ...’a satış suretiyle temlik ettiğini, ardından taşınmazın diğer davalı ...’e devrinin yapıldığını, satışların gerçek olmadığını, eşinin borcu nedeniyle kendisinin mağdur edildiğini ileri sürerek tapu kaydının iptali ve tescil isteğiyle eldeki davayı açmış, yargılama sırasında; 15.07.2009 tarihinde ıslah dilekçesi ile, davasının tek başına inanç sözleşmesine değil, gabin, hile ve muvazaaya dayalı olduğunu bildirmiştir.
Bilindiği üzere; inanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir. Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder.
Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek ve iade edilmek üzere, mal varlığına dahil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar.
Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek, yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü daha ileri giden bir hak tanır.
Sözleşmenin ve buna bağlı temlikin, değinilen bu özellikleri nedeniyle, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı, inanç sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kalmıştır.
Diğer bir bakış açısıyla taşınmazın mülkiyeti inanılana (alacaklıya) geçmiştir. Taşınmazda inanarak satanın (borçlu) mülkiyet hakkı kalmadığı gibi, alıcının bu mülkiyet hakkı üzerinde kurulmuş olan bir rehin hakkından da söz edilemez.
Bu durumda; gayrimenkul rehni bakımından geçerliliği olan 4721 s. Türk Medeni Kanununun (TMK) 873. maddesinin inanç sözleşmelerine dayalı temlike konu taşınmazlar bakımından uygulama yeri olmadığı da kuşkusuzdur. Nitekim bu düşünce Hukuk Genel kurulunun 23.5.1990 gün ve l990/1-202-315 sayılı kararında da aynen benimsenmiştir.
Bilindiği gibi, inanç sözleşmeleri, tarafların karşılıklı iradelerine uygun bulunduğu için, onlara karşılıklı borç yükleyen ve alacak hakkı veren geçerli sözleşmelerdir. (818 s. Borçlar Kanunu 818 s. Borçlar Kanununun (BK). m.; 6098 s. Türk Borçlar Kanununun (TBK) 97. m.) Anılan sözleşmelerde, taraflar, sözleşmenin kendilerine yüklediği hak ve borçları belirlerken, inançlı işlemin sona erme sebeplerini; devredilen hakkın inanılan tarafından inanana iade şartlarını, bu arada tabii ki süresini de belirleyebilirler. Bunun dışında, akde aykırı davranışın yaptırımına da sözleşmelerinde yer verebilirler. Buna dair akit hükümleri de TBK"nin 26 ve 27. maddelerine aykırılık teşkil etmediği sürece geçerli sayılır.
İnanç sözleşmesine ve buna bağlı işlemle alacaklı olan taraf, ödeme günü gelince alacağını elde etmek için dilerse; teminat için temlik edilen şeyi “ ifa uğruna edim “ olarak kendisinde alıkoyabileceği gibi; o şeyi, açık artırma yoluyla veya serbestçe satıp satış bedelinden alma yoluna da başvurabilir. Bu sonuçlar kendine özgü bu akdin tabiatında mevcuttur. Sözleşme ile öngörülen ifa süresi içerisinde, sırf sözleşmeyi imkansız kılmak amacıyla muvazaalı olarak yapılan temliklerin yasal koruma altında tutulamayacağı izahtan varestedir. Meri hukuk sistemimizde her hangi bir düzenleme olmamasına karşın, inanç sözleşmelerinin yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde uygulama yeri bulan kendine özgü bir müessese olduğu, öğreti ve uygulamada kabul edilegelen bir olgudur.
İnanç sözleşmelerinin tarafları arasında, onların gerçek iradelerini ve akitten amaçladıklarını yansıtması bakımından geçerli olduğu; taraflarına Borçlar Kanunu çerçevesinde nispi haklarını talep etme olanağını verdiği tartışmasızdır.
Burada üzerinde durulması gereken husus,taşınmaz mallar yada şekle bağlı akitlerde inanç sözleşmelerinin ne gibi hukuki sonuç doğuracağıdır. Diğer bir anlatımla,sözleşmede öngörülen koşulların gerçekleşmesi halinde, taşınmaz mülkiyetinin naklinin sebebini oluşturup oluşturmayacağıdır.
Bilindiği üzere; uygulamada mesele, 5.2.1947 tarih 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı ile ilişkilendirilip, bu karar dayanak yapılmak suretiyle çözüme gidilmektedir.
Söz konusu kararda; eski hukuka göre mümkün ve geçerli olan muvazaa ve nam-ı müstear iddialarının, Medeni Kanunun yürürlüğünden sonra taşınmaz mallar hakkında dinlenip dinlenemeyeceği tartışılmıştır.
Anılan kararda; çeşitli sebep ve amaçlarla bir taşınmaz kaydına gerçek malik yerine başka bir nam ve bir sözleşmede akitlerden biri yerine üçüncü bir şahsın gösterilmesinin mümkün olduğu, bu gibi hallerde vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına yaptığı tasarruflarda olduğu gibi hukuki bir durum veya herhangi bir maksatla üçüncü şahıslardan gerçeği gizleme gayesi güdülebileceği, “kötü niyetli ve haksız gizlemeler” dışında, belirtilen olasılıklara göre açılacak bir davanın, gerçekten, ya mevcut bir hakka dayanarak bir el değiştirme veya bir hakkın korunması niteliğini taşıyacağı; bu durumun da, temsil ve vekalet ilişkisinde, mülkiyette halefiyet esası olarak kabul edilmiş bir husus olup, halefiyeti düzeltme amacıyla öncelikle mülkiyetin vekile aidiyeti düşünülse bile, temsil hükümlerine aykırı olduğundan bunun korunması ve devamına hükmolunamayacağı, zira TBK"nin 509. maddesindeki “Vekilin, kendi adına ve vekâlet veren hesabına gördüğü işlerden doğan üçüncü kişilerdeki alacağı, vekâlet verenin vekile karşı bütün borçlarını ifa ettiği anda, kendiliğinden vekâlet verene geçer.” hükmünün bu düşünceyi doğruladığı, öte yandan gerek taşınır, gerek taşınmaz mallara ilişkin olsun nam-ı müstear hadiselerinde, meselenin bir istihkak ve mülkiyet davası niteliğini geçemeyeceğinden, ne resmi senet, ne de şekil meselesinin bahse konu olamayacağı, meselenin akitte ve isimde muvazaayı kapsamına alan TBK"nin 19.maddesi kapsamında düşünülmesinin kanunun amacına uygun düşeceğine, değinildikten sonra sonuçta, nam-ı müstear davalarının dinlenebilir ve yazılı delil ile ispatının mümkün olduğuna, hükmolunmuştur.
İçtihadı Bileştirme kararlarının konularıyla sınırlı, sonuçlarıyla bağlayıcı bulunduğu tartışmasızdır. Nam-ı müstear için düzenleme getiren 1947 tarihli kararın, teminat amacıyla temlike dair inanç sözleşmelerini kapsadığı da kuşkusuzdur. Uygulamada anılan sözleşmeler gerek özü,gerek işleyişi açısından,genelde muvazaa, özelde ise nam-ı müstear başlıkları altında nitelendirile gelmektedir.
Belirtilen İçtihadı Birleştirme Kararında da değinildiği üzere;inanç sözleşmeleri bir yandan mülkiyeti nakil borcu doğurması bakımından tarafları bağlayıcı, diğer yandan, mülkiyetin naklinin sebebini teşkil etmesi açısından tasarruf işlemlerini bünyesinde barındıran sözleşmelerdir. Bu durumda koşulların oluşması halinde taşınmaz mülkiyetini nakil özelliğini taşıdığı kabul edilmelidir.
İçtihadı Birleştirme kararının sonuç bölümünde ifade olunduğu üzere, inançlı işleme dayalı olup dinlenilirliği kabul edilen iddiaların ispatı, şekle bağlı olmayan yazılı delildir. İnanç sözleşmesi olarak adlandırılan bu belgenin sözleşmeye taraf olanların imzasını içermesi gereklidir. Bunun dışındaki bir kabul, hem İçtihadı Birleştirme kararının kapsamının genişletilmesi, hem de taşınmazların tapu dışı satışlarına olanak sağlamak anlamını taşıyacağından kendine özgü bu sözleşmelerle bağdaştırılamaz.
Yukarıda açıklanan ilke ve olgular doğrultusunda somut olaya bakıldığında, davacı dava konusu taşınmazın davalılara temlikinin bedelsiz, teminat amaçlı olduğunu iddia etmiş olup, hemen belirtmek gerekir ki, böylesi bir iddianın 05.02.1947 tarih, 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca yazılı delille kanıtlanması gerektiğinde kuşku yoktur. Öte yandan, davacı mahkemenin hatırlatması üzerine davalı tarafa yemin teklif etmeyeceğini de bildirmiştir.
Ne var ki, davalılar eldeki davaya karşı cevaplarında, iddiaların doğru olmadığını, dava konusu taşınmazın satış bedelinin davacıya ödendiğini belirterek davanın reddini savunmuşlarsa da, davacının şikayeti üzerine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2010/135250 hazırlık numarası üzerinden yapılan soruşturma sırasında davalı ... 02.06.2011 tarihinde poliste verdiği ifadesinde; “davacı ... ve Cemal Ali Tugayoğlu’nun 2007 yılı Eylül aylarında yanına gelip, faizle para aldığı için Av. Ahmet Surur Topaloğlu ve Suat Gül isimli şahıslara bankadan kredi çekip borçlarını ödeyeceklerini ve davacı ...’ya ait daireyi kendisine devredeceklerini, kredi taksitlerini de kendilerinin ödeyeceğini söylediklerini, şahısların zor durumda olması nedeniyle teklifi kabul edip Yapı Kredi Bankasına kredi için başvurduğunu, bankanın daha önce çektiği krediyi ödemekte zorlanması nedeniyle kredi başvurusunu kabul etmediğini, bunun üzerine Emin Esenkova isimli şahsın tapusu kendisine devredilen daire karşılığında ...’den para bulabileceklerini söylemesi üzerine adı geçenlerle davacının evinde buluştuklarını, davalı ...’nün bu ev karşılığında 400.000,00 TL nakit para verip, 6 ay sonra 600.000,00 TL olarak geri alacağını, taşınmazın da kendisine devrinin yapılmasını istediğini, davacının da bu teklifi kabul etmesi üzerine 4 gün sonra 21.09.2007 tarihinde davalı ...’nün 400.000,00 TL parayı davacı ve Cemal Ali Tuğayolu’na teslim ettiğini, kendisinin de kredi çekmek üzere devredilen taşınmazın ½ payını davalı ...’e devrettiğini, 15 gün sonra da kalan ½ payın devrini talep üzerine yaptığını, Arnavutköy’de bulunan kredi çekmesi için kendisine devredilen daireler için her hangi bir maddi menfaatinin olmadığını, davalı ...’ten de kendisine verilen bir para bulunmadığını” belirttiği görülmektedir.
O halde, davalı ...’ın yukarıda içeriği açıklanan beyanının kendisini bağlayacağı açıktır. Bu durumda, davacının dava konusu taşınmazın ½ payını davalı ...’a devrinin bedelsiz olduğunun kabulü gerekir. Diğer taraftan, anılan ½ payın davalı ... tarafından diğer davalı ...’e devri yapılmış olup, daha önceki aynı akitle pay devralan davalı ...’in bilen ve bilmesi gereken kişi konumunda olup, 1/2 pay devri bakımından Türk Medeni Kanununun 1023. maddesinin koruyuculuğundan yararlanmayacağı sabittir.
Öyleyse, dava konusu taşınmazın ½ payı bakımından davanın kabulüne karar verilmesi gerektiğinde şüphe yoktur.
Öte yandan; davacının davalı ...’e devrettiği ½ pay yönünden ise, mahkemece, yapılan araştırma ve incelemenin hüküm vermeye yeterli olduğu söylenemez.
Dosya kapsamı ile somut olayda, davacı kredi bedelini ödediği iddiasında bulunup bir takım ödeme belgeleri ibraz etmiş olup, anılan ödemelerin taraflar arasındaki taşınmaz devri ile bağlantılı olduğunun saptanması halinde güçlü delil teşkil edeceği ve çekişmenin giderilmesinde göz ardı edilemeyeceği tartışmasızdır.
Hâl böyle olunca; anılan kredi ödemelerinin yazılı delil başlangıcı veya güçlü delil teşkil edip etmeyeceği hususunun irdelenmesi, yazılı delil başlangıcı olarak kabul edildiğinde davacı tanıklarının yeniden dinlenerek ve davacının ödeme iddiası bakımından tüm delilleri toplanıp, Borçlar Yasasının 81. (6098 sayılı Türk Borçlar Yasasının 97.) maddesi hükümleri de dikkate alınarak hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi; davacının inançlı işlem iddiası sabit olmadığı taktirde ise, diğer hukuki sebepler bakımından bir değerlendirme yapılması gerekirken yanılgılı değerlendirme ile noksan tahkikatla yetinilerek yazılı olduğu üzere davanın reddine karar verilmiş olması isabetsizdir..."
gerekçesi ile onama kararının kaldırılmasına ve hükmün bozulmasına karar verilerek dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, inançlı işlem, hile ve gabin hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Davacı vekili, müvekkilinin Amerikan vatandaşı ve iki çocuk sahibi bir ev hanımı olduğunu, Beşiktaş İlçesi, Arnavutköy Mahallesi, 27 parsel sayılı taşınmazdaki 10 numaralı bağımsız bölümün sahibi iken çocuklarının babası olan eski eşinin ricası ve davalıların beyanına güvenerek, ayrıca babasından ve çevresinden aldığı borçlarla taşınmazın kredi borcunu da kapatarak iki üç aylığına teminat olması için davalılara devrettiğini, alım- satım olmadığı inancı ile bedelsiz şekilde temlikte bulunduğunu, davalıların ise aradan geçen süreç içerisinde davacı ile hiç irtibat kurmadıklarını, daha sonra ise tahliye ihtarnamesi gönderdiklerini, davacının bunun üzerine eski eşinin bu kişilerden yüksek faizle aldığı paralar nedeniyle mağdur edildiği gerçeği ile karşılaştığını, davalıların ise eski eşinin elden aldığı paralar ve faizlerine karşılık şimdilik 500.000-600.000YTL hazırlandığında ancak evin geri verilmesi hususunu görüşülebileceklerini ilettiklerini, davacının sırf iki üç ay teminat olacak denilerek kandırıldığını, formalite denilerek bedelsiz olarak evin devrini sağladıklarını, sonu belli olmayan bir borç ödeme süreci ile karşılaştığını, iyi niyetinin kötüye kullanıldığını, yaşanan olayların hayatın olağan akışına aykırı olduğunu, davalıların taşınmazı önce birlikte üzerlerine aldığı hâlde daha sonra kendi aralarında devir yaparak davalı ..."ye geçirdiklerini, bu durumun kötü niyetli olduklarını gösterdiğini, ekspertiz raporunda evin değerinin 750.000TL"nin üzerinde olduğunun belirtildiğini, tapuda ise 120.000TL gösterildiğini, bunun dahi yapılan devrin hukuka aykırı olduğunu gösterdiğini, şikâyette bulunacaklarını ileri sürerek ve hukuki deliller kısmında gabin de demek suretiyle tapu iptali ve tescil isteğinde bulunmuş, 15.07.2009 havale tarihli dilekçesi ile de davanın sadece inançlı işleme dayalı olarak açılmadığını, dava dilekçesi içeriğinden anlaşılacağı üzere gabin, hile ve muvazaa nedenlerine de dayanıldığını ve bu konudaki tereddütleri gidermek amacıyla tapu iptali ve tescil gerekçesini gabin, hile, muvazaa ve temsil kusuru olarak ıslah ettiğini belirtmiştir.
Davalı vekilleri, ayrı ayrı verdikleri cevap dilekçelerinde davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, davacının kendisine ait taşınmazı eşinin borcundan dolayı davalılara teminat olarak verdiği hâlde tapuda satış olarak işlem yapıldığı, kendisinin kandırıldığı, hile, gabin, muvazaa ile temsil kusuruna dayalı olarak tapu kaydının iptalini istediği, ancak yargılama sırasında yazılı delilleri olmadığını belirtilerek tanık deliline dayandığı, inançlı işlem hukuksal nedeni bakımından yemin teklif hakkı hatırlatılmış ise de yemin teklifinde bulunmadığı, davalılar hakkındaki tefecilik ve dolandırıcılık şikâyetleri bakımından ise kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği, gabin iddiasının değerlendirilmesi için keşif yapıldığı, hile iddiasının incelenmesi için de tanık dinlenildiği, ancak taşınmazın satışının 266.748USD ipotekle yükümlü olarak 120.000TL"ye yapıldığı, akit tarihindeki değerinin ise mahkemece 700.000TL olarak tespit edildiği, böyle olunca gayrimenkul değeri ile akit değeri arasında bir oransızlık görülmediği, hile bakımından dinlenen tanık beyanlarına göre de davacının iddiasını kanıtlayamadığı, tüm dosya kapsamına göre davacının taşınmazın satışına dair yaptığı işlemin iptali gerektiğine dair ispat yükünü yerine getiremediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece önce onanmış, karar düzeltme isteminde bulunulması üzerine ise onama kararı kaldırılarak yukarıya metni aynen alınan gerekçe ile bozulmuştur.
Yerel Mahkemece, davalı ... Ülker"in somut olaya uymayan ifadesinin mahkeme dışı ikrar olarak kabul edilmesinin mümkün olmadığı, ayrıca davacı ipotek bedelini ödediğini iddia etmiş ve bu durum banka kayıtlarıyla doğrulanmış ise de yaptığı ödemelerin satış tarihinden önce olması sebebiyle banka kayıtlarının yazılı delil başlangıcı olarak sayılamayacağı, davacının yemin teklifinde bulunmadığı gibi ıslah yoluyla dayandığı hile ve gabin hukuksal sebepleri bakımından da dava tarihi olan 15.05.2008 tarihi itibariyle zorda kalmanın kalktığı ve hileyi öğrendiği kabul edildiğinde ıslah tarihi itibariyle Türk Borçlar Kanununun 39. maddesindeki bir yıllık hak düşürücü sürenin geçirildiği ve ispat külfetinin davacı tarafça yerine getirilemediği gerekçesiyle önceki kararda direnilmiştir.
Direnme kararı davacı vekilince temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalı ... Ülker"in 02.06.2011 tarihinde poliste verdiği ifadenin kendisini bağlayıp bağlamayacağı, burada varılacak sonuca göre 1/2 payın adı geçen davalıya devrinin bedelsiz olduğunun ve daha önce aynı akitle pay devralan diğer davalı ..."nün de bu durumu bilen ve bilmesi gereken kişi olduğunun kabulü ile bu pay bakımından davanın kabulünün gerekip gerekmediği,
Davalı ...’e devredilen 1/2 pay yönünden ise mahkemece yapılan araştırma ve incelemenin hüküm kurmaya yeterli olup olmadığı, varılacak sonuca göre davacının kredi bedelini ödediğine ilişkin olarak ibraz ettiği belgelerin taşınmazın devri ile bağlantılı olup olmadığının araştırılarak, bağlantılı olduğunun saptanması hâlinde bu ödemelerin yazılı delil başlangıcı veya güçlü delil teşkil edip etmeyeceğinin irdelenerek, delil başlangıcı olarak kabul edildiği takdirde davacı tanıkları yeniden dinlenip, ödeme iddiası bakımından da tüm delilleri toplanarak oluşacak duruma göre bir karar verilmesinin gerekip gerekmediği, davacının inançlı işlem iddiası sabit olmadığı taktirde ise hile ve gabin hukuksal sebepleri yönünden bir değerlendirme yapılmasının gerekip gerekmediği noktalarında toplanmaktadır.
Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında, işin esasının incelenmesinden önce temyize konu kararın gerçekte yeni hüküm niteliğinde olup olmadığı, dolayısıyla temyiz incelemesinin Hukuk Genel Kurulunca mı, yoksa Özel Dairece mi yapılması gerektiği hususu ön sorun olarak değerlendirilmiştir.
Bilindiği üzere, direnme kararının varlığından söz edilebilmesi için mahkeme, bozmadan esinlenerek yeni herhangi bir delil toplamadan önceki deliller çerçevesinde karar vermeli; gerekçesini önceki kararına göre genişletebilirse de değiştirmemelidir.
Mahkemenin yeni bir bilgi, belge ve delile dayanarak veya bozmadan esinlenip gerekçesini değiştirerek veya daha önce üzerinde durmadığı bir hususu bozmada işaret olunan şekilde değerlendirerek, dolayısıyla da ilk kararının gerekçesinde dayandığı hukuki olguyu değiştirerek karar vermiş olması hâlinde direnme kararının varlığından söz edilemez (Hukuk Genel Kurulunun 21.05.2014 tarih ve 2014/1-204 E., 2014/690 sayılı kararı).
Somut olayda, yerel mahkemece ilk kararda direnildiği belirtilmiş ve inançlı temlik hukuksal nedenine dayalı istem bakımından önceki karar gerekçeleri tekrar edilmiş ise de; hile ve gabin hukuksal nedenleri bakımından ilk hükümde bu iddiaların esası bakımından yapılan değerlendirme sonucunda toplanan delillere göre hile ve gabin iddialarının kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verildiği hâlde, Özel Daire bozma kararından sonra Türk Borçlar Kanununun 39. maddesindeki bir yıllık hak düşürücü süre bakımından bir değerlendirme yapılarak, hak düşürücü sürenin dolduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Şu hâle göre, mahkemenin direnme olarak adlandırdığı temyize konu kararın usul hukuku anlamında gerçek bir direnme kararı olmadığı; ilk kararında yer vermediği ve dolayısıyla Özel Daire tarafından da değerlendirilmeyen yeni bir hukuki gerekçeye dayalı, yeni hüküm niteliğinde olduğu her türlü duraksamadan uzaktır.
Hâl böyle olunca, yeni hükmün temyizen incelenmesi görevi Hukuk Genel Kuruluna değil, Özel Daireye aittir.
Bu nedenle, yeni hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosya Özel Daireye gönderilmelidir.
S O N U Ç: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin yeni hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 1. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, 31.01.2019 tarihinde oy birliği ile karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.