1. Hukuk Dairesi 2013/20644 E. , 2015/6689 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ : ANKARA 3. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 09/09/2013
NUMARASI : 2008/389-2013/502
Taraflar arasında görülen elatmanın önlenmesi, ecrimisil, tapu iptali, tescil davası sonunda, yerel mahkemece, davalı Mehmet Şirin hakkındaki elatmanın önlenmesi ve ecrimisil isteklerinin kabulüne, tapu iptal tescil ile muarazanın giderilmesi ve eşyaların durum tespitine ilişkin isteklerin reddine ilişkin olarak verilen karar davalı (birleşen davanın davacısı) M.. Ö.. vekili tarafından yasal süre içerisinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 05.05.2015 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davalı M.. Ö.. ve vekili Avukat geldiler, davetiye tebliğine rağmen temyiz edilen davacı M.. K.. vekili Avukat, davacı M.. Ş.. vekili Avukat, diğer davalı asiller gelmediler, yokluklarında duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekilin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi Süleyman tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:
-KARAR-
Asil ve birleşen davalar, bağımsız bölüme elatmanın önlenmesi, ecrimisil, inançlı işleme dayalı tapu iptal tescil ve tazminat isteklerine ilişkindir.
Davacılar Metin ve Muharrem asıl ve birleşen 2011/359 esas sayılı davada, 5 nolu bağımsız bölümün satın aldıktan sonra tahliye edeceklerini taahhüt etmelerine rağmen davalıların haksız olarak kullanmaya devam ettiklerini, ihtara rağmen tahliye etmediklerini ileri sürerek elatmanın önlenmesi ve ecrimisile karar verilmesini istemişlerdir.
Davalı Mehmet Şirin, taşınmazın kendisine ait olduğunu, kredi temin etmek için dava dışı Hüseyin"e tapuda devrettiğini, haksız işgalci olmadığını belirtip davanın reddini savunmuş; birleşen 2010/309 Esas sayılı davada taşınmazın önceki maliki olduğunu, kredi temini için dava dışı H.. A.."e temlik ettiğini, kredi taksitlerinin tarafından ödenmeye devam edildiğini, ancak Hüseyin"in taşınmazı sırası ile Metin ve Muharrem"e danışıklı olarak tapuda devrettiğini ileri sürerek tapu iptal ve tescil isteğinde bulunmuş; birleşen 2012/308 esas sayılı davada ise taşınmazın kapı kilitlerinin davalı tarafından değiştirilmesi nedeniyle eve giremediğini belirtip taşınmazda ikamet etmesinin sağlanmasını ve eşyalarının durumunun tespiti ile zararın varlığı halinde bedelin tazminini istemiştir.
Mahkemece, davalı Mehmet hakkındaki elatmanın önlenmesi ve ecrimisil isteklerinin kabulüne, inançlı işlem iddiasının yazıl belge ile kanıtlanamadığı gerekçeyle tapu iptal tescil ile muarazanın giderilmesi ve eşyaların durum tespitine ilişkin isteklerin reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; çekişme konusu 5 nolu bağımsız bölüm birleşen davanın davacısı M.. Ö.. adına kayıtlı iken 28.10.2004 tarihli resmi akit ile dava dışı H.. A.."e satıldığı, 20.12.2005 tarihinde Hüseyin tarafından asıl davanın davacısı M.. K.."e, 7.6.2010 tarihinde ise Metin tarafından birleşen davanın davacılarından Muharrem"e satış suretiyle temlik edildiği ve halen Muharrem adına tapuda kayıtlı olduğu anlaşılmaktadır.
Birleşen 2012/308 esas sayılı davada davacı M.. Ö.."in dava dilekçesinin içeriğinden ve iddianın ileri sürülüş biçiminden; davada inançlı işlem hukuksal nedenine dayanıldığı görülmektedir.
Bilindiği üzere; inanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir. Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder.
Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek ve iade edilmek üzere, mal varlığına dahil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar.
Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek, yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır.
Uygulamada mesele, 5.2.1947 tarihli 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı ile ilişkilendirilip, bu karar dayanak yapılmak suretiyle çözüme gidilmektedir.
Söz konusu kararda; eski hukuka göre mümkün ve geçerli olan muvazaa ve nam-ı müstear iddialarının, Medeni Kanunun yürürlüğünden sonra taşınmaz mallar hakkında dinlenip dinlenemeyeceği tartışılmıştır.
Anılan kararda; çeşitli sebep ve amaçlarla bir taşınmaz kaydına gerçek malik yerine başka bir nam ve bir sözleşmede akitlerden biri yerine üçüncü bir şahsın gösterilmesinin mümkün olduğu, bu gibi hallerde vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına yaptığı tasarruflarda olduğu gibi hukuki bir durum veya herhangi bir maksatla üçüncü şahıslardan gerçeği gizleme gayesi güdülebileceği, “kötüniyetli ve haksız gizlemeler” dışında,belirtilen olasılıklara göre açılacak bir davanın, gerçekten, ya mevcut bir hakka dayanarak bir el değiştirme veya bir hakkın korunması niteliğini taşıyacağı; bu durumun da, temsil ve vekalet ilişkisinde, mülkiyette halefiyet esası olarak kabul edilmiş bir husus olup, halefiyeti düzeltme amacıyla öncelikle mülkiyetin vekile aidiyeti düşünülse bile, temsil hükümlerine aykırı olduğundan bunun korunması ve devamına hükmolunamayacağı, zira TBK"nin 509. maddesindeki “Vekilin, kendi adına ve vekâlet veren hesabına gördüğü işlerden doğan üçüncü kişilerdeki alacağı, vekâlet verenin vekile karşı bütün borçlarını ifa ettiği anda, kendiliğinden vekâlet verene geçer.” hükmünün bu düşünceyi doğruladığı, öte yandan gerek taşınır, gerek taşınmaz mallara ilişkin olsun nam-ı müstear hadiselerinde, meselenin bir istihkak ve mülkiyet davası niteliğini geçemeyeceğinden, ne resmi senet, ne de şekil meselesinin bahse konu olamayacağı, meselenin akitte ve isimde muvazaayı kapsamına alan TBK"nin 19.maddesi kapsamında düşünülmesinin kanunun amacına uygun düşeceğine, değinildikten sonra sonuçta, nam-ı müstear davalarının dinlenebilir ve yazılı delil ile ispatının mümkün olduğuna, hükmolunmuştur.
İnançları Birleştirme kararlarının konularıyla sınırlı, sonuçlarıyla bağlayıcı bulunduğu tartışmasızdır. Nam-ı müstear için düzenleme getiren 1947 tarihli kararın, teminat amacıyla temlike dair inanç sözleşmelerini kapsadığı da kuşkusuzdur. Uygulamada anılan sözleşmeler gerek özü,gerek işleyişi açısından,genelde muvazaa, özelde ise nam-ı müstear başlıkları altında nitelendirilegelmektedir.
Belirtilen İçtihadı Birleştirme Kararında da değinildiği üzere;inanç sözleşmeleri bir yandan mülkiyeti nakil borcu doğurması bakımından tarafları bağlayıcı, diğer yandan, mülkiyetin naklinin sebebini teşkil etmesi açısından tasarruf işlemlerini bünyesinde barındıran sözleşmelerdir. Bu durumda koşulların oluşması halinde taşınmaz mülkiyetini nakil özelliğini taşıdığı kabul edilmelidir.
İçtihadı Birleştirme kararının sonuç bölümünde ifade olunduğu üzere, inançlı işleme dayalı olup dinlenilirliği kabul edilen iddiaların ispatı, şekle bağlı olmayan yazılı delildir. İnanç sözleşmesi olarak adlandırılan bu belgenin sözleşmeye taraf olanların imzasını içermesi gereklidir. Bunun dışındaki bir kabul, hem İçtihadı Birleştirme kararının kapsamının genişletilmesi, hemde taşınmazların tapu dışı satışlarına olanak sağlamak anlamını taşıyacağından kendine özgü bu sözleşmelerle bağdaştırılamaz.
Somut olaya gelince; iptal ve tescil davalarının taşınmazın kayıt maliki aleyhine açılması zorunludur. Nitekim, eldeki birleşen dava kayıt maliki davalı Muharrem aleyhine açılmıştır.
Ancak, somut olayın özelliği itibariyle, taşınmazın son malikleri bakımından iddianın incelenebilmesi için, birleşen davacı M.. Ö.. ile ilk el durumundaki dava dışı H.. A.. arasındaki hukuki ilişkinin inançlı işleme dayalı olup olmadığının açıklığa kavuşturulması gerektiğinde kuşku yoktur. Ne var ki, davacının çekişmeli taşınmazı devrettiği ilk el durumundaki Hüseyin davada yer almamıştır.
Hâl böyle olunca, ilk el durumundaki H.. A.."ün davada yer almasının sağlanması, ondan sonra yukarıda açıklanan ilkeler uyarınca davacı ile Hüseyin arasındaki temlikin inançlı işlem olup olmadığının açıklığa kavuşturulması, mülkiyet ihtilafının giderilmesinden sonra hasıl olacak sonuca göre diğer davalar hakkında bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ve yasal olmayan gerekçe ile yazılı olduğu şekilde hüküm kurulması doğru değildir.
Davalı (birleşen davanın davacısı) M.. Ö.."in temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerle (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK"un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 31.12.2014 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden davalı M.. Ö.. vekili için 1.100.00.-TL. duruşma vekâlet ücretinin temyiz edilenlerden alınmasına, 05.05.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.