10. Hukuk Dairesi 2016/10253 E. , 2018/10868 K.
"İçtihat Metni"
Mahkemesi :İş Mahkemesi
Dava, rücuan tazminat istemine ilişkindir.
Mahkemece, ilamında belirtilen gerekçelerle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Hükmün, davalılar vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteklerinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi ... tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
1-Dava; 25.05.2010 tarihli iş kazası sonucu bağlanan ilk peşin sermaye değerli gelir ile sigortalı için yapılan tedavi giderlerinin ve ödenen iş göremezlik ödeneğinin tahsili istemine ilişkin olup, davanın yasal dayanağı olay tarihinde yürürlükte bulunan ve 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu olup, kusurun belirlenmesinde, mahkemece, öncelikle iş kazasının ne şekilde olduğu, dosya içeriğindeki tüm deliller takdir olunarak, varsa çelişki giderilerek belirlenmeli ve kabul edilen maddi olgular doğrultusunda, kusur oran ve aidiyeti konusunda bilirkişi incelemesine gidilmelidir.
Somut olay incelendiğinde, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı müfettişliğince hazırlanan raporda, davalı ...’in % 100 oranında kusurlu, sigortalının ise kusursuz olduğunun tespit edildiği, yargılama safhasında alınan birinci kusur raporunda davalı......"ye % 80, ...’e ise % 20 oranında kusur atfedildiği, ikinci kez alınan kusur raporunda ise; davalı ....."ye % 75, ..."e % 10, dava dışı ....z’a % 10, ....’a % 3, Gürcan Karakoyun’a % 2 oranlarda kusur atfedildiği, hak sahipliği dosyasında ise davalı......’ye % 100 kusur atfedildiği anlaşılmakla, kusur oran ve aidiyeti bakımından dosya kapsamındaki raporlar arasında çelişki oluştuğu belirgindir.
Mahkemece yapılması gereken; kusura ilişkin dosya kapsamındaki tüm raporları irdelemek kaydıyla, İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği ile iş kazasının vuku bulduğu iş kolunda uzman bilirkişi heyetinden; kusur oran ve aidiyeti konusunda yeniden rapor alınmalı ;
2-Somut durumda kusur raporu sonrası aldırılan 04.01.2016 havale tarihli hesap raporunda, kaza tarihinde yürürlükte bulunan 5510 sayılı Kanunun 21. maddesine göre kurumun rücu alacağı, sigortalı veya hak sahiplerinin işverenden isteyebilecekleri tutarlarla sınırlı olduğundan mahkemece gerçek zarar hesabı yaptırılmıştır. Hesap bilirkişi raporunda sigortalının yeraltı maden işçisi olması nedeni ile işçinin gerçek zararının tespitinde; 50 yaşın ikmaline kadar yeraltındaki koşullar nazara alınarak yapılan ücretlerle, 50 ile 60 yaşları arasında ise yer üstünde asgari ücretle çalışıp gelir elde edeceği nazara alınarak hesap yapılması gerektiği halde bilirkişi tarafından bahsedilen şekilde hesaplamanın yapılmamış olması, isabetsiz bulunmuştur. Mahkemece açıklanan maddi ve hukuki esaslar doğrultusunda davalının kusurunu irdeleyen yeni bir kusur raporu alarak ve denetime elverişli gerçek zarar hesabı yapılmalı;
3-İşveren veya üçüncü kişiye karşı açılan davalarda 5510 sayılı Kanunun 21. maddesine göre rücu alacağından sorumluluk belirlenirken kural olarak, işveren yönünden 1. fıkraya göre gelirin başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değeri ile yargılamada yöntemince hesaplanacak gerçek (maddi) zarar karşılaştırması yapılıp düşük (az) olan tutar esas alınmalı, üçüncü kişi bakımından 4. fıkra gereğince gerçek zarar gözetilmeksizin gelirin ilk peşin sermaye değerinin yarısı benimsenmeli ve bunlara kusur oranları uygulanmalı ise de işveren ve üçüncü kişinin birlikte taraf olarak yer aldığı, başka anlatımla aynı anda 1 ve 4. fıkralara dayalı uyuşmazlıklarda, fıkralarda yer alan hükümlerin nasıl anlaşılması ve giderek ne şekilde uygulama yapılması gerektiği önem arz etmektedir.
Sigortalının iş kazası veya meslek hastalığına uğramasına birden çok kişinin birlikte kusurlarıyla neden olmaları durumunda, anılan 50 ve 51. maddeler (6098 sayılı Kanunun 61 ve 62. maddeleri) gereğince teselsül hükümleri kapsamında bu kişilerin birlikte sorumlulukları vardır ve 146. maddeye (6098 sayılı Kanunun 62. maddesine) göre, kendi payından fazlasını ödeyenin diğer müteselsil borçlulara karşı rücu hakkı saklı kalmak kaydıyla, her bir borçlu yönünden kusurlarına karşılık gelen miktar ayrılmaksızın teselsül kurallarına göre sorumluluklarına karar verilmelidir. İş kazası veya meslek hastalığına birlikte sebebiyet veren sorumluların işveren ve üçüncü kişi olması durumunda ise, işverenden istenebilecek gerçek zararı aşmayan gelirin ilk peşin sermaye değerinin işveren(ler) kusuru karşılığı ile ilk peşin değerli gelirin yarısının üçüncü kişi kusuru karşılığını oluşturan tutar toplamından işveren, gelirin ilk peşin sermaye değerinin yarısının müteselsil sorumluların toplam kusuruna karşılık gelen tutarından da üçüncü kişi sorumlu tutulmalıdır.
Daha açık anlatımla, işverenin müteselsilen sorumlu olacağı tutar, 1. fıkra gereğince kendi kusur payı gözetilerek sorumlu tutulacağı miktarın (gelirin ilk peşin sermaye değeri x işverenin kusur oranı), üçüncü kişinin 4. fıkraya göre sorumlu olacağı tutar (gelirin ilk peşin sermaye değerinin yarısı x üçüncü kişinin kusur oranı) ile toplamı kadar olmalı, kanun koyucunun getirdiği “gelirin ilk peşin sermaye değerinin yarısı” sınırlaması karşısında üçüncü kişinin müteselsilen sorumlu tutulacağı miktarın ise, gelirin ilk peşin sermaye değerinin yarısı ile işveren de dahil olmak üzere tüm davalıların kusurları toplamının çarpımı sonucu elde edilecek tutar kadar olması gerekmektedir. Bu yaklaşım ve uygulama, işvereni, iç ilişkide üçüncü kişiye rücu edemeyeceği miktarı Kuruma ödemek zorunda bırakmadığından da hakkaniyete uygundur.
Yukarıdaki yasal düzenleme ve açıklamalara göre dava değerlendirildiğinde; usta olarak çalışan davalı ...’in üçüncü kişi olduğu dosya kapsamından anlaşılmakla, işveren 5510 sayılı Kanunun 21. maddesinin 1. fıkrasına, üçüncü kişi ise anılan kanunun 21. maddesinin 4. fıkrasına göre sorumlu olup, davalı işveren ve 3. kişinin teselsül sorumluluğunun anılan maddi ve hukuki olgular dikkate alınarak, öngörülen ilkeler çerçevesinde tespiti yapılarak karar verilmeli;
4-Somut davada davalı taraf olan .....’nin ... 39. Asliye Ticaret Mahkemesi’nce iflasına karar verildiğine dair hükmün 22.05.2015 Yargıtay 23. Hukuk Dairesi’nce tarihinde onandığı, 18.05.2017 tarihinde karar düzeltme talebinin de red edildiği anlaşılmakla;
Dava konusu alacağın, iflas masasına kabulü veya reddi kararı, ikinci alacaklılar toplantısında verilecektir. Bu toplantıda, alacağın iflas masasına kabulüne karar verilmesi halinde, müflisin taraf olduğu hukuk davasının konusu kalmayacak, aksi halde; (alacağın kısmen veya tamamen reddi) davaya kayıt kabul davası olarak devam edilecektir.
Dosya kapsamında alacağın iflas masasına kaydedilip edilmediği yöntemince araştırılmamıştır. Mahkemece, alacağın masaya yazılıp yazılmadığı ve dolayısıyla dava konusu alacağın ikinci alacaklılar toplantısında iflas masasına kaydedilmesi sebebiyle konusuz kalıp kalmadığı irdelenmelidir.
Mahkemece, yukarıda belirtilen hususlar gözetilmeden, yargılamaya devam edilerek yazılı şekilde hüküm kurulması, usul ve yasaya aykırı olup. bozma sebebidir.
O halde, davalılar vekillerinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davalılara iadesine, 19/12/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.