Esas No: 2018/5915
Karar No: 2018/10778
Karar Tarihi: 18.12.2018
Yargıtay 10. Hukuk Dairesi 2018/5915 Esas 2018/10778 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
Bölge Adliye
Mahkemesi : ... Bölge Adliye Mahkemesi 34. Hukuk Dairesi
Dava, 16.11.1988 tarihinden itibaren 1479 sayılı Yasa"nın sigortalısı olduğunun tespiti istemine ilişkindir.
İlk Derece Mahkemesince, hükümde belirtilen gerekçelerle davanın reddine dair verilen karara karşı davacı vekili tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine, ... Bölge Adliye Mahkemesi 34. Hukuk Dairesince istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
... Bölge Adliye Mahkemesi 34. Hukuk Dairesince verilen kararın, davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi ... tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
I-İSTEM
Davacı vekili dilekçesinde özetle; 16.11.1988-15.10.1993 tarihleri arasında vergi kaydının bulunduğunu beyan ederek, sigortalılık başlangıç tarihinin vergi kaydı başlangıç tarihi olan 16.11.1988 tarihinden itibaren tespitine, karar verilmesini, talep ve dava etmiştir.
II-CEVAP
Davalı Kurum vekili, davacı hakkında 1479 geçici 18. ve 5510 sayılı Yasanın geçici 8. maddeleri hükümlerine göre yapılan Kurum işlemlerinin yerinde olduğunu beyanla davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
III-MAHKEME KARARI
A-İLK DERECE MAHKEME KARARI
Davanın yasal dayanağını oluşturan 1479 sayılı Yasaya 4956 sayılı Yasayla eklenen geçici 18. maddesinde "Bu Kanuna göre sigortalılık niteliği taşıdıkları halde 04.10.2000 tarihine kadar kayıt ve tescilini yaptırmamış olan sigortalıların sigortalılık hak ve mükellefiyetleri 04.10.2000 tarihinden itibaren başlayacağı, ancak bu Kanuna göre zorunlu sigortalı olarak tescil edilmiş olanların sigortalıklarının, bu Kanunun yürürlük tarihinden itibaren 6 ay içinde Kuruma yazılı olarak başvurmaları ve 20.04.1982-04.10.2000 tarihleri arasındaki vergi kayıtlarını belgelemek ve belgelenen bu sürelere ilişkin olarak prim borçlarının tamamını tebliğ tarihinden itibaren 1 yıl içinde ödemek kaydıyla bu sürelerin sigortalılık süresi olarak değerlendirileceği" belirtilmiştir.
Aynı şekilde 08.05.2008 tarihli 5754 sayılı Yasanın 68. maddesiyle değişik 5510 sayılı Yasanın geçici 8. maddesinde "bu Kanunun 4. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendinin (4) numaralı alt bendi hariç diğer alt bentlerine göre sigortalılık niteliği taşıdıkları halde bu kanunun yürürlük tarihine kadar kayıt ve tescillerini yaptırmayanların sigortalılık hak ve yükümlülüğünün bu Kanunun yürürlük tarihinden itibaren başlayacağı; ancak, bu Kanunun 4. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendinin (1) ve (3) numaralı alt bentlerine göre sigortalı sayılanlardan bu Kanunun yürürlük tarihinden itibaren sigortalılıkları başlatılanların, bu Kanunun yürürlük tarihi ile 04.10.2000 tarihi arasında geçen vergi mükellefiyeti süreleri bulunmak kaydıyla, sigortalının bu Kanunun yürürlük tarihinden itibaren 6 ay içinde taleple bulunmak ve kendisine tebliğ edilen borçlanma tutarının tamamının tebliğ tarihinden itibaren 6 ay içinde ödemesi halinde, bu sürelerin sigortalılık süresi olarak değerlendirileceği" belirtilmiştir.
Somut davada, davacının 1479 sayılı Yasaya 4956 sayılı Yasayla eklenen geçici 18. maddesi ve 5510 sayılı Yasaya 5754 sayılı Yasayla eklenen geçici 8. Maddesi gereğince daha önce tescili ve tescil talebi bulunmadığı anlaşıldığından talebin haksız olduğu değerlendirilerek açılan davanın reddine dair karar verilmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİ:
Davacı tarafından, 1479 sayılı Yasanın, 24. ve 25. maddeleri kapsamında sigortalılık başlangıç tarihinin kabul edilmesi gerektiği, bu durumda olanların resen tescil yükümlülüğünün davalı Kurumda bulunduğu nedenleriyle, yerel mahkeme kararının kaldırılmasına ve davanın reddine karar verilmesi istemiyle istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
B-BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ KARARI:
... Bölge Adliye Mahkemesi 34. Hukuk Dairesinin 20.06.2018 günlü ilamı ile;
Somut olayda; davacının Bağ-Kur giriş bildirgesinin 01/ 09/ 2005 tarihinde kuruma sunulduğu, kurumun da 06.07.2005 tarihi itibarıyla zorunlu Bağ-Kur sigortalılığını başlattığı, ancak davacının dava konusu ile taleple ilgili olarak 1479 sayılı Kanunun Geçici 18. maddesinde ve 5510 sayılı Yasanın geçici 8. Maddesinde belirtilen yasal sürede zorunlu Bağ-Kur sigortalısı olarak tescili yönünde herhangi bir talebi bulunmadığı, ayrıca yine yasal sürelerde sigorta primlerinin de kuruma yatırılmadığı, bu nedenle de talebi ile ilgili davanın reddine dair kararın usul ve yasaya uygun olduğu anlaşılmakla, İlk Derece Mahkemesi tarafından yeterli inceleme ve araştırma sonucu hüküm kurulduğu, İlk Derece Mahkemesi kararının usul ve yasaya uygun olduğu anlaşılmakla, davacı vekilinin istinaf başvurusunun oy birliği ile esastan reddine karar verilmiştir.
V-TEMYİZ NEDENLERİ:
... Bölge Adliye Mahkemesi 34. Hukuk Dairesince verilen karar, davacı avukatı tarafından, davacı hakkında yapılan işlemlerin yerinde olmadığı, zorunlu olarak ve resen Kurum tarafından yapılması gereken tescille, sigortalı olması gerektiği gerekçesi ile temyiz edilmiştir.
V-İLGİLİ HUKUK KURALLARI VE ESASIN İNCELEMESİ
Ayrıntıları Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2015/21-840 E. 2017/1042 K. Sayılı İlamında belirtildiği üzere, uyuşmazlık; 1479 sayılı Kanun (Esnaf Bağ-Kur) kapsamında 16.11.1988 tarihinin davacı için sigorta başlangıcı sayılıp sayılmayacağı noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle hukuki yarar ve sigortalılık başlangıcı kavramlarının değerlendirilmesi gerekmektedir.
Medeni usul hukukunda hukuki yarar, mahkemeden hukuksal korunma istemi ile bir davanın açılabilmesi için davacının bu davayı açmakta (veya mahkemeden hukuksal korunma istemekte) bir çıkarının bulunmasıdır.
Davacının dava açmakta hukuk kuralları tarafından haklı bulunan (korunan) bir yararı olmalı, hakkını elde edebilmesi için mahkeme kararına ihtiyacı bulunmalı ve davacı mahkemeyi gereksiz yere uğraştırmamalıdır (Arslan, R.; aktaran: Hanağası, E., Davada Menfaat, ... 2009, önsöz VII).
Hukuk Genel Kurulunun 24.06.1992 gün ve 1992/1-347 E., 1992/396 K. ve 30.05.2001 gün ve 2001/14-443 E., 2001/458 K. sayılı kararlarında da belirtildiği üzere buna hukuki korunma (himaye) ihtiyacı da denir (Rechts-schutzbedürfnis). Mahkemelerden hukuki himaye istenmesinde, himayeye değer bir yarar olmalıdır.
01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununda öğreti ve yargısal kararların bu uygulaması aynen benimsenerek, davacının dava açmakta hukuki yararının bulunması “Dava Şartları” başlıklı 114. maddesinin 1. fıkrasının (h) bendinde açıkça dava şartları arasında sayılmıştır.
Bir davada hukuki yarar ilkesinin dava şartı olarak gözetilmesinin yargılamanın amacına ve usul ekonomisi ilkesine uygun olarak yargılama yapılmasına yarar sağlayacağı her türlü duraksamadan uzaktır.
Bu ilkeden hareketle, dava şartı olarak hukuki yararın varlığının mahkemece taraflarca dava dosyasına sunulmuş deliller, olay veya olgular çerçevesinde, kural olarak davanın açıldığı tarihe göre, kendiliğinden ve yargılamanın her aşamasında gözetilmesi gerekir. Bu sayede iç hukukumuzun bir parçası olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme)"nin 6. maddesi ve 1982 Anayasasının 36. maddesinde düzenlenen "hak arama özgürlüğü” nün dürüstlük kuralına uygun kullanılması sağlanabilecek; bu durum, haksız davalar açmak suretiyle, dava hakkının kötüye kullanılmasına karşı bir güvence oluşturacaktır.
Uyuşmazlığın çözümünde, hukuki yarar kavramının tespit davasındaki yansımasının ne olacağının ayrıca irdelenmesi gerekir.
Tespit davaları, bir hukuki ilişkinin var olup olmadığının tespitine ilişkin davalar olup, konusunu hukuki ilişkiler oluşturur. Bu dava türü ile bir hukuksal ilişkinin varlığı veya yokluğu saptanmaktadır. Bu davalarda davacının amacı ve dolayısıyla talep sonucu, bir hukuki ilişkinin varlığının ya da yokluğunun veyahut içeriğinin belirlenmesi olup, istemin kabule şayan olabilmesi için bu davanın konusunu oluşturan hukuki ilişkinin var olup olmadığının mahkemece hemen tespit edilmesinde davacının menfaatinin (hukuki yararının) bulunması gerekir.
Bir hukuki ilişkinin hemen tespit edilmesinde hukuki yararın bulunması, şu üç şartın birlikte varlığına bağlıdır: 1)Davacının bir hakkı veya hukuki durumu güncel bir tehlike ile tehdit edilmiş olmalı; 2) Bu tehdit nedeniyle davacının hukuki durumu tereddüt içinde olmalı ve bu husus davacıya zarar verebilecek nitelikte bulunmalı; 3) Yalnız kesin hüküm etkisine sahip olup cebri icraya yetki vermeyen tespit hükmü bu tehlikeyi ortadan kaldırmaya elverişli olmalıdır.
Davacının tespit davası ile istediği hukuki korunma, diğer dava çeşitlerinden biri ile sağlanabiliyorsa, o zaman davacının o konuda tespit davası açmakta hukuki yararı yoktur. (Kuru/ Arslan/ Yılmaz- Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, ... 2011, 22. baskı, s.274)
Davaya konu uyuşmazlıktaki tespit istemi 1479 sayılı Kanun kapsamında sigorta başlangıcı kavramına dayalı olup, istemde hukuki yarar bulunup bulunmadığının irdelenmesi gereklidir.
Sigortalılık başlangıç tarihi, talep eden açısından Kanun kapsamında sigortalı sayılmasını gerektirecek biçimde ilk defa çalışmaya başladığı tarih olmakla birlikte, sigortalı açısından önemi "sigortalılık süresi" yönünden taşıdığı değerdir.
Sigortalılık başlangıç tarihinin tespiti davası bir (1) günlük çalışmanın tespiti niteliğinde olduğundan hizmet tespiti davasının bir türüdür. Bu dava türleri hizmet tespiti davaları gibi kamu düzenine ilişkindir.
01.03.1965 tarihinde yürürlüğe giren 17.07.1964 tarih ve 506 sayılı Kanun"unda uzun vadeli sigorta kolları bakımından sigortalılık süresi 108. maddede “Malullük, yaşlılık ve ölüm sigortalarının uygulanmasında nazara alınacak sigortalılık süresinin başlangıcı, sigortalının, yürürlükten kaldırılmış 5417 ve 6900 sayılı Kanunlara veya bu kanuna tabi olarak ilk defa çalışmaya başladığı tarihtir.
Tahsis işlerinde nazara alınan sigortalılık süreleri, bu sürenin başlangıç tarihi ile, sigortalının tahsis yapılması için yazılı istekte bulunduğu tarih, tahsis için istekte bulunmuş olmayan sigortalılar için de ölüm tarihi arasında geçen süredir.” şeklinde düzenlenmiştir.
Ayrıca 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanun"da uzun vadeli sigorta kolları bakımından sigortalılık süresi 38. maddede “Malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortalarının uygulanmasında dikkate alınacak sigortalılık süresinin başlangıcı; sigortalının, mülga 2.6.1949 tarihli ve 5417 sayılı İhtiyarlık Sigortası Kanununa, mülga 4.2.1957 tarihli ve 6900 sayılı Malûliyet, İhtiyarlık ve Ölüm Sigortaları Hakkında Kanuna, 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununa, 2/9/1971 tarihli ve 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanununa, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanununa, bu Kanunla mülga 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanununa ve 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununa, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun geçici 20 nci maddesi kapsamındaki sandıklara veya bu Kanuna tâbi olarak malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortalarına tabi olarak ilk defa kapsama girdiği tarih olarak kabul edilir. Uluslararası sosyal güvenlik sözleşmeleri hükümleri saklıdır.
Bu Kanunun uygulanmasında 18 yaşından önce malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortalarına tâbi olanların sigortalılık süresi, 18 yaşını doldurdukları tarihte başlamış kabul edilir. Bu tarihten önceki süreler için ödenen malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primleri, prim ödeme gün sayılarının hesabına dâhil edilir.
Aylık bağlama işlemlerinde dikkate alınan sigortalılık süreleri, sigortalılığın başlangıç tarihi ile sigortalının aylık bağlanması için yazılı istekte bulunduğu, aylık bağlanması için istekte bulunmayan sigortalılar için ise ölüm tarihi arasında geçen süredir. 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamındaki sigortalılar bakımından sigortalılık süresi; sigortalılığın başlangıç tarihi ile 48 inci maddeye göre yetkili makamdan emekliye sevk onayının alınarak görevi ile ilişiğinin kesildiği ayın son günü arasında geçen süredir.” şeklinde düzenlenmiştir.
506 sayılı Kanunun 108. maddesi ve 5510 sayılı Kanunun 38. maddesi değerlendirildiğinde sigorta başlangıcının yaşlılık aylığından yararlanma şartları arasında olan “sigortalılık süresini” doğrudan etkilediği görülmektedir. Ne var ki 2.9.1971 tarihli 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu ve 17.10.1983 tarihli ve 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu kapsamında sigorta başlangıcının talep eden açısından hukuki sonucu olarak “sigortalılık süresini” belirlemesi yönünden etkisi bulunmamaktadır. Çünkü her iki kanun kapsamında da yaşlılık aylığına hak kazanmak için sigortalılık süresi değil, primi ödenmiş günler asıldır.
Eldeki dava bakımından ise, davacının 16.11.1988 tarihinin 1479 sayılı Yasa kapsamında sigortalılık başlangıç tarihi olduğunun tespiti istemi bakımından, hukuki yararı bulunmamaktadır. Bu nedenle Mahkemece dava şartlarından olan hukuki yarar yokluğu nedeniyle davanın usulden reddine dair karar verilmesi yerine yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
Ne var ki; bu aykırılığın giderilmesi yeniden yargılamayı gerektirmediğinden, karar bozulmamalı, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 370/2. maddesi gereğince verilen karar, düzeltilerek onanmalıdır.
SONUÇ : ... Bölge Adliye Mahkemesi 34. Hukuk Dairesi kararının HMK’nın 373/1 maddesi gereği kaldırılması ile ... 19. İş Mahkemesinin 26.10.2017 tarihli hükmünde yer alan “davanın reddine” ibaresinin çıkartılarak, yerine “Dava şartı olan hukuki yarar yokluğu nedeniyle, davanın usulden reddine” ibaresinin yazılmasına ve hükmün bu şekliyle DÜZELTİLEREK ONANMASINA, temyiz harcının istek halinde davacıya iadesine, dosyanın kararı veren ... 13. İş Mahkemesine gönderilmesine, 18.12.2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.