Esas No: 2018/5790
Karar No: 2018/10190
Karar Tarihi: 04.12.2018
Yargıtay 10. Hukuk Dairesi 2018/5790 Esas 2018/10190 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
04.04.1995 tarihinin 1479 sayılı Yasa kapsamında sigortalılık başlangıç tarihi olduğunun tespiti istemiyle açılan davada yapılan yargılama sonucu, ... 13.İş Mahkemesince davanın esastan reddine dair verilen hükme karşı davacı avukatınca istinaf yoluna başvurulması ve ... Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesince, istinaf başvurusunun esastan reddine dair verilen kararın temyizen incelenmesi davacı avukatınca istenilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi ... tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra, işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
I-İSTEM
Davacı vekili dilekçesinde özetle; 04.04.1995 ‘te vergi mükellefi olmasına rağmen kurumca tescilinin yapılmadığını, bu durumun 1479 sayılı yasanın 26. Maddesine aykırı olduğunu, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2009/21-10 esas sayılı kararında da aynı hususun belirtildiğini ileri sürerek davacının ... sigortalılık başlangıcının 04.04.1995 tarihi olarak tespitine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
II-CEVAP
Davalı Kurum vekili, davacı hakkında 1479 geçici 18. ve 5510 sayılı Yasanın geçici 8. Maddeleri hükümlerine göre yapılan Kurum işlemlerinin yerinde olduğunu beyanla davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
III-MAHKEME KARARI
A-İLK DERECE MAHKEME KARARI
Dosyadaki belgelerden anlaşılacağı üzere, davacının 4/1-b ... kapsamında 1.10.2008 den itibaren sigortalı olduğu tescil işleminin 27.7.2010 tarihinde yapıldığı, 4.4.1995 - 1.1.2013 tarihleri arasında gerçek usulde gelir mükellefi olduğu, 13.3.2012 den buyana meslek odasına kayıtlıdır.
Taraflar arasındaki uyuşmazlık davacının kuruma süresinde tescili olmamasına rağmen 1.10.2008 öncesi ve 4.10.2000 öncesi sigortalı olup olmayacağı konusundadır.
Davacının tescil işlemi 27.7.2010 tarihinde gerçekleşmiş olup, kanun koyucu tarafından 1479 sayılı yasaya eklenen geçici 18. Maddeye göre 4.10.2000 tarihine kadar tescil edilmemiş olanlar için tescili 4.10.2000 tarihinde başlatılmakta ve arzu edildiğinde 4.10.2000 tarihinden sonra tescil edilen sigortalılara borçlanma imkânı tanınmaktadır. Aynı şekilde 5510 sayılı yasa ile 1.10.2008 tarihinden önce tescil edilmemiş olanlara tescil tarihi bu tarih olarak belirlenmiş ve borçlanma imkânı tanınmış borçlan süresi 1.3.2009 tarihinde dolmuş olup, belirtildiği gibi tescil işlemi 27.7.2010 tarihinde gerçekleşmiştir.
Davacının 2.8.2003 tarihinden önce borçlanması talebi ve ödemesi bulunmadığından 5510 sayılı yasanın geçici 8. Maddesi gereği 1.10.2008 tarihinden önce bir tescil talebi olmamakla bu tarihten önceki bir tarihte davacının ... sigortalısı olması mümkün olmadığından ve tespiti gereken bir hizmet süresi de bulunmadığından davanın reddine dair karar verilmiştir.
B-BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ KARARI:
... Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesinin 20.06.2018 günlü ilamı ile; Davacı, sigortalılık tescil tarihinin vergi başlangıç tarihi olan 04/04/1995 olarak tespiti talebi ile bu davayı açmıştır.
01.04.1972 tarihinde yürürlüğe giren 1479 sayılı Yasa"nın 24. maddesinde zorunlu ... sigortalılığı için esnaf sicili veya kanunla kurulu meslek kuruluşu kaydı aranırken 04.05.1979 tarihinde yürürlüğe giren 2229 sayılı Yasa ile 1479 sayılı Yasa"nın 24. maddesinin öngördüğü meslek kuruluşlarına kayıtlı olma koşulu kaldırılmış sadece yasanın temel ilkesi olan kendi ad ve hesabına çalışma koşulu getirilmiş, 20.04.1982 tarihinde yürürlüğe giren 2654 sayılı Yasa ile 1479 sayılı Yasa"nın 24. maddesi değiştirilecek zorunlu ... sigortalılığı için gelir vergisi mükellefi olması şartı getirilmiş ancak gelir vergisinden muaf olanlar için meslek kuruluşuna kayıtlı olma yeterli görülmüş, 22.03.1985 tarihinde yürürlüğe giren 3165 sayılı Yasa ile 24. madde değiştirilerek zorunlu ... sigortalılığı için vergi kaydı veya esnaf sicil kaydı veya oda kaydının bulunması yeterli görülmüş, 02.08.2003 tarihinde yürürlüğe giren 4956 sayılı Yasa ile 24. madde değiştirilerek zorunlu ... sigortalılığı için gelir vergisi mükellefi olma şartı getirilmiş ancak gelir vergisinden muaf olanlar için esnaf sicil kaydı ve oda kaydının bir arada bulunması yeterli görülmüştür.
1479 sayılı esnaf ... yasasına göre sigortalılık nitelikleri taşıdıkları halde, 04.10.2000 tarihine kadar ...’a kayıt ve tescil yaptırmayanların her türlü hak ve yükümlülüklerinin 04.10.2000 tarihinde başlayacağına ilişkin düzenleme, 619 sayılı KHK’nın geçici 1 inci maddesi ile ...’a getirilmiştir. Ancak, 619 sayılı KHK’nın bütün hükümleri Anayasa Mahkemesinin 26.10.2000 günlü ve 2000/61 esas 2000/34 karar sayılı kararıyla iptal edilmiş ve bu iptal kararı Resmi Gazete’de(1) yayımlanmasından 9 ay sonra yani 08.08.2001 tarihinde yürürlüğe girmiştir.İptal hükmünün yürürlüğe girdiği 08.08.2001 tarihine kadar ... tarafından hiçbir yasal düzenleme yapılmamıştır. 1479 sayılı Yasa"ya 4956 sayılı Yasa ile eklenen Geçici 18. maddesinde; bu Kanuna göre sigortalılık niteliği taşıdıkları halde 04.10.2000 tarihine kadar kayıt ve tescilini yaptırmamış olan sigortalıların sigortalılık hak ve mükellefiyetlerinin 04.10.2000 tarihinden itibaren başlayacağı, ancak bu Kanuna göre zorunlu sigortalı olarak tescil edilmiş olanların sigortalılıklarının, bu kanunun yürürlük tarihinden itibaren altı ay içinde kuruma yazılı olarak başvurmaları ve 20.4.1982-4.10.2000 tarihleri arasındaki vergi kayıtlarını belgelemek ve belgelenen bu sürelere ilişkin olarak prim borçlarının tamamını tebliğ tarihinden itibaren 1 yıl içinde ödemek kaydıyla bu sürelerin sigortalılık süresi olarak değerlendirileceği bildirilmiş ve yapılan düzenleme 02.08.2003 tarihinde yürürlüğe gireceği hüküm altına alınmıştır.
1479 sayılı Kanun kapsamında, 506 sayılı kanundan farklı olarak, "sigortalılık başlangıç tarihi" kavramı yer almamakta, sigortalı hak ve yükümlülüklerinde (1479 sayılı kanunun 35.ve geçici 10,21 ve 29.maddeleri gereğince) "primi ödenmiş gün sayısı" geçerli kabul edilmektedir. Davacı vekilinin 21/12/2015 tarihli dilekçesinde müvekkili Yasemin İlhan"ın vergi kaydının başlangıç tarihinden itibaren zorunlu ... sigortalı olarak değerlendirilmesi gerektiğini, sigortalı tescil tarihinin vergi kaydı başlangıç tarihi olan 04/04/1995 tarihinden başlatılmasını talep ettiği bu nedenle davacının talebinin 1 günlük sigortalılık tespiti olmadığı değerlendirilmiştir.
Davacının 04/04/1995- devam eder şekildi vergi kaydı bulunmaktaysa da, kuruma tescilinin 01/10/2008 tarihi itibariyle yapılmış olduğu, 1479 sayılı yasanın geçici 18.maddesi gereğince süresinde tescil ve borçlanma talebinde bulunmadığı da sabit olduğundan, dosya kapsamı, mevcut delil durumu ve ileri sürülen istinaf sebepleri dikkate alındığında mahkemenin vakıa ve hukuki değerlendirmesinde usul ve esas yönünden yasaya aykırılık bulunmadığı anlaşılmakla davacı tarafın istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
V-TEMYİZ NEDENLERİ:
... Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesince verilen karar, davacı avukatı tarafından, davacı hakkında yapılan işlemlerin yerinde olmadığı sigortalı olması gerektiği gerekçesi ile temyiz edilmiştir.
V-İLGİLİ HUKUK KURALLARI VE ESASIN İNCELEMESİ
Ayrıntıları Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2015/21-840 E. 2017/1042 K. Sayılı İlamında belirtildiği üzere, uyuşmazlık; 1479 sayılı Kanun (Esnaf ...) kapsamında 04.04.1995 tarihinin davacı için sigorta başlangıcı sayılıp sayılmayacağı noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle hukuki yarar ve sigortalılık başlangıcı kavramlarının değerlendirilmesi gerekmektedir.
Medeni usul hukukunda hukuki yarar, mahkemeden hukuksal korunma istemi ile bir davanın açılabilmesi için davacının bu davayı açmakta (veya mahkemeden hukuksal korunma istemekte) bir çıkarının bulunmasıdır.
Davacının dava açmakta hukuk kuralları tarafından haklı bulunan (korunan) bir yararı olmalı, hakkını elde edebilmesi için mahkeme kararına ihtiyacı bulunmalı ve davacı mahkemeyi gereksiz yere uğraştırmamalıdır (Arslan, R.; aktaran: Hanağası, E., Davada Menfaat, ... 2009, önsöz VII).
Hukuk Genel Kurulunun 24.06.1992 gün ve 1992/1-347 E., 1992/396 K. ve 30.05.2001 gün ve 2001/14-443 E., 2001/458 K. sayılı kararlarında da belirtildiği üzere buna hukuki korunma (himaye) ihtiyacı da denir (Rechts-schutzbedürfnis). Mahkemelerden hukuki himaye istenmesinde, himayeye değer bir yarar olmalıdır.
Öte yandan, bu hukuksal yararın, "hukuki ve meşru", "doğrudan ve kişisel", "doğmuş ve güncel" olması gerekir (Hanağası, E., a.g.e, s.135).
01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununda öğreti ve yargısal kararların bu uygulaması aynen benimsenerek, davacının dava açmakta hukuki yararının bulunması “Dava Şartları” başlıklı 114. maddesinin 1. fıkrasının (h) bendinde açıkça dava şartları arasında sayılmıştır.
Bir davada hukuki yarar ilkesinin dava şartı olarak gözetilmesinin yargılamanın amacına ve usul ekonomisi ilkesine uygun olarak yargılama yapılmasına yarar sağlayacağı her türlü duraksamadan uzaktır.
Bu ilkeden hareketle, dava şartı olarak hukuki yararın varlığının mahkemece taraflarca dava dosyasına sunulmuş deliller, olay veya olgular çerçevesinde, kural olarak davanın açıldığı tarihe göre, kendiliğinden ve yargılamanın her aşamasında gözetilmesi gerekir. Bu sayede iç hukukumuzun bir parçası olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme)"nin 6. maddesi ve 1982 Anayasasının 36. maddesinde düzenlenen "hak arama özgürlüğü” nün dürüstlük kuralına uygun kullanılması sağlanabilecek; bu durum, haksız davalar açmak suretiyle, dava hakkının kötüye kullanılmasına karşı bir güvence oluşturacaktır.
Dava açmaktaki hukuki yarar; hukuk düzenince kabul edilmiş meşru bir yarar olmalı, bu yarar dava açan hak sahibi ile ilgili olmalı ve dava açıldığı sırada halen mevcut bulunmalıdır. Ayrıca açılacak davanın ortaya çıkacak tehlikeyi bertaraf edecek nitelikte olması gerekir. Bir kimsenin hakkına ulaşmak için mahkeme kararının o an için gerekli olması durumunda hukuki yararın olduğundan söz edilebilir. Bir mahkeme kararına ihtiyaç yoksa hukuki yarardan söz edilemez (Pekcanıtez, H., Atalay, O., Özekes, M.; Medeni Usul Hukuku, ... 2011, s.297).
Uyuşmazlığın çözümünde, hukuki yarar kavramının tespit davasındaki yansımasının ne olacağının ayrıca irdelenmesi gerekir.
Tespit davaları, bir hukuki ilişkinin var olup olmadığının tespitine ilişkin davalar olup, konusunu hukuki ilişkiler oluşturur. Bu dava türü ile bir hukuksal ilişkinin varlığı veya yokluğu saptanmaktadır. Bu davalarda davacının amacı ve dolayısıyla talep sonucu, bir hukuki ilişkinin varlığının ya da yokluğunun veyahut içeriğinin belirlenmesi olup, istemin kabule şayan olabilmesi için bu davanın konusunu oluşturan hukuki ilişkinin var olup olmadığının mahkemece hemen tespit edilmesinde davacının menfaatinin (hukuki yararının) bulunması gerekir.
Bir hukuki ilişkinin hemen tespit edilmesinde hukuki yararın bulunması, şu üç şartın birlikte varlığına bağlıdır: 1)Davacının bir hakkı veya hukuki durumu güncel bir tehlike ile tehdit edilmiş olmalı; 2) Bu tehdit nedeniyle davacının hukuki durumu tereddüt içinde olmalı ve bu husus davacıya zarar verebilecek nitelikte bulunmalı; 3) Yalnız kesin hüküm etkisine sahip olup cebri icraya yetki vermeyen tespit hükmü bu tehlikeyi ortadan kaldırmaya elverişli olmalıdır.
Davacının tespit davası ile istediği hukuki korunma, diğer dava çeşitlerinden biri ile sağlanabiliyorsa, o zaman davacının o konuda tespit davası açmakta hukuki yararı yoktur. (Kuru/ Arslan/ Yılmaz- Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, ... 2011, 22. baskı, s.274)
Davaya konu uyuşmazlıktaki tespit istemi 1479 sayılı Kanun kapsamında sigorta başlangıcı kavramına dayalı olup, istemde hukuki yarar bulunup bulunmadığının irdelenmesi gereklidir.
Sigortalılık başlangıç tarihi, talep eden açısından Kanun kapsamında sigortalı sayılmasını gerektirecek biçimde ilk defa çalışmaya başladığı tarih olmakla birlikte, sigortalı açısından önemi "sigortalılık süresi" yönünden taşıdığı değerdir.
Sigortalılık başlangıç tarihinin tespiti davası bir (1) günlük çalışmanın tespiti niteliğinde olduğundan hizmet tespiti davasının bir türüdür. Bu dava türleri hizmet tespiti davaları gibi kamu düzenine ilişkindir.
01.03.1965 tarihinde yürürlüğe giren 17.07.1964 tarih ve 506 sayılı Kanun"unda uzun vadeli sigorta kolları bakımından sigortalılık süresi 108. maddede “Malullük, yaşlılık ve ölüm sigortalarının uygulanmasında nazara alınacak sigortalılık süresinin başlangıcı, sigortalının, yürürlükten kaldırılmış 5417 ve 6900 sayılı Kanunlara veya bu kanuna tabi olarak ilk defa çalışmaya başladığı tarihtir.
Tahsis işlerinde nazara alınan sigortalılık süreleri, bu sürenin başlangıç tarihi ile, sigortalının tahsis yapılması için yazılı istekte bulunduğu tarih, tahsis için istekte bulunmuş olmayan sigortalılar için de ölüm tarihi arasında geçen süredir.” şeklinde düzenlenmiştir.
Ayrıca 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanun"da uzun vadeli sigorta kolları bakımından sigortalılık süresi 38. maddede “Malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortalarının uygulanmasında dikkate alınacak sigortalılık süresinin başlangıcı; sigortalının, mülga 2.6.1949 tarihli ve 5417 sayılı İhtiyarlık Sigortası Kanununa, mülga 4.2.1957 tarihli ve 6900 sayılı Malûliyet, İhtiyarlık ve Ölüm Sigortaları Hakkında Kanuna, 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununa, 2/9/1971 tarihli ve 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanununa, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı ... İşçileri Sosyal Sigortalar Kanununa, bu Kanunla mülga 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanununa ve 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti ... Sandığı Kanununa, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun geçici 20 nci maddesi kapsamındaki sandıklara veya bu Kanuna tâbi olarak malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortalarına tabi olarak ilk defa kapsama girdiği tarih olarak kabul edilir. Uluslararası sosyal güvenlik sözleşmeleri hükümleri saklıdır.
Bu Kanunun uygulanmasında 18 yaşından önce malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortalarına tâbi olanların sigortalılık süresi, 18 yaşını doldurdukları tarihte başlamış kabul edilir. Bu tarihten önceki süreler için ödenen malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primleri, prim ödeme gün sayılarının hesabına dâhil edilir.
Aylık bağlama işlemlerinde dikkate alınan sigortalılık süreleri, sigortalılığın başlangıç tarihi ile sigortalının aylık bağlanması için yazılı istekte bulunduğu, aylık bağlanması için istekte bulunmayan sigortalılar için ise ölüm tarihi arasında geçen süredir. 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamındaki sigortalılar bakımından sigortalılık süresi; sigortalılığın başlangıç tarihi ile 48 inci maddeye göre yetkili makamdan emekliye sevk onayının alınarak görevi ile ilişiğinin kesildiği ayın son günü arasında geçen süredir.” şeklinde düzenlenmiştir.
506 sayılı Kanunun 108. maddesi ve 5510 sayılı Kanunun 38. maddesi değerlendirildiğinde sigorta başlangıcının yaşlılık aylığından yararlanma şartları arasında olan “sigortalılık süresini” doğrudan etkilediği görülmektedir. Ne var ki 2.9.1971 tarihli 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu ve 17.10.1983 tarihli ve 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu kapsamında sigorta başlangıcının talep eden açısından hukuki sonucu olarak “sigortalılık süresini” belirlemesi yönünden etkisi bulunmamaktadır. Çünkü her iki kanun kapsamında da yaşlılık aylığına hak kazanmak için sigortalılık süresi değil, primi ödenmiş günler asıldır.
Eldeki dava bakımından ise, davacının 04.04.1995 tarihinin 1479 sayılı Yasa kapsamında sigortalılık başlangıç tarihi olduğunun tespiti istemi bakımından, hukuki yararı bulunmamaktadır. Bu nedenle Mahkemece dava şartlarından olan hukuki yarar yokluğu nedeniyle davanın usulden reddine dair karar verilmesi yerine yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
Ne var ki; bu aykırılığın giderilmesi yeniden yargılamayı gerektirmediğinden, karar bozulmamalı, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 370/2. maddesi gereğince verilen karar, düzeltilerek onanmalıdır.
SONUÇ : ... Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesi kararının HMK’nın 373/1 maddesi gereği kaldırılması ile ... 13. İş Mahkemesinin 28.11.2017 tarihli hükmünde yer alan “davanın reddine” ibaresinin çıkartılarak, yerine “Dava şartı olan hukuki yarar yokluğu nedeniyle, davanın usulden reddine” ibaresinin yazılmasına ve hükmün bu şekliyle DÜZELTİLEREK ONANMASINA, temyiz harcının istek halinde davacıya iadesine, dosyanın kararı veren ... 13. İş Mahkemesine gönderilmesine, 04.12.2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.