8. Hukuk Dairesi 2013/667 E. , 2014/1155 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ : Akşehir 1. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 15/01/2010
NUMARASI : 2009/29-2010/47
Hazine ile A.. S.. ve müşterekleri aralarındaki tapu iptali ve terkin davasının reddine dair Akşehir 1. Asliye Hukuk Mahkemesi"nden verilen 15.01.2010 gün ve 29/47 sayılı hükmün Yargıtay"ca incelenmesi davacı Hazine temsilcisi tarafından süresinde istenilmiş olmakla; dosya incelendi, gereği düşünüldü:
KARAR
Davacı Hazine vekili, mülkiyeti davalıya ait olan 406 parsel sayılı taşınmazın, 3621 sayılı Kıyı Kanunu"na göre kıyı kenar çizgisi kapsamında kalan 13.800 m2"lik bölümüne ilişkin tapu kaydının iptaline karar verilmesini istemiştir.
Davalı vekili, belirlenen kıyı kenar çizgisinin İdare tarafından tebliğ edilmediğini, davanın 10 yıllık hak düşürücü süre içerisinde açılmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, bozma ilamından sonra hak düşürücü süreden davanın reddine karar verilmesi üzerine, hüküm, davacı Hazine temsilcisi tarafından temyiz edilmiştir.
Davanın, kısmen kabulüne dair önceki hüküm davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesi"nin 23.10.2008 tarih ve 2008/5772 Esas, 2008/10765 Karar sayılı ilamı ile özet olarak; "özellikle noksanın tamamlanması yoluyla getirtilen kayıt ve belgelerden çekişme konusu taşınmazlardan 406 sayılı parselin kadastro tespitine esas alınan 26.11.1963 tarih ve 142 sıra nolu tapu kaydının Akşehir Asliye Hukuk Mahkemesi"nin 23.11.1962 tarih 384/705 sayılı ve Hazine"nin de taraf olduğu tescil ilamına dayalı olarak tesis edildiği anlaşılmaktadır. .....hal böyle olunca, yerinde yeniden keşif yapılarak 406 parsel sayılı taşınmazın tespit dayanağı olan 26.11.1963 tarih ve 142 sayılı tapu kaydının eki tescil krokisinin yerinde uygulanması, çekişmeli 406 parsel sayılı taşınmazın tescil krokisi kapsamında kalıp kalmadığının açıklığa kavuşturulması, kroki kapsamında kaldığının saptanması halinde tescil hükmünün Hazine"yi bağlayacağı gözetilerek davanın reddedilmesi, aksi halde kabul kararı verilmesi" gereğine işaret edilmek suretiyle bozulmuştur. Mahkemece, bozma ilamına uyulması kararı verildikten sonra, yukarıda yazılı şekilde hüküm kurulmuştur.
Hemen belirtilmelidir ki, Mahkemenin kararı 5841 sayılı Kanun"un yürürlüğe girdiği 14.03.2009 tarihinden sonra verilmiş olup; bu Kanun"un 2 ve 3.maddeleri ile getirilen yeni düzenlemelere dayanılarak oluşturulmuştur.
14.03.2009 tarihinde yürürlüğe giren 25.02.2009 günlü 5841 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkındaki Kanun"un 2.maddesi ile 3402 sayılı Kanun"un 12.maddesinin 3.fıkrasına eklenen cümlede; "bu hüküm iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet ve diğer Kamu Tüzel Kişileri dahil tarafların sıfatına bakılmaksızın" ve 3.maddesi ile aynı Kanuna eklenen Geçici 10.maddesinde ise; "Bu Kanun"un 12.maddesinin 3.fıkrası hükmü Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu iddiası ile yürürlük tarihinden önce açılmış ve henüz kesin hükme bağlanmamış olan davalarda dahi uygulanır" şeklindedir. Bu değişiklik nedeniyle bu Yasa"nın yürürlük tarihinden sonra Hazine"nin açtığı davalarda da 10 yıllık hak düşürücü süre uygulanmaya başlanmıştır.
Ne var ki, Yerel Mahkeme kararının temyizi aşamasında Anayasa Mahkemesi"nin 12.05.2011 gün ve 2009/31 Esas, 2011/77 Karar sayılı kararıyla; "25.02.2009 gün ve 5841 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun"un 2.maddesiyle 21.06.1987 günlü 3402 sayılı Kadastro Kanunu"nun 12.maddesinin üçüncü fıkrasına eklenen cümlenin ve 3.maddesiyle 3402 sayılı Yasa"ya eklenen Geçici 10.maddenin Anayasa"ya aykırı olduğuna ve iptaline" karar verilmiş ve bu iptal kararı 23.07.2011 tarihli Resmi Gazete"de yayımlanmıştır.
Anayasa Mahkemesi"nin iptal kararlarının yasama, yürütme ve yargı organları ile idari makamlar, gerçek ve tüzel kişileri bağlayacağı açıktır.
Diğer taraftan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun 33.maddesinde yer alan "Hakim Türk Hukukunu re"sen uygular" hükmü ile ifadesini bulan yasal ilke gözetildiğinde; Anayasa Mahkemesi"nin iptal kararlarının derdest dosyalar yönünden uygulanmasının zorunluluğu ortadadır.
Öyle ise, kesin hüküm halini almamış ve kazanılmış hakkın istisnasını teşkil eden bu durum karşısında 5841 sayılı Yasa hükümleri uyarınca, davanın reddine ilişkin olarak kurulan hükmün, verildiği tarih itibariyle doğru olduğu düşünülse ve ayrıca Anayasa"nın 153.maddesine göre iptal kararı geriye yürümezse de 10.03.1969 gün ve 1/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı"nın gerekçe bölümünde belirtildiği üzere iptal, kesin şekilde çözüme bağlanmış uyuşmazlıkları etkilemez ve henüz anlaşmazlık hali devam ediyorsa iptalin kapsamına girer. Bu durumda davanın hak düşürücü süreden reddine ilişkin kurulan kararın Anayasa Mahkemesi"nin anılan iptal kararından sonra doğru olduğu söylenemez. Zira kamu düzeninin söz konusu olduğu bütün haller istisnanın kapsamına girer.
Bilindiği üzere; maddi anlamda kesin hüküm, yargısal (kazai) kararlara tanınan yasal gerçeklik (hakikat) vasfıdır. Bu vasıf yargısal (kazai) kararların gerçeğe (hakikate) uygun olarak verildiğinin kabul edilmesini zorunlu kılar. Kesin hüküm kuralı, haklı ve adil kararların korunması yanında, kişiler arasındaki çekişmelerin sonsuza dek devam etmesini önlemek, toplumun istikrar ve düzenini sağlamak, hukukun ve yargının güvenirliğini korumak amacıyla da kabul edilmiştir. Bütün yasal yollar kapandıktan ve verilen hüküm kesinleştikten sonra, aynı davanın tekrar yargı önüne getirilmesi, toplumda sonu gelmeyen çekişmelere, huzursuzluklara, istikrarsızlıklara, kazanılmış hakların her zaman ortadan kaldırılabileceği endişesine neden olur. Çelişkili kararların çıkmasına sebebiyet verir. Bu itibarla, tarafları, mevzuu ve sebebi aynı olan Devletin iştiraki, hakimin tarafsız araştırması ve idaresi ile kurulan, tüm yasal yollardan geçmek suretiyle; diğer bir anlatımla, şekli yönüyle de kesinleşen önceki hükmün korunmasında kamunun büyük yararı bulunmaktadır.
Hukukumuzda kamu düzeninden sayılan ve Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 237.maddesinde düzenlenen kesin hüküm tarafların anlaşmaları ile ortadan kaldırılamadığı gibi, Mahkemece kendiliğinden (re"sen) gözönünde tutulur. Düzenlediği hak ve çıkar ilişkileri yönünden yasal gerçeklik (hakikat) sayıldığından taraflarını bağlar.
Somut olaya gelince, Mahkemece, yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde davalı Mustafa"nın tapu kaydının oluşum şeklinin nedeni üzerinde durularak bir değerlendirme ve irdeleme yapılmış değildir.
Hal böyle olunca, yerinde yeniden keşif yapılarak 406 parsel sayılı taşınmazın tespit dayanağı olan 23.11.1963 tarih ve 142 sayılı tapu kaydının eki tescil krokisinin yerinde uygulanması, çekişmeli 406 parsel sayılı taşınmazın tescil krokisi kapsamında kalıp kalmadığının açıklığa kavuşturulması, kroki kapsamında kaldığının saptanması halinde tescil hükmünün Hazine"yi bağlayacağı gözetilerek davanın reddedilmesi, aksi halde kabul kararı verilmesi gerekirken, değinilen yön gözardı edilmek suretiyle yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması doğru değildir.
Öte yandan, 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasa"nın 16.maddesiyle 3402 sayılı Yasa"nın 36.maddesine bazı ilaveler getiren 36/A maddesi hükmüne göre kadastro işlemleri sebebiyle açılan davalar nedeniyle yargılama giderlerinden ve avukatlık ücretinden davalı tarafın sorumlu tutulamayacağı hususunun da gözetilmesi gerekmektedir.
Açıklanan nedenle davacı Hazine temsilcisinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün 6100 sayılı HMK"nun Geçici 3.maddesi yollamasıyla halen yürürlükte bulunan 1086 sayılı HUMK"nun 428.maddesi uyarınca BOZULMASINA, taraflarca HUMK"nun 388/4. (HMK m.297/ç) ve HUMK"nun 440/I maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, 24.01.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.