
Esas No: 2017/230
Karar No: 2020/996
Karar Tarihi: 02.12.2020
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/230 Esas 2020/996 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi Sıfatıyla)
1. Taraflar arasındaki “kurum işleminin iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Artvin Asliye Hukuk Mahkemesince (İş Mahkemesi Sıfatıyla) verilen davanın kabulüne ilişkin karar davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 10. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı şirket vekili 16.12.2011 havale tarihli dava dilekçesinde; davalı Kurumun 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun (5510 sayılı Kanun) 85. maddesinin ikinci fıkrası ile Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliğinin (Yönetmelik) 117. maddesinin birinci ve ikinci fıkra hükümlerine göre yapıldığı belirtilen araştırması neticesinde 03.11.2011 tarihli ve 12672.08 sayılı yazısı ile yeterli işçilik bildiriminde bulunmadığı gerekçesiyle 121.151,50TL borç çıkartıldığını, ancak işyerindeki faaliyetin Kuruma verilen dilekçe ile 2001 yılında durdurulduğunu, davalı Kurum tarafından çıkartılan borcun 04.06.2007 tarihinde ödendiğini, bu nedenle de aynı tarihli ve 11604 sayılı yazı ile şirkete ait taşınmazlar üzerindeki hacizlerin kaldırıldığını, müvekkili şirketin 2001 yılından itibaren inşaatla ilgili fiili bir çalışması olmadığını, kaldı ki kamu borçları nedeniyle davacı şirkete yapılandırma uyarı yazısı gönderilmesi gerektiğini ileri sürerek, kurum işleminin iptali ile sataşmanın giderilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı (SGK/Kurum) vekili 13.01.2012 havale tarihli cevap dilekçesinde; 01.11.2011 tarihli ve M.E./2011/305 sayılı denetmen raporunda davacı şirketin Kuruma yeterli işçilik bildiriminde bulunmadığı tespit edilerek asgari işçilik hesabı yapıldığını, çıkan işçilik farkına ilişkin 03.11.2011 tarihli yazının davacı şirkete 16.11.2011 tarihinde tebliğ edildiğini ancak ödeme yapılmadığını, 04.06.2007 tarihinde yapılan ödemenin 2002/232 sayılı icra dosyasına ilişkin olduğunu, yapılandırma süresinin 31.05.2011 tarihinde sona ermesi nedeniyle yapılandırma uyarı yazısı gönderilmesine gerek olmadığını belirterek davanın reddini istemiştir
Mahkemenin Birinci Kararı:
6. Artvin Asliye Hukuk Mahkemesinin (İş Mahkemesi Sıfatıyla) 23.01.2014 tarihli ve 2011/519 E., 2014/35 K. sayılı kararı ile; denetmen raporunun ismi belirtilmeyen bir kiracının beyanına dayandırıldığı, tapu dairesinden kat maliklerinin isim ve açık adresleri tespit edilerek irtibata geçilmek suretiyle somut bir inceleme yapılmadığı, binanın iskân ve ruhsat durumu gibi hususların belediyeden sorulmadığı, tanık anlatımlarına göre inşaatta 2008-2009 yıllarına kadar aralıklarla olsa dahi işçi çalıştırıldığı, tanık beyanlarının alındığı tarihe göre 3-4 yıl kadar öncesinden itibaren işçi çalıştırılmadığı, belediyeden 2003 yılında tadilat yapı ruhsatı alındığı, kiracının beyanı ile ulaşılan şirketin kapandığına ilişkin bilginin vergi dairesi kayıtları ile desteklenmediği, bu nedenle inşaat faaliyet döneminin 01.10.1996-30.04.2001 olarak kabul edilmesinin hatalı olduğu gerekçesiyle Kurum işleminin iptaline karar verilmiştir.
Özel Daire Birinci Bozma Kararı:
7. Artvin Asliye Hukuk Mahkemesinin (İş Mahkemesi Sıfatıyla) yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 28.10.2014 tarihli ve 2014/14632 E., 2014/21000 K. sayılı kararı ile; karar tarihinden sonra 11.09.2014 tarihli ve 29116 mükerrer sayılı Resmî Gazetede yayımlanarak öngörülen istisnaları haricinde ayrı tarih itibariyle yürürlüğe giren İş Kanunu İle Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması İle Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılmasına Dair 6552 sayılı Kanun’un (6552 sayılı Kanun) 81. maddesi ile 5510 sayılı Kanun’a eklenen Geçici 60. maddenin birinci, ikinci, dokuzuncu ve ondokuzuncu fıkraları uyarınca dava konusu borcun yapılandırma kapsamında bulunması nedeniyle sözü edilen hükümler çerçevesinde değerlendirme yapılması gerektiği gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Mahkemenin İkinci Kararı:
9. Artvin Asliye Hukuk Mahkemesinin (İş Mahkemesi Sıfatıyla) 04.02.2015 tarihli ve 2014/608 E., 2015/74 K. sayılı kararı ile; bozmaya uyularak yapılan yargılama sonunda 02.02.2015 tarihinde sona erecek yapılandırma süresinin dolmasının beklendiği, davacı vekilinin de yapılandırma için başvurmadıklarını ve davadan vazgeçmeyeceklerini beyan ettiği, bu nedenle bozmaya konu hususlar dışında sair yönleri incelenmeyen önceki kararın usul ve yasaya uygun olduğu belirtilerek davanın kabulüne karar verilmiştir.
Özel Dairenin İkinci Bozma Kararı:
10. Artvin Asliye Hukuk Mahkemesinin (İş Mahkemesi Sıfatıyla) (9) numaralı paragrafta belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
11. Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 14.05.2015 tarihli ve 2015/9302 E., 2015/9600 K. sayılı kararı ile; “…1-Gerekçeli karar başlığında davacı Vanat İnşaat Sanayi Ticaret A.Ş. yerine, anılan şirketin yetkili temsilcisi olan ...’e yer verilmesine ilişkin yanlışlık 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 304. maddesi gereğince mahallen düzeltilebilir nitelikte olduğundan bozma nedeni yapılmamıştır.
2-27.12.1996 tarihli Yapı Ruhsatı’nda konut, işyeri, kapıcı dairesi, sığınak, otopark ve kazan dairesi olmak üzere 46 bölüm için 5.176 m2 yüzölçümü, Aralık/2003 tarihli Tadilat Ruhsatı’nda 57 bölüm için 5.275 m2 yüzölçümü bilgisine yer verilen toplam 10.451 m2 yüzölçümünde 2 adet apartman hakkında davalı Kurum görevlilerince 01.11.2011 günü İşyeri Durum Tespit Tutanağı ile Sosyal Güvenlik Denetmenliği Raporu hazırlanarak anılan 8 katlı 2 bloğun davacı işverence 30.04.2001 tarihinde yapımının tamamlandığının benimsendiği, sonrasında söz konusu Tutanak ve Rapora göre 03.11.2011 günü İlk Değerlendirme Tutanağı düzenlenerek %9 olarak belirlenen asgari işçilik oranına, %25 indirim uygulanmak suretiyle ortaya çıkan %6,75 oranı üzerinden 01.10.1996 – 30.04.2001 dönemi yönünden bildirim dışı (fark) işçilik tutarı ve buna göre de sigorta prim ve gecikme zammı borcu hesaplandığı, borcun 16.11.2011 tarihinde tebliğ edilmesi üzerine borç tahakkukuna ilişkin Kurum işleminin iptaline yönelik işbu davanın açıldığı anlaşılmakta olup mahkemece yapılan yargılamada, bilgi ve görgülerine başvurulan tanıkların anlatımlarından sonra düzenlenen bilirkişi raporuna dayanılarak istem kabul edilmiştir.
Davanın yasal dayanaklarından olan 506 sayılı Kanunun 79/12. maddesinde, bu Kanunun 83. maddesinde belirtilen kurum ve kuruluşlar tarafından ihale yoluyla yaptırılan her türlü işler, gerçek veya tüzel kişilerce yapılan inşaatlardan dolayı yeterli işçilik bildirmiş olup olmadığının Kurumca araştırılacağı, usul ve esasları yönetmelikle belirlenecek bu araştırma sonucunda yeterli işçiliğin bildirilmemiş olduğunun anlaşılması durumunda, bildirilmemiş olan işçilik tutarı üzerinden hesaplanan prim tutarının, gecikme zammı ile birlikte sigorta müfettişince inceleme yapılması istenilmeksizin işveren tarafından ödendiği takdirde, iş yeri hakkında sigorta müfettişine inceleme yaptırılmayabileceği belirtilmiş, 130/2. maddesinde, işverenin Kuruma, emsaline, yapılan işin nitelik, kapsam ve kapasitesine göre işin yürütülmesi için gerekli olan sigortalı sayısının, çalışma süresinin veya prime esas kazanç tutarının altında bildirimde bulunduğunun saptanması durumunda, işin yürütülmesi için gerekli olan asgari işçilik miktarının, yapılan işin niteliği, bünyesinde kullanılan teknoloji, iş yerinin büyüklüğü, benzer işletmelerde çalıştırılan işçi sayısı, ilgili meslek veya kamu kuruluşlarının görüşü gibi unsurları dikkate alarak sigorta müfettişi tarafından tespit edileceği açıklanmıştır.
Diğer taraftan 5510 sayılı Kanunun 85. maddesinin 1. fıkrasında, işverenin, işin emsaline, niteliğine, kapsam ve kapasitesine göre işin yürütümü açısından gerekli olan sigortalı sayısının,çalışma süresinin veya prime esas kazanç tutarının altında bildirimde bulunduğunun tespiti halinde, işin yürütümü açısından gerekli olan asgarî işçilik tutarının; yapılan işin niteliği, kullanılan teknoloji, işyerinin büyüklüğü, benzer işletmelerde çalıştırılan sigortalı sayısı, ilgili meslek veya kamu kuruluşlarının görüşü gibi unsurlar dikkate alınarak tespit edileceği belirtildikten sonra 2. fıkrasında, 1. fıkrada belirtilen yöntemlerle Kuruma bildirilmediği belirlenen asgarî işçilik tutarı üzerinden Kurumca re’sen tahakkuk ettirilen sigorta primlerinin işverene tebliğ edileceği, işverenin, tebliğ edilen prim borcuna karşı tebliğ tarihinden itibaren 1 ay içinde Kuruma itiraz edebileceği, itirazın takibi durduracağı, Kurumca itirazın reddi durumunda işverenin, kararın tebliğ tarihinden itibaren 1 ay içinde yetkili iş mahkemesine başvurabileceği açıklanmış, diğer taraftan anılan Kanuna dayanılarak hazırlanıp 12.05.2010 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanmakla yürürlüğe giren Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliği’nin 110 – 113 (dahil) maddelerinde de benzer düzenlemelere yer verilmiştir.
Yukarıdaki yasal düzenleme ve açıklamalar ışığında dava değerlendirildiğinde, öncelikle, inşaatta 2001 yılından itibaren faaliyetin bulunmadığı, borcun 2007 yılında ödendiği yönündeki davacı iddiası ile Sosyal Güvenlik Denetmenliği Raporuna dayalı Kurum işlemi kapsamında taraflar vekillerinden de sorulmak suretiyle uyuşmazlık konusu hususlar açıklıkla ortaya konularak bu konudaki belirsizlikler giderilmeli, böylelikle davaya konu yapılan çekişme konuları saptandıktan sonra çözümü için söz konusu maddelerde öngörülen yöntem izlenerek konusunda uzman bilirkişilerden oluşacak kuruldan rapor alınmak suretiyle bildirilmesi gereken en az işçilik tutarı ve giderek prim borcunun var olup olmadığı belirlenmeli ve elde edilecek sonuca göre karar verilmelidir.
Bu maddi ve hukuki göz önünde bulundurulmaksızın, mahkemece eksik inceleme ve araştırma sonucu, doyurucu gerekçe içermeyen yetersiz bilirkişi raporu esas alınarak karar verilmesi, usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O hâlde, davalı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır…” gerekçesiyle bozulmuştur.
Direnme Kararı:
12. Artvin Asliye Hukuk Mahkemesinin (İş Mahkemesi Sıfatıyla) 23.12.2015 tarihli ve 2015/852 E., 2015/1053 K. sayılı kararı ile; denetmen raporunda 5510 sayılı Kanun’un 85. maddesinin birinci fıkrası ile Yönetmeliğin 110 ila 113. maddelerinde öngörülen araştırmaların yapılmadığı, tespitlerin sadece ismi dâhi belirlenemeyen bir kiracının beyanına dayandırıldığı, Kurum işleminin hukuka aykırı olduğu, mahkemenin Kurumun davaya konu işlemi tesis ederken mevzuatta öngörülen yönteme uygun hareket edip etmediğini tespit; uygun hareket etmemiş ise işlemi iptal etmekle görevli olduğunu, bu durumda önceki kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
13. Direnme kararı süresi içinde davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
14. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; mahkemece yapılan araştırma ve incelemenin yeterli olup olmadığı; burada varılacak sonuca göre taraf vekillerinden sorulmak suretiyle uyuşmazlık konusu hususlar açıklığa kavuşturulduktan sonra, yeniden bilirkişi raporu alınması gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
15. Davanın yasal dayanağını dava konusu dönemde yürürlükte bulunan mülga 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun (506 sayılı Kanun) 79. maddesi oluşturmaktadır.
16. Prim, sosyal sigortalarda sosyal riskleri ve Kurumun yönetim giderleri karşılığı olarak sigortalı ve/veya işverenden prime esas kazançlarının belirli bir oranında alınan miktardır (Arıcı K.:Türk Sosyal Güvenlik Hukuku, Ankara 2015, s.206). Diğer bir anlatımla sosyal sigortalar primleri, Kanunun kendilerine karşı güvence sağladığı sosyal risklerden birinin gerçekleşmesi hâlinde yapılacak sigorta yardımları ile Kurum yönetim giderlerinin karşılığı olarak alınan parayı ifade eder (Güzel/Okur/Caniklioğlu: Sosyal Güvenlik Hukuku, İstanbul 2016, s. 222).
17. Mülga 506 sayılı Kanun hükümlerine göre sigortalı çalışanlar yönünden sosyal sigorta primlerinin ödeme yükümlüsü, bu kişileri çalıştıran işverenler olup bu Kanun’un “primlerin ödenmesi” başlıklı 80. maddesinde işverenin çalıştırdığı sigortalıların primlerine esas tutulacak kazançlar toplamı üzerinden hesaplanacak prim tutarlarını ücretlerinden kesmeye ve kendisine ait prim tutarlarını da bu miktara ekleyerek en geç ertesi ayın sonuna kadar Kuruma ödemeye mecbur olduğu belirtilmiştir.
18. Her ne kadar prim sigortalı adına ve hesabına Kuruma ödenmekte ise de prim alacağı Sosyal Sigortalar Kurumuna ait bir hak olup bunun Kurum tarafından takip ve tahsil edilmesi zorunludur (Güzel/Okur/Caniklioğlu, s.222). Gerçekten de Sosyal Güvenlik Kurumunun, sigortalıları sosyal risklerden koruması için prim ödemelerinin sağlıklı ve düzenli yapılması, verilen bilgilerin gerçeği yansıtması son derece önemlidir. Bu nedenle 506 sayılı Kanun’da işverenin prim ödeme yükümlülüklerini yerine getirmemesi hâlinde Sosyal Güvenlik Kurumuna bir takım haklar tanınmıştır.
19. Mülga 506 sayılı Kanunun 79. maddesinin birinci fıkrasına göre işveren, bir ay içinde çalıştırdığı sigortalının sigorta primleri ve destek primi hesabına esas tutulan kazançlar toplamı ve prim ödeme gün sayıları ile bu primleri gösteren ve örneği yönetmelikle belirlenen asıl veya ek belgeleri ait olduğu ay veya dönemi takip eden ayın sonuna kadar Kuruma vermekle ve Kurumca istenilmesi hâlinde işyeri kayıtlarını ibraz etmekle veya sigortalı çalıştırmadığı takdirde, bu hususu sigortalı çalıştırmaya son verdiği tarihten itibaren bir ay içinde yazılı olarak Kuruma bildirmekle yükümlüdür.
20. Kuşkusuz ki işveren tarafından mülga 506 sayılı Kanun’un 79. maddesinde belirtilen yükümlülüklerin yerine getirilmemesi hâlinde sigortalıların sosyal risklere karşı savunmasız kalma ihtimali ortaya çıkacaktır. İşte bu durumun önüne geçilebilmesi için koşulları oluştuğunda Sosyal Güvenlik Kurumuna yükümlülüğünü yerine getirmeyen işverene yönelik olarak asgari işçilik uygulaması ile resen belge düzenleme ve prim tahakkuk etme yetkisi tanınmıştır.
21. Asgari işçilik uygulamasına ilişkin düzenlemeler mülga 506 sayılı Kanun’un 79. maddesinde yer almakta olup anılan maddenin 06.08.2003 tarihinde yürürlüğe giren 4958 sayılı Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu’nun 37. maddesi ile değişik yedinci fıkrasında; “Fiilen veya iş yeri kayıtlarından tespit edilecek her türlü bilgiden ya da kamu kuruluşları tarafından düzenlenen belge veya alınan bilgilerden çalıştığı tespit edilen sigortalılara ait olup, bu Kanun uyarınca Kuruma verilmesi gereken belgelerin yapılan tebligata rağmen bir ay içinde verilmemesi veya noksan verilmesi halinde, bu belgeler Kurumca re"sen düzenlenir ve muhteviyatı sigorta primleri Kurumca tespit edilerek işverene tebliğ edilir.” düzenlemesine yer verilmiştir.
22. Bu Kanunun 79. maddesinin onikinci fıkrası ise; (Ek fıkra: 29/07/2003 - 4958 S.K./37. md.) Bu Kanunun 83"üncü maddesinde belirtilen kurum ve kuruluşlar tarafından ihale yoluyla yaptırılan her türlü işler, gerçek veya tüzel kişilerce yapılan inşaatlardan dolayı yeterli işçilik bildirmiş olup olmadığı Kurumca araştırılır. Usul ve esasları yönetmelikle belirlenecek bu araştırma sonucunda yeterli işçiliğin bildirilmemiş olduğunun anlaşılması hâlinde, bildirilmemiş olan işçilik tutarı üzerinden hesaplanan prim tutarı, gecikme zammı ile birlikte sigorta müfettişince inceleme yapılması istenilmeksizin işveren tarafından ödendiği takdirde, işyeri hakkında sigorta müfettişine inceleme yaptırılmayabilir.” şeklindedir.
23. 506 sayılı Kanun’un 130. maddesinin ikinci fıkrasında da işverenin Kuruma, emsaline, yapılan işin nitelik, kapsam ve kapasitesine göre işin yürütülmesi için gerekli olan sigortalı sayısının, çalışma süresinin veya prime esas kazanç tutarının altında bildirimde bulunduğunun saptanması durumunda, işin yürütülmesi için gerekli olan asgari işçilik miktarının, yapılan işin niteliği, bünyesinde kullanılan teknoloji, işyerinin büyüklüğü, benzer işletmelerde çalıştırılan işçi sayısı, ilgili meslek veya kamu kuruluşlarının görüşü gibi unsurları dikkate alarak sigorta müfettişi tarafından tespit edileceği açıklanmıştır.
24. Benzer yönde düzenleme 5510 sayılı Kanun’un 85. maddesinde de yer almaktadır. Nitekim 85. maddenin birinci fıkrasına göre; “İşverenin, işin emsaline, niteliğine, kapsam ve kapasitesine göre işin yürütümü açısından gerekli olan sigortalı sayısının, çalışma süresinin veya prime esas kazanç tutarının altında bildirimde bulunduğunun tespiti halinde, işin yürütümü açısından gerekli olan asgarî işçilik tutarı; yapılan işin niteliği, kullanılan teknoloji, işyerinin büyüklüğü, benzer işletmelerde çalıştırılan sigortalı sayısı, ilgili meslek veya kamu kuruluşlarının görüşü gibi unsurlar dikkate alınarak tespit edilir. Söz konusu tespitler, Kurumun denetim ve kontrolle görevlendirilmiş memurları tarafından yapılır”.
25. Görüldüğü üzere asgari işçilik uygulaması işverenin emsaline, yapılan işin nitelik, kapsam ve kapasitesine göre işin yürütülmesi için gerekli olan sigortalı sayısının, çalışma süresinin veya prime esas kazanç tutarının altında bildirimde bulunduğunun Kurumca saptanması hâlinde yapılan işin niteliği, bünyesinde kullanılan teknoloji, işyerinin büyüklüğü, benzer işletmelerde çalıştırılan işçi sayısı, ilgili meslek veya kamu kuruluşlarının görüşü gibi unsurlar dikkate alınarak işin yürütülmesi için gerekli olan asgari işçilik miktarının belirlenmesi için yapılan araştırma ve incelemedir (Öztürk, S.: İnşaat ve İhale Konusu İşlerde Asgari İşçilik Uygulaması, Ankara 2013, s. 29).
26. Asgari işçilik miktarının tespiti işlemi yasadan doğan tek taraflı bir işlemdir. Bu işlemle işverenlerce yapılan işlerde Kuruma bildirilmesi gereken sigortalı sayısı, çalışma süresi, prime esas kazançların altında beyanda bulunulması nedeniyle sigorta müfettişlerince yapılan incelemede işin niteliği gereği benzer işyerlerindeki prim matrahı, işyerinde kullanılan teknoloji gibi kıstaslar esas alınarak geriye dönük olarak ve sigortalılarla ilişkilendirilmeksizin sadece işverene yönelik olarak re’sen prim tahakkuku yapılır. Asgari işçilik uygulamasının iki temel amacı bulunmaktadır. Bunlardan birincisi çalışanların işverenlerce bildirilmemesi ya da eksik bildirilmesi nedeniyle ortaya çıkan kayıt dışı istihdamın önlenmesidir. İkincisi ise bu nedenle Kurumun prim ve devletin vergi gelirini güvence altına almaktır ( Tuncay, A. Can/ Ekmekçi, Ö.: Sosyal Güvenlik Hukuku Dersleri, Güncelleştirilmiş 15. Bası, İstanbul 2012, s.199).
27. Öte yandan 17.11.2020 tarihli ve 31307 sayılı Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında 7256 sayılı Kanun’un 1. maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinin (3) numaralı alt bendinde, “31/8/2020 tarihine kadar (bu tarih dâhil) bitirilmiş olan özel nitelikteki inşaatlar ile ihale konusu işlere ilişkin yapılan ön değerlendirme, araştırma veya tespit sonucunda bulunan eksik işçilik tutarı üzerinden hesaplanan sigorta primi ile bunlara bağlı gecikme cezası ve gecikme zammı alacakları….” hakkında bu Kanun hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiş olup Kanun’un 3. maddesinde kanun hükümlerinden yararlanmak isteyenlerin 31.12.2020 tarihine kadar ilgili idareye başvurmaları gerektiği hükme bağlanmış ve ödeme koşullarına ilişkin hükümlere yer verilmiştir.
28. Yeri gelmişken ilgisi nedeniyle bilirkişilik konusu üzerinde kısaca durmak gerekmekte olup, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı Kanun/HMK) 266. maddesinin birinci fıkrasında bilirkişiye başvurulmasını gerektiren hâller düzenlenmiştir. Buna göre; “Mahkeme, çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde, taraflardan birinin talebi üzerine yahut kendiliğinden, bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir. Ancak genel bilgi veya tecrübeyle ya da hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukukî bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz. Hukuk öğrenimi görmüş kişiler, hukuk alanı dışında ayrı bir uzmanlığa sahip olduğunu belgelendirmedikçe, bilirkişi olarak görevlendirilemez”.
29. 24.11.2016 tarihli ve 29898 sayılı Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6754 sayılı Bilirkişilik Kanunu"nun 3. maddesinin iki ve üçüncü fıkralarında; " (2) Bilirkişi, raporunda çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hususlar dışında açıklama yapamaz; hukuki nitelendirme ve değerlendirmelerde bulunamaz. (3) Genel bilgi ve tecrübeyle ya da hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukuki bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz." hükümleri bulunmaktadır.
30. 03.08.2017 tarihinde yürürlüğe giren Bilirkişilik Yönetmeliği"nin 5. maddesinin iki ve üçüncü fıkraları ise, "(2) Bilirkişi, raporunda çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hususlar dışında açıklama yapamaz; hukuki nitelendirme ve değerlendirmelerde bulunamaz. (3) Genel bilgi veya tecrübeyle ya da hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukuki bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz." şeklinde düzenleme içermektedir.
31. Hukuk Genel Kurulunun 26.03.2019 tarihli ve 2017/12-367 E., 2019/350 K. sayılı kararında da, “…Anayasa Mahkemesinin 2015/10393 Esas sayılı başvuru üzerine verilen 09.01.2019 tarihli kararında da belirtildiği üzere; genel bilgi veya tecrübeyle ya da hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukuki bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konular dışında özel veya teknik bilgiyi içeren uzmanlık gerektiren konularda bilirkişiye başvurulması adil yargılanma hakkının gereği olarak değerlendirilmelidir. Çünkü hâkim, bir delil değerlendirme vasıtası olan bilirkişi incelemesinden de yararlanarak önüne gelen sorunu çözerek adaletin gerçekleşmesini temin etmektedir. Bununla birlikte hukuk kurallarını resen araştırarak bulmak, yorumlamak ve olaya uygulamak zaten hâkimin işidir. Nitekim hukuki sorunları hâkimin mesleki bilgi ve deneyimleriyle çözmesi gerektiğinden bu sorunların en yetkin kişisi hâkim olup Anayasanın 138. maddesinde de hukuka uygun olarak hüküm verme yetkisi hâkime tanınmıştır. Bilirkişi görüşü, hâkimin uyuşmazlığı çözerken dikkate alacağı takdiri bir delilden ibarettir. Hâkimin hukuki bilgisiyle aydınlatılamayan bilimsel ve teknik meseleleri açıklığa kavuşturmak, bu tür meselelerde mahkemeyi bilgilendirmek amacıyla görüşüne başvurulan uzman kişi olan bilirkişi görüşünün mahkemeyi bağlamayacağı kuşkusuzdur. Hâkim; bilirkişi görüşünü içeren raporun yeterliliğini, raporda açıklanan görüşün itibar edilebilirliğini, dayandığı olguları göz önünde bulundurarak hükme esas alınıp alınmayacağını serbestçe değerlendirir ve taktir eder. Bu bağlamda hâkim, bilimsel ve teknik bakımdan yetersiz ve çelişkili bulduğu bilirkişi raporlarını hükme esas almak zorunda değildir. Bu durum, karar verme ve hüküm kurma yetkisinin hâkime ait olmasının doğal bir sonucudur. Aksi taktirde şekil olarak hükmü kuran hâkim olsa da gerçekte hüküm bilirkişi tarafından verilmiş olur ki bu durum yargı yetkisinin devri anlamına gelir. Nitekim bilirkişi görüşüne başvurulması meselesi, kanun koyucunun da gündemine gelmiş; 3/11/2016 tarihli ve 6754 sayılı Bilirkişilik Kanunu ile konu hakkında bazı düzenlemeler yapılmıştır. Bu çerçevede 6754 sayılı Kanunun 42. maddesi ile 5271 sayılı Kanunun 63. maddesinin (I) numaralı fıkrasına, hukuk öğrenimi görmüş kişilerin, hukuk alanı dışında ayrı bir uzmanlığa sahip olduğunu belgelendirmedikçe, bilirkişi olarak görevlendirilemeyeceği yönünde bir hüküm eklenmiştir. Ayrıca aynı düzenlemeyle "Ancak, genel bilgi veya tecrübeyle ya da hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukuki bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz" hükmü de getirilmiştir. Bu bağlamda 6754 sayılı Kanunun gerekçesinde de ifade edildiği üzere düzenlemenin amacının hâkime verilen mutlak yargı yetkisinin -bilirkişi vasıtasıyla dahi olsa- bir başkasına devrini önlemek olduğu, hukuk kurallarını resen araştırmak, yorumlamak ve uygulamak hâkimin görevi kapsamında kaldığından uyuşmazlık hakkında bir de bilirkişi atanmasının gereksiz yere yargılama giderlerinin artmasına ve buna bağlı olarak yargılama sürelerinin uzamasına sebebiyet vereceği, salt hukuki konularda bilirkişiye ihtiyaç bulunmadığı belirtilmiştir. Bunun yanında kimi durumlarda ancak bilirkişi incelemesi yaptırıldıktan sonra bu incelemeye gerek duyulmadığı anlaşılabileceği gibi makul gerekçelerle bilirkişi görüşüne itibar edilmeyerek hüküm de tesis edilebilir…” yönünde tespit ve değerlendirmelere yer verilmiştir.
32. Somut olayda, 27.12.1996 tarihli ve 1996/30 sayılı yapı ruhsatının Çarşı Mahallesi 27.30 pafta 14 parsel numaralı taşınmazda işyeri, kapıcı dairesi, sığınak, otopark ve kazan dairesi olmak üzere 46 bölüm için 5.176 metrekare yüzölçümlü özel bina işini kapsadığı, 24.12.2003 tarihli ve 2003/27 sayılı tadilat ruhsatının ise 57 bölüm için 5.275 metrekare yüzölçümüne sahip yapıya ilişkin olduğu, 01.11.2011 tarihli ve M.E.2011/305 sayılı denetmen raporunda davacı şirkete ait 0012672 sicil numaralı işyeri dosyasında 2001 yılı Nisan ayından sonra herhangi bir işçilik bildiriminde bulunulmadığı, özel bina inşaatının mevcut durumunun tespiti için işyerinin kurulu olduğu yere gidilerek yerel denetim ve araştırma yapıldığı belirtildikten sonra, yapılan denetimde iki blok hâlindeki binanın yol altı 3, yol üzeri 5 olmak üzere toplam 6 (8) kat olduğu, bir bloğun 5176 m2, diğer bloğun 5275 m2 olmak üzere toplam 10.451 m2’lik alanı kapladığı, binaların sıva ve boyası ile çatısının yapıldığı, kaloriferli olan bloklardan birinin asansörlü, diğerinin asansörsüz olduğu, binaların tamamlanarak kullanıma açıldığının tespit edildiği, bina sahiplerinden muhatap kimse bulunmadığı, bir kiracının binada 10 yıldır çalışma yapılmadığını, bina sahiplerinin nerede olduğunu bilmediğini beyan ettiği, özel bina sahiplerinden muhatap kimse bulunmadığından işyeri dosyasının bir blok için mi yoksa her iki blok için mi açıldığının belirlenemediği, toplam 10.451 m2 olan binanın mevcut duruma getiriliş tarihinin 30.04.2001 olarak alınması gerektiği yönünde tespitlere yer verildiği, 01.11.2011 tarihli durum tespit tutanağının da aynı yönde olduğu, 03.11.2011 tarihli ilk değerlendirme tutanağında ise %9 olarak belirlenen asgari işçilik oranına %25 indirim uygulanmak suretiyle belirlenen %6,75 oranı üzerinden 01.10.1996-30.04.2001 dönemi için bildirim dışı (fark) işçilik tutarı hesaplandığı, 03.11.2011 tarihli ve 12672.08 sayılı Kurum yazısı ile fark işçilik tutarı üzerinden hesaplanan sigorta primi ile 30.11.2011 tarihine kadar tahakkuk eden gecikme cezası ve gecikme zammını ödemesi için davacı şirkete bildirimde bulunulduğu, öte yandan Artvin Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğü icra servisinin 2002/232 sayılı dosyası ile 12672.08 sicil numaralı işyeri için 2000 yılı Mayıs ayından 2001 yılı Nisan ayına kadar olan döneme ait sigorta primlerinin gecikme zammı ile birlikte tahsili için icra takibi yapıldığı, borcun ödenmesi nedeniyle 04.06.2007 tarihli ve 011604 sayılı yazı ile davacı şirkete ait taşınmazlar üzerindeki haczin kaldırılmasının talep edildiği, 02.04.2008 tarihinde icra dosyasının işlemden kaldırıldığı, mahkemece davacı tanıklarının beyanlarının alındığı, iş ve sosyal güvenlik hukuku alanında uzman bilirkişi heyetinin düzenlediği rapordaki tespit ve değerlendirmeler doğrultusunda davanın kabulüne karar verildiği görülmüştür.
33. Bu durumda yukarıda yapılan açıklamalara, somut olaya ilişkin maddi ve hukuki olgulara göre, mahkemece öncelikle davacı vekilinin 0012672.08 sicil numaralı işyerinde 2001 yılından itibaren faaliyette bulunulmadığına ve bu işyerine ilişkin prim borcunun 04.06.2007 tarihinde ödendiğine ilişkin iddiaları ile denetmen raporundaki tespitler kapsamında taraf vekillerinden sorulmak suretiyle uyuşmazlık konusu hususların açıklığa kavuşturulması gerekir.
34. Bundan sonra mahkemece inşaat bilirkişisi ile hukukçu olmayan iş ve sosyal güvenlik alanında uzman teknik bilirkişilerden oluşacak heyetten Kanun’da öngörülen yöntem izlenerek rapor alınmak suretiyle bildirilmesi gereken en az işçilik tutarı ve buna bağlı olarak da prim borcu olup olmadığı belirlenmelidir.
35. Öte yandan dava konusu borcun 7256 sayılı Kanun kapsamında yapılandırmaya tabi olduğu göz önünde tutulmalıdır.
36. Hâl böyle iken, davanın niteliği ve uyuşmazlık konusunun sosyal sigorta primine ilişkin olduğu hususu gözden kaçırılarak mahkemece yapılacak incelemenin Kurum işleminin mevzuatta öngörülen yönteme uygun yapılıp yapılmadığına ilişkin şekli denetim ile sınırlı olduğu gerekçesi ile verilen direnme kararının usul ve yasaya aykırı olduğu sonucuna varılmıştır.
37. Şu hâlde direnme kararı, Özel Daire bozma kararında belirtilen nedenlere bilirkişi heyetinin inşaat bilirkişisi ile hukukçu olmayan iş ve sosyal güvenlik alanında uzman teknik bilirkişilerden oluşturulması ve dava konusu borcun 7256 sayılı Kanun kapsamında yapılandırmaya tabi olduğunun gözetilmesi hususları ilave edilmek suretiyle bozulmalıdır.
IV. SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle;
Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen sebepler yanında yukarıda açıklanan ilave nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesi uyarınca uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
Karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 02.12.2020 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.