10. Hukuk Dairesi 2017/2531 E. , 2018/9009 K.
"İçtihat Metni"
Mahkemesi :İş Mahkemesi
Dava, 26.04.2005 tarihinden itibaren 1479 sayılı Kanun ve 5510 sayılı Kanunun 4/1-b maddesi kapsamında sigortalı olunmadığının tespiti istemine ilişkindir.
Mahkemece bozma üzerine ilamında belirtildiği şekilde konusuz kalan davanın reddine karar verilmiştir.
Hükmün davalı Kurum avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi ... tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
Limited şirket ortaklığı nedeniyle 16.11.1994 tarihinden itibaren 1479 sayılı Kanun kapsamında bağ-kur sigortalısı olarak tescil edilen ve 04.08.1986-15.12.2010 tarihleri arasındaki muhtelif dönemlerde 506 sayılı kanun ve 5510 sayılı kanunun 4/1-a maddesi kapsamında adına bildirimlerin gerçekleştirildiği davacı, eldeki dava ile 26.04.2005 tarihinde vergi kaydı silinmesine karşın Ticaret Sicili Memurluğu kaydı devam eden dava dışı ... Yapı Malz. San. Tic. Ltd. Şti.’nde ortaklığının bulunduğu gerekçesi ile davalı Kurumca 26.04.2005 tarihinden sonrasında da 1479 sayılı kanun ve 5510 sayılı yasanın 4/1-b maddesi kapsamında sigortalı sayılmaması isteminde bulunmuştur.
Mahkemesince bozmaya uyularak dosya içerisine alınan Sosyal Güvenlik Kurumu kayıtlarına göre, Kurumca davacı hakkında geçici 63. madde kapsamında işlem yapılmış olduğu, böylece 31.03.2003-30.04.2015 tarihleri arasındaki primi ödenmeyen hizmet süresinin silindiği, silinen bu sürelerin ancak davacının talebi halinde ihya edebileceği bildirilmiştir.
Uyuşmazlık; davacının 1479 sayılı Kanun (Esnaf Bağ-Kur) kapsamında sigortalılığının 26.04.2005 tarihinden dava tarihine kadar devam edip etmediği noktasında toplanmaktadır.
Davanın yasal dayanaklarından geçici 17. maddede, kendi adına ve hesabına bağımsız bağımsız çalışan sigortalılardan 1479 sayılı kanuna göre tescili yapıldığı halde bu maddenin yürürlük tarihi itibariyle yani 30.04.2008 tarihi itibariyle 5 yılı aşan süreye ilişkin prim borcu bulunanların, bu sürelere ilişkin prim borçlarını, prim borçlarının ödenmesine ilişkin Kurumca çıkarılacak tebliğin yayım tarihini takip itibaren aybaşından itibaren 6 ay içerisinde ödememeleri halinde, hiç prim ödemesi bulunmayan sigortalıların, tescil tarihi itibariyle sigortalılığının durdurulacağını düzenlemiştir. Davacının 1479 sayılı yasa kapsamındaki sigortalılığı ile ilgili Kurumca 5510 sayılı yasanın geçici 63. maddesine göre işlem yapıldığı böylece 31.03.2003-30.04.2015 tarihleri arasında primi ödenmeyen sürelerin silindiği bildirildiğinden, davacının 31.03.2003 tarihinden itibaren prim ödemesi bulunmamaktadır ve dava açma tarihine kadar ki sürede; bu dava ile silinmesi istenen sürelere ait primlerin tahsili için herhangi bir icra takibi yapıldığı da bildirilmemiştir. Dolaysıyla davacının eldeki davayı açtığı tarihten önce, 1479 sayılı kanun kapsamındaki sigortalılığı 31.03.2003 tarihinde durmuş olduğundan, davacının dava açmakta hukuki yararı bulunmamaktadır.
Medeni usul hukukunda hukuki yarar, mahkemeden hukuksal korunma istemi ile bir davanın açılabilmesi için davacının bu davayı açmakta (veya mahkemeden hukuksal korunma istemekte) bir çıkarının bulunmasıdır.
Davacının dava açmakta hukuk kuralları tarafından haklı bulunan (korunan) bir yararı olmalı, hakkını elde edebilmesi için mahkeme kararına ihtiyacı bulunmalı ve davacı mahkemeyi gereksiz yere uğraştırmamalıdır (Arslan, R.; aktaran: Hanağası, E., Davada Menfaat, Ankara 2009, önsöz VII).
Hukuk Genel Kurulunun 24.06.1992 gün ve 1992/1-347 E., 1992/396 K. ve 30.05.2001 gün ve 2001/14-443 E., 2001/458 K. sayılı kararlarında da belirtildiği üzere buna hukuki korunma (himaye) ihtiyacı da denir (Rechts-schutzbedürfnis). Mahkemelerden hukuki himaye istenmesinde, himayeye değer bir yarar olmalıdır.
Öte yandan, bu hukuksal yararın, "hukuki ve meşru", "doğrudan ve kişisel", "doğmuş ve güncel" olması gerekir (Hanağası, E., a.g.e, s.135).
01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununda öğreti ve yargısal kararların bu uygulaması aynen benimsenerek, davacının dava açmakta hukuki yararının bulunması “Dava Şartları” başlıklı 114. maddesinin 1. fıkrasının (h) bendinde açıkça dava şartları arasında sayılmıştır.
Bir davada hukuki yarar ilkesinin dava şartı olarak gözetilmesinin yargılamanın amacına ve usul ekonomisi ilkesine uygun olarak yargılama yapılmasına yarar sağlayacağı her türlü duraksamadan uzaktır.
Bu ilkeden hareketle, dava şartı olarak hukuki yararın varlığının mahkemece taraflarca dava dosyasına sunulmuş deliller, olay veya olgular çerçevesinde, kural olarak davanın açıldığı tarihe göre, kendiliğinden ve yargılamanın her aşamasında gözetilmesi gerekir. Bu sayede iç hukukumuzun bir parçası olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme)"nin 6. maddesi ve 1982 Anayasasının 36. maddesinde düzenlenen "hak arama özgürlüğü” nün dürüstlük kuralına uygun kullanılması sağlanabilecek; bu durum, haksız davalar açmak suretiyle, dava hakkının kötüye kullanılmasına karşı bir güvence oluşturacaktır.
Dava açmaktaki hukuki yarar; hukuk düzenince kabul edilmiş meşru bir yarar olmalı, bu yarar dava açan hak sahibi ile ilgili olmalı ve dava açıldığı sırada halen mevcut bulunmalıdır. Ayrıca açılacak davanın ortaya çıkacak tehlikeyi bertaraf edecek nitelikte olması gerekir. Bir kimsenin hakkına ulaşmak için mahkeme kararının o an için gerekli olması durumunda hukuki yararın olduğundan söz edilebilir. Bir mahkeme kararına ihtiyaç yoksa hukuki yarardan söz edilemez (Pekcanıtez, H., Atalay, O., Özekes, M.; Medeni Usul Hukuku, Ankara 2011, s.297).
Uyuşmazlığın çözümünde, hukuki yarar kavramının tespit davasındaki yansımasının ne olacağının ayrıca irdelenmesi gerekir.
Tespit davaları, bir hukuki ilişkinin var olup olmadığının tespitine ilişkin davalar olup, konusunu hukuki ilişkiler oluşturur. Bu dava türü ile bir hukuksal ilişkinin varlığı veya yokluğu saptanmaktadır. Bu davalarda davacının amacı ve dolayısıyla talep sonucu, bir hukuki ilişkinin varlığının ya da yokluğunun veyahut içeriğinin belirlenmesi olup, istemin kabule şayan olabilmesi için bu davanın konusunu oluşturan hukuki ilişkinin var olup olmadığının mahkemece hemen tespit edilmesinde davacının menfaatinin (hukuki yararının) bulunması gerekir.
Bir hukuki ilişkinin hemen tespit edilmesinde hukuki yararın bulunması, şu üç şartın birlikte varlığına bağlıdır:
1)Davacının bir hakkı veya hukuki durumu güncel bir tehlike ile tehdit edilmiş olmalı; 2) Bu tehdit nedeniyle davacının hukuki durumu tereddüt içinde olmalı ve bu husus davacıya zarar verebilecek nitelikte bulunmalı; 3) Yalnız kesin hüküm etkisine sahip olup cebri icraya yetki vermeyen tespit hükmü bu tehlikeyi ortadan kaldırmaya elverişli olmalıdır.
Davacının tespit davası ile istediği hukuki korunma, diğer dava çeşitlerinden biri ile sağlanabiliyorsa, o zaman davacının o konuda tespit davası açmakta hukuki yararı yoktur. (Kuru/ Arslan/ Yılmaz- Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, Ankara 2011, 22. baskı, s.274)
Eldeki dava bakımından davacının 26.04.2005 tarihinden sonrasında da 1479 sayılı Kanun ve 5510 sayılı Yasanın 4/1-b maddesi kapsamında sigortalı sayılmaması istemine karşılık 30.04.2008 tarihinden itibaren 31.03.2003 tarihi itibariyle 1479 sayılı Kanun kapsamında sigortalılığı durduğundan dava açmakta hukuki yararı bulunmamaktadır.
Mahkemece, “davanın reddine” kararı verilmesi gerekirken, bu maddi ve hukuki olgular göz ardı edilerek yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde “konusuz kalan davanın reddine” kararı verilmesi, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O hâlde, davalı Kurum avukatının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, 06.11.2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.