
Esas No: 2017/917
Karar No: 2020/985
Karar Tarihi: 02.12.2020
Akaryakıt Bayilik Sözleşmesi - Alacak Davası - Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/917 Esas 2020/985 Karar Sayılı İlamı
Hukuk Genel Kurulu 2017/917 E. , 2020/985 K.
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi (Ticaret Mah.sıfatıyla)
1. Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Düzce 2. Asliye Hukuk Mahkemesince (Ticaret Mahkemesi Sıfatıyla) verilen davanın kabulüne ilişkin kararın davalı vekilince temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan)19. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun (HMK) Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun (HUMK) 438. maddesinin ikinci fıkrasında direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılması öngörülmediğinden davalı vekilinin duruşma isteğinin reddine karar verilip dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; taraflar arasında 19.03.2003 tarihli "Akaryakıt Bayilik Sözleşmesi" imzalandığını, sözleşmenin eki “Re’sen Taahhütname” ile davalının yılda 2900 m3 beyaz ürün satmayı, satış taahhüdünden eksik sattığı beher m3 beyaz ürün ve madeni yağ için davacı şirketin maruz kaldığı kâr kaybı tutarını ceza olarak ödeyeceğini kabul ve taahhüt ettiğini, davalının taahhüt ettiği miktarın çok altında mal alımı gerçekleştirerek akaryakıt bayilik sözleşmesine ve taahhütnameye aykırı davranmak suretiyle müvekkili şirketi zarara uğrattığını ileri sürerek davanın kabulü ile şimdilik beyaz ürün için kâr mahrumiyetinden doğan alacaklarından 20.000Doların fiili ödeme tarihindeki kur üzerinden Türk Lirası karşılığının davalıdan alınarak davacıya ödenmesine karar verilmesini talep etmiş, 15.03.2012 tarihli ıslah dilekçesi ile cezai şart talebini 150.000Dolar daha artırarak toplam 170.000 Dolar cezai şart alacağının, 20.000Dolarlık kısmına dava tarihinden, 150.000Dolarlık kısmına ıslah tarihinden itibaren işleyecek ticari faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; taraflar arasındaki akaryakıt bayilik sözleşmesinin 24. maddesi gereğince, sözleşmenin sona erme süresinin 11.03.2018 tarihi olduğunu, sözleşmenin halen devam ettiğini, davacının kira bedeli ödemediğini, dava konusu akaryakıt istasyonunda lehine tesis edilen intifa hakkının 15 yıl süreli olduğunu, bu süreye tekabül eden kira bedeli hesaplandığında davacının taleplerinin çok üstünde olduğunu belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
İlk Derece Mahkemesi Birinci Karar:
6. Düzce 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin (Ticaret Mahkemesi Sıfatıyla) 14.11.2012 tarihli ve 2007/896 E., 2012/679 K. sayılı kararı ile; taraflar arasında imzalanan sözleşme ve taahhütname gereğince davalı sözleşmeye aykırı hareket ettiğinden davacının sözleşme feshedilmese dahi cezai şart talebinin yerinde olduğu, her ne kadar mülga 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nda (eTTK) tarafların tacir olması durumunda cezai şartın indirilemeyeceği düzenlenmişse de ahlâka, adaba, emredici hükümlere aykırılık teşkil edecek nitelikte olan ve karşı tarafın ekonomik yönden mahvına neden olacak nitelikte olan cezai şarttan tenkis yapılabileceği, bu nedenle 27.08.2012 tarihli son bilirkişi kurulunca eTTK’nın 324. maddesi dikkate alınarak şirket öz varlığının 1/3"ü oranında hesaplanan cezai şart miktarının yerinde görüldüğü gerekçesiyle davanın kısmen kabulüyle, 106.073,72TL"nin dava dilekçesi ile talep edilen 23.804.00TL"sine dava, kalan kısma ıslah tarihi olan 15.03.2012 tarihinden itibaren işleyecek ticari avans faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacıya ödenmesine karar verilmiştir.
Özel Daire Birinci Bozma Kararı:
7. Düzce 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin (Ticaret Mahkemesi Sıfatıyla) yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay (Kapatılan) 19. Hukuk Dairesince 11.12.2013 tarihli ve 2013/12571 E., 2013/19693 K. sayılı karar ile; "…Davacı .... A.Ş. vekili dava dilekçesinde, taraflar arasındaki bayilik sözleşmesinin eki niteliğindeki “Re"sen Taahhütname” ile davalının “...bayilik sözleşmesi akit tarihinden itibaren piyasa satışı olarak yılda 2900 m3 beyaz ürün satmayı, satış taahhüdünden eksik sattığı beher m3 beyaz ürün ve madeni yağ için ...Petrol ve Tic. A.Ş."nin maruz kaldığı kar kaybı tutarını ...Petrol ve Tic. A.Ş."ne şart-ı ceza olarak ödeyeceğini” kabul ve taahhüt ettiğini, bayilik sözleşmesinin ceza-i şartı düzenleyen 26. maddesinde “Bayinin bu sözleşme hükümlerine veya bu sözleşmeye ek olarak imzalanmış diğer sözleşme ve taahhütname hükümlerine aykırı davranışı sebebiyle sözleşmenin şirket tarafından feshi halinde veya bayinin şirketin rıza ve muvafakatini almaksızın sözleşmeyi tek taraflı olarak feshetmesi ve/veya başka bir dağıtım şirketinin bayiliğini doğrudan veya dolaylı olarak alması halinde bayi, şirketle aralarında kararlaştırılacak ve re"sen taahhütnameye bağlanacak olan cezai şartı ihtarname keşidesine ve mahkeme kararı alınmasına gerek kalmaksızın şirkete ödeyeceğini beyan kabul ve taahhüt eder” denildiğini, sözleşmenin 27. maddesinin c bendinde “bayiden uyulmayan her husus için iş bu sözleşmede belirlenen esaslara göre cezai şart talep eder”, f bendinde ise “...fesih tarihinden sözleşme sonuna kadar geçecek dönemde yıllık satış taahhüdüne göre satması gereken toplam petrol ürünleri miktarlarını fesih işlemi nedeniyle satamaması sonucu şirketin uğradığı tüm zarar ve ziyanın, bu meyanda fesih tarihinden sözleşme süresi sonuna kadar satması gereken beher m3 beyaz ürün için, motorindeki şirket karı esas alınmak suretiyle belirlenecek toplam şirket zarar ve ziyan tutarlarını hiçbir itirazda bulunmaksızın, herhangi bir mahkeme kararı gerekmeksizin şirketin ilk talebinde derhal nakden ve def"aten öder” denildiğini belirterek 19.03.2003-19.03.2007 yılları arası döneme ilişkin davalının eksik çektiği ürün ve dağıtıcı şirket kar payları değerlendirmesi sonucu kar kaybı talep etmiştir.
Yukarıdaki anlatımdan anlaşılacağı üzere talep açık olup kar mahrumiyeti istemine ilişkindir. Davacı vekili vermiş olduğu temyiz dilekçesinin 2. sayfasının 2. paragrafında da dava konusu taleplerinin cezai şart alacağı olmayıp davalı yanın satış eksikliği nedeniyle mahrum kalınan kar kaybının tahsili olduğunu bildirmiştir.
Taraflar arasında akdedilen bayilik sözleşmesi 19.03.2003 tarihli olup, sözleşmenin 24. maddesinde 11.03.2018 tarihine kadar geçerli olduğu hükme bağlanmış, iş bu dava ise sözleşmenin devamı sırasında açılmıştır.
Bu durumda mahkemece, taraflar arasında akdedilen 19.03.2003 tarihli sözleşme, aynı tarihli re"sen taahhütname, dava dilekçesi, yargılama sırasında sözleşmenin 18.09.2010 tarihinde feshedildiği, kar mahrumiyetinin sözleşmenin devamı sırasında talep edilip edilemeyeceği üzerinde yeterince durulup bir karar verilmesi gerekirken talep gözetilmeden cezai şart talebi varmışçasına yazılı şekilde hüküm kurulmasında isabet görülmemiştir,...” gerekçesiyle kararın bozulmasına, bozma nedenine göre davacı vekilinin tüm, davalı vekilinin diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına karar verilmiştir.
İlk Derece Mahkemesi İkinci Karar:
9. Düzce 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin (Ticaret Mahkemesi Sıfatıyla) 17.04.2014 tarihli ve 2014/67 E., 2014/203 K. sayılı kararı ile; Özel Dairenin bozma kararına uyulduktan sonra, taraflar arasında imzalanan sözleşme ve resen taahhütname gereğince davalının yıllık satış taahhüdünü yerine getirmeyerek sözleşmeye aykırı hareket ettiğinden taahhütnamedeki açık hüküm gereğince, davacının sözleşmeyi feshetmeden dahi davalıdan mahrum kalınan kârı talep edebileceği gerekçesiyle dosyadan alınan 27.08.2012 tarihli bilirkişi raporunun, daha önce alınan raporlar ve tarafların defterleri incelenerek alındığından dosya kapsamına, usul ve yasaya uygun olduğundan hükme esas alınarak, rapor ve ıslah dilekçesi doğrultusunda davanın kabulü ile 170.000Doların 20.000Dolarlık kısmına dava tarihinden, 150.000Dolarlık kısmına ise ıslah tarihinden itibaren işleyecek ticari avans faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacıya ödenmesine karar verilmiştir.
Özel Daire İkinci Bozma Kararı:
10. Düzce 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin (Ticaret Mahkemesi Sıfatıyla) yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
11. Yargıtay (Kapatılan) 19. Hukuk Dairesince 28.01.2015 tarihli ve 2014/10749 E., 2015/1198 K. sayılı kararı ile; "...Mahkemece hükmüne uyulan bozma ilamında “Davacı .... A.Ş. vekili dava dilekçesinde, taraflar arasındaki bayilik sözleşmesinin eki niteliğindeki "Re"sen Taahhütname" ile davalının “...bayilik sözleşmesi akit tarihinden itibaren piyasa satışı olarak yılda 2900 m3 beyaz ürün satmayı, satış taahhüdünden eksik sattığı beher m3 beyaz ürün ve madeni yağ için ...Petrol ve Tic. A.Ş."nin maruz kaldığı kar kaybı tutarını ...Petrol ve Tic. A.Ş."ne şart-ı ceza olarak ödeyeceğini” kabul ve taahhüt ettiğini, bayilik sözleşmesinin ceza-i şartı düzenleyen 26. maddesinde “Bayinin bu sözleşme hükümlerine veya bu sözleşmeye ek olarak imzalanmış diğer sözleşme ve taahhütname hükümlerine aykırı davranışı sebebiyle sözleşmenin şirket tarafından feshi halinde veya bayinin şirketin rıza ve muvafakatini almaksızın sözleşmeyi tek taraflı olarak feshetmesi ve/veya başka bir dağıtım şirketinin bayiliğini doğrudan veya dolaylı olarak alması halinde bayi, şirketle aralarında kararlaştırılacak ve re"sen taahhütnameye bağlanacak olan cezai şartı ihtarname keşidesine ve mahkeme kararı alınmasına gerek kalmaksızın şirkete ödeyeceğini beyan kabul ve taahhüt eder” denildiğini, sözleşmenin 27. maddesinin c bendinde “bayiden uyulmayan her husus için iş bu sözleşmede belirlenen esaslara göre cezai şart talep eder”, f bendinde ise “...fesih tarihinden sözleşme sonuna kadar geçecek dönemde yıllık satış taahhüdüne göre satması gereken toplam petrol ürünleri miktarlarını fesih işlemi nedeniyle satamaması sonucu şirketin uğradığı tüm zarar ve ziyanın, bu meyanda fesih tarihinden sözleşme süresi sonuna kadar satması gereken beher m3 beyaz ürün için, motorindeki şirket karı esas alınmak suretiyle belirlenecek toplam şirket zarar ve ziyan tutarlarını hiçbir itirazda bulunmaksızın, herhangi bir mahkeme kararı gerekmeksizin şirketin ilk talebinde derhal nakden ve def"aten öder” denildiğini belirterek 19.03.2003-19.03.2007 yılları arası döneme ilişkin davalının eksik çektiği ürün ve dağıtıcı şirket kar payları değerlendirmesi sonucu kar kaybı talep etmiştir.
Yukarıdaki anlatımdan anlaşılacağı üzere talep açık olup kar mahrumiyeti istemine ilişkindir. Davacı vekili vermiş olduğu temyiz dilekçesinin 2. sayfasının 2. paragrafında da dava konusu taleplerinin cezai şart alacağı olmayıp davalı yanın satış eksikliği nedeniyle mahrum kalınan kar kaybının tahsili olduğunu bildirmiştir.
Taraflar arasında akdedilen bayilik sözleşmesi 19.03.2003 tarihli olup, sözleşmenin 24. maddesinde 11.03.2018 tarihine kadar geçerli olduğu hükme bağlanmış, iş bu dava ise sözleşmenin devamı sırasında açılmıştır.
Bu durumda mahkemece, taraflar arasında akdedilen 19.03.2003 tarihli sözleşme, aynı tarihli re"sen taahhütname, dava dilekçesi, yargılama sırasında sözleşmenin 18.09.2010 tarihinde feshedildiği, kar mahrumiyetinin sözleşmenin devamı sırasında talep edilip edilemeyeceği üzerinde yeterince durulup bir karar verilmesi gerekirken talep gözetilmeden cezai şart talebi varmışcasına yazılı şekilde hüküm kurulmasında isabet görülmemiştir.” denilmiştir. Mahkemece bozmaya uyulduğu halde bozma gerekleri yerine getirilmemiştir. Hal böyle olunca mahkemece, bozma ilamında belirtilen hususlara göre araştırma ve değerlendirme yapılarak, kazanılmış haklar da gözetilmek suretiyle, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulmasında isabet görülmemiştir,..." gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
12. Düzce 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin (Ticaret Mahkemesi Sıfatıyla) 28.05.2015 tarihli ve 2015/206 E., 2015/255 K. sayılı kararı ile; taraflar arasında imzalanan sözleşme ve resen taahhütname gereğince, davalının yıllık satış taahhüdünü yerine getirmeyerek sözleşmeye aykırı hareket ettiğinden resen taahhütnamedeki açık hüküm gereğince davacının sözleşmeyi feshetmeden dahi davalıdan mahrum kalınan kârı talep edebileceğinin anlaşıldığı, önceki kararda da bu hususun belirtildiği, yine önceki kararı davalı ile birlikte miktar yönünden davacının da temyiz ettiği, Özel Dairenin bozma kararında bozma gerekçesine göre diğer bozma sebeplerinin incelenmediği dikkate alındığında miktar yönünden davalı lehine kazanılmış hak oluştuğundan söz edilemeyeceği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
13. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
14. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, taraflar arasında imzalanan bayilik sözleşmesi ve resen taahhütname hükümleri dikkate alındığında, davacının sözleşmenin devamı sırasında kâr kaybı talebinde bulunup bulunamayacağı, mahkemece verilen ilk kararın taraf vekillerince temyiz edilmesi üzerine Özel Dairece bozma kararında, bozma nedenine göre davacının tüm, davalının diğer temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına karar verilmesi karşısında mahkemece bozma kararına uyulduktan sonra verilen ikinci kararda davalı lehine usulü kazanılmış hak oluşup oluşmadığı noktalarında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
15. Uyuşmazlığın çözümü için "İrade beyanı" ile bir sözleşmenin kurulmasını amaçlayan "İcap" ve "Kabul" kavramlarının açıklanmasında yarar vardır.
16. Hemen belirtilmelidir ki, irade beyanı, bir ruhî hâdiseden bir başkasını haberdar etmek üzere yapılan ve bununla özel hukuk alanındaki ilişkilerde değişiklik yapılması, yeni ilişkiler yaratılması veya bu gibi ilişkilerin ortadan kaldırılmasının istendiği, hayatta edinilen tecrübelere, örf ve âdete göre hâlin icaplarından anlaşılan iradenin hareket ve faaliyeti olarak tanımlanabilir (Belbez, H.: Akitlerde Sükutun Ehemmiyeti, AÜHF Dergisi, 1944, sayı:2, s. 221).
17. İrade beyanları açık (sarih) olabileceği gibi, örtülü (zımnî) de olabilir (Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu m.1/II. fıkra).
18. Beyanın anlam ve konusu hiçbir yoruma ve karışıklığa meydan vermeyecek şekilde beyan vasıtalarından, yani kullanılan söz, yazı veya işaretlerden anlaşılıyorsa, bu, açık bir irade beyanıdır. Zımnî irade beyanı ise, iradenin varlığını gösteren davranışı ifade eder. Bu anlamda, açık olmayan her türlü irade beyanı, zımnî irade beyanıdır. İrade beyanının anlamının, yani sonuç iradesinin doğrudan doğruya söz veya işaretlerden çıkmaması, anlaşılmaması hâlinde, zımnî irade beyanı söz konusu olur. Başka bir deyişle, zımnî irade beyanlarında beyan sahibinin davranışı, işlem iradesini dolaylı bir şekilde ifade eder; onun davranışından, dolaylı olarak işlem iradesine sahip olduğu sonucu çıkar (Eren, F.: Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, 11. Baskı, İstanbul 2009, s. 124).
19. İcap, bir akdi meydana getirmek amacı ile bir şahsın teklifini ihtiva eden ve karşı tarafa yöneltilen bir irade beyanıdır. Kabul ise, yapılan bir öneriye karşılık karşı tarafça önerene yöneltilen ve sözleşmeyi öneriye uygun olarak meydana getirme arzusunu kesin olarak ifade eden irade beyanıdır. Kanunun veya tarafların anlaşması ile, yapılacak sözleşme için bir şekil öngörülmüş olmadıkça ya da önerene kabul için bir şekle uyulmasını şart kılmış olmadıkça, kabul beyanı bir şekle bağlı değildir; sözle, yazı ile veya kanaat verici bir davranışla yapılabilir (Oğuzman, M.K./Öz,T.:Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, İstanbul 2012, s. 51, 66).
20. Bu bağlamda, taraflar arasında öteden beri mevcut iş ilişkileri dolayısıyla, o tarihe kadarki uygulama çerçevesinde içlerinden birinin yaptığı siparişi diğer tarafın ayrıca bir kabul beyanında bulunmaksızın bir süre sonra malı göndererek cevaplandırmış bulunması, durumun bundan sonra da böyle olacağı hususunda bir güven olgusunun gerçekleşmesine yol açacağı belirtilmektedir (Kocayusufpaşaoğlu/Hatemi/Serozan/Arpacı: Borçlar Hukuku, Genel Bölüm, Cilt I, İstanbul 2008, s. 206).
21. Öte yandan, taraflar arasındaki somut uyuşmazlığın çözümünde etkili olduğu düşünülen “güven ilkesi”, “güven kavramı” ve “güven sorumluluğu” hakkında açıklamalarda bulunulması yararlı görülmüştür.
22. Hukukun evrensel ve genel ilkelerinden olan “dürüstlük ilkesi” bazı alt ilkelerin doğmasına sebep olmuştur. Bu ilkelerden birisi “ahde vefa ilkesi”, bir diğeri de “güven ilkesi”dir.
23. Yine dürüstlük ilkesini temel alan bir akım da, irade beyanlarının yorumunda ve dolayısıyla sözleşmelerin kurulup kurulmadığını tespitte “korunmaya layık haklı güveni” esas alan “güven ilkesi” dir. Bu güven ilkesi de, “hukuki görünüşe güvenin korunması” alt ilkesini doğurmuştur.
24. Güven kavramı, anlam itibariyle sadece etik ve moral beklentilerin mevcut olduğu bir kavram değildir. O, aynı zamanda, toplum içerisindeki bireylerin iletişiminde çok ciddi rol oynayan ve bazı durumlarda eksik kalmış, tamamlanamamış ya da üstü kapalı olarak geçirilmiş, bazı irade beyanlarının yorumlanması ve tamamlanmasında önemli derecede etkisi olan psikolojik-sosyolojik bir kavramdır. Bilgilendirme gereksinimi içinde, güven kavramının, ekonomik, sosyal ve kültürel anlamları da mevcuttur. Bir görüşe göre güven kavramı, toplum içerisinde, bir bireyin diğer bireylerle olan ilişkilerini tamamlayan; bu ilişkilerin yorumlanmasında kullanılan; ya da o bireyin geleceği ile ilgili olan olaylarda yol gösterici bir rol oynayan, tamamen insanın kendi iç dünyasıyla ilgili bir davranış, bir ruh hali, bir zihniyet, bir anlayıştır.
25. Güven kavramının temelinde; doğruluk, dürüstlük, açık sözlülük, içtenlik, gerçeklik, haklılık gibi anlamlar yatmakta; güven kavramının anlamı da sayılan bu ilkelere dayanmaktadır. Bu anlamda güven, iki taraflıdır. Bir birey, ya karşısındakine güvenir, ya da karşısındaki o bireye güven verir. Bir kimsenin çevresine verdiği güven, aynı derecede bir karşılık ve hukuki olarak korunma gerektirmektedir.
26. Özel bir ilişkiye girmiş taraflardan biri, hukuka ve güven ihlâli söz konusu olduğunda da hukukun öngördüğü yaptırıma güvenerek karşı tarafa güvenmiştir. Karşı taraf omuzlarına da bu güvenden dolayı doğru ve dürüst davranmak ve sadakatli olmak yükümlülüğü yüklenmiştir. Kendisine güvenilen taraf da yapmış olduğu kendi davranışları ile bu güven olgusunu meydana getirdiği için, güvenen tarafa kendisine neden güvendiği hususunda bir itiraz hakkı söz konusu olmayacağı öğretide ileri sürülmüştür.
27. Gerçekten de, her iki tarafın menfaatlerini korumak ve dengelemek için ileri sürülen güven ilkesine göre, bir irade beyanını anlamak ve değerlendirmek için, beyan muhatabınca bilinen ve bilinmesi gereken bütün hal ve şartları dürüstlük ilkesi gereğince değerlendirmek gerekecektir. Böylece, beyana ne anlam verilmesi gerektiği ortaya çıkacaktır. Bu ilkeye göre korunan karşı tarafın, beyan muhatabının haklı güvenidir. Beyan muhatabının gerekli dikkat ve özeni göstermeksizin beyanı nasıl anladığına bakılmayacaktır. Beyan muhatabı, kendisine ulaşan beyanı, dürüstlük ilkesi gereği, bildiği veya bilmesi gereken tüm unsurları dikkate alarak anlamalıdır. Yani, onun bu beyanı o şekilde anlaması dürüstlük kuralı gereğince haklı görünmelidir.
28. İşte bu ilke, meydana gelen adaletsizliği ve taraflar arasında gerçekleşen sorunu çözmüş olmaktadır. Zira, güven ilkesi “karşılıklı birbirini gözetme” ve “bağlılık” esaslarına dayanmaktadır.
29. Bu ilkeye göre, hem beyan sahibinin hem de beyan muhatabının menfaatleri dengede tutulmuş olmaktadır. Bir yandan beyan muhatabının dürüstlük kuralına göre, bildiği ve bilebileceği bütün olguları değerlendirerek beyana vermesi gereken anlama olan haklı güveni korunmakta; diğer yandan ise, beyan sahibinin yaptığı beyanının, makûl ve dürüst bir sözleşen insan tarafından anlaşılması olağan biçimde anlaşılacağına dair haklı güveni teminat altına alınmaktadır.
30. Güven sorumluluğunun gerçekleşebilmesi için, bir kimsede hukuken korunmaya layık bir güvenin olması, bu güvene dayanılarak bir tasarruf işleminde bulunulması, tüm bunların da bir kişiye isnat edilebilmesi gerekir.
31. Güven sorumluluğunun Türk pozitif hukukunda özel bir kanuni düzenlemesi bulunmamakla birlikte; Türk hukuk öğretisinde dürüstlük kuralından hareketle bir olayda güven sorumluluğunun gerçekleşebilmesi için şu şartlar aranmaktadır: Olayda bir “güven” unsuru bulunmalı, zarar gerçekleşmeli, yaratılan hukukî görünüme güvenin pozitif olarak korunması anlamında geçerlilik sonucu bağlanmamalı, zarar ile yaratılan hukukî görünüş arasında nedensellik bağı söz konusu olmalı, başka hukukî kurumların uygulama alanına giren herhangi bir durum söz konusu olmamalı, hukukî görünüşü yaratan kimse kusurlu olmalı, kişinin haklı güveni, yani olayda iyi niyeti bulunmalıdır. Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 30.01.2013 tarihli ve 2012/19-670 E., 2013/171 K. sayılı kararında da vurgulanmıştır.
32. Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; dava dilekçesinde, davalı tarafından taahhütname gereği alınması gereken kadar mal alımı yapılmadığı gerekçesiyle kâr kaybı talebinde bulunulmuştur. Mahkemece davanın kısmen kabulüne dair verilen ilk kararın taraf vekillerince temyizi üzerine Özel Dairece; kâr kaybının sözleşmenin devamı sırasında talep edilip edilemeyeceği üzerinde durulması gerektiğinden bahisle kararın bozulmasına, bozma nedenine göre davacının tüm, davalının diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Özel Dairece verilen bozma kararı sonrası yerel mahkemece, davacının kâr kaybı talebi, sözleşme ve taahhütname hükümleri değerlendirilerek ikinci karar verilmiştir. Özel Dairenin birinci bozma kararı kesin nitelikle olmayıp değerlendirmeye yönelik olması karşısında davalı lehine usulü kazanılmış hak oluştuğundan söz edilemez.
33. Davacının kâr kaybı talebine yönelik yapılan değerlendirmede ise, taraflar arasında 19.03.2003 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere her türlü akaryakıt satışına dair bayilik sözleşmesi imzalanmıştır.
34. Anılan sözleşmenin 27. maddesinin (c) bendinde, bayiinin sözleşmeyi tek taraflı olarak feshetmesi veya şirketin feshetmesine sebebiyet vermesi veya bu sözleşmede yer alan hususlardan herhangi birisine uymaması hâlinde, uyulmayan her husus için sözleşmede belirlenen esaslara göre cezai şart talep edebileceği, aynı maddenin (f) bendinde ise, şirketin sözleşmeyi derhal ve süresinden önce feshedebileceği, bu durumda bayiinin (c) bendinde bahse konu cezai şarta ilaveten fesih tarihinden itibaren sözleşme sonuna kadar geçecek dönemde yıllık satış taahhüdüne göre satması gereken toplam petrol ürünleri miktarlarını fesih işlemi nedeniyle satamaması sonucu şirketin uğradığı tüm zarar ve ziyanı, bu meyanda fesih tarihinden sözleşme süresi sonuna kadar satması gereken beher m3 beyaz ürün için, motorindeki şirke kârı esas alınmak suretiyle belirlenecek toplam zarar tutarını hiçbir itirazda bulunmaksızın mahkeme kararı gerekmeden şirketin ilk talebinde derhal ve nakden ödeyeceği kararlaştırılmıştır.
35. Dosya içerisinde yer alan “Re’sen Taahhütname” başlıklı belge ile de davalı şirket, davalı ile imzalanan bayilik sözleşmesinde bulunmamasına rağmen bayilik sözleşmesinin akit tarihinden itibaren piyasa satışı olarak yılda 2900 m3 beyaz ürün, …ton madeni yağ satmayı, satış taahhüdünden eksik sattığı beher m3 beyaz ürün ve madeni yağ için davacının maruz kalacağı kâr kaybı tutarını davacı şirkete ceza olarak ödeyemeyi, kâr kaybı tutarının şirketçe sözleşme tarihi esas alınmak suretiyle her bir yılın sonu itibariyle beyaz ürün için o tarihteki motorindeki dağıtıcı şirket payı, madeni yağ için kilogram başına cari yılda 10 W/40 motor yağının 61 gün vadeli cari kg. başına fıçılı afişe fiyatının %30 kadar esas alınarak hesaplanmasını, bu şekilde tahakkuk ettirilecek şartı ceza miktarına hiçbir şekilde itiraz etmeyeceğini, herhangi bir ihtara veya hüküm alınmasına gerek olmadan bahse konu şartı ceza borçlarını davacının talep ettiği anda defaten ve derhal ödeyemeyi kabul ve taahhüt etmiştir.
36. Bayiinin yıllık asgari ürün alımı taahhüdü bulunmasına rağmen yıllar itibariyle bu taahhüde uyulmamış ise tedarikçi davacı şirketin, taahhütname uyarınca kâr kaybı talep edebilmesi için takip eden yılda henüz bayie mal vermeden önce kâr kaybı ile ilgili çekince bildirmesi gerekir. Çekince için ise bir şekil şartı bulunmayıp, davacı şirket taahhüde aykırı davranılmış olan yılı takip eden yeni yıldaki ilk fatura ve irsaliyeye koyacağı bir şerh ile bu koşulu yerine getirebilir. Bu şekilde bir çekince konulduktan sonra tedarikçi davacı şirket, mal vermeye devam etse bile önceki yıla ilişkin kâr kaybı alacağını sözleşme zamanaşımı süresi içinde her zaman talep edebilir ve sonraki yıllarda da aynı kural geçerlidir.
37. Her yıl sonunda, bir önceki yıla dair kâr kaybının istenebilmesi, takip eden yılda henüz ifaya başlanmadan önce çekince bildirilmesine bağlıdır. Bunlar yapılmadan müteakip yılın ifası gerçekleşmişse artık bir önceki yıla ait kâr kaybı istenemez.
38. Sözleşme süresi içinde çekince konmadan uzun süre ifaya devam edilmesi üzerine borçluda kâr kaybı istenmeyeceğine dair haklı bir güven oluşmuş ise, oluşan bu haklı güven ve dürüstlük ilkesi nedeniyle önceki yıla veya yıllara ait kâr kaybının talep edilemeyeceğinin kabulü gerekir.
39. Davacı tarafından, davalı şirketin 19.03.2003-19.03.2007 tarihleri arasındaki dönemde taahhüt ettiği alımı gerçekleştirmemesi nedeniyle bu dönemler için kâr kaybı talebinde bulunulmuştur. Davalı tarafından anılan tarihler itibariyle asgarî alım taahhüdüne uyulmamış ise de, davacı tarafça her yılın sonunda ihtirazı kayıt konulmadan mal verilmeye devam edildiğinden davacı şirket, davalının imzaladığı taahhütnamedeki asgarî alım miktarının yerine getirilmemesi hâlinde taahhütnamede yer alan kâr kaybının davalıdan istenmeyeceği yönünde davalı tarafta haklı bir güven oluşturmuştur.
40. Davacı şirketin davranışları ile davalı şirkette yarattığı güvenle çelişki oluşturacak şekilde eldeki davaya konu edilen kâr kaybını talep etmesi çelişkili davranış yasağını oluşturur ki, böyle bir davranışın hukuken korunması beklenemez. Bu nedenle davacının kâr kaybına yönelik talebinin reddi gerekirken sözleşmede ve taahhütname gereğince sözleşmenin devamı sırasında da kâr kaybı istenebileceği yönündeki direnme kararı yerinde değildir.
41. Hâl böyle olunca, direnme kararı yukarıda açıklanan bu değişik gerekçe ve nedenlerle bozulmalıdır.
IV. SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle;
Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda gösterilen değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Aynı Kanun"un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 02.12.2020 tarihinde oy birliği ile karar verildi.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.