11. Hukuk Dairesi 2015/12036 E. , 2016/202 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :TİCARET MAHKEMESİ
Taraflar arasında görülen davada Asliye Ticaret Mahkemesi’nce verilen 01/12/2011 tarih ve 2010/343-2011/558 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacı vekili, müvekkilinin Almanya"da ikamet ettiğini, davalı şirkete 15.05.2001 tarihinde tahsilat makbuzunda yazıldığı üzere 68.860 DM borç verdiğini, davalı şirket yetkilileri, verilen paranın istendiği zaman geri ödeneceğini taahhüt etmelerine rağmen müvekkiline hiçbir ödeme yapılmadığını ileri sürerek, 25.000 EURO"nun faiziyle davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, davacının, müvekkili şirketin pay defterine göre pay sahibi olduğunu, bu hisselerin TTK 329 maddeleri uyarınca geri alınması ve TTK 405 maddesi gereğince hisse bedellerinin davacıya iadesinin mümkün olmadığını, müvvekkili şirket ve yöneticilerininin paranın her zaman geri alınması gibi güven oluşturcak herhangi bir işlemde ve eylemde bulunmadığını, zamanaşımının ve hak düşürücü sürenin dolduğunu savunarak, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, iddia, savunma, benimsenen bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre, davalı tarafın kasıtlı ve hukuka aykırı dolandırıcılık eyleminin davacı tarafından ispatlanamadığı, davacının ortaklık durum belgesi ile bedel ödemesinin borç ve kredi olmayıp borsada işlem görmeyen bir şirketin hisse senetlerini satın olma yoluyla görünüşte ortaklığa katılma işlemi olduğu, davacının halen ortak olduğu, BK 31. maddesi uyarınca davacının, ortaklık tesisinde iradesinin fesada uğratılmasına ilişkin bir yıllık dava açma süresini kaçırdığı, davacının ortak olduktan 10 yıl geçtikten sonra ortaklık ilişkisinin tesis edilmediği, iradesinin fesada uğratıldığı, dolandırıldığı gibi iddalarının MK 2. maddesindeki iyi niyet kuralı ile bağdaşmadığı gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir.
Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.
Dava, geçerli şekilde ortaklık ilişkisinin kurulmadığı iddiasına dayalı tahsil edilen paranın istirdadı istemine ilişkin olup mahkemece yukarıda yazılı gerekçelerle davanın reddine karar verilmiştir.
Taraflar arasında geçerli bir sözleşmenin kurulabilmesi için sözleşme ehliyeti, hukuka, ahlaka, adaba uygunluk, ifa imkansızlığının bulunmaması, irade ile beyan arasında uyum, geçerlilik şeklinin arındığı hallerde bu şekle uygunluk gerekmekte olup, bu unsurlardan birinin eksikliği halinde ortada irade açıklaması bulunmasına rağmen, bu irade bir borç doğurmayacaktır. (Bkz. Prof Dr. Ahmet Kılıçoğlu Borçlar Genel Hukuku Genel Hükümler, 2. baskı, sayfa 50)
Mülga 818 sayılı BK"nın 28. maddesine göre hile, diğer tarafta sözleşme yapma düşüncesini uyandıran ya da bu düşünceyi güçlendiren gerçeğe aykırı eylem ve davranışları ifade eder. Hile nedeniyle sözleşmenin geçersiz sayılabilmesi için kişide aldatma kastının bulunması gerekir. Buna göre kişinin ileri sürdüğü ya da açıklanan zorunluluğu bulunmadığı halde susmuş olduğu nitelikler, karşı tarafı sözleşme yapmaya ikna etme veya sözleşme düşüncesini pekiştirme amacıyla ortaya konulmuş olmaktadır. Kişi bu eylem ve davranışlarda bulunmasaydı diğer tarafın bu sözleşmeyi yapmayacağı bilinç ve düşüncesinde olmalıdır. Aldatma kastında, kişiyi gerçek dışı eylem ve davranışlarda bulunmak suretiyle sözleşme yapmaya ikna etme düşüncesi vardır. Bir başka ifadeyle, sözleşmenin yapılması ile aldatma eylemi arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Hileye uğrayan kişinin iradesi sakatlanmıştır. Bu nedenle sözleşmeyi iptal etme hakkına sahiptir. Sözleşmenin iptali halinde tarafların aldıklarını iade yükümlülüğü doğacaktır.
Dairemize intikal eden emsal dosyalardan bilindiği üzere; Ağır Ceza Mahkemesi ve Ağır Ceza Mahkemesi"nde davalı şirket yöneticileri suç işlemek amacıyla örgüt kurmak ve dolandırıcılık suçlarından yargılanmışlardır.Ağır Ceza Mahkemesi dosyasında dava nihai olarak zamanaşımı ile ortadan kalkmış, Ağır Ceza Mahkemesi dosyasında ise mahkemece verilen zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırma kararı temyiz edilmiş olup kararın kesinleşip kesinleşmediği belli değildir. Bu dosyada düzenlenen iddianamede ve dayanak 07.09.1999 tarihli denetim raporunda şirketin yasal defter ve kayıtlarında görülmesine rağmen 1995, 1996, 1997 yıllarında ortak olmak amacıyla para toplanan tasarruf sahiplerine Alman Markı bazında sırayla yıllık %18, %18 ve %20 oranında kâr payı dağıtımlarının şirket faaliyet sonuçlarından bağımsız olarak gerçekleştirildiği, anılan yıllarda, şirketin önemli tutarda zarar ettiği halde bu oranda kâr payı dağıtmasının ancak sisteme yeni giren katılımcılardan toplanan paralarla karşılanmasının mümkün olduğu, Holding tarafından tasarruf sahiplerine verilen hisselerin daha sonra geri alındığı ve yeni ortak olmak isteyenlere satıldığı, Holding"in aracı rol üstlendiği, ancak böyle bir yetki belgesinin olmadığı, .... ve ...."nin geçmiş yıllara ait mali tablolarında şirketlerin yüklü miktarlarda zarar ettikleri, faaliyet kârı olmamasına rağmen kâr payları dağıttıkları tespitlerine yer verildiği görülmüştür. Bilindiği üzere dava tarihinde yürürlükte olan mülga BK"nın 53. maddesi gereğince kesinleşmiş bir mahkumiyet hükmünde ceza mahkemesi tarafından belirlenen maddi vakıalar hukuk hakimini bağlayacağından Ağır Ceza Mahkemesi kararının kesinleşip kesinleşmediğinin araştırılması, her iki kararın kesinleşmiş olması halinde, zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırma kararının kesinleşmiş bir ceza hükmü olmadığından hukuk hakimini bağlamayacağı, ancak hukuk hakiminin ceza dosyasındaki delilleri de değerlendirerek neticeye varacağı hususu nazara alınarak ceza dosyalarında alınan bilirkişi raporlarında tespit edilen maddi vakaların neler olduğunun belirlenmesi, tespit edilen maddi vakıalar varsa, bu maddi vakıaların dosyada mevcut, davacı tarafından ibraz edilen deliller ve görülmekte olan davada alınan bilirkişi raporlarıyla birlikte değerlendirilerek davacının uğradığını iddia ettiği zarardan davalıların sorumlu olup olmayacağının saptanması gerekir.
Yine mahkemece, davacının davalı şirketin ortağı olduğu sonucuna ulaşılmış ise de, davacının dayanak olarak sunduğu belgeler gözetilerek, davalının kimden hisse devir aldığı, devreden kişinin devir tarihi itibariyle şirkette hissesi bulunup bulunmadığı, davacıya satılan hisselerin davalı şirketlerin sermayesinde temsil edilip edilmediği açıklanıp tartışılmamıştır.
Bu itibarla, mahkemece bilirkişi kurulu aracılığıyla davalının tüm ticari defter ve kayıtları üzerinde inceleme yapılarak, davalı şirketin devir tarihleri itibariyle sicil dosyaları ile davalı şirket yöneticileri hakkındaki ceza dosyalarının birer suretleri getirtilerek, davacıya satılan hisselerin davalı şirketin sermayesinde temsil edilip edilmediği, davacının söz konusu hisseleri satın aldığı tarih itibariyle davalı şirkete ortak olup olmadığı, genel kurullarda sermayenin ne şekilde temsil edildiği hususları açıklığa kavuşturularak, bu inceleme sonucunda davacının ortaklığının sahih olmadığı anlaşıldığı taktirde, davacının zararından davalıların haksız fiil hükümleri uyarınca sorumluluklarının bulunup bulunmadığı üzerinde durularak, haksız fiil, hile ve aldatma olgusunun tespiti yapılırken de ceza dosyalarında bahsi geçen SPK, TBMM ve MASAK raporları, davalı şirketin yöneticileri hakkındaki ceza dosyaları, bu dosyalardaki tanık beyanları da nazara alınarak, davalının hukuki durumu buna göre tayin ve takdir edilerek, sonucuna göre bir karar verilmek gerekirken belirtilen yönler yeterince tartışılmadan düzenlenen bilirkişi kurulu raporuna göre hüküm kurulması doğru görülmemiş, kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile kararın davacı yararına BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 13/01/2016 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Dava, davalıya borç para verildiği ve şirket yetkililerince istediği zaman paranın iade edileceği taahüdünde bulunulduğu iddiasıyla, söz konusu paranın davalıdan tahsiline ilişkindir.
Mahkemece, emsal kararlarımız doğrultusunda rapor düzenlenmesi için dosya üç kişilik bilirkişi kuruluna tevdi edilmiş, bilirkişi kurulu ibraz ettiği raporunda, davacının hisse senetlerini devren pay senedi almak suretiyle iktisap ettiği, davacının davalı şirkete ortak olduğu, şirketin kural olarak kendi hisselerini temellük edemeyeceği, ortakların da anonim şirkete sermaye olarak koyduğu nakti geri isteyemeyeceği, ancak kar payı ve tasfiye halinde de tasfiye sonucu hissesine düşen miktarda tasfiye payını hak kazanabileceğini beyan etmişlerdir.
Mahkemece, iddia, savunma, benimsenen bilirkişi raporu ve dosya kapsamına göre, davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya kapsamı ile mahkemece alınan üç kişilik bilirkişi kurulu raporuna göre hüküm verilmiş olmasına ve delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davacı vekilinin temyiz itirazının reddi ile usul ve yasaya uygun yerel mahkeme kararının onanması gerektiği görüşünde olduğumdan, Dairemizin sayın çoğunluğunun bozma kararına katılmıyorum. 13.01.2016