Abaküs Yazılım
Hukuk Genel Kurulu
Esas No: 2019/405
Karar No: 2020/949
Karar Tarihi: 25.11.2020

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2019/405 Esas 2020/949 Karar Sayılı İlamı

Hukuk Genel Kurulu         2019/405 E.  ,  2020/949 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ : Samsun Bölge Adliye Mahkemesi 7. Hukuk Dairesi



    1. Taraflar arasındaki “iş kazasından kaynaklanan maddi manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Samsun Bölge Adliye Mahkemesi 7. Hukuk Dairesince davacılar ve davalı ...Yeşilırmak Elektrik Dağıtım A.Ş. (YEDAŞ)’nin istinaf istemlerinin esastan reddine dair verilen karar, davacılar ve davalı YEDAŞ vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Samsun Bölge Adliye Mahkemesi 7. Hukuk Dairesince Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
    2. Direnme kararı davalı YEDAŞ vekili tarafından temyiz edilmiştir.
    3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

    I. YARGILAMA SÜRECİ
    Davacı İstemi:
    4. Davacı vekili 30.04.2012 harç tarihli asıl dava dilekçesinde; müvekkilinin Yeşilırmak Elektrik Dağıtım AŞ.’nin üstlendiği elektrik direkleri dikilmesi, bakım ve onarım işinde Kalenderoğlu İnşaat Elektrik San. ve Tic. AŞ.’nin sigortalı işçisi olarak hizmet akdi ile çalışırken 14/06/2011 tarihinde uğradığı iş kazasında felç olduğunu, olayın Merzifon Kayadüzü Kasabasında bulunan ilköğretim okulu önündeki elektrik tellerinin onarımı sırasında yüksekten düşme neticesi meydana geldiğini, davalıların kazanın meydana gelmesinde müteselsilen sorumlu olduklarını, bu nedenlerle fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 1.000,00TL maddi tazminatın davalılardan müteselsilen tahsilini talep etmiştir.
    5. Davacı vekili 01.12.2016 tarihli ıslah dilekçesi ile asıl davada 04.04.2016 tarihli hesap bilirkişi raporunda maddi zararının 288.033,50TL olarak hesaplandığını belirtip maddi tazminat talebini 288.033,50TL olarak ıslah etmiştir.
    6. Davacılar vekili 01.12.2015 harç tarihli birleşen dava dilekçesinde; müvekkili ... için 300.000TL, ... için 150.000TL ve ... için 50.000TL manevi tazminat talep etmiş, manevi tazminata ilişkin davanın Samsun 4. İş Mahkemesinin 02.12.2015 tarihli 2015/523 E., 2015/315 K. sayılı kararı ile bu dosya ile birleştirilmesine karar verilmiştir.
    Davalı Cevabı:
    7. Davalı ...YEDAŞ vekili 06.08.2012 havale tarihli cevap dilekçesinde; davanın zamanaşımına uğradığını, davalı şirketin arıza, bakım ve onarım işlerini yüklenici firmalar vasıtasıyla yaptığını, kazanın enerjisiz bir direkte çalışırken meydana geldiğini, müvekkil şirketin herhangi bir kusur yada ihmali olmadığını, diğer davalı Kalenderoğlu İnşaat Elektrik San. ve Tic. A.Ş. ile aralarında imzalanan hizmet alım sözleşmesinin ilgili maddelerine göre iş güvenliği ve işçi sorumluluğun yüklenici diğer davalı şirkete ait olduğunu, hizmet alım sözleşmesinin iş güvenliği ve işçi sağlığı başlıklı 37.4 maddesinde tesisin yapımı sırasında meydana gelebilecek iş kazalarından ve bu kazaların yüklenici personeli üçüncü şahıslar ve idare aleyhine sebep olacağı zararlardan doğrudan doğruya yüklenicinin sorumlu olduğunun hüküm altına alındığını belirterek davanın reddinin gerektiğini savunmuştur.
    8. Davalı Kalenderoğlu İnşaat Elektrik San. ve Tic. A.Ş. ve davalı ... davaya cevap vermemiştir.
    Mahkeme Kararı:
    9. Samsun 1. İş Mahkemesinin 27.12.2016 tarihli ve 2012/250 E., 2016/769 K. sayılı kararı ile; asıl davada davacı ...’in meydana gelen kaza nedeni ile %60 malul kaldığı, davacının gerçek ücreti, tarafların kusur durumu dikkate alınarak davacıya bağlanan peşin sermaye değeri mahsup edilerek davacı ... için 288.033,50TL maddi tazminatın kaza tarihi olan 14/06/2011 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya verilmesine, birleşen 2015/523 esas sayılı dava yönünden ise davacı ...’in geçirdiği kaza neticesinde ayaklarının ancak yere sürüyerek yürüyebildiği ve %60 oranında malul kalarak ağır bedensel zarara uğradığı, zarar görenin ağır bedensel zararı nedeni ile eşi Hülya ve kızı Hümeyra"nın duydukları acı ve ızdırap nedeni ile manevi olarak zarara uğradıkları gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile; davacı ... için 60.000TL, davacı ... için 30.000TL ve davacı ... için 15.000TL manevi tazminatın kaza tarihi olan 14/06/2011 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacılara verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilmiştir.
    Bölge Adliye Mahkemesi Kararı:
    10. Davalı YEDAŞ ve davacılar vekili tarafından süresi içinde istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.
    11. Samsun Bölge Adliye Mahkemesi 7. Hukuk Dairesinin 31.05.2017 tarihli ve 2017/821 E., 2017/1086 K. sayılı kararı ile; davalı YEDAŞ vekilinin gerekçeli kararın tebliğinden itibaren yasal 8 günlük süre içinde gerekçeli istinaf başvuru dilekçesini sunmak üzere istinaf başvurusunda bulunduğu, gerekçeli kararın tebliğ edildiği 17/01/2017 tarihinden itibaren 8 günlük istinaf süresi geçirildikten sonra 31/01/2017 tarihinde gerekçeli istinaf dilekçesini sunduğu, süresinden sonra verilen istinaf dilekçesine değer verilemeyeceğinden, 6100 sayılı Hukuk Muhakameleri Kanunu’nun (HMK/6100 sayılı Kanun) 355. maddesi gereğince yapılan incelemede kamu düzenine aykırılık tespit edilmediği anlaşıldığından davalı YEDAŞ vekilinin ve davacılar vekilinin istinaf başvurusunun 6100 sayılı HMK "nın 353/1-b-1. maddesi gereğince esastan reddine karar verilmiştir.
    Özel Daire Bozma Kararı:
    12. Samsun Bölge Adliye Mahkemesi 7. Hukuk Dairesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacılar ve davalı YEDAŞ vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
    13. Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesinin 20.11.2018 tarihli ve 2017/4250 E., 2018/8463 K. sayılı kararı ile; “Bilindiği üzere karar tarihinde yürürlükte bulunan 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunun 8/2.maddesine “İstinaf yoluna başvurma süresi, karar yüze karşı verilmişse nihaî kararın taraflara tefhimi, yokluklarında verilmiş ise tebliği tarihinden itibaren sekiz gündür”. Aynı Kanunun 15. maddesine göre ise bu Kanunda açıklık bulunmıyan hâllerde Hukuk Muhakemeleri Kanunun hükümleri uygulanıcağına işaret edilmiştir.
    01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK’nın 321.maddesinin 2.fıkrasına göre ise kararın tefhimi için hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanamadığı ve bu nedenle zorunlu olarak hüküm özetinin tefhim edildiği hâllerde, gerekçeli kararın en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması gerekir. Bu hüküm doğrultusunda, hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte tefhim edilmediği hâllerde gerekçeli kararın taraflara tebliği zorunludur (Anayasa Mahkemesi Başkanlığı’nın (İkinci Bölüm) 20.03.2014 gün ve 2012/1034 Başvuru sayılı kararı da aynı yöndedir).
    Mahkemece, taraflara tefhim edilen kısa kararda (hüküm özeti) hükmün tüm unsurları yer almakla birlikte kararın gerekçesinin tefhim edilememesi hâlinde temyiz süresi gerekçeli kararın tebliğinden itibaren başlar. Ancak, hüküm tüm unsurları ve gerekçesi ile birlikte tefhim edilmiş ise artık hükmün HMK’nın 321/2 maddesine göre usulüne uygun ve eksiksiz bir biçimde tefhim edildiği kabul edilir ve temyiz süresi tefhim tarihinden itibaren başlar. 5521 sayılı Kanun‘un 8.maddesinde yer alan ve temyiz süresinin başlangıcına esas alınan tefhim kavramının “hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklandığı hâl“ olarak anlaşılması zorunludur.
    Tarafların, gerekçeli karar tebliğ edilmeden önce, temyiz süre tutum dilekçesi veya gerekçeli temyiz dilekçesi sunmak suretiyle kararı temyiz ettikleri hâllerde dahi, kararın gerekçesini dikkate alarak yeni temyiz gerekçelerine dayanmaları mümkün olduğundan, bu gibi hâllerde bile gerekçeli kararın taraflara tebliği gerekir.
    Davanın tümden kabul veya tümden reddedildiği hâllerde, reddedilen bir talebi bulunmadığından davacının veya davacı yararına kurulan bir hüküm bulunmadığından davalının kararı temyizde ilke olarak hukuki yararı bulunmadığı kabul edilmekte ise de tarafların kararın gerekçesini temyiz etme hakları bulunduğundan gerekçeli karar taraflara tebliğ edilmelidir.
    Nitekim davacı ve davalı vekilinin kararın tefhiminden itibaren yasal süresi içerisinde sundukları istinaf yoluna başvurularına dair süre tutum dilekçeleri ile kararı istinaf ettiklerini beyan ettikleri anlaşılmaktadır.
    Öte yandan 6100 sayılı HMK’da istinaf gerekçelerinin bildirilmesi için ve yine Bölge Adliye Mahkemesinin istinaf incelemesinin süresini sınırlandıran bir hukuki düzenleme yer almamaktadır.
    Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 19/09/2018 tarih ve 2018/9-584 E- 2018/1332 K sayılı ilamında da belirtildiği üzere;
    1982 Anayasasının “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36’ncı maddesi uyarınca, “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”Ayrıca Anayasanın 90’ıncı maddesinin son fıkrasında usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmaların kanun hükmünde olduğu, bunlar hakkında anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamayacağı, temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümlerinin esas alınacağı ifade edilmiştir.
    Bu bağlamda ülkemizin de taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) 6’ncı maddesinde adil yargılanma hakkı ayrıntılı yer almış olup, gerek Anayasa gerekse AİHS düzenlemelerine koşut olarak da 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 27’nci maddesinde hukuki dinlenilme hakkı düzenlenmiştir.
    HMK"nın 27’nci maddesi uyarınca;
    "(1) Davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahiptirler.
    (2) Bu hak;
    a) Yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını,
    b) Açıklama ve ispat hakkını,
    c) Mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini, içerir".
    Hukuki dinlenilme hakkı çoğunlukla "iddia ve savunma hakkı" olarak bilinmektedir. Ancak bu hak iddia ve savunma hakkı kavramına göre daha geniş ve üst bir kavramdır.
    Hakkın temel unsurları maddede tek tek belirtilmiş, böylece uygulamada bu temel yargısal hak konusundaki tereddütlerin önüne geçilmesi amaçlanmıştır.
    Bunlardan ilki “bilgilenme hakkı” dır. Bu çerçevede, öncelikle tarafların gerek yargı organlarınca gerek karşı tarafça yapılan işlemler konusunda bilgilendirilmeleri zorunludur. Kişinin kendisinden habersiz yargılama yapılarak karar verilmesi, kural olarak mümkün değildir. Hak sahibinin kendisi ile ilgili yargılama ve yargılamanın içeriği hakkında tam bir şekilde bilgi sahibi olması sağlanmalıdır. Tarafın bilgi sahibi olmadığı işlemler, belge ve bilgiler yargılamada esas alınamaz. Bilgilenmenin şekli bakımından, hukuki dinlenilme hakkına uygun davranılmalı, ilgilinin bilgilenmesi şeklen değil, gerçek anlamda sağlanmaya çalışılmalıdır.
    Bu hakkın ikinci unsuru, “açıklama ve ispat hakkı”dır. Taraflar, yargılamayla ilgili açıklamada bulunma, bu çerçevede iddia ve savunmalarını ileri sürme ve ispat etme hakkına sahiptirler. Her iki taraf da bu haktan eşit şekilde yararlanırlar. Bu durum "silahların eşitliği ilkesi" olarak da ifade edilmektedir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) adil yargılanma hakkını düzenleyen 6’ncı maddesinin birinci bendinin ilk cümlesinde yer alan silahların eşitliği ilkesi, yine AİHS’ne göre, mahkeme önünde sahip olunan hak ve vecibeler bakımından taraflar arasında tam bir eşitliğin bulunması ve bu dengenin bütün yargılama boyunca korunmasıdır. Başka bir deyişle, silahların eşitliği ilkesi, davanın taraflarından birini diğeri karşısında avantajsız bir duruma düşürmeyecek şekilde her iki tarafın deliller de dâhil olmak üzere, iddia ve savunmasını ortaya koymak için makul bir olanağa sahip olması, tarafların denge içinde olması demektir. Söz konusu ilke tarafların usulüne uygun olarak mahkemenin önüne gelmelerini sağlayan tebligat işlemi açısından da önemlidir. Çünkü ancak hukuka uygun bir usulde gerçekleşen tebligat üzerine, durumdan haberdar olan taraflar iddia ve savunmalarını eşit şekilde yapabileceklerdir.
    Hukuki dinlenilme hakkının üçüncü unsuru, “tarafların iddia ve savunmalarını yargı organlarının tam olarak dikkate alıp değerlendirmesi”dir. Bu değerlendirmenin de karar gerekçesinde yapılması gerekir (6100 sayılı HMK’nın gerekçesi m. 32). Yargılama bakımından, sadece bir tarafın dinlenip diğerinin dinlenmemesi, tek yönlü karar verilmesi demektir. Yargılamada yer alan taraflar yargılamanın objesi değil, süjesidir. Hukukî dinlenilme hakkı doğru karar verilmesinin garantisidir; bu nedenle, haksızlığa karşı koyabilme imkânı tanır. Bu hak, hukuk devletinin, insan onurunun korunması ve eşitlik ilkesinin, hak arama özgürlüğünün, adil yargılanma hakkının bir gereğidir.
    Bütün bu açıklamalar doğrultusunda, Bölge Adliye Mahkemesinin istinaf başvurusunu incelediği 31.05.2017 tarihi itibariyle dosya kapsamına girmiş ve kararın tebliği tarihinden itibaren de makul bir süre içerisinde sunulmuş bulunan, davalı istinaf isteminin gerekçelerini içeren dilekçesi incelenmek suretiyle, davacının istinaf talebinde olduğu gibi, davalının istinaf talebi yönünden de işin esasına geçilmek suretiyle bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde davalı istinaf başvurusunun gerekçelerinin süresinde ibraz edilmemesi ve kamu düzenine bir aykırılık da olmadığına işaretle davalı istinaf isteminin esastan reddine karar verilmesi hatalı olmuştur.
    Bölge Adliye Mahkemesince yapılacak iş, davalı vekilinin gerekçeli istinaf sebeplerinin makul süre içerisinde sunulduğu değerlendirmek suretiyle gerekçeli istinaf başvurusu hakkında bir karar vermekten ibarettir.
    O hâlde, davalı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve davacı ve davalı YEDAŞ vekilinin bu aşamada temyiz istirazlarının sair yönleri incelenmeksizin Bölge Adliye Mahkemesince verilen hüküm bozulmalıdır.” gerekçesi ile kararın bozulmasına karar verilmiştir.
    Direnme Kararı:
    14. Samsun Bölge Adliye Mahkemesi 7. Hukuk Dairesinin 07.02.2019 tarihli ve 2018/4151 E., 2019/233 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçe tekrar edilmek suretiyle oybirliğiyle direnme kararı verilmiştir.
    Direnme Kararının Temyizi:
    15. Direnme kararı süresi içinde davalı YEDAŞ vekili tarafından temyiz edilmiştir.

    II. UYUŞMAZLIK
    16. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; ilk derece mahkemesi kararının tefhimi sonrası süre tutum dilekçesi ile istinaf edilen, gerekçeli karar tebliğ edildikten sonra ise sekiz günlük istinaf süresi geçtikten sonra ibraz edilen gerekçeli istinaf dilekçesinin makul sürede verildiğinin kabulü gerekip gerekmediği ve buradan varılacak sonuca göre 6100 sayılı Hukuk Muhakameleri Kanunu’nun (HMK) 355. maddesine göre yapılan istinaf incelemesinde dikkate alınıp alınamayacağı noktasında toplanmaktadır.

    III. GEREKÇE
    17. 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş ve Görev ve Yetkileri Hakkındaki Kanun ile kabul edilen istinaf yargısı, 20 Temmuz 2016 tarihinde faaliyete başlayan Bölge Adliye Mahkemeleri ile birlikte hukuk sistemimize dâhil olmuştur.
    18. 6100 sayılı HMK"nın 341. maddesi uyarınca, ilk derece mahkemelerinden verilen nihai kararlar ile ihtiyati tedbir, ihtiyati haciz taleplerinin reddi ve bu taleplerin kabulü hâlinde, itiraz üzerine verilecek kararlara karşı istinaf yoluna başvurulabilir. Görüldüğü üzere taraflar arasındaki uyuşmazlığın esasını çözen nihai kararlar yanında usuli nihai kararlara karşı istinaf kanun yoluna başvuru mümkün olduğu gibi, geçici hukuki koruma tedbirlerinden olan ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz taleplerinin reddi veya bu taleplerin kabulü hâlinde itiraz üzerine verilecek kararlara karşı da istinaf başvurusu yapılabilecektir. Kanun"un 341. maddesinin devam eden fıkralarında ise hangi kararlara karşı istinaf kanun yoluna başvurabileceği, hangi hâllerde bu kanun yolunun kapalı olduğu ayrıntıları ile düzenlenmiştir.
    19. 6100 sayılı Kanun’un ""İstinaf dilekçesi"" kenar başlıklı 342. maddesi ise
    (2) İstinaf dilekçesinde aşağıdaki hususlar bulunur:
    a) Başvuran ile karşı tarafın davadaki sıfatları, adı, soyadı, Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası ve adresleri.
    b) Varsa kanuni temsilci ve vekillerinin adı, soyadı ve adresleri.
    c) Kararın hangi mahkemeden verilmiş olduğu ve tarihi ile sayısı.
    ç) Kararın başvurana tebliğ edildiği tarih.
    d) Kararın özeti.
    e) Başvuru sebepleri ve gerekçesi.
    f) Talep sonucu.
    g) Başvuranın veya varsa kanuni temsilci yahut vekilinin imzası.
    (3) İstinaf dilekçesi, başvuranın kimliği ve imzasıyla, başvurulan kararı yeteri kadar belli edecek kayıtları taşıması durumunda diğer hususlar bulunmasa bile reddolunmayıp, 355 inci madde çerçevesinde gerekli inceleme yapılır.” düzenlemesini içermektedir.
    20. Aynı Kanun’un 355. maddesinde "İnceleme, istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılır. Ancak, bölge adliye mahkemesi kamu düzenine aykırılık gördüğü takdirde bunu resen gözetir."" düzenlemesi mevcut olup, İstinaf Mahkemelerinin daha etkin ve nitelikli çalışmaları bakımından istinaf dilekçelerinin istinaf nedenlerini içermesi zorunluluğu getirilmiştir.
    21. Bu sebeple istinaf sebeplerinin yeterince açık ve tam gerekçeleri ile ortaya konulması gerekir. Bu şekilde sebebi tam olarak belirtilmemiş dilekçelerle yapılan başvuruları Bölge Adliye Mahkemesinin sadece kamu düzenine aykırılık yönünden incelemesi, bunun dışında bir incelemeye tâbi tutmaması gerekir (Pekcanıtez Usul, Medeni Usul Hukuku Cilt III, İstanbul 2017, s.2223).
    22. Kanun"un açık hükmü gereğince, eğer istinaf dilekçesinde, istinaf sebebi belirtilmemişse o husus istinaf sebebi olarak dikkate alınmamalıdır. Çünkü taraflarca getirilme ilkesi (m. 25) istinaf aşamasında da kural olarak geçerlidir (Pekcanıtez, s.2214).
    23. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası (Anayasa)’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur.
    24. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin birinci fıkrası ise; “Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.” şeklindedir.
    25. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Anılan maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, Anayasa’nın 40. maddesi uyarınca diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir (Anayasa Mahkemesinin (AYM) 28.11.2013 tarihli ve 2013/64 E., 2013/142 K. sayılı kararı). Bu bağlamda Anayasa’nın, devletin işlemlerinde ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmesi gerektiğini ifade eden 40. maddesinin de adil yargılanma hakkının kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır. Bunun yanında Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme"nin 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26.3.2013, § 22).
    26. Adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7.11.2013, § 52). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkemeye etkili erişim hakkını “hukukun üstünlüğü” ilkesinin temel unsurlarından biri olarak kabul etmekte ve mahkemeye etkili erişim hakkının, mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını gerektirdiğini ifade etmektedir. Bu sebeple hukuki belirsizliklerin ya da uygulamadaki belirsizliklerin tarafların mahkemeye erişimine zarar verdiği durumlarda bu hakkın ihlâl edildiğine karar verilmektedir (Geffre/Fransa, B. No: 51307/99, 23/1/2003, § 34).
    27. Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin ön koşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (AYM, 28.11.2013 tarihli ve 2013/64 E., 2013/142 K.).
    28. Mahkemeye erişim hakkı sadece ilk derece mahkemesine dava açma hakkını değil iç hukukta itiraz, istinaf veya temyiz gibi kanun yollarına başvurma imkânı tanınmış ise üst mahkemelere başvurma hakkını da içerir (Alper Aldemir, B. No: 2014/4987, 09.06.2016, § 32).
    29. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne göre temyiz için öngörülen süre sınırlarına ilişkin kurallar, adaletin iyi yönetimini ve bilhassa hukuki belirlilik ilkesine riayet edilmesini sağlamayı hedefler (Osu/İtalya, B. No: 36534/97, 11/7/2002, §§ 32, 33).
    30. 6100 sayılı Kanun’un ""Başvuru süresi"" kenar başlıklı 345. maddesinde ""İstinaf yoluna başvuru süresi iki haftadır. Bu süre, ilamın usulen taraflardan her birine tebliğiyle işlemeye başlar. İstinaf yoluna başvuru süresine ilişkin özel kanun hükümleri saklıdır."" düzenlemesi ile hangi süre içinde bu yola gidilebileceği açıkça düzenlenmiştir.
    31. Özel Kanun niteliğinde olan ve hüküm tarihinde yürürlükte bulunan 30.01.1950 tarihli ve 5521 sayılı mülga İş Mahkemeleri Kanunu"nun 02.03.2005 tarihli ve 5308 sayılı Kanunla değişiklik sonrası 8. maddesi ise:
    "İş mahkemelerince verilen nihai kararlara karşı istinaf yoluna başvurulabilir. Şu kadar ki, para ile değerlendirilemeyen dava ve işler hakkındaki kararlar hariç, miktar veya değeri üç bin Türk lirasını geçmeyen davalar hakkındaki nihai kararlar kesindir.
    İstinaf yoluna başvurma süresi, karar yüze karşı verilmişse nihai kararın taraflara tefhimi, yokluklarında verilmiş ise tebliği tarihinden itibaren sekiz gündür.
    Bölge adliye mahkemesinin para ile değerlendirilmeyen dava ve işler hakkındaki kararları ile miktar veya değeri kırk bin Türk lirasını geçen davalar hakkındaki nihai karalara karşı tebliğ tarihinden başlayarak sekiz gün içinde temyiz yoluna başvurulabilir." düzenlemesini içermekte olup iş yargılamasının daha kısa sürede tamamlanması amacıyla temyiz süresi sekiz gün olarak kısa tutulmuştur.
    32. Burada tefhimden anlaşılması gereken, kısa kararın taraflara tefhimi değil; gerekçeli ve tam olarak kararın tefhimidir. Bu sebeple mahkemece hüküm duruşmasında karar, gerekçesi ve tüm unsurlarıyla birlikte tam olarak açıklanmışsa süre bu andan, değilse kararın tüm unsurlarıyla tebliğinden itibaren başlamalıdır. Aksinin kabulü hâlinde, sadece alenileşmiş, ancak bütün unsurlarıyla ortaya konulmayan gerekçesi bilinmeyen bir karara karşı kanun yoluna başvurmak ve gerekçe oluşturmak gibi hem mantığa hem de hukuka uygun olmayan bir sonuç ortaya çıkacaktır (Pekcanıtez, s.2219-2220).
    33. 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 7. maddesinde iş mahkemelerinde şifahi yargılama usulünün uygulanacağı, 15. maddesinde ise bu kanunda açıklık olmayan hâllerde Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun uygulanacağı düzenlenmiştir. 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 447/1. maddesi uyarınca diğer kanunların sözlü yahut seri yargılama usulüne atıf yaptığı hâllerde, HMK’nın basit yargılama usulü ile ilgili hükümlerinin uygulanacağına ilişkin düzenlemesi karşısında iş mahkemelerinde basit yargılama usulünün uygulanacağı açıktır.
    34. Basit yargılama usulüne tabi yargılamalar ile ilgili olarak 6100 sayılı HMK’nın “Hüküm” başlıklı 321. maddesinde;
    “Tahkikatın tamamlanmasından sonra, mahkeme tarafların son beyanlarını alır ve yargılamanın sona erdiğini bildirerek kararını tefhim eder. Taraflara beyanda bulunabilmeleri için ayrıca süre verilmez.
    Kararın tefhimi, mahkemece hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanması ile gerçekleşir. Ancak zorunlu hâllerde, hâkim bu durumun sebebini de tutanağa geçirmek suretiyle, sadece hüküm özetini tutanağa yazdırarak kararı tefhim edebilir. Bu durumda gerekçeli kararın en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması gerekir.” hükmü yer almaktadır.
    35. HMK’nın 321. maddesindeki “hükme ilişkin tüm hususlar”dan kastedilen HMK’nın 297. maddesindeki unsurlardır. Buna göre; mahkeme, tahkikatın tamamlanmasından sonra, tarafların son beyanlarını almalı ve yargılamanın sona erdiğini bildirdikten sonra hükmü tefhim etmelidir. Kural olarak, mahkemece kararın tefhiminde hükme ilişkin tüm hususlar açıklanmalıdır.
    36. HMK’nın 322. maddesi atfı ile uygulanmakta olan HMK’nın 297. maddesinde hükmün kapsamı açık bir şekilde düzenlenmiştir. Buna göre; mahkeme, gerekçesi ile birlikte tefhim ettiği hükümde taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde göstermesi gereklidir. Bu kanunun getirdiği bir zorunluluktur. Ancak zorunlu hâllerde, hâkim bu durumun sebebini de tutanağa geçirmek suretiyle sadece hüküm özetini tutanağa yazdırarak kararı tefhim edebilir. Bu durumda gerekçeli karar en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılmalıdır. Bir diğer deyişle HMK’nın 321. maddesinde belirtilen şekilde hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte tefhim edilemediği hâllerde gerekçeli kararın mutlaka taraflara tebliğ edilmesi gereklidir.
    37. Kararın hukuken sonuç doğurması için tefhim edilmesi yeterli ise de, ayrıca tebliğ edilmesi de gerekir. Çünkü kararın kesinleşmesi ve karara karşı kanun yollarına başvurulabilmesi için tebliğ şarttır (m. 345/1, 361/1) (Pekcanıtez, s.1997).
    38. Ancak ilk derece mahkemelerinin tefhim edilen kısa kararında 6100 sayılı Kanun’un 321. maddesi anlamında gerekçe bulunmamasına rağmen kanun yoluna başvurma süresini kaçırmak istemeyen taraflar, gerekçeli kararın açıklanmasını beklemeden kanun yoluna başvurma iradesini ortaya koyan dilekçeler sunmakta olup anılan dilekçeler uygulamada “süre tutum dilekçesi” olarak adlandırılmaktadır.
    39. Bu durumda süre tutum dilekçesi vermenin temyiz süresine etkisi olup olmadığı incelenmelidir.
    40. Bu bağlamda öncelikle yasada öngörülen süreler, bunların yargılamaya etkisi ve yargısal uygulamanın irdelenmesi gereklidir.
    41. Bir davanın açılmasıyla başlayan yargılama faaliyetinde istenen sonuca en kısa zamanda ulaşılması için mahkeme ve taraflarca yapılması gereken belirli işlemler vardır ve her işlemin belli bir zaman aralığında yapılması gerekmektedir. Usul hükümleri ile de kanuni bir değer kazanan bu zaman aralıklarına "süre" denilmektedir. Böylece usul işlemlerinin yapılması zamansal olarak tarafların ya da mahkemenin arzularına, insiyatifine bırakılmamış olmaktadır.
    42. Bir uyuşmazlık mahkemeye taşınmış olmakla, kamu alanına, toplumun da çıkarını ilgilendiren bir platforma aktarılmış olmaktadır. Bu nedenle bir davanın makul sürede sona erdirilmesinde en az taraflar kadar toplumun da yararı vardır.
    43. Şu hâlde, süreye ilişkin normların kabulüyle medeni usul hukukunda gerçekleştirilmek istenen amaçlar; adaletin bir an önce sağlanması, keyfiliğin önlenmesi, mahkemenin aynı işle uzun süre meşgul olmasının, başka ifadeyle diğer dava ve işlere yeterince zaman ayıramaz duruma düşürülmesinin önlenmesi; uluslar üstü ve ulusal nitelikteki emredici normlar uyarınca davanın makul sürede sonuçlandırılmasının sağlanması, yargılamanın belli bir düzen ve kestirilebilir bir zamansallıkla yürütülmesi, başka bir anlatımla yargılamanın adil şekilde yapılmasının sağlanması olarak özetlenebilir.
    44. Nitekim 6100 sayılı Kanun’un “Sürelerin belirlenmesi” kenar başlıklı 90. maddesi; “Süreler, kanunda belirtilir veya hâkim tarafından tespit edilir. Kanunda belirtilen istisnai durumlar dışında, hâkim kanundaki süreleri artıramaz veya eksiltemez. Hâkim, kendisinin tespit ettiği süreleri, haklı sebeple artırabilir veya eksiltebilir; gerekli gördüğü takdirde, bu konudaki kararından önce tarafları da dinler.” şeklinde düzenlenmiştir.
    45. Aynı Kanunun “Sürelerin başlaması” kenar başlıklı 91. maddesi ise “Süreler, taraflara tebliğ tarihinden veya kanunda öngörülen hâllerde, tefhim tarihinden itibaren işle-meye başlar.” hükmünü içermektedir.
    46. Yukarıda da belirtildiği üzere hâkim tarafından sürenin belirlenebildiği durumlar var olmakla birlikte kanunda belirlenen süreler üzerinde hâkimin tasarruf yetkisi bulunmamaktadır. HMK"nın "kesin süre" başlıklı 94. maddesinin birinci fıkrasında "Kanun’un belirlediği süreler kesindir." denilmek suretiyle bu hususa vurgu yapılmıştır. Aynı maddenin üçüncü fıkrasında ise “Kesin süre içinde yapılması gereken işlemi, süresinde yapmayan tarafın, o işlemi yapma hakkı ortadan kalkar." hükmü düzenlenmiştir.
    47. Kesin sürenin kaçırılması hâlinde, bundan böyle o usûl işleminin yapılması mümkün değildir. Kesin sürenin üzerinden az veya çok süre geçmesi, sonucu değiştirmez. Aksi takdirde, kesin süre ile kesin olmayan süre arasındaki ayırım ortadan kalkar (Pekcanıtez, s.467).
    48. Kanun yoluna başvuru süreleri de hâkim tarafından değiştirilmesi mümkün olmayan kesin sürelerdendir ve resen gözetilmesi gerekir. Kesin sürelerin her olayda ve davanın her iki tarafı için de aynı şekilde uygulanması gerekmektedir. Kanun’da, kanun yoluna başvuru sürelerinin arttırılabileceğine ilişkin istisnai bir düzenleme ve imkan da yer almamaktadır. Kanun yollarına başvuru için kesin süre söz konusu olduğundan “makul süre” kavramından da bahsedilmemiştir.
    49. Zira Kanun"un taraflara tanıdığı süreler kamu düzenindendir (Pekcanıtez, s.454).
    50. Anılan yasal düzenlemelerden anlaşılacağı üzere; süre tutum dilekçesi verilmesinin istinaf başvurusu yapma süresine etki edeceği, süreyi durduracağı veya muhafaza edeceğiyle ilgili 5521 sayılı Kanun’da, 6100 sayılı HMK’da (ve 1086 sayılı HUMK"da) bir hüküm bulunmamaktadır.
    51. Bir dilekçe ile kanuni sürenin tutulması veya korunması söz konusu olamaz. Böyle bir durumda iki ihtimal mevcuttur; ya süre henüz başlamamıştır, o zaman zaten işleyen bir süre olmadığından, o sürenin tutulması veya muhafazası için bir işleme zorlamaya gerek yoktur ya da süre işlemeye başlamıştır, o zaman da zaten bir şekilde sürenin tutulması veya muhafazası bir ön dilekçe verilerek sağlanamaz süresinde işlem yapılmalıdır, aksi hâlde hak düşer (Özekes Muhammet, Hukuk Yargılamasında Süre Tutum Müessesesi Yoktur, Prof. Dr. Saim Üstündağ’a Armağan, Ankara 2009, s.381-396, s.390).
    52. Uygulamada yapıldığı üzere, kısa karara karşı süre tutum dilekçesi adı altında içeriği olmayan bir dilekçe verip ardından ayrıntılı bir dilekçe vermek ise kanunî temeli ve düzenlemesi olmayan, ayrıca hukuka da açıkça aykırı bir durumdur (Pekcanıtez, s.2220).
    53. Hukuk Genel Kurulu’nun 01.10.2003 tarihli, 2003/13-581 E., 2003/527 K., sayılı kararında da "Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 435/2.maddesindeki, temyiz sebeplerinin, temyiz dilekçesinin verilmesinden itibaren bir hafta içerisinde verilecek başka bir dilekçeyle bildirilmesine olanak tanıyan hüküm, 2494 sayılı Yasa ile ortadan kaldırılmıştır. Böylece, uygulamada "müddeti muhafaza" olarak adlandırılmış olan müessese de ortadan kalkmıştır. Dolayısıyla, hukuk yargılamasında, süre tutum müessesesi mevcut değildir” şeklindeki tespit ve değerlendirmelerde bulunularak süre tutum müessesinin yer almadığına vurgu yapılmıştır.
    54. İstinaf yoluna başvuru için süre tutum dilekçesi verilmesi, süre tutum dilekçesini veren açısından istinaf nedenlerini belirtir dilekçesini verebilmesi için sekiz günlük istinaf yolu süresi sonrasına süre tanındığı anlamına gelmeyeceği gibi, gerekçeli kararın tebliğinden itibaren sekiz günlük süre sonrasının "makul süre" olarak değerlendirilerek her duruma göre değişen, belirlisiz bir kavramın kabulü ile tarafların yargılama sürecini öngörebilme haklarının ellerinden alınması da kabul edilebilir değildir.
    55. Bu durum yukarıda tarif edilen hukuki belirlilik ve hukuki güvenlik ilkelerine de aykırıdır.
    56. Nitekim Anayasa Mahkemesi de süre tutum dilekçesi sonrası gerekçeli kararın tebliğinden itibaren istinaf nedenlerinin süresi içinde bildirilmemesi durumunda Kanun yoluna başvurma iradesini ortaya koyan süre tutum dilekçesinin ilgili yargı yerine verilmesinden sonra bu dilekçenin kişinin iradesine bırakılmadan belirli bir süre içinde verilmesi gerektiği şeklinde derece mahkemeleri yorumunun aşırı şekilci (katı) olmadığı gibi mahkemeye erişimi aşırı derece zorlaştırmadığı ya da imkânsız hâle getirmediğini belirterek Anayasa"nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edilmediği sonucuna ulaşmıştır (Anayasa Mahkemesinin 29.04.2018 tarih 2017/29989 başvuru numaralı, 14.6.2018-30451 R.G. tarih ve sayılı kararı).
    57. Somut olaya gelince; İlk derece mahkemesince asıl ve birleşen dava hakkında 27.12.2016 tarihinde karar verildikten sonra davacılar vekilince süresinde gerekçeli istinaf dilekçesi ile istinaf yoluna başvurulduğu, davalı YEDAŞ vekilinin ise kararın tefhiminden sonra 02.01.2017 tarihinde süre tutum dilekçesi verdiği, aynı gün istinaf karar harcı ile istinaf kanun yoluna başvurma harcını yatırdığı, gerekçeli kararın 17.01.2017 tarihinde tebliğinden itibaren ise sekiz günlük süre içinde gerekçeli istinaf dilekçesi vermediği, istinaf nedenlerini belirtir dilekçeyi 31.01.2017 tarihinde 8 günlük süre geçtikten sonra ibraz ettiği, Bölge Adliye Mahkemesince davalı YEDAŞ vekilinin istinaf nedenlerini süresi içinde bildirmediğinden 6100 sayılı Kanun"un 355. maddesi uyarınca ilk derece mahkemesi kararında kamu düzenine aykırılık bulunup bulunmadığı yönünde inceleme yapılarak istinaf başvurusunun reddedildiği görülmüştür.
    58. Şu durumda yukarıda yapılan açıklamalar ile somut olaya ilişkin maddi ve hukuki olgulara göre; İlk derece mahkemesi kararında hükme ilişkin tüm hususların gerekçeli karar ile birlikte açıklanmış olduğu, istinaf yoluna başvuru süresinin gerekçeli kararın tebliğ tarihinden itibaren başladığı, davalı YEDAŞ vekilinin hüküm tarihinde yürürlükte bulunan 5521 sayılı Kanun’daki gerekçeli kararın tebliğinden itibaren sekiz günlük sürede istinaf nedenlerini belirtir dilekçe vermediği dikkate alındığında Bölge Adliye Mahkemesi tarafından davalı vekilinin süresinden sonra sunduğu gerekçeli istinaf dilekçesine değer verilmeyerek HMK’nın 355. maddesi uyarınca ilk derece mahkemesi kararının kamu düzenine aykırılık bulunup bulunmadığı yönünden incelenmesi gerektiği belirtilerek verilen direnme kararının usul ve yasaya uygun olduğu sonucuna varılmıştır.
    59. Ne var ki, Özel Dairenin İstinaf Mahkemesi kararını istinaf yoluna başvuru süresi yönünden inceleyerek bozma kararı verdiği, ancak davacı vekilinin işin esasına yönelik temyiz itirazlarının ve davalı YEDAŞ vekilinin temyiz itirazlarının kamu düzeni yönünden incelenmediği tespit edilmiş olup bu nedenle dosyanın bu hususlara yönelik inceleme yapılmak üzere Özel Daireye gönderilmesi gerekir.

    IV. SONUÇ:
    Açıklanan nedenlerle;
    Direnme uygun bulunduğundan davacılar vekilinin işin esasına ilişkin temyiz itirazlarının ve davalı YEDAŞ vekilinin ise temyiz itirazlarının kamu düzenine yönelik olarak incelenmesi için dosyanın 10. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,
    Karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 25.11.2020 gününde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.


    Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.

    Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


    Avukat Web Sitesi