Esas No: 2017/1327
Karar No: 2020/921
Karar Tarihi: 18.11.2020
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/1327 Esas 2020/921 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İstanbul 6. Asliye Hukuk Mahkemesince bozma kararına uyulmak suretiyle verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili 07.07.2010 tarihli dava dilekçesinde; davalı... Gaz. San. ve Tic. Ltd. Şti.’nin sahibi olduğu Yeni Şafak Gazetesi’nin 05.07.2010 günlü sayısında “Başbağlar’ın, sorumluları Silivri’de” başlıklı haberde “Ergenekon’a Başbağlar ve Sivas dosyalarının da girmesi gerektiğini vurgulayan Tuna, olaylarda Ergenekon sanığı ...’in büyük payı olduğunu ileri sürdü. ... ‘Bu işin organizatörü aslında Perinçek, dolayısıyla Ergenekon içerisindeki o ekip’ dedi.” ve yine haberin devamında “...’in büyük payı var” alt başlığı ile verilen kısımda ise “ Ergenekon’a Başbağlar ve Sivas dosyalarının girmesi gerektiğini vurgulayan Tuna, bu hususta Ergenekon tutuklusu ...’in büyük payı olduğunu ileri sürdü. ‘Aziz Nesin’i Sivas’a gönderen ekip, ...’in ekibi’ diyen Tuna, ‘Daha önceden Sünnilerin ağırlıkta olduğu şehirlere program yapılmak üzere bir plan yapılmıştı. Bu illerin içerisinde Sivas da vardı, Konya da vardı, Malatya da vardı, vs. Dolayısıyla bu işin organizatörleri aslında ..., dolayısıyla Ergenekon içerisindeki o ekip. Bu ekip olduğuna göre şimdi olayın esas müsebbipleri, organizatörleri ben Silivri’de diyorum.” şeklinde haber yapıldığını, ancak mağdurların avukatı olduğu iddiasında bulunan ve milletvekili olan dava dışı ...’nın bu söylemlerinin müvekkilinin kişilik haklarına ağır saldırı teşkil ettiğini, davalı tarafından ağır saldırı içeren ve gerçeğe aykırı olan bu beyanların haber yapılarak müvekkilinin kişilik haklarına yönelik saldırıya ortak olunduğunu, yayıncı kuruluşun sorumluluğu bulunduğunu, söz konusu yayının müvekkiline çok büyük manevi zarar verdiğini ileri sürerek müvekkilinin kişilik haklarına yönelik saldırı nedeniyle 20.000,00TL manevi tazminatın haksız fiil tarihi olan 05.07.2010 tarihinden itibaren işleyecek faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı vekili 22.10.2010 tarihli cevap dilekçesinde; söz konusu yayının tamamen basının haber verme özgürlüğü içinde kaldığını, yazıda hiçbir hakaret, aşağılayıcı tabir kullanılmadığını, dava konusu yazının iddia olduğu ve kaynağı belirtilerek aynen ve yorumsuz aktarıldığını, haberin bir olay açıklaması olması sebebiyle gerçek olduğunu, dava konusu haberin olayların aksettiği anda sahip olunan gerçeklik kıstası ve eldeki bulgularla değerlendirilmesi yapıldığında hukuka uygun olduğunu, yayınlanmasında kamu yararı bulunan gerçek ve güncel bir haberin özle biçim arasındaki denge bozulmadan verildiğini, manevi tazminat şartlarının gerçekleşmediğini savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
İlk Derece Mahkemesinin Birinci Kararı:
6. İstanbul 6. Asliye Hukuk Mahkemesinin 02.11.2010 tarihli ve 2010/302 E., 2010/308 K. sayılı kararı ile; "Başbağlar’ın, sorumluları Silivri’de” başlığı ile yayınlanan haberin davacının şeref ve saygınlığına müdahale oluşturduğu, davacının İşçi Partisi Genel Başkanı olup hâlen bir suç örgütü mensubu olduğu iddiasıyla hakkında açılan davada yargılandığı, yapılan haberin, baş sayfada, iri puntolarla, sağ üst köşede yer aldığı, sanki davacı hakkında bu konuda bir belge ele geçmiş ya da kesinleşmiş bir yargı kararı varmış gibi kaleme alındığı, haberde yazılanların ancak bir iddianamede yer alabilecek kesinlikte olduğu, bir iddianamede yer almadığı gibi kesinleşmiş bir yargı kararı da bulunmadığı, davacının bu işin organizatörü olarak tanıtıldığı, bu nedenle davacının kişilik haklarına karşı ağır ve haksız bir tecavüz teşkil ettiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile 8.000,00TL manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmiştir.
Özel Dairenin Birinci Bozma Kararı:
7. İstanbul 6. Asliye Hukuk Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 4. Hukuk Dairesince 05.03.2012 tarihli ve 2011/812 E., 2012/3453 K. sayılı karar ile, davalıya delillerini ikame etme imkanı verilmeden ilk celsede karar verilerek savunma hakkının kısıtlandığı, bu durumun en temel haklardan olan savunma hakkının ihlali sonucunu doğuracağı gerekçesiyle karar bozulmuştur.
İlk Derece Mahkemesinin İkinci Kararı:
9. Mahkemece bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonucunda 09.05.2013 tarihli ve 2012/567 E., 2013/179 K. sayılı kararı ile; ilk karardaki gerekçelerle dava kısmen kabul edilip 5.000,00TL manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmiştir.
Özel Dairenin İkinci Bozma Kararı:
10. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
11. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 05.06.2014 tarihli ve 2014/7598 E., 2014/9350 K. sayılı kararı ile; “…. Davaya konu “Başbağlar’ın, sorumluları Silivri’de” başlıklı haberde, “Ergenekon’a Başbağlar ve Sivas dosyalarının da girmesi gerektiğini vurgulayan Tuna, olaylarda Ergenekon sanığı ...’in büyük payı olduğunu ileri sürdü. ... ‘Bu işin organizatörü aslında Perinçek, dolayısıyla Ergenekon içerisindeki o ekip’dedi”, haberin devamı niteliğindeki 12. sayfada “...’in büyük payı var” alt başlığı ile verilen kısımda ise; “Ergenekon’a Başbağlar ve Sivas dosyalarının girmesi gerektiğini vurgulayan Tuna, bu hususta Ergenekon tutuklusu ...’in büyük payı olduğunu ileri sürdü. Aziz Nesin’i Sivas’a gönderen ekip, ...’in ekibi diyen Tuna, daha önceden Sünnilerin ağırlıkta olduğu şehirlere program yapılmak üzere bir plan yapılmıştı. Bu illerin içerisinde Sivas da vardı, Konya da vardı, Malatya da vardı. Dolayısıyla bu işin organizatörleri aslında ..., dolayısıyla Ergenekon içerisindeki o ekip. Bu ekip olduğuna göre şimdi olayın esas müsebbipleri, organizatörleri ben Silivri’de diyorum” beyanlarının yer aldığı görülmektedir. Yazı incelendiğinde, dava dışı ..."nın iddialarının yorum yapılmadan aktarıldığı anlaşılmaktadır. ..., katliama uğrayan Başbağlar Köylülerinin avukatıdır. Davacı ise, Ergenekon terör örgütünün kurucusu ve yöneticisi olmak suçundan tutuklu olarak yargılanmaktadır. ... röportajda, Başbağlar olayının da Ergenekon dosyası ile birleştirilmesini ve araştırılmasını istemektedir. Davalı gazete halen Türk Milletinin ilgi alanından çıkmayan olayın yıl dönümü münasebetiyle bu haberi yayımlamıştır. Bir anlamda basının toplumu bilgilendirme görevini yerine getirmiştir. Şu durumda, dava konusu haberin hukuka aykırılığından ve davacının kişilik haklarını zedelediğinden söz edilemez. Manevi tazminat isteminin koşulları oluşmadığından istemin tümden reddine karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçeyle kısmen kabul kararı verilmesi doğru değildir.…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
12. İstanbul 6. Asliye Hukuk Mahkemesinin 30.12.2014 tarihli ve 2014/481 E., 2014/613 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçeler tekrar edilerek direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
13. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
14. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; Yeni Şafak Gazetesinin 05.07.2010 tarihli sayısında “Başbağlar’ın sorumluları Silivri’de” başlığı altında yayınlanan haberin davacının kişilik haklarına saldırı oluşturup oluşturmadığı noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
15. Uyuşmazlığın çözümü açısından öncelikle konuyla ilgili kavram ve yasal düzenlemelerin irdelenmesinde yarar vardır.
16. Manevi zarar, kişilik değerlerinde oluşan objektif eksilmedir. Duyulan acı, çekilen ızdırap manevi zarar değil, onun görüntüsü olarak ortaya çıkabilir. Acı ve elemin manevi zarar olarak nitelendirilmesi sonucu, tüzel kişileri ve bilinçsizleri; öte yandan, acılarını içlerinde gizleyenleri tazminat isteme haklarından yoksun bırakmamak için yasalar manevi tazminat verilebilecek bazı olguları özel olarak düzenlemiştir.
17. Bunlar kişilik değerlerinin zedelenmesi [Türk Medeni Kanunu (TMK) m. 24], isme saldırı (TMK m. 26), nişan bozulması (TMK m. 121), evlenmenin butlanı (TMK m. 158/2), boşanma (TMK m. 174/2) bedensel zarar ve ölüme neden olma [818 sayılı Borçlar Kanunu (BK) m. 47, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK) m. 56] durumlarından biri ile kişilik haklarının zedelenmesi (818 sayılı BK m. 49, 6098 sayılı TBK m. 58) olarak sıralanabilir.
18. TMK’nın 24. maddesi ile 818 sayılı BK’nın 49. maddesi diğer yasal düzenlemelere nazaran daha kapsamlıdır.
19. TMK’nın 24. maddesinde;
“Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hakimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.
Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.” düzenlemesi mevcuttur.
20. Dava konusu yayının yapıldığı ve davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan 818 sayılı BK’nın 49. maddesinde ise;
“Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebilir.
Hakim, manevi tazminatın miktarını tayin ederken, tarafların sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate alır.
Hakim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir tazmin sureti ikame veya ilave edebileceği gibi tecavüzü kınayan bir karar vermekle yetinebilir ve bu kararın basın yolu ile ilanına da hükmedebilir.” hükmü yer almaktadır.
21. TMK’nın 24 ve BK’nın 49. maddelerinde belirlenen kişisel haklar, bedensel ve ruhsal tamlık ve yaşam ile nesep gibi insanın, insan olmasından güç alan varlıklar ya da kişinin adı, onuru ve sır alanı gibi dolaylı varlıklar olarak iki kesimlidir.
22. Görüldüğü üzere BK"nın 49. maddesi gereğince kişilik hakları zarara uğrayanların manevi tazminat isteme hakları vardır.
23. Bu genel açıklamalardan sonra uluslararası metinlerde ifade özgürlüğünün nasıl yer aldığının da incelenmesinde yarar bulunmaktadır:
24. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) 90. maddesinin son fıkrası; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” hükmünü içermektedir. Bu durumda, mahkemelerce önlerine gelen uyuşmazlıklarda usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar ile iç hukukun birlikte yorumlanması ve uygulanması gerekmektedir.
25. Hâl böyle olunca, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi"nde (AİHS/Sözleşme) konunun nasıl düzenlendiğinin ve Sözleşmenin uygulanmasını sağlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM/Mahkeme) kararlarının incelenmesi yerinde olacaktır.
26. AİHS’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10. maddesinin 1. fıkrası; “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir.” hükmünü içermekte olup hangi hâllerde ifade özgürlüğünün sınırlandırılabileceği de aynı maddenin 2. fıkrasında düzenlenmiştir.
27. İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun en önemli temellerinden birisi olup, toplumsal ilerlemenin ve her bireyin gelişiminin başlıca koşullarından birini teşkil etmektedir. AİHS"nin 10. maddesinin ikinci fıkrası saklı kalmak koşuluyla, ifade özgürlüğü yalnızca iyi karşılanan ya da zararsız veya önemsiz olduğu düşünülen değil, aynı zamanda kırıcı, hoş karşılanmayan ya da kaygı uyandıran “bilgiler” ya da “düşünceler” için de geçerlidir. Bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleri olup, bunlar olmaksızın "demokratik toplum" olmaz (Handyside/Birleşik Krallık/Başvuru No: 5493/72, 07.12.1976/parag. 49).
28. AİHS"nin 10. maddesinde benimsenen ifade özgürlüğü bu şekilde olmakla birlikte, yine de dar bir yorum gerektiren istisnalar içermektedir ve bu hakkı kısıtlama ihtiyacının ikna edici bir biçimde ortaya konması gerekmektedir (Pakdemirli/Türkiye kararı, Başvuru No: 35839/97, 22.02.2005).
29. İfade özgürlüğü geniş bir şekilde yorumlanmakta ise de, sınırsız olmadığı da Sözleşmenin 10. maddesinin 2. fıkrasında belirtilmiştir. Burada çözülmesi gereken temel sorun ifade özgürlüğü ile kişilik haklarına yönelik saldırı arasındaki sınırın hangi ölçütlere göre saptanacağıdır.
30. AİHM önüne gelen uyuşmazlıklarda yapılan müdahalenin ifade özgürlüğünü ihlal edip etmediğini aşağıdaki kriterleri uygulayarak tespit etmektedir:
i. Müdahalelerin yasayla öngörülmesi:
AİHM Sözleşme’nin 10. maddesinin 2. fıkrasında yer alan “yasayla öngörülme” ifadesinin, ilk olarak, itiraz konusunun iç hukukta bir dayanağı olması gerektiğini hatırlatır. Ancak söz konusu ifade hukuki normların ilgili kişinin erişiminde olmasını, sonuçlarının öngörülebilmesini ve hukukun üstünlüğü ilkesine uygun olmasını gerektiren kanun niteliğine de atıfta bulunmaktadır (Association Ekin/Fransa, Başvuru No: 39288/98; Ürper ve diğerleri/Türkiye kararı, Başvuru No: 14526/07, 14747/07, 15022/07, 15737/07, 36137/07, 47245/07, 50371/07, 50372/07 ve 54637/07, 20.10.2009).
ii. Müdahalelerin meşru bir amaç izleyip izlemediği:
Sözleşme’nin 10/2. maddesine göre, “…bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlâkın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.”
Görüldüğü üzere yasayla düzenlemek şartıyla ve “başkalarının şöhret ve haklarının korunması” amacıyla ifade özgürlüğünün sınırlandırılabileceği kabul edilmekte olup sınırlama haklı olsa bile, bu kez sınırlamanın orantılılığı gündeme gelecektir (bkz. sınırlamanın orantısızlığı konusunda Pakdemirli/Türkiye kararı). Kişilik hakkının korunması ile ifade özgürlüğü arasındaki dengeyi iyi sağlamak gerekmektedir.
iii. Müdahalelerin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığı:
AİHM ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumun temel yapılarından birini oluşturduğu ve toplumun gelişimi ve bireyin kendini gerçekleştirmesinin temel koşullarından biri olduğunu hatırlatır (Lingens/Avusturya, Başvuru No: 9815/82, 08.07.1986). İfade özgürlüğü istisnalara tâbi olsa da, bu istisnalar dar bir biçimde yorumlanmalı ve sınırlama nedeni ikna edici bir biçimde ortaya konmalıdır (Observer ve Guardian/Birleşik Krallık, A Serisi no: 216, Başvuru No: 13585/88, 26.11.1991).
31. Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 16.04.2019 tarihli ve 2017/4-1414 E., 2019/464 K.; 10.12.2019 tarihli ve 2017/4-1833 E., 2019/1333 K., sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
32. Basın özgürlüğü ise ifade özgürlüğünün en önemli unsurlarından birisidir. AİHM’nin basın ile ilgili kararlarında ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumun esaslı temellerinden birisini oluşturduğuna değinildikten sonra basına tanınması gereken güvencelerin özel bir öneme sahip bulunduğu belirtilmektedir. Basın ve diğer medya organlarının ifade özgürlüğü, kamuoyuna yöneticilerin görüş ve davranışlarını tanıtmak ve yargılamak için en iyi araçlardan birisini sunmaktadır. Basına siyasal arenada ve kamunun ilgilendiği diğer alanlarda tartışma konusu olan bilgi ve görüşleri iletme görevi düşer. Basının bu görevi, kamuoyunun da bilgi ve görüşleri alma hakkı ile tanımlanır (Handyside, parag. 49, Centro Europa 7 S.R.L. And Dı Stefano/İtalya, Başvuru No: 38433/09, 131).
33. O hâlde basın özgürlüğü bir yönüyle halkı ilgilendiren haber ve görüşleri iletme özgürlüğü, diğer yönüyle de halkın bu bilgi ve görüşleri alma hakkıdır. Mahkeme’ye göre basın ancak bu şekilde, kamuoyunun bilgi edinme hakkı bakımından yaşamsal önemi bulunan “halkın gözcülüğü” ya da “bekçisi” görevi yapabilir. Basın özgürlüğü söz konusu olduğunda, ulusal makamlara tanınan takdir yetkisi demokratik bir toplumun yararı dikkate alınarak sınırlandırılır (Édıtıons Plon/Fransa, Başvuru No: 58148/00, 44; Bladet Tromsø And Stensaas/Norveç, Başvuru No: 21980/93, 59).
34. Burada şu hususun da ifade edilmesi gerekir ki, Sözleşme’nin 10. maddesi sadece ifade edilen haber ve fikirlerin içeriğini değil, aynı zamanda bunların nakledilme biçimlerini de korur. (Oberschlick/Avusturya, Başvuru No: 20834/92, 57). AİHM’nin yerleşik içtihadına göre; gazetecilik özgürlüğü ve mesleği, belirli ölçüde abartma, hatta kışkırtma unsurunu da içerir (Prager And Oberschlick/Avusturya, Başvuru No: 15974/90, 38).
35. Basının başkalarının itibarını korumak gibi çizilmiş sınırları aşmaması gerekmekle birlikte kamunun menfaatinin bulunduğu diğer alanlarda olduğu gibi siyasi meselelerde de haber ve fikirleri iletmek yine basına düşen bir görevdir. Sadece basının bu tür haber ve fikirleri iletme görevi yoktur, halkın da bunları edinme hakkı da vardır (Sunday Times/Birleşik Krallık, parag. 30, başvuru no: 6538/74, 26.04.1979).
36. Basın özgürlüğünün iç hukukumuzda nasıl yer aldığı konusuna gelince;
Anayasa’nın “Basın hürriyeti” başlıklı 28. maddesi ile 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3. maddesi basın özgürlüğünü düzenlemiş ve bunun sınırlarını göstermiştir.
37. 5187 sayılı Kanun’un 3. maddesinde;
“Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.
Basın özgürlüğünün kullanılması ancak demokratik bir toplumun gereklerine uygun olarak; başkalarının şöhret ve haklarının, toplum sağlığının ve ahlâkının, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği ve toprak bütünlüğünün korunması, Devlet sırlarının açıklanmasının veya suç işlenmesinin önlenmesi, yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması amacıyla sınırlanabilir.”
Hükmü yer almaktadır.
38. Bu hükümden de anlaşılacağı üzere; basın özgürlüğü, kişinin dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren olay ve olgular hakkında bilgi sahibi olmasını sağlamayı amaçlar.
39. Bunun gereği olarak basın; haber toplamak, fikir ve kanaatleri izleyerek bunları çözümlemek, yorumlamak, eleştirmek ve sonuçta kamuoyunu ilgilendiren konularda doğru ve gerçeğe uygun haber vermek hakkına sahip ve bununla görevlidir. Eş söyleyişle denetim, uyarma, eleştiri ve gerçekleri açıklama, basının doğal görevleridir.
40. Basın özgürlüğü ile bağlantılı kavramlar olarak; Anayasa’da düşünce ve kanaat hürriyeti (m. 25), düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti (m. 26) ayrıntılı şekilde düzenlenmiştir. Demokratik yaşamın gelişmesinde, ulusal birliğin sağlanmasında, kamuoyunun sağlıklı bir biçimde oluşmasında, sosyal ve siyasal ilerlemede basının çok önemli bir fonksiyonunun bulunduğu açık ve kuşkudan uzaktır.
41. Doğaldır ki basının bu ayrıcalıklı konumu ve hukuk düzeninin kendisine tanıdığı özgürlük, tüm özgürlükler gibi yine hukuk düzenince çizilen sınırlara tabidir. Basın, yaptığı yayınlarda gerek Anayasa’nın “Temel Haklar ve Ödevler” bölümünde yer alan ve gerekse de TMK"nın 24 ve 25. maddelerinde ve ayrıca özel yasalarda güvence altına alınmış olan, kişilik haklarına saygı göstermek, bunlara saldırı niteliği taşıyabilecek tutum ve davranışlardan kaçınmak zorundadır.
42. Bu cümleden olarak basın, belirli bir kişinin fikrini tartışmak zorunda kaldığı durumlarda bile, objektif bilgi vermekle ve eleştirmekle yetinmeli, olayları tahrif etmek veya kuşkuları yaymak gibi hukukun izin vermeyeceği yollara başvurmamalıdır. Özellikle de hakaret niteliğinde ya da yersiz, onur kırıcı söz ve deyimlerin kullanılmasından kaçınmalıdır.
43. Basının kamu görevi yapmasında göz önünde tutulan amaç ile kişilik haklarına verilen zarar arasında açık bir oransızlık varsa, yayının hukuka aykırı olduğu kabul edilmelidir. Objektiflikten ayrılmak, haber sınırını aşmak, genişletici ve yanlış yorumlarda bulunmak, gerçek dışı haber vermek, yersiz şekilde onur kırıcı sözler kullanmak, dürüstlük kurallarına aykırı davranmak, kişisel nedenlerle salt sansasyon için yayın yapmak hukuka aykırıdır.
44. Bu açıklamalardan sonra, denilebilir ki; basın özgürlüğünün kişilik haklarına üstün tutulabilmesi için yayının gerçeğe uygun olması, gerçeğe uygun yayının haber niteliği taşıması, gerçeğe uygun haberlerin verilmesinde nesnel (objektif) ölçütlere uyulması, haberin veriliş biçimi yönünden özle biçim arasında ölçülülük bulunması gerekir. Bir yayının hukuka uygun olduğunun kabul edilebilmesi ancak açıklanan bütün bu koşulların birlikte varlığı hâlinde mümkündür. Yapılan bir yayın bu temel ilkelerden herhangi birine ters düşüyorsa hukuka aykırılık unsuru gerçekleşmiş olacaktır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 16.04.2019 tarihli ve 2017/4-1414 E., 2019/464 K.; 10.12.2019 tarihli ve 2017/4-1833 E., 2019/1333 K., sayılı kararları).
45. Önemle vurgulanmalıdır ki yayınlanmasında kamu yararı bulunan, gerçek ve güncel bir haberin veya eleştirinin, özle biçim arasında denge kurulmak suretiyle verildiği durumlarda manevi tazminat sorumluluğunun temel öğesi olan hukuka aykırılık gerçekleşmeyeceğinden basının sorumluluğu da söz konusu olamaz.
46. Basın objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle olay ve konu ile ilgili olan, görünen, bilinen her şeyi araştırma, inceleme ve olayları o anda belirlenen biçimi ile değerlendirme, yayma ve yayınlama yetki ve sorumluluğuna sahip olmakla birlikte, haberin verilişi sırasında özle biçim arasındaki dengenin bozulmaması gerekir.
47. Haberde gerekli, yararlı ve ilgili olmayan nitelemeler ve yorumlar yapıldığı, haberin içeriğine uygun düşmeyen, tahrik edici, kamuoyunda husumet ve kuşku yaratıcı, güveni zedeleyici bir üslubun kullanıldığı durumlarda, özle biçim arasındaki denge bozulmuş sayılır. Bu da hukuka aykırılığın varlığını kabule imkân sağlar.
48. Diğer bir anlatımla basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma, yönlendirme yetki ve sorumluluğuna sahiptir. Bunun içindir ki, basının yaptığı yayından dolayı hukuka aykırılık teşkil edecek olan eylemi, genel olaylardaki hukuka aykırı olan eylemden farklılıklar taşır. İşte bu farklılık ve ayrık durum gözetilerek yapılan yayının hukuka aykırılık veya uygunluk sınırı belirlenmelidir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğunun kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir. Basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır.
49. Yine, basının manevi tazminat sorumluluğunun doğması BK’nın 49. (TBK’nın m. 58) maddesindeki koşulların gerçekleşmiş olmasına bağlıdır.
50. Tüm bu açıklamalar ve yasal düzenlemeler ışığında somut olay incelendiğinde; davalı şirkete ait Yeni Şafak Gazetesi’nin 05.07.2010 tarihli sayısının ilk sayfasında "Başbağlar’ın sorumluları Silivri’de” ve onikinci (12.) sayfasındaki “...’in Büyük Payı Var” başlıkları ile, 05.07.1993 tarihinde gerçekleşen Başbağlar Katliamı’nın 17. yıldönümü münasebetiyle dava dışı ...’nın sözlerinin haber yapıldığı anlaşılmaktadır.
51. Dava konusu haberin bir bütün olarak değerlendirilmesinde; haber görünür gerçeğe uygun olup günceldir ve yapılmasında kamu yararı ve toplumsal ilgi bulunmaktadır.
52. Basının, okuyucunun dikkatini habere çekmek amacı ile çarpıcı başlık ve ifadeler kullanması bir gazetecilik tekniği olması karşısında; özle biçim arasındaki dengenin bozulduğundan da söz edilemez.
53. Bu durumda; dava konusu haberin güncel olduğu, toplumun bilgi edinme, basının haber verme hakkı kapsamında kaldığı, habere yönelik toplumsal ilginin bulunduğu, dava dışı milletvekili ve Başbağlar Katliamı mağdurlarının avukatı ...’nın sözlerinin gazetecilik tekniği gereği okuyucunun ilgisini çekecek nitelikte aktarıldığı, özle biçim arasındaki dengenin bozulmadığı, demokratik toplum tarafından meşru sayılabilecek nitelikte, ifade özgürlüğüne getirilmesi gereken bir sınırlamanın gerekli olmadığı, başlık çarpıcı da olsa davacının kişilik haklarına bir saldırı bulunmadığı kabul edilmelidir. Dava konusu haberi kaynağını açıklayarak doğrudan kaynaktan aldığı şekilde aktaran davalının tazminat ile sorumlu tutulması yerinde görülmemiştir.
54. Hâl böyle olunca; tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki bilgi, belge ve delillere, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
55. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen geçici 3. maddeye göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Aynı Kanun’un 440. maddesinin III/1. bendine göre karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 18.11.2020 tarihinde oy birliği ile ve kesin olarak karar verildi.