Abaküs Yazılım
Hukuk Genel Kurulu
Esas No: 2017/3151
Karar No: 2020/911
Karar Tarihi: 18.11.2020

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/3151 Esas 2020/911 Karar Sayılı İlamı

Hukuk Genel Kurulu         2017/3151 E.  ,  2020/911 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi


    1. Taraflar arasındaki “menfi tespit ve istirdat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İstanbul Anadolu 14. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay (kapatılan) 13. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
    2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
    3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

    I. YARGILAMA SÜRECİ
    Davacı İstemi:
    4. Davacı vekili, vakıf üniversitesi hastanesi olmaları nedeniyle, tıbbi malzeme ödeme esaslarında, davalı tarafından, kamu hastanelerinin işleyişine göre hesaplama yapılarak taraflarına ödeme yapıldığını, 2009 yılına kadar kamu hastanesi olarak fatura gönderdiklerini, davalı kurumun da onay verip buna uygun olarak ödeme yaptığını, bununla birlikte Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğü tarafından kendilerine gönderilen 06.01.2010 tarihli yazıda, Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığından talep edilecek faturaları bir özel sağlık kuruluşu gibi hazırlayıp göndermeleri hâlinde ödeme yapılacağının bildirildiğini, kendilerinin kamu tüzel kişiliğini haiz resmi sağlık kurumu niteliğinde olduklarını; ancak SGK İl Müdürlüğü tarafından özel sağlık kurumu oldukları iddiası ile tıbbi malzeme bedeline ilave edilen %15 işletme giderleri geri istenerek, alacaklarından faiziyle birlikte mahsup edildiğini, mahsup işleminin hukuka aykırı olduğunu ileri sürerek ıslahen davalı tarafından tahsil edilen 658.980,94TL"nin mahsup tarihlerinden itibaren yasal faizleri ile birlikte geri ödenmesine, bakiye borç gözüken 26.832,59TL"nin de devam eden faizleri ile birlikte iptali ile borçlu olmadıklarının tespitine ve asıl alacak için %40"tan aşağı olmamak üzere kötü niyet tazminatına hükmedilmesini talep etmiştir.
    Davalı Cevabı:
    5. Davalı vekili; vakıf üniversitelerinin 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu"na tâbi olmamalarından dolayı tereddütler yaşandığını, bu nedenle aralarında hizmet alım sözleşmesi bulunan vakıf üniversitelerine yapılan, 2008 yılı Sağlık Uygulama Tebliği"nin 20.2.1. maddesinin (a) bendinde geçen; “resmi sağlık kurum ve kuruluşlarınca temin edilen tıbbi malzeme bedelleri, tıbbi malzemenin KDV dâhil alış fiyatı üzerine %15 işletme gideri ilave edildikten sonra bulunan tutar üzerinden hazine kesintisi, sosyal hizmetler çocuk esirgeme kurumu kesintisi ilave edilerek fatura edilir ve bedelleri kurumca ödenir” ibaresinin esas alındığı uygulamanın doğru olup olmadığı hakkında görüş istediklerini, cevabi yazıda; vakıflara ait tıp fakültesi hastanelerinin 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’na tâbi olmadıklarından, tıbbi malzeme temin yöntemleri bakımından Sağlık Uygulama Tebliği"nin 20.2.1. maddesinin (b) bendinde belirtilen sözleşmeli özel sağlık kurum ve kuruluşlarınca temin edilen tıbbi malzeme bedellerinin ödeme esasları kapsamında değerlendirilmesinin ve bu yönde işlem yapılması gerektiğinin bildirildiğini savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
    Mahkeme Kararı:
    6. İstanbul Anadolu 14. Asliye Hukuk Mahkemesinin 11.03.2014 tarihli ve 2012/748 E., 2014/100 K. sayılı kararı ile; “Taraflar arasında davacının resmi sağlık kuruluşu olduğu konusunda uyuşmazlık bulunmamaktadır. Uyuşmazlık 2008 Sağlık Uygulama Tebliği (SUT) ne göre tıbbi malzeme ödemelerinin hangi esasa göre yapılacağından kaynaklanmıştır. 2008 yılında yürürlüğe giren SUT da resmi sağlık kuruluşları kamu ihale yasasına tabi olan veya olmayan olarak ayrılmamıştır. Ancak, davalı idare bir kararla eski uygulamasından vazgeçerek davacıya özel sağlık kurum ve kuruluşlarına yaptığı işlemi uygulamış ve % 15 işletme gideri farkı ödememiştir. Bu uygulamanın yasal dayanağı bulunmamaktadır. Yukarıda değinildiği gibi SUT da resmi sağlık kuruluşları arasında bir ayırım olmamasına rağmen davalının ihale kanuna tabi olan ve olmayan ayırımı yaptıktan sonra davacıyı ihale kanununa tabi olmaması nedeniyle özel sağlık kuruluşu olarak kabul etmesi mevzuata aykırıdır.
    Toplanan belge ve deliller ile 13.01.2014 tarihli bilirkişi raporu davacının resmi sağlık kuruluşu olduğunu ve davacının davalıya borçlu olmadığı halde davalı Kurumun davacıdan mahsup yoluyla 658.980,94TL tahsil ettiğini, tahsilden sonra davacının 26.832,59TL borçlu olduğunu iddia ettiğini ortaya koymuştur. Hal böyle olunca davacının davalıya borçlu olmadığının tespitine ve yapılan ödemenin tahsiline karar verilmelidir.” şeklindeki gerekçeyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
    Özel Daire Bozma Kararı:
    7. Yerel Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
    8. Yargıtay (kapatılan) 13. Hukuk Dairesince 26.05.2015 tarihli ve 2014/26697 E., 2015/16961 K. sayılı kararı ile;
    “…1-Davacı, vakıf üniversitesi hastanesi olmaları nedeniyle, tıbbi malzeme ödeme esaslarında, davalı tarafından, kamu hastanelerinin işleyişine göre hesaplama yapılarak taraflarına ödeme yapıldığını, 2009 yılına kadar kamu hastanesi olarak fatura gönderdiklerini, davalı kurumun da onay vererek, buna uygun olarak ödeme yaptığını, bununla birlikte Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğü tarafından kendilerine gönderilen 06.01.2010 tarihli yazıda, SGK"dan talep edilecek faturaları bir özel sağlık kuruluşu gibi hazırlayıp talep etmeleri gerektiğinin, ancak bu şekilde ödeme yapılacağının bildirildiğini, kendilerinin kamu tüzel kişiliğini haiz resmi sağlık kurumu niteliğinde olduklarını; ancak SGK İl Müdürlüğü tarafından özel sağlık kurumu oldukları iddiası ile tıbbi malzeme bedeline ilave edilen %15 işletme giderleri geri istenerek, alacaklarından faizi ile mahsup edildiğini, mahsup işleminin hukuka aykırı olduğunu belirterek, ıslahen davalı tarafından tahsil edilen 658.980,94TL"nin mahsup tarihlerinden itibaren yasal faizleri ile birlikte geri ödenmesi, bakiye borç gözüken 26.832,59 TL"nin de devam eden faizleri ile birlikte iptali ile borçlu olmadıklarına ve asıl alacak için %40"tan aşağı olmamak üzere kötüniyet tazminatına hükmedilmesi için eldeki davayı açmış, davalı; 01.10.2008 yılından sonraki Vakıf üniversitelerinin tıbbi malzemelerine ilişkin ödemelerde, 2008 yılı Sağlık Uygulama Tebliği"nin 20.2.1 maddesinin (a) bendinde yer alan resmi sağlık kurum ve kuruluşlarında ödeme esasına göre işlem yapıldığını, bununla birlikte vakıf üniversitelerinin 4734 sayılı Kamu İhale Kanununa tâbi olmamalarından dolayı tereddütler yaşanması nedeniyle görüş istendiğini, gelen cevapta; vakıflara ait tıp fakültesi hastanelerinin 4734 sayılı Kamu İhale Kanununa tâbi olmadıklarından, tıbbi malzeme temin yöntemleri bakımından Sağlık Uygulama Tebliği’nin 20.2.1. maddesinin (b) bendinde belirtilen sözleşmeli özel sağlık kurum ve kuruluşlarınca temin edilen tıbbi malzeme bedellerinin ödeme esasları kapsamında değerlendirilmesinin bildirildiğini savunarak davanın reddini dilemiştir. Mahkemece bilirkişi raporu esas alınarak davanın kabulüne karar verilmiş ise de; bilirkişi raporu konusunda uzman olmayan avukat tarafından hazırlanmış olup, iş bu rapora davalının yaptığı itirazlar da değerlendirilmemiştir. Hal böyle olunca, mahkemece, konusunda uzman bilirkişinin de yer aldığı yeni bir bilirkişi kurulu oluşturulmak suretiyle taraf, mahkeme ve Yargıtay denetimine elverişli olacak şekilde rapor hazırlanması sağlanarak hasıl olacak sonuca uygun karar verilmelidir. Mahkemece, açıklanan hususlar göz ardı edilerek eksik incelemeye dayalı olarak yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.
    2-Bozma nedenine göre davalının sair temyiz itirazlarının incelenmesine gerek görülmemiştir.” gerekçesi ile karar bozulmuştur.
    Direnme Kararı:
    9. Mahkemece 25.02.2016 tarihli ve 2015/399 E., 2016/67 K. sayılı kararı ile; ilk karar gerekçeleri tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
    Direnme Kararının Temyizi:
    10. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

    II. UYUŞMAZLIK
    11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; mahkemece yapılan incelemenin ve hükme esas alınan bilirkişi raporunun taraf itirazlarını karşılar, denetime elverişli ve yeterli olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre konusunda uzman bilirkişinin de yer aldığı yeni bir bilirkişi heyetinden rapor alınmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

    III. ÖN SORUN
    12. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında işin esasına geçilmeden önce, temyize konu direnme kararının, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) 141. maddesinin 3. fıkrası ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 297. maddesi anlamında, direnme gerekçesi ihtiva edip etmediği dolayısıyla usulüne uygun bir direnme kararının bulunup bulunmadığı hususu ön sorun olarak tartışılıp değerlendirilmiştir.

    IV. GEREKÇE
    13. Ön sorunun çözümünde mahkeme kararlarının niteliği ile hangi hususları kapsayacağına ilişkin yasal düzenlemenin değerlendirilmesi zorunludur.
    14. Bilindiği üzere 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK’nın 297. maddesi bir mahkeme hükmünün kapsamının ne şekilde olması gerektiğini açıklamıştır. Anılan maddede;
    “(1)Hüküm "Türk Milleti Adına" verilir ve bu ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar:
    a) Hükmü veren mahkeme ile hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin ad ve soyadları ile sicil numaraları, mahkeme çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa hükmün hangi sıfatla verildiğini.
    b) Tarafların ve davaya katılanların kimlikleri ile Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, varsa kanuni temsilci ve vekillerinin ad ve soyadları ile adreslerini
    c) Tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri
    ç) Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini
    d) Hükmün verildiği tarih ve hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin imzalarını
    e) Gerekçeli kararın yazıldığı tarihi
    (2)Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.”
    şeklinde düzenleme mevcuttur.
    15. Buna göre bir mahkeme hükmünde, tarafların iddia ve savunmalarının özetinin, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususların, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delillerin, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesinin, sabit görülen vakıalarla, bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebeplerin birer birer, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde hükümde gösterilmesi gereklidir.
    16. Bu kısım, hükmün gerekçe bölümüdür. Gerekçe, hâkimin (mahkemenin) tespit etmiş olduğu maddi vakıalar ile hüküm fıkrası arasında bir köprü görevi görür. Gerekçe bölümünde hükmün dayandığı hukuki esaslar açıklanır. Hâkim, tarafların kendisine sundukları maddi vakıaların hukuki niteliğini (hukuk sebepleri) kendiliğinden (resen) araştırıp bularak hükmünü dayandırdığı hukuk kurallarını ve bunun nedenlerini gerekçede açıklar.
    17. Hâkim, gerekçe sayesinde verdiği hükmün doğru olup olmadığını, yani kendini denetler. Üst mahkeme de, bir hükmün hukuka uygun olup olmadığını ancak gerekçe sayesinde denetleyebilir. Taraflar da ancak gerekçe sayesinde haklı olup olmadıklarını daha iyi anlayabilirler. Bir hüküm, ne kadar haklı olursa olsun, gerekçesiz ise tarafları doyurmaz.
    18. Anayasa’nın 141. maddesi gereğince mahkemelerin her türlü kararının gerekçeli olması gereklidir. Gerekçenin önemi anayasal olarak hükme bağlanmakla gösterilmiş olup, gerekçe ve hüküm birbirine sıkı sıkıya bağlıdır.
    19. Yasanın aradığı anlamda oluşturulacak kararların hüküm fıkralarının açık, anlaşılır, çelişkisiz, uygulanabilir olmasının gerekliliği kadar, kararın gerekçesinin de sonucu ile tam bir uyum içinde o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak, kısaca maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterecek nitelikte olması gerekir.
    20. Zira tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtayın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur.
    21. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 06.11.2018 tarihli ve 2017/12-2826 E., 2018/1619 K.; 28.02.2019 tarihli ve 2015/21-916 E., 2019/219 K. ile 28.02.2019 tarihli ve 2015/21-2344 E., 2019/225 K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir.
    22. Ayrıca 07.06.1976 tarihli ve 1976/3-4 E., 1976/3 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde yer alan “Gerekçenin ilgili bilgi ve belgelerin isabetle takdir edildiğini gösterir biçimde geçerli ve yasal olması aranmalıdır. Gerekçenin bu niteliği yasa koyucunun amacına uygun olduğu gibi, kararı aydınlatmak, keyfiliği önlemek ve tarafları tatmin etmek niteliği de tartışma götürmez bir gerçektir” şeklindeki açıklama ile de aynı ilkeye vurgu yapılmıştır.
    23. Mahkemelerin her türlü kararının gerekçeli olarak yazılması gerektiğini öngören Anayasa’nın 141. maddesinin 3. fıkrası ve ona koşut bir düzenleme içeren 6100 sayılı HMK’nın 297. maddesi işte bu amacı gerçekleştirmeye yöneliktir.
    24. Öte yandan, mahkeme kararlarının taraflar, bazen de ilgili olabilecekleri başka hukuki ihtilaflar yönünden etkili ve bağlayıcı kabul edilebilmeleri, başka bir dava yönünden kesin hüküm, kesin veya güçlü delil oluşturup oluşturamayacağı gibi hukuksal değerlendirmeler de bu kararların yukarıda açıklanan nitelikte bir gerekçeyi içermesiyle mümkündür.
    25. Yeri gelmişken belirtilmelidir ki, yerel mahkemelerin direnme kararları da bir davayı sona erdiren (nihai) temyizi mümkün olan son kararlardan olup, mahkemece bozmaya uyulması yönünde oluşturulan karar ise, bozma lehine olan taraf yararına usulü kazanılmış hakkın gerçekleşmesine neden olmaktadır.
    26. Bu nedenle, bir davanın taraflarının o dava yönünden, mahkemece hangi nedenle haklı veya haksız bulunduklarını anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtayın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için, ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş kuşkuya yer vermeyecek bir açıklık taşıyan direnme ya da uyma kararının bulunması zorunludur.
    27. Mahkemece 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı HMK’ya eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun (HUMK) bozma sonrası mahkemece yapılacak işlemleri düzenleyen 429/2. maddesi çerçevesinde tarafların beyanlarının alınmasından sonra yapılacak iş; açıkça bozma nedenlerine uyulması ya da eski kararda direnilmesine dair ara kararı oluşturmak olmalıdır. Mahkeme, bu yetkisini kullanırken, bozma nedenlerinden her birine, ne sebeple uyduğunu ya da uymadığını gerekçesiyle ortaya koymakla ödevlidir.
    28. Zira direnme kararlarının hukuksal niteliklerinin doğal sonucu ve gereği olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun yapacağı inceleme ve değerlendirme, bozma üzerine yerel mahkemelerce verilmiş direnme kararlarına münhasır olduğundan inceleme sırasında gözeteceği temel unsurlardan birini bozmaya karşı tarafların beyanlarının tespiti ile uyulup uyulmama konusunda verilen ara kararları ile sonuçta hüküm fıkrasını içeren kısa ve gerekçeli kararların birbiriyle tam uyumu ve buna bağlı olarak kararın ortaya konulan sonucuna uygun gerekçesi oluşturmaktadır. Bunlardan birisinde ortaya çıkacak farklılık ya da aksama çelişki doğuracaktır ki, bunun açıkça usul ve yasaya aykırılık teşkil edeceği kuşkusuzdur.
    29. Başka bir ifadeyle, mahkemece düzenlenecek kısa ve gerekçeli kararlara ilişkin hüküm fıkralarında Özel Daire bozma kararına hangi açılardan uyulup hangi açılardan uyulmadığının hüküm fıkrasını oluşturacak kalemler yönünden tek tek ve anlaşılır biçimde kaleme alınması, kararın gerekçe bölümünde bunların nedenlerinin ne olduğu, bozmanın niçin yerinde bulunmadığı ve dolayısıyla mahkemenin bozulan önceki kararının hangi yönleriyle hukuka uygun olduğunun açıklanması kararın yargısal denetimi açısından aranan ön koşuldur.
    30. Direnme kararları yapıları gereği kanunun hukuka uygunluk denetimi yapmakla görevli kıldığı bir Yargıtay dairesinin bu denetimi sonucunda hukuka aykırı bularak, gerekçesini açıklamak suretiyle bozduğu mahkeme kararının aslında hukuka uygun bulunduğuna, dolayısıyla bozmanın yerinde olmadığına ilişkin iddiaları içerdiklerinden o iddiayı yasal ve mantıksal gerekçeleriyle birlikte ortaya koymak zorundadırlar (Hukuk Genel Kurulunun 21.10.2009 tarihli ve 2009/9-397 E., 2009/453 K.; 19/03/2008 tarihli ve 2008/15-278 E., 2008/254 K.; 22/06/2011 tarihli ve 2011/11-344 E., 2011/436 K. ile 29/02/2012 tarihli ve 2011/9-754 E., 2012/102 K. sayılı kararları).
    31. Anılan husus kamu düzeni ile ilgili olup, gözetilmesi yasa ile hâkime yükletilmiş bir ödevdir. Aksine düşünce ve uygulama gerek yargı erki ile hâkimin gerek mahkeme kararlarının her türlü düşünceden uzak, saygın ve güvenilir olması ilkesi ile de bağdaşmaz.
    32. Ayrıca Yargıtayca bozulan yerel mahkeme kararı ortadan kalkar ve hukuki geçerliliğini yitirir. Bozulan karar sonraki kararın eki niteliğinde olmadığından bu karara atıf yapılarak hüküm kurulması isabetsiz olduğu gibi, bozulan karardaki gerekçeye atıf yapılması da yasal dayanaktan yoksundur (Hukuk Genel Kurulunun 22.06.2011 tarihli ve 2011/11-344 E., 436 K. ile 29.02.2012 tarihli ve 2011/9-754 E., 2012/102 K. sayılı kararları).
    33. Bu genel açıklamalar ışığında ön sorun değerlendirildiğinde; davanın kabulüne ilişkin ilk karar Özel Dairece, hükme esas alınan raporun konusunda uzman olmayan bilirkişi tarafından hazırlandığı ve taraf itirazlarını karşılayamadığı, bu nedenle konusunda uzman bilirkişi heyeti oluşturularak taraf ve Yargıtay denetimine elverişli şekilde rapor hazırlanmasının sağlanması ve varılacak neticeye göre hüküm kurulması gerektiği gerekçesiyle bozulmuştur. Mahkemece direnme adı altında verilen kararda, bozma nedenine yönelik olarak herhangi bir gerekçeye yer verilmemiş, önceki karar gerekçesinin aynen tekrar edilmesiyle yetinilmiş, bozma kararına karşı hangi gerekçeyle direnildiğine, bozma kararının hangi nedenle doğru bulunmadığına ilişkin herhangi bir gerekçeye yer verilmemiştir. Bozma nedeni yönünden ortada yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde usulün öngördüğü anlamda oluşturulmuş, ilk kararın aslında hukuka uygun bulunduğuna, dolayısıyla bozmanın yerinde olmadığına ilişkin bir gerekçe bulunmadığı gibi, direnme kararlarını denetleyen Hukuk Genel Kurulu tarafından incelenebilecek nitelikte teknik anlamda gerekçe içeren bir direnme kararının mevcut olmadığı her türlü duraksamadan uzaktır.
    34. Bu hâliyle anılan direnme kararının Anayasa’nın ve Kanun’un aradığı anlamda gerekçe içerdiğinden söz edilemez.
    35. O hâlde Mahkemece yapılacak iş; Anayasa’nın 141. maddesinin 3. fıkrası ve ona koşut bir düzenleme içeren 6100 sayılı HMK’nın 297. maddesi gözetilerek ve özellikle bozma kararında yer verilen bozma gerekçesine karşı, direnmenin gerekçesini de (gerekirse yeni bir hüküm oluşturmayacak şekilde, yasal sınırlarda, genişleterek) açıkça kaleme alarak kararda göstermek olmalıdır.
    36. Hâl böyle olunca, yukarıda açıklanan yasal düzenleme ve ilkeler gözetilerek anlaşılabilir ve denetlenebilir nitelikte direnme kararı verilmek üzere kararın usulden bozulmasına karar verilmelidir.

    V. SONUÇ:
    Direnme kararının yukarıda gösterilen usulü nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
    Bozma nedenine göre davalı vekilinin temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına,
    Aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 18.11.2020 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.





    Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


    Avukat Web Sitesi