Esas No: 2020/136
Karar No: 2020/895
Karar Tarihi: 17.11.2020
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2020/136 Esas 2020/895 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İstanbul Anadolu 19. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar davalı Hazine vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 20. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı Hazine vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun (HMK) "Geçici 3." maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK)"nun 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanun"la değişikliği öncesi hâliyle 438. maddesinin 2. fıkrasında direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağı düzenlendiğinden davalı Hazine vekilinin duruşma isteğinin reddine karar verildikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı ...Ş. vekili 24.02.2014 tarihli dava dilekçesinde; iktisap nedeni orman kadastrosu olarak belirtilen çekişme konusu Pendik ilçesi Ballıca Köyü 232, 233, 234 parsel sayılı özel orman niteliğindeki taşınmazların orman idaresinin talebi doğrultusunda 12.11.1990 tarihli ve 7990 yevmiye numaralı resmi senet ile tapu kütüğüne tescil edildiğini, kayıt maliki ...’in mirasçılarına intikali yapıldıktan sonra aynı gün ve aynı yevmiye numaralı senet ile önceki ismi "... Emlak ve Ormancılık ve Ticaret A.Ş." olan müvekkil şirket tarafından bedeli ödenmek suretiyle satın alındığını, Hazine tarafından açılan tapu iptali ve tescil davası neticesinde çekişme konusu taşınmazların tapu kaydının iptaline ve orman vasfı ile Hazine adına tesciline karar verildiğini, tapu kayıtlarının iptali neticesinde müvekkilinin zarara uğradığını, Türk Medeni Kanunu (TMK)’nun 1007. maddesi gereğince devletin kusursuz sorumluluğunun bulunduğunu ileri sürerek müvekkilinin gerçek zararının tespiti ile fazlaya dair her türlü hak ve alacakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 841.811,78TL’nin 11.10.2012 tarihinden (tapu kaydının iptali kararının kesinleşme tarihi) işleyecek T.C. Merkez Bankasının kısa vadeli kredilere uyguladığı avans faizi ile davalı idareden tahsiline karar verilmesini talep etmiş, yargılama aşamasında bilirkişi raporları gereğince alacak miktarı 520.074.000TL olarak belirlendiğinden bu miktar üzerinden ıslah harcı yatırılmıştır.
5. Davacı yanında feri müdahale talep eden ... vekilleri 26.01.2015 tarihli dilekçesinde; müvekkili tarafından huzurdaki davanın davacısı Royal İstanbul Turizm A.Ş. aleyhine İstanbul Anadolu 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2015/18 E. sayılı dosyası ile haksız azilden kaynaklanan vekalet ücretinin tahsili davası açıldığını, müvekkilinin Orman idaresi ve Hazine tarafından açılan davalarda Royal İstanbul Turizm A.Ş.’ye avukatlık hizmetinde bulunduğunu, haksız olarak azledildiğini, müvekkilinin davacının davayı kazanmasında ve tazminat miktarının belirlenmesinde hukuki yararı bulunduğunu belirterek davacı ...Ş. yanında feri müdahil olarak davaya katılma talebinin kabulüne karar verilmesini istemiştir.
Davalı Cevabı:
6. Davalı Hazine vekili 22.04.2014 havale tarihli cevap dilekçesinde; zamanaşımı ve hak düşürücü süre itirazında bulunduklarını, hazineye husumet yöneltilemeyeceğini, TMK’nın 1007. maddesindeki koşulların oluşmadığını, dava konusu taşınmazları satın alan davacının satın almadan önce taşınmazların evveliyatını bildiğini, mahkeme kararı uygulama tutanağının yolsuz ve tüm sonuçlarıyla hükümsüz olması nedeniyle malikine mülkiyet hakkı kazandırmayacağından tazminat ödenmesini gerektirir bir işlem olmadığını, aksine hukuki niteliği bulunmayan bir işlemin iptalinin söz konusu olduğunu, davacının zararı doğmuş ise bile bu durumun tapu sicilinin hukuka aykırı tutulmasından kaynaklanmadığını, idarenin hukuki sorumluluğunun bulunmadığını, davanın belirsiz alacak davası olarak açılamayacağını ileri sürerek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
İlk Derece Mahkemesinin Birinci Kararı:
7. İstanbul Anadolu 19. Asliye Hukuk Mahkemesinin 02.07.2015 tarihli ve 2014/80 E., 2015/251 K. sayılı kararı ile; dava konusu İstanbul ili Pendik ilçesi Ballıca Köyü 232 , 233 ve 234 parsellerin de içinde bulunduğu alanda 1989 yılında yapılan 6831 sayılı Orman Kanunu"nun 3302 sayılı Kanun ile değişik 2/B madde uygulamaları sırasında, kayıt maliki ... mirasçılarının 1944 tarihli mahkeme kararının uygulanmasını talep etmesi üzerine 59 nolu Orman Tahdit Komisyonu tarafından dava konusu taşınmazların özel orman niteliği ile sınırlandırıldıkları, 2/B çalışmalarının 14.05.1991 tarihinde kesinleştiği, bu üç parselin de özel orman alanları olarak Orman İdaresinin talebi doğrultusunda 12.11.1990 tarihli ve 7990 sayılı resmî senet ile tapu kütüğüne tescil edildiği ve kayıt maliki ... mirasçılarına intikal yapıldığı, bilahare aynı gün ve yevmiye numaralı resmî senet ile 05.12.1990 tarihinde ismi ...olarak değişen ... Emlak Ormancılık ve Tic. A.Ş tarafından satın alındığı, Hazine tarafından 13.11.2000 tarihinde Pendik 3. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davada, dava konusu özel orman parsellerinin tapu kayıtlarının iptaline orman vasfı ile Hazine adına tapuya kayıt ve tesciline karar verildiği ve kararın 11.10.2012 tarihinde kesinleştiği, dava sebebinin TMK’nın 1007. maddesi olması ve bu maddeden kaynaklı tapu sicilinin tutulmasından kaynaklı zararların devletin kusursuz sorumluluğu esasına dayalı olması sebebi ile davalının husumet itirazının yerinde görülmediği, önceki malik..."in Kadıköy Asliye Hukuk Mahkemesinde 1943/251 E. sayılı dava ile orman tahdidinin iptalini talep ettiği, mahkemece bu doğrultuda 06.10.1944 tarihinde 1932 tarihli ve 13 ila 32 sıra nolu tapu kayıtlarının kapsamında kalan taşınmazların orman sınırları dışına çıkartıldığı ve bu doğrultuda 232, 233, 234 parsellerin özel orman olarak tescillerine karar verilerek tapu siciline işlendiği, bunu müteakiben davacının kayıt maliklerinden resmî senetle devraldığı, kayıtlar üzerinde herhangi bir şerh mevcut olmadığı, davacı tapu siciline güvenerek devraldığından davacının dava konusu yerin orman olduğunu biliyordu savunmasına itibar edilmediği, davacının TMK’nın 1007. maddesinden kaynaklı zararının giderilmesi istemi ile açmış olduğu davanın yerinde olduğu, alınan bilirkişi raporları ile davacının gerçek ve müspet zararının 520.074.000,00TL olarak belirlendiği gerekçeleriyle davanın 520.074,000,00TL üzerinden kabulüne, 11.10.2012 tarihinden itibaren yasal faiz yürütülmesine karar verilmiştir.
Özel Dairenin Birinci Bozma Kararı:
8. İstanbul Anadolu 19. Asliye Hukuk Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı Hazine vekili ve feri müdahil ... vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
9. Yargıtay (Kapatılan) 20. Hukuk Dairesince 21.06.2016 tarihli ve 2016/1425 E., 2016/7300 K. sayılı kararı ile; “…1) Fer"i müdahil talep eden Av. ... vekilinin temyiz itirazları bakımından;
Davaya müdahale 6100 sayılı HMK"nın 65 ve devamı maddelerinde asli ve fer"i müdahale olarak düzenlenmiştir. Açılan bir davada dava konusu şey üzerinde taraflar dışında hak iddia eden kişinin hukukî durumu, asli müdahil olarak doktrin ve uygulamalarda kabul edilmiştir. Dava sonunda verilecek hüküm üçüncü kişinin hukukî durumunu etkiliyor ise üçüncü kişinin davaya katılmasında hukukî yararı vardır. Fakat, üçüncü kişi davaya taraf gibi katılamaz, bilakis taraflardan birinin yanında ve onun yardımcısı olarak davaya katılabilir; işte, bu durumu düzenleyen müesseseye de fer"i müdahale denmektedir.
6100 sayılı HMK"nın 68. maddesinde (HUMK m. 57) feri müdahilin, yanında katıldığı tarafın yararına olan iddia ve savunma vasıtalarını ileri sürebileceği, onun işlem ve açıklamalarına aykırı olmayan her türlü usûl işlemleri yapabileceği düzenlenmiştir.
Mahkemece davanın kabulüne ilişkin olarak kurulan hüküm sadece davalı Hazine tarafından temyiz edilmiştir. HMK"nın 68. maddesinde de belirtildiği üzere, feri müdahil, lehine katıldığı tarafla birlikte hareket eder, yani, onun yardımcısıdır; hüküm, lehine müdahale edilen davalı(davacı) hakkında verildiğinden, bu hükme karşı temyiz yoluna başvurma yetkisi de doğal olarak somut olayda davalı(davacı) tarafa aittir. Lehine müdahale talep edilen davalı(davacı) taraf hükmü temyiz etmediğinden ve hakkında hüküm kurulmayan feri müdahale talebinde bulananın yalnız başına kararı temyiz etme yetkisi bulunmadığından temyiz isteminin reddine karar vermek gerekmiştir.
2) Davalı Hazinenin temyiz itirazlarına gelince;
Mahkemece davanın kabulüne karar verilmişse de yeterli inceleme ve araştırma yapılmadan hüküm kurulmuştur. Şöyle ki; dosyadaki bilgi ve belgelere göre, çekişmeli taşınmazların 59 numaralı Orman Kadastro Komisyonu üyelerinden bir kısmının Orman Genel Müdürlüğü tarafından kendilerine verilen yetki ve görevin dışına çıkarak Orman ve Kadastro Kanunları ile 4785 sayılı Kanun karşısında hiçbir geçerliliği bulunmayan eski tapu kayıtlarının ve 1944 yılı mahkeme kararının uygulanmasından söz edilerek o tarihte yürüklükte bulunan ve 02.09.1986 tarihli Resmî Gazetede yayımlanan, Orman Kadastro Yönetmeliğinin 60. maddesi dayanak gösterilerek kanun ve yönetmeliğe uygun olarak kurulmayan ve orman kadastro komisyonu niteliğinde olmayan yetkisiz üç kişilik bir heyet tarafından düzenlenen 31.07.1989 tarihli “Mahkeme Kararı Uygulama Tutanağı” esas alınarak bu üç parselin de özel orman alanları olarak Orman İdaresinin talebi doğrultusunda 12/11/1990 tarih 7990 sayı ile düzenlenen resmî senet ile tapu kütüğüne tescil edildiği ve kayıt maliki... mirasçılarına intikal yapıldığı, bilahare aynı gün ve yevmiye ile resmî senet ile 05/12/1990 tarihinde ismi Royal İstanbul Turizm A.Ş. olan ... Emlak Ormancılık ve Tic A.Ş. tarafından satın alındığı, alım tarihinde tapu kaydında “Devlet Ormanı” olduklarına ilişkin şerh bulunmadığı, daha sonra Hazinenin açmış olduğu dava sonucu Pendik 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 15/02/2011 gün ve 2005/117 -2011/86 sayılı ilâmıyla tapu kayıtlarının iptaline taşınmazların orman niteliğiyle Hazine adına tescillerine karar verildiği, hükmün temyiz edilmesi üzerine de Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 11/10/2011 gün ve 2011/8590 - 11344 sayılı ilâmıyla onandığı, karar düzeltme taleplerinin ise Dairenin 11/10/2012 gün ve 2012/6934 -11455 sayılı kararı ile reddedilerek kesinleştiği anlaşılmıştır.
Davanın dayanağı, TMK"nın 1007. maddesidir. Bu madde tapu sicilinin tutulmasından doğan zararlardan Hazinenin sorumlu olduğunu hükme bağlamıştır. Bu sorumluluk objektif (kusursuz) sorumluluk hâlidir. Diğer bir anlatımla, zararın meydana gelmesi sonucu illiyet bağının kesilmemiş olması durumunda Hazinenin sorumlu tutulacağı hüküm altına alınmış bulunmaktadır. Davacı, tapu kaydına güvenerek bu taşınmazları satın almış, daha sonra tapu kaydı iptal edilmiştir. TMK"nın 1023. maddesinde "Tapu sicilindeki kayda iyi niyetle güvenerek mülkiyet veya bir başka aynî hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur" denilmek suretiyle mülkiyet hakkının önemi vurgulanmış, bu kazanımın korunması için ise kişinin tapu kaydına “iyiniyetle” güvenmesi şartı aranmıştır.
TMK"nın 1024. maddesinde “Bir aynî hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise, bunu bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişi bu tescile dayanamaz.
Bağlayıcı olmayan bir hukukî işleme dayanan veya hukukî sebepten yoksun bulunan tescil yolsuzdur.
Böyle bir tescil yüzünden aynî hakkı zedelenen kimse, tescilin yolsuz olduğunu iyiniyetli olmayan üçüncü kişilere karşı doğrudan doğruya ileri sürebilir” denilmiştir.
Mahkemece davacının dava konusu taşınmazı tapu kaydına güvenerek satın aldığı belirtilmişse de davacının taşınmazı alırken iyiniyetli olup olmadığı, tescilin yolsuz olmasına karşın taşınmazı satın alan kişinin bu durumu bildiği ya da bilmesi gereken üçüncü kişi olup olmadığı hususları konusunda bir değerlendirme yapılmamıştır. Dava konusu taşınmazlara ilişkin Hazinenin açtığı dava sonucu verilen tapu iptal kararını onayan Yargıtay 20. Hukuk Diaresinin 11/10/2011 gün ve 2011/8590 - 11344 sayılı ilâmında; dava konusu taşınmazların özel orman olarak kişiler adına yapılan tescilin yolsuz tescil olduğu belirtilmek sureti ile taşınmazların tapu kaydının iptaline karar verilmiştir. Bu durumda mahkemece, dava konusu taşınmazları tapuya tescil edildiği gün satın alan ve tazminat talebinde bulunan davacının taşınmazların yolsuz olarak tescil edildiğini bilip bilmediği ya da bilmesi gerekip gerekmediği, taşınmazı edinirken iyiniyetli hareket edip etmedikleri, taşınmazı satın alan şirket ile kayıt malikleri arasında bir ilişki olup olmadığı, bu edinimin muvazalı olup olmadığı hususlarının araştırılarak oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ve araştırma ile karar verilmiş olması doğru değildir" gerekçesiyle hükmün bozulmasına, bozma nedenine göre sair hususların incelenmesine yer olmadığına karar verilmiştir.
İlk Derece Mahkemesinin İkinci Kararı:
10. İstanbul Anadolu 19. Asliye Hukuk Mahkemesinin 03.10.2017 tarihli ve 2017/275 E., 2017/298 K. sayılı kararı ile bozma kararına uymak suretiyle yapılan yargılama neticesinde; davacıların iyiniyetli olarak dava konusu taşınmazları satın alıp almadığının tespiti hususunda Pendik Tapu Müdürlüğü, İstanbul Ticaret Sicil Müdürlüğü ve Nüfus Müdürlüklerine yazılan müzekkere cevaplarından; tapu kütüklerinde taşınmazların satın alınma tarihinden sonra tescil edilen şerhler haricinde satış tarihinde kısıtlayıcı herhangi bir şerhin veya beyanın olmadığı, davacı şirketin kurucu ortakları ile sonraki ortaklarının ........ ve ... olduğu, dava konusu taşınmazları satan......"in mirasçıları...."ın davacı şirketle herhangi bir organik veya fiili bağlantılarının bulunmadığı, yine nüfus aile kayıt tablolarından davacı şirket ortak yöneticileri .... ve ... ile dava konusu taşınmazları satan .....in mirasçıları. .... arasında herhangi bir akrabalık bağının bulunmadığının anlaşıldığı, yapılan inceleme ve belgelere göre davacı şirketin dava konusu taşınmazları satın alırken tapuya güven ilkesi gereğince taşınmazları iyi niyetle satın aldığı, taşınmazlar üzerinde taşınmazların satılmasını önleyici veya davacı şirketin kötüniyetini ortaya koyacak herhangi bir beyan, şerh, tedbir, delil ve emare bulunmadığından davacı şirketin iyi niyetli olduğu kanaatine varıldığı, bozma gerekçesine göre bozma kararından önce yapılan işlemler ve alınan bilirkişi raporlarının hüküm kurmaya yeterli olduğu ve önceki gerekçelerle davanın kabulüne 520.074.000,00TL tazminat alacağının 11.10.2012 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiz ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiştir.
Özel Dairenin İkinci Bozma Kararı:
11. İstanbul Anadolu 19. Asliye Hukuk Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı Hazine vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
12. Yargıtay (Kapatılan) 20. Hukuk Dairesince 15.02.2018 tarihli ve 2017/10314 E., 2018/1029 K. sayılı kararı ile; “…İncelenen dosya kapsamına toplanan delillere göre mahkemenin değerlendirmesi yerinde değildir.
…
Dairenin bozma kararında iptal edilen 232, 233, 234 sayılı parsellerin yolsuz tescil sonucu oluştuğunun kabul edildiği, davacının taşınmazı alırken yolsuz tescili bilip bilmediği, taşınmazı edinirken iyi niyetli hareket edilip edilmediği, taşınmazın satın alan ile satanlar arasında bir ilişki olup olmadığı bu edinimin muvazaya dayalı bulunup bulunmadığının tam olarak belirlenmesi gereğine değinilmiş olmakla taşınmazların tapusunun yolsuz tescil sonucu oluştuğu bu nedenle tapuların iptal edildiği tapuların iptaline ilişkin Pendik 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2005/117 E. - 2011/86 K. sayılı kararı ve bu kararın temyizi sonucu Dairemizin 2011/8590 E. - 11344 sayılı kararlarında da benimsendiği gibi Ballıca köyü 232, 233,234 sayılı parsellerin yolsuz tescil sonucu özel orman olarak tescil edildiği ancak Devlet ormanı olduğu kabul edilerek yolsuz tescil sonucu tapuların oluştuğu hükmen kesinleşmekle bu konuda bir uyuşmazlık bulunmamaktadır.
Uyuşmazlık bu yolsuz tescilin davacı ...Ş. tarafından bilinip bilinmediği bozma sonucuna göre davacının iyi niyetli olup olmadığı noktasında toplanmakta olup bu hususun açıklığa kavuşturulması gerekir. Çünkü yolsuz tescili bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişinin bu hâlde iyi niyetli olamayacağı yasa gereğidir.
Pendik Tapu Sicil Müdürlüğünün 12.11.1990 günlü tapu sicil muhafızlıklarında düzenlenen resmî senet evrakının incelenmesinde; Tarım Orman ve Köy İşleri Bakanlığının 25/09/1989 gün ve 5342 sayılı yazıları doğrultusunda 59 nolu Orman Kadastro Komisyonu mahkeme kararı uygulama tutanağına göre 6/11/1932 tarih 13, 14, 15, 17, 18, 19, 20, 21, 22, 23, 24, 25, 26, 27 28, 29, 30, 31 nolu toplam 18 parça tapunun ... adına kayıtlı olduğu bu tapuların uygulanması ile 18 parça tapunun 59 nolu Orman Kadastro Komisyonunca 10 parça taşınmaz ve özel orman niteliği ile 232, 233, 234, 235, 236, 237, 238, 239, 240 ve 241 parsel numarası verilerek tescillerinin yapıldığı tapu maliki ..."in 13/11/1953 tarihinde ölümü ile taşınmazların mirasçıları adına intikallerinin yapılmasından sonra mirasçıların verdikleri vekaletnameler doğrultusunda aynı günlü işlemle 232, 233 ve 234 sayılı parsellerin tamamının ... Emlak Ormancılık Tic. A.Ş."ye 235-237 sayılı parselin ....kızı ....."e satışlarının yapıldığı 12/11/1990 gün 7990 numaralı tapudaki bu işlemin altının tapu sicil müdürü ve müdür yardımcıları yanında.... ve .... tarafından imzalandığı muris ... mirasçılarından bir kısmınca tapudaki bu işlem yapılmadan önce Kadıköy 7. Noterliğinin (22/09/1988 - 6/11/1999 - 18/10/1990) tarihli vekaletnamelerle.....e vekalet verdikleri bu vekaletnameler esas alınarak muris ....."in mirasçılarının temsilcisi olarak) tapudaki işlemlerin yapıldığı anlaşılmaktadır.
Tapuda yapılan bu işlemlerin yolsuz tescile dayalı olduğu kabul edilerek 232, 233, 234 sayılı parsellerin tapularının iptal edildiği, davacıların ise iptal edilen bu tapulara dayalı olarak eldeki tazminat davasını açtıkları anlaşılmakla bu yolsuz tescili davacıların bilip bilmedikleri ve iyi niyetli olup olmadıkları önem arz etmektedir. Dava konusu 232, 233, 234 sayılı parselleri tapudaki işlemle Hulisi ... ve diğerlerinin vekaletleri doğrultusunda satışı yapılan ... Emlak Ormancılık ve Tic. A.Ş."nin 16 Nisan 1990 tarihli ticaret sicil gazetesinde yapılan ilan ile kuruluşunun yapıldığı ...."in kurucu ortakları oldukları, 5 Aralık 1990 tarihli ticaret sicil gazetesinde de eski adı ... Emlak Tic. A.Ş. olan şirketin ünvan değişikliği yapılarak ...adını aldığı, yönetim kurulu başkanının .... yönetim kurulu üyelerinin ... ve .... oldukları, 08.11.1991 tarihli tapudaki ünvan değişikliği işlemiyle 232, 233, 234 sayılı parsellerin malikinin ... Emlak Ormancılık A.Ş."den Royal İstanbul Turizm A.Ş."ye intikalinin yapıldığı, nüfus kayıtlarına göre alıcı şirket ortakları ...."in, ...."in babası, ..."in de...."in eşi olduğu yapılan tüm işlemlerin bilgileri dahilinde bulunduğu görülmektedir.
Davacı her ne kadar tapuya güven ilkesine dayalı ve iyi niyetli 3. kişi iddiasına dayanmakta ise de yukarıda tespit edilen duruma göre davacı şirket ortakları .... ve ..."in hem kök tapu kaydı malikleri ..."in mirasçılarının vekilleri ve hem de davacı şirketin ortaklarıdır.
TMK"nın 1023 ve 1024. maddelerinde sözü edilen iyi niyet kuralının tapu kaydı oluşturulduktan sonra tapuya güven ilkesi gereği herkese açık olan tapu kaydının incelenebilmesi hâlinde mümkündür.
Somut olayda; henüz tapu kaydı oluşmadan aynı günlü işlemle tapuda hem intikaller sağlanmış ve hem de satış işlemleri gerçekleştirilmiştir. İntikalleri sağlayan murisin mirasçıları vekilleri .... ve ... aynı zamanda davacı şirketin de yönetim kurulu ve ortaklarıdır, bu nedenle yolsuz tescilin bilinmemesinin mümkün olmadığı gibi bu yolsuz tescile dayalı olarak iyi niyetli olma iddiası da dinlenemez.
Davaya konu taşınmazların bulunduğu Ballıca köyünde ilk orman kadastrosu 3116 sayılı Kanun hükümlerine göre 1942 yılında yapılmış daha sonra 1976 yılında 6831 sayılı Kanunun 1744 sayılı Kanun ile değişik hükümleri, 1981 yılında yapılan 2896 sayılı Kanunun uygulanması ve 14.11.1990 tarihinde ilan edilen 3302 sayılı Kanun hükümlerine göre yapılan 6831 sayılı Kanunun 2/B maddesi uygulaması vardır.
1942 yılında yapılan ilk orman kadastrosu üzerine tapu maliki....."in Orman Yönetimi aleyhine açtığı orman kadastrosuna itiraz davasında Kadıköy Asliye Hukuk Mahkemesinin 1943/251 - 1944/800 E.K. sayılı kararı ile Kasım 1932 tarih 13 ila 32 nolu tapu kayıtlarına dayalı olarak 46 hektar (460.000 m2)"lik alanın orman sınırı dışına çıkarıldığı bu kararın Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 05.02.1945 gün 1945/400 - 629 E.K. Sayılı kararı ile onanarak kesinleştiği, kesinleşen bu kararın krokisinin bulunamadığı daha sonra 13.07.1945 tarihli 4785 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesi ile bu yasanın yürürlüğe girdiği tarihte mevcut olan bütün ormanların tamamının Devletleştirildiği, Devletleştirilen Özel Ormanların sahiplerine iade edilmesi için 31.03.1950 tarihinde yürürlüğe giren 5658 sayılı Kanun uyarınca tapu maliki ....."in 28/07/1950 tarihli dilekçesiyle yapılan iade isteminin; dava konusu yerin sınırlarının ormanla çevrili olması nedeniyle İADE şartları olmadığından reddedildiği bu red işlemine karşı herhangi bir dava açılmadığından 09.12.1950 tarihinde kesinleştiği, dava konusu edilen taşınmazların bu nedenle 1945 yılında Devletleştirilen Ballıca Devlet Ormanı sınırları içinde kaldığı anlaşılmaktadır.
Öte yandan dava konusu taşınmazların bulunduğu Ballıca köyünde 1962 yılında yapılan tapulama çalışmalarında ....."in pay sahibi olduğu Kasım 1932 tarih 13 ila 32 numaralı tapu kayıtları uygulanmaya çalışılmış ancak uygulanamayan kayıtlar listesine alınmıştır. Bu tapulama sırasında Ballıca köyünde 1 ila 223 sayılı parseller ile ilgili toplam 1.628.225 m2 yüzölçümlü tapulama tutanakları düzenlenmiş parsellerin zilyetlik koşulları oluşmadığından Hazine adına tespitleri yapılmıştır. Tapu maliki A. Ziyaettin Diler mirasçılarının tapulama komisyonuna Kasım 1932 tarih 13 ila 32 numaralı tapu kayıtlarına dayalı olarak yaptıkları itirazlar reddedilmiş buna karşı tapu maliklerinin bu parsellere karşı kadastro mahkemesinde dava açtıkları anlaşılmıştır.
Davaya konu parsellerin de içinde bulunduğu taşınmazların dayanağını oluşturan Kasım 1932 tarih 13 ila 32 numaralı tapuların toplam yüzölçümü 968.738 m2 muris ..."in payının 453.996 m2 olduğu kalan payın ise kime ait olduğunun bilinemediği bu tapulara dayalı olarak 59 numaralı Orman Kadastro Komisyonunca yapılan işlemler sonucunda oluşturulan 10 adet (232, 233, 234, 235, 236, 237, 238, 239, 240, 241) özel orman parselinin toplam yüzölçümünün ise 8.440.355 m2 olarak tapu kaydından çok fazla yüzölçümü ile tespit edildiği bu tespitlerde tazminata konu 232 sayılı parselin 130 hektar 6000 m2 yüzölçümü ve Burçaklara Özel ormanı, 233 parselin 7 hektar 7318 m2 yüzölçümü ve Poyraz Eğrek Özel Ormanı, 234 parselin ise 92 hektar 8082 m2 yüzölçümü ve Ballıca Bayırı Özel Ormanı olarak belirlendiği bu üç parselin toplam yüzölçümünün 2.311.400 m2"ye tekabül ettiği bu parsellerin de içinde bulunduğu Bağlıca Devlet Ormanının toplam yüzölçümünün ise 26.135.000 m2 olduğu anlaşılmaktadır.
Davaya konu 232, 233, 234, parsellerin tesciline dayanak gösterilen 59 nolu Orman Kadastro Komisyonu, Tarım Orman ve Köy İşleri Bakanlığının 13/2/1987 tarih 6 sayılı olurları ile Orman Genel Müdürlüğünün 15/03/1989 sayılı iş emirleri ile Ballıca köyü sınırları içinde bulunan ormanlarda 6831 sayılı Kanunun 3302 ve 3373 sayılı kanunlarla değişik 2/B madde uygulaması çalışmaları yapmak üzere görevlendirilmiş, 59 nolu Orman Kadastro Komisyonu da 7/6/1989 tarihli işe başlama tutanağı ile çalışmalarına başlayıp 14/06/1989 tarihli işi bitirme tutanağı düzenlenmesi ile çalışmalara son verilmiş ve bu tutanak başkan..., ormancı üye ..... ziraatçi üye ... Sevdin, ziraat odası temsilcisi ..., köy temsilcisi ... ve bilirkişi ... tarafından imzalanarak işlem bitirildikten sonra İstanbul Orman Bölge Müdürlüğünün 23 Haziran 1989 gün 9396 sayılı 59 nolu Orman Kadastro Komisyonu Başkanlığına gönderilen yazı ile ... mirasçıları vekili Av. ...."nın başvurusu üzerine 20 adet tapuya dayalı olarak açılan dava sonucu Kadıköy Asliye Hukuk Mahkemesinin 1943/251 E. - 1944/800 K. sayılı kararının uygulanması ve sonuçtan bilgi verilmesinin istenilmesi üzerine bu kez 59 numaralı Orman Kadastro Komisyonu mahkeme kararı uygulama tutanağı başlığı altında çalışma yaparak 18 parça tapu ve mahkeme kararının uygulanması yapılarak toplam 10 parça özel orman parseli belirlediği bu çalışmanın 31/07/1989 tarihinde bitirildiği ve altının 59 nolu Orman Kadastrosu Komisyonu başkanı..., ormancı üye...ve ziraatçi üye ... Sevdin tarafından imzalandığı diğer komisyon üyelerinin isim ve imzalarının mevcut olmadığı anlaşılmıştır.
59 nolu Orman Kadastro Komisyonunun çalışmalarının sonucu 14/11/1990 tarihinde Balıca köyünde askı ilanına çıkarılmış bu ilan tutanağında mahkeme kararının uygulama tutanağına ilişkin herhangi bir bilginin bulunmadığı görülmektedir. Bu ilana göre 6 ay içinde kadastro mahkemelerinde dava açılabileceği tapulu yerlerde ise 10 yıl içinde dava açma hakkının bulunduğu açıklanmıştır.
Anlaşıldığı üzere 6831 sayılı kanunun 2/B maddesi uygulaması yapmak üzere ise başlayan 59 nolu orman kadastro komisyonu işi bitirdikten sonra mahkeme kararını uygulama tutanağı adı altında ayrı bir çalışma yaparak davaya konu 232, 233, 234 sayılı parselinde içinde bulunduğu özel orman parselleri oluşturmuş ancak bu çalışmanın altı 6831 sayılı kanununun 7. maddesi gereğince bir başkan ve dört üyeden oluşması gerektiği anlaşılan Kanuna aykırı olarak sadece üç kişi tarafından imzalanmıştır.
59 nolu Orman Kadastro Komisyonunca 10 parça yerin özel orman olduğu belirlenip tutanağı düzenlenerek askı ilanına dahi çıkarılmadan 12/11/1990 tarihinde tapuya tescilleri sağlanmış tescil nedeni olarak ise orman kadastro komisyonu gösterilmiştir. 14/11/1990 tarihinde askı ilanına çıkarılan 59 nolu Orman Kadastro Komisyonu işleminin bu tarihten önce 12/11/1990 tarihinde tapu sicilinde tescil nedeni gösterilmiş olması hayatın olağan akış ve gerçeklerine aykırı düşmektedir.
Mevcut yasalarımıza göre tapu sicillerinin nasıl oluşturulacağı bellidir. Genel arazi kadastrosunun kesinleşmesi hâlinde tescil nedeni "kadastro" olduğu yazılarak ya da dava sonucu kesinleşenler için "hükmen" yazılarak tapu sicil kaydı oluşturulur. 6831 sayılı Kanun gereğince yapılan orman kadastro işlemlerine karşı gerçek ya da tüzel kişilerin açtıkları orman kadastrosuna itiraz davalarında davanın kabul edilmesi hâlinde tescil kararı verilmeyip orman sınırı dışına çıkarılmasına karar verildiği, ayrıca tescil hükmü kurulmadığı bununda yasa hükmü olduğu, yasada sayılan tescil hâlleri dışında tapu kütüğüne başka bir tescil dayanağının bulunmadığı buna göre tescil sebebi olarak orman kadastro komisyonu gösterilemeyeceği hususu da açıktır.
Kaldı ki, dava konusu parsellere uygulanan Kasım 1932 tarih 13 ila 32 numaralı tapu kayıtlarının tarla ve ağıl yeri nitelikli olduğu Kartal ilçesi, Kurtdoğmuş köyüne ait bulunduğu değişebilen sınırlara sahip olduğu eskiden beri orman niteliğinde olan dava konusu taşınmazlara cins, mevkii ve köy olarak uymadığı da anlaşılmaktadır.
Birçok aşamadan geçen dosya kapsamına göre;
Eldeki dava TMK"nın 1007. maddesine dayalı olarak 21/11/2013 tarihinde açılan Hazinenin kusursuz sorumluluğundan kaynaklanan tazminat istemine ilişkindir.
Tazminata konu 232, 233, 234 parsel sayılı özel orman niteliğindeki taşınmazların tapu kayıtları 1990 yılında 59 nolu Orman Kadastro Komisyonu işlemi gereğince tapuya tescil edilen ancak Hazine tarafından 08/11/2000 tarihinde açılan tapu iptali davası sonucu özel orman tapularının iptali ile Devlet ormanı niteliği ile Hazine adına tescile ilişkin verilen kararın gerekçesinin yolsuz tescile dayandığı bu kararın Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 10/11/2011 gün ve 2011/8590 E. - 11344 K. sayılı kararı ile onanarak kesinleşmesinden sonra eldeki tazminat davasının açıldığı, bu hâli ile taşınmazın yolsuz tescil sonucu oluştuğundan kuşku bulunmadığı mahkemece daha önce davanın kabulüne ilişkin verilen kararın temyiz sonucu Dairenin 21/06/2016 gün ve 2016/1425 E-730 K sayılı kararı ile bozulduğu bozma kararında "taşınmazların yolsuz tescil sonucu oluştuğu bu nedenle taşınmazları tapuya tescil edildiği gün satın alan ve tazminat talebinde bulunan davacının taşınmazları yolsuz olarak tescil edildiğini bilip bilmediği yada bilmesi gerekip gerekmediği, taşınmazı edinirken iyiniyetle hareket edip etmediği, taşınmazı satın alan şirket ile kayıt malikleri arasında bir ilişki bulunup bulunmadığı, bu edinimin muvazalı olup olmadığı" hususlarının araştırılmasının gerekli olduğuna değinilmiş olmakla yukarıda teferruatlı olarak açıklandığı üzere 232, 233, 234 parsel sayılı taşınmazların yolsuz tescil sonucu oluştuğu konusunda kuşku bulunmadığı, bu hâlde tapuya güven esasına dayalı olarak taşınmazın iyi niyetle satın alınıp alınmadığı hususunun değerlendirilmesinde ise; tapuya iyi niyetle güvenerek satın aldığını iddia eden kişinin bu iyi niyetinin korunabilmesi için yolsuz olarak tescil edilen bir ayni hakkın satın alan tarafından bilinmemesi gerekir. Başka bir deyişle TMK"nın 1024. maddesine göre "Bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise, bunu bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişi bu tescile dayanamaz" kaldi ki TMK 705,1021, 1022, 1023. maddeleri de göz önünde bulundurulduğunda taşınmaz mülkiyetinin kazanılmasının tescil ile olacağı, bir hakkın tapuya tescil edilmedikçe ayni hak niteliğini kazanamayacağı, mülkiyetin nakline ilişkin işlemlerin tapu oluşuncaya kadar "tasarruf" aşamasında kalacağı, somut olayda da henüz tapu oluşmadan aynı gün aynı işlemle orman kadastro komisyonu kararına göre tapuya tescil işlemi yapılarak, aynı gün aynı işlemde intikal ve satış işlemlerinin de gerçekleştirildiği, tapu kaydı maliki ..."in mirasçılarının verdikleri vekaletnamelere dayalı olarak vekaleten... tarafından intikal işlemlerinin yapıldığı, vekaletname tarihleri gözönünde bulundurulduğunda tescil işleminden çok daha öncelerine isabet ettiği, taşınmazların tapuya tescilinden sonra aynı gün "... Emlak Ormancılık ve Ticaret A.Ş."ye satışının yapıldığı bir süre sonra da taşınmazların Ticaret Sicilinde yapılan ünvan değişikliği soncu "... Emlak Ormancılık ve Ticaret A.Ş"nin "Royal İstanbul Turizm A.Ş" adını alması nedeniyle tapu kayıtlarının "Royal İstanbul Turizm A.Ş." adına geçtiği bu her iki şirketinde yönetim kurulu ve ortaklarının ... vd. olduğu anlaşılmakla taşınmazı devralan davacı şirketin yolsuz tescili bildiği ve bilebilecek durumda olduğu, kaldı ki 3.kişilerin iyiniyet iddiasının ancak sicil oluştuktan sonra ileri sürülebileceği bu hâli ile iyiniyet olgusunun gerçekleşmediği ve dinlenemeyeceği anlaşılmakla TMK"nın 1007. maddesine dayalı olarak açılan davanın reddine karar verilmesi gerektiği…” gerekçeleriyle karar oy çokluğuyla bozulmuştur.
Direnme Kararı:
13. İstanbul Anadolu 19. Asliye Hukuk Mahkemesinin 14.05.2019 tarihli ve 2019/1 E., 2019/208 K. sayılı kararı ile; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) Turgut ve diğerleri-Türkiye ve Köktepe-Türkiye davalarında, başvuranlara uygulanan mülkiyetten yoksun bırakma işlemine gerekçe olarak gösterilen tabiatın ve ormanların korunması amacının, 1 Nolu Ek Protokol"ün 1. maddesi anlamında kamu yararı kapsamına girdiğine dikkat çekmekle birlikte, mülkiyetten yoksun bırakma hâlinde, ihtilaf konusu tedbirin arzu edilen dengeye riayet edip etmediğinin ve bilhassa da başvuranlara orantısız bir yük yükleyip yüklemediğinin belirlenmesi için, iç hukukta öngörülen telafi yöntemlerinin dikkate alınması gerektiği hatırlatılarak, mülkün değerine karşılık gelen meblağ ödenmeden, mülkten mahrum bırakmanın aşırı bir müdahale teşkil edeceğinin ifade edildiği (Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 08.05.2012 tarihli ve 2012/5252-6742 sayılı kararı), davacının, tapu sicilinin aleniyetine güvenerek tapu kayıt malikinden resmî senetle bedelini ödeyerek satın almış olduğu taşınmazların, daha sonra Maliye Hazinesinin açmış olduğu tapu iptali ve tescil davası ile geri alındığı, davacının 4721 sayılı TMK"nın 1007. maddesinden kaynaklı zararının giderilmesi istemi ile açmış olduğu davanın yerinde olduğu, her ne kadar Yargıtay bozma ilamında davacının iyi niyetli olmadığı kötü niyetli olduğu hususu belirtilerek davanın reddi gerektiği değerlendirilmiş ise de, gerek satış tarihinde taşınmazın kaydında kısıtlayıcı herhangi bir şerhin ve beyanın olmaması gerekse de Ticaret Sicil Müdürlüğü yazı cevabı kapsamında herhangi bir organik bağlantının tespit edilememiş olması, tapu siciline güven ilkesi, iyi niyetin asıl olması, davacının dava konusu taşınmazların yolsuz tescil edildiğini bildiği, bilmesi gerektiği, iyi niyetli hareket etmediği ve ediminin muvazaalı olduğuna dair maddi bir vaka olmadığı gibi herhangi ceza yargılamasının da bulunmadığı, tapu kaydındaki tescilin yolsuz olduğunu davacının bildiği hususunun ispat edilemediği gerekçeleriyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
14. Direnme kararı süresi içinde davalı Hazine vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
15. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; Tapu Müdürlüğünce düzenlenen 12.11.1990 tarihli ve 7990 yevmiye numaralı resmî senet ile orman kadastrosu suretiyle özel orman vasfıyla kayıt maliki adına tescil edilerek mirasçıları adına intikallerinin yapılmasından sonra yine aynı tarih ve yevmiye numaralı resmî senetle davacı tarafından satın alınan taşınmazların sonradan orman olduğu belirtilerek tapu kayıtlarının iptal edilmesi nedeniyle uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan eldeki davada, davacının taşınmazları satın aldığı tarihte tescilin yolsuz olduğunu bilebilecek durumda bulunup bulunmadığı; buna göre davacının 4721 sayılı TMK"nın 1023. maddesi kapsamında iyiniyetli olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği; burada varılacak sonuca göre davacının tazminata hak kazanıp kazanmayacağı noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
16. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konuya ilişkin yasal düzenlemeler ile hukuki kavram ve kurumların ortaya konulmasında yarar vardır.
17. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası (Anayasa)’nın, “Mülkiyet hakkı” başlıklı 35. maddesi:
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz." şeklindedir.
18. 4721 sayılı TMK"nın “Mülkiyet hakkının içeriği” başlıklı 683. maddesi:
"Bir şeye malik olan kimse, hukuk düzeninin sınırları içinde, o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir.
Malik, malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi, her türlü haksız elatmanın önlenmesini de dava edebilir." şeklinde düzenlenmiştir.
19. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) eki Birinci Protokolün "Mülkiyetin korunması" başlıklı 1. maddesi:
“Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.” şeklindedir.
20. Mülkiyet hakkı gerek Anayasa ve kanunlarla iç hukuk yönünden, gerekse AİHS ve ek protokolleri ile uluslararası hukuk yönünden kabul edilmiş temel haklardandır. Kişiye bir eşya üzerinde en geniş yetkileri sağlayan aynî hak, mülkiyet hakkıdır. Aynî haklar, eşya üzerinde doğrudan hakimiyet sağlayan ve bu nedenle herkese karşı ileri sürülebilen mutlak haklardır. Bu nedenle bir eşyanın maliki, hukuk düzeninin çizdiği sınırlar içinde o eşya üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahip kılınmıştır TMK m. 683/1).
21. Bunların yanında mülkiyet hakkı, kamu yararının bulunduğu hâllerde sınırlandırılabilir ya da tamamen kaldırılabilir. Ancak bu sınırlandırma ya da kaldırma gerçekleştirilirken Anayasa’nın 90. maddesinin 5. fıkrası ile iç hukukun üstünde sayılan AİHS hükümleri gereğince Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından oluşturulan 30.05.2006 tarihli ve 1262/02 sayılı kararda ifade edildiği üzere “...bir kişiyi mülkünden yoksun bırakan bir önlemin…” “...kamu yararına meşru bir amaç gütmesi gerektiği...” bu önlem alınırken “başvurulan yollar ve gerçekleştirilmesi amaçlanan hedef arasında makul bir denge olması gerektiği...” kişinin “...kişisel ve haddinden fazla yük taşımak zorunda kalması hâlinde gerekli dengenin kurulamayacağı…” açıktır. Bir başka ifadeyle kamu yararı ile mülkiyet hakkından kısmen veya tamamen yoksun bırakılan kişinin menfaati arasında makul, kabul edilebilir, hak ve adalet dengesini sağlayacak bir oranın kurulması asıldır.
22. Kural olarak taşınmazlar üzerindeki ayni haklar tescille kazanılır (TMK m. 705/1). Tescil ise tapu kütüğünde ayni hakka ilişkin kaydı ifade eden teknik bir terimdir. Tapu sicilinin taşınmazlar üzerindeki ayni hakları gösterebilmesi için öncelikle taşınmazın tapu siciline kaydı gerekmektedir. Çünkü TMK"nın 1000/1. maddesinde, her taşınmaza kütükte bir sayfa açılacağı belirtilerek, tapu sicilinin oluşturulmasında "ayni sistem" adı verilen sistem kabul edilmiştir. Bu sistemin kadastrosu yapılmamış yerlerde uygulama imkânı bulunmadığından ülke topraklarının kadastrosunun yapılması, tapuya kayıtlı olmayan taşınmazların çap kaydının oluşturularak tapulanması çok önemlidir.
23. Ancak bir ayni hakkın tescille kazanılabilmesi, hakkın doğumu için gereken tüm kurucu unsurların geçerli olması şartına bağlıdır. Kurucu unsurlardaki eksiklik veya geçersizliğe rağmen yapılan tescil hükümlerini doğurmaz; yapılan tescile rağmen bir ayni hakkın kazanılması söz konusu olmaz.
24. Bununla birlikte hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları, satın aldıkları şeylerin ileride kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle, alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir.
25. TMK"nın “II. İyiniyet” kenar başlıklı 3. maddesi;
“Kanunun iyiniyete hukukî bir sonuç bağladığı durumlarda, asıl olan iyiniyetin varlığıdır. Ancak, durumun gereklerine göre kendisinden beklenen özeni göstermeyen kimse iyiniyet iddiasında bulunamaz.” şeklindedir.
Şu duruma göre TMK"nın 3. maddesinde sözü edilen "iyi niyet"in; durumun gerektirdiği tüm özeni gösterdiği hâlde, bir hakkın kazanılmasına veya başka bir hukuki sonucun gerçekleşmesine ilişkin bir engelin varlığının farkında olmamak şeklinde tanımlanması mümkündür (Oğuzman, M.K. /Barlas,N.: Medeni Hukuk, Giriş, Kaynaklar, Temel Kavramlar, İstanbul, 2016, s. 251). Nitekim, 08.10.1991 tarihli ve 1990/4 E., 1993/3 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararında da “iyi niyet, hakkın doğumuna engel olacak bir hususun hak iktisap edilirken kusursuz olarak bilinmemesi (…)” olarak tanımlanmıştır.
26. Devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan öteki unsur da topraktır. İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş, bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış, iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş, değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarak da tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur. Devletin, iyi niyetli vatandaşın mülkiyet hakkını korunması önemli bir güvencedir.
27. Bu kapsamda kanun koyucu tarafından, 4721 sayılı TMK"nın 3. maddesinin genel hükmü yanında, menkul mallarda 988 ve 989; tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023. maddesinin özel hükümleri getirilmiştir. 4721 sayılı TMK’nın “İyiniyetli üçüncü kişilere karşı” başlıklı 1023. maddesi;
“Tapu kütüğündeki tescile iyiniyetle dayanarak mülkiyet veya bir başka aynî hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur.” şeklinde düzenlenmiştir.
28. Anılan bu maddeye göre, tapu sicilinde ismi geçen kişinin gerçek hak sahibi olduğuna inanan veya kendinden beklenen tüm özeni göstermesine rağmen gerçek malik olmadığını, tapu sicilinde yolsuzluk bulunduğunu bilmesi imkânsız olan kişinin iktisabı korunur.
29. Ne var ki; tapulu taşınmazların intikallerinde huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin, iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır.
30. Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse; diğer yanda ise kendisi için maddi, hatta bazı hâllerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır. Bu nedenle yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta, şeklen iyi niyetli gözükeni değil, gerçekten iyi niyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması, bu yönde tüm delillerin derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir.
31. Öte yandan aynı Kanun"un “İyiniyetli olmayan üçüncü kişilere karşı” başlıklı 1024. maddesi ise;
“Bir aynî hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise, bunu bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişi bu tescile dayanamaz.
Bağlayıcı olmayan bir hukukî işleme dayanan veya hukukî sebepten yoksun bulunan tescil yolsuzdur.
Böyle bir tescil yüzünden aynî hakkı zedelenen kimse, tescilin yolsuz olduğunu iyiniyetli olmayan üçüncü kişilere karşı doğrudan doğruya ileri sürebilir.” hükmünü içermektedir. Bu madde ile de iyi niyetli olmayan kimsenin iktisabının korunmayacağına vurgu yapılmıştır. TMK’nın 1023. maddesi iyi niyetle mülkiyet veya bir başka ayni hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korurken; aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğinde bulunan 1024. madde ile iyi niyetli olmayan üçüncü şahısların kazanımını hükümsüz saymıştır.
32. TMK"nın 1023. maddesinin uygulanabilmesi için bazı şartların varlığı gereklidir. İlk olarak; tapu sicilindeki kayda iyiniyetle güvenin korunması ancak üçüncü kişiler için mümkündür. TMK’nın 1024. maddesinden açıkça anlaşılacağı üzere, yolsuz tescile taraf olan kişiler, bu prensipten istifade edemezler. Bu bağlamda, yolsuz tescile taraf olanlar ve/veya onların mirasçıları üçüncü kişi sayılmazlar. O hâlde, adına haksız tescil edilmiş olan kişi bizzat MK’nın 1023. maddelerinden faydalanmaz. Zira tescil, hukuki noksanı düzeltmez; fakat bu hukuki noksanı bilmeyen üçüncü kişi lehine, tasarruf salahiyeti temin eder (Kılıç, H.: Son Değişikliklerle Gayrimenkul Davaları, 4. Baskı, 4. Cilt, Ankara 2007, s. 4420).
33. Diğer bir şart, üçüncü kişinin sicildeki yolsuz tescile dayanmış olması gerektiğidir. Ayni haklar tescille doğmakta beraber, tescilin bir hüküm ve sonuç meydana getirmesi için geçerli bir hukuki sebebe dayanması gerekir. Çünkü, hukuk sistemimizde tapu kayıtlarının oluşumunda "illilik" diğer bir anlatımla "sebebe bağlılık" prensibi esas alındığından bu prensip uyarınca tescilin geçerli ve haklı bir sebebe dayanması zorunluluğu bulunmaktadır. Bu husus TMK"nın 1024. maddesinin 2. fıkrasında "Bağlayıcı olmayan bir hukuki işleme dayanan veya hukuki sebepten yoksun bulunan tescil yolsuzdur" şeklinde açıklanmıştır. Yasa maddesindeki bu tanımdan da anlaşılacağı üzere gerçek hak durumuna uymayan tescil, yolsuz tescildir.
34. Belirtilmelidir ki yolsuz tescil bir üst kavramdır. Tescile dayanak teşkil eden işlemin geçersiz olması, tescil talebinde bulunan kişinin fiil ehliyetine veya tasarruf yetkisine sahip bulunmamasından doğabileceği gibi mülkiyeti devir borcu doğuran sözleşmenin kanunda belirtilen şekle uygun yapılmamasından ya da tapu ve kadastro memurlarının kasıtlı davranışları veya hataya düşmeleri gibi çeşitli sebeplerden kaynaklanabilir. Tescilin yolsuz olması hâlinde, tescil işlemi gerçek hak sahipliğini ve hakkın kapsamını göstermez. Bu tür bir tescil yolsuzluğu nedeniyle sonuç doğurmaz, diğer bir anlatımla geçerli bir sebebe dayanmayan tescil veya terkin işlemi taşınmaz üzerindeki ayni hakkın durumunu etkilemez ve böyle bir durumda sicil gerçek hak durumunu yansıtmayıp, sadece şekli bir değer taşır ve tapu sicilinin kendisinden beklenen fonksiyonu yerine getirmesi imkânı ortadan kalkar. Bunun istisnası, iyi niyet sahibi üçüncü kişiler yönünden, TMK’nın 1023 maddesi ile konulmuş kurala bağlanan durumdur.
35. TMK"nın 1023. maddesinin uygulama alanı bulabilmesi için açıklanması gereken bir diğer şart üçüncü kişinin iyi niyetli olmasıdır. TMK’nın 1023. maddesinde sözü edilen iyi niyet, aynı Kanun"un 3. maddesinde deyimini bulan sübjektif iyi niyettir. Üçüncü kişi yolsuz kayda dayanarak ayni hak iktisap ederken, tescilin yolsuzluğunu bilmemeli ve bilebilecek durumda olmamalıdır (Kılıç: s. 4416).
36. Bahse konu olan subjektif iyiniyet ile, kütükteki bir işlemin geçerli olduğuna inanılmış olması yeterlidir. Tescilin geçerlilik şartlarının mevcut olup olmadığını araştırmak zorunda değildir. Aynı surette, o tescilin dayandığı iktisap sebebinin, mevcut veya muteber olduğunu da araştırmak durumunda değildir. Sadece, tapu kütüğüne itimat etmiş olması, iyiniyetli sayılması için yeterlidir. Bu sebeple, diğer yardımcı defterlere bakma yükümlülüğü yoktur. Yevmiye defteri veya müsbit evrak (ispatlayıcı belge) dosyası veya plânlar, tescil ile tezat (aykırılık) hâlinde bulunsa bile, o tescildeki muhteva ile aynî hakkı iktisap etmiş olan, tapu kütüğünü tamamlayan belgelere bakma mecburiyeti bulunmadığından, tapu kütüğünde son kaydın dayanaklarını incelememiş olmak, gayrimenkul edinenin gerekli özeni göstermiş olmadığı anlamına gelmez. Bunun tek istisnası, aynî hakkın muhtevası, kapsamı hakkında, tescilin, müsbit evrak (ispatlayıcı belge) dosyasına veya plânlarına atıf yapılması hâlidir. Bu taktirde, iyi niyet iddiasında bulunabilmesi için, o sicilleri de incelemiş olması gerekir (Kılıç: s. 4418-4419).
37. Tapulu taşınmazların el değiştirilmesi sırasında TMK’nın 1023. ve 1024. maddelerin önemine yukarıda vurgu yapıldıktan sonra üzerinde durulması gereken bir başka husus ise Devletin, tuttuğu tapu kayıtlarının eksik ya da hatalı olması nedeniyle sorumluluğu ve bu sorumluluğun hukuktaki niteliğidir.
38. Tapu sicilinin tutulmasından devletin sorumluluğu 4721 sayılı TMK"nın "III. Tapu idareleri 2. Sorumluluk" başlığı altında 1007. maddede düzenlenmiştir. 4721 sayılı TMK"nın 1007. maddesi "Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur.
Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder.
Devletin sorumluluğuna ilişkin davalar, tapu sicilinin bulunduğu yer mahkemesinde görülür. " hükmünü taşımaktadır.
39. Taşınmazlar üzerindeki ayni hakkın herkese karşı ileri sürülebilmesi, taşınmaz üzerinde hak iktisap edecek kişilerin hakkın sahibi ve taşınmazın hukuki durumu hakkında bilgi sahibi olması ihtiyacı, taşınmaz üzerindeki ayni haklar bakımından devletin sorumluluğunda tutulan tapu siciliyle sağlanmıştır. Nitekim Tapu Sicil Tüzüğü"nün 4. maddesinde tapu sicilinin, taşınmaz mal ile üzerindeki hakların durumlarını göstermek üzere devletin sorumluluğu altında tescil ve açıklık ilkelerine göre tutulan sicil olduğu belirtilmiştir.
40. Tapu sicili kayıtlarının gerçek hak ve hukuki duruma uygun tutulması gerekir. İşte devletin denetimi ve gözetimi adına tutulan tapu sicilindeki kayıtlarının doğruluğuna güvenen kişilerin bu yüzden uğradığı zararların tazmini, tapu sicilinin tutulmasından doğan zararlardan devletin sorumluluğuyla sağlanır.
41. Devlet tarafından verilen, doğru esasa ve geçerli kayda dayalı mülkiyet hakkına değer verileceği kuşkusuzdur. Aksi düşünce tarzının, devletin verdiği tapunun geçersizliğini ileri sürerek hiçbir karşılık ödemeksizin iptalinin istenmesi, zamanında geçerli bir şekilde ve kayda dayalı olarak oluşturulan mülkiyet hakkı ile bağdaşmayacağı gibi kamu vicdanını yaralaması yanında hukuk devleti ilkesini de zedeleyen bir tutum oluşturacaktır.
42. Sorumluluk hukukunun tarihsel gelişim süreci içerisinde, kusur sorumluluğundan kusursuz sorumluluğa uzayan bir yol izlenir. Kusur sorumluluğunda bir zararı başkasına tazmin ettirmek, ancak zarar onun kusurlu bir fiilinden doğmuş ise mümkündür (Tandoğan, H.: Türk Mes’uliyet Hukuku, Ankara 1967, s:89). Kusur sorumluluğunda, “kusur” sorumluluğun öğesidir (Eren, F.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 22. Baskı, Ankara 2017, s. 594).
43. Diğer bir anlatımla tazminat yükümlülüğünü kusura dayandırmak, önceleri adalete uygun ve yeterli görülmekte iken, zarar olasılıklarını çoğaltan büyük sanayinin gelişmesi, üretim ve taşıt araçlarının makineleşmesi, yeni enerji kaynaklarının bulunması halkın büyük şehirlerde yoğunlaşması ile modern hayatta zarar olasılıklarının çoğalması, böylece teknik ilerleme ve ona bağlı tehlikelerin artması ile birlikte zarar görenlere etkili bir koruma sağlamaya elverişsiz ve dolayısıyla adaleti sağlama bakımından da yetersiz kalmaya başlamıştır.
44. Böylece sanayileşme ile birlikte doğan tehlikeler hukuk alanında da etkisini doğurmuş ve bir kimsenin kusurlu olmasa dahi kendisinin verdiği zarar nedeniyle tazmin sorumluluğunu, kısacası kusursuz sorumluluğu getirmiştir (Tandoğan, H.: Kusura Dayanmayan Sözleşme Dışı Sorumluluk Hukuku, Ankara 1981, s. 1-4).
45. Kusursuz sorumluluk, tapu siciline bağlı çıkarların ve ayni hakların yanlış tescil sonucu değişmesi ya da yitirilmesi ile bu haklardan yoksun kalınması temeline dayanır. Çünkü sicillerin doğru tutulmasını üstlenen ve taahhüt eden Devlet, gerçeğe aykırı ve dayanaksız kayıtlardan doğan zararları da ödemekle yükümlüdür.
46. Öğretide kusursuz sorumluluk hâlleri “olağan sebep sorumluluğu-tehlike sorumluluğu” gibi ikili ayırıma tabi tutulduğu gibi (Eren, s. 641 ve 693; Tandoğan, s. 22); “hakkaniyet sorumluluğu-nezaret ve ihtimam gösterme yükümünden doğan sorumluluk-tehlike sorumluğu” şeklinde üçlü ayırım yapanlar da vardır (Tekinay/Akman/Burcuoğlu/ Altop:Tekinay Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, B.7, İstanbul 1993, s. 498).
47. Öte yandan, “objektif sorumluluk” üst başlığı altında kusursuz sorumluluk hâlleri olarak da düzenlemeler bulunmaktadır. Tehlike sorumluluğu, “terminolojide” “ağırlaştırılmış sebep sorumluluğu”; “ağırlaştırılmış objektif sorumluluk” olarak yer alır (Koçhisarlıoğlu, C.: Objektif Sorumluluğun Genel Teorisi, Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 1984, s. 183). Diğer sorumluluk türlerinden farklı olarak kurtuluş beyyinesi (kanıtı) yasalarda bulunmamaktadır. Ancak, uygun illiyet bağını kesen sebepler sorumluyu sorumluluktan kurtarır.
48. Devletin tapu sicilini çok düzgün tutması ve taşınmazların durumunu tespit ve tescil bakımından gerekli düzenlemelerin yapılarak açık hâle getirilmesi konusuna büyük önem verilmiş, bu sicillerin devlet memurlarınca tutulmasından ileri gelecek bütün zararlardan dolayı vatandaşlara karşı fer’i değil, aynen İsviçre’de olduğu gibi asli bir sorumluluk yüklenmiştir (Velidedeoğlu, H.V./ Esmer, G.: Gayrimenkul Tasarrufları, İstanbul 1969, s. 512 vd; Akipek, J.: Eşya Hukuku, Ankara 1972, s. 303).
49. Devletin sorumluluğundan söz edebilmek için, tapu sicilinin tutulmasında sicil görevlisinin hukuka aykırı bir işleminin ve bununla zararlı sonuç arasında nedensellik bağının varlığı gerekmekle birlikte, eylemin kusura dayanıp dayanmamasının bir önemi yoktur. Eş söyleyişle, Devletin sorumluluğu, kusursuz bir sorumluluktur. Diğer bir anlatımla Devletin “tapu sicilinin tutulmasından doğan sorumluluğuna” ilişkin olarak, kusursuz sorumluluk/ağırlaştırılmış sebep/ağırlaştırılmış objektif sorumluluk/ tehlike sorumluluğa ilişkin kurallar uygulanır.
50. Aynı hususlar Hukuk Genel Kurulu (HGK)nun 09.05.2007 tarihli ve 2007/4-212 E., 2007/261 K. sayılı, 06.06.2018 tarihli ve 2017/5-22 E., 2018/1168 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
51. Taşınmazda Devletin tapu sicilini tutması, hak ve işlem güvenliğinin sağlanabilmesinin bir güvencesi niteliğindedir. Ancak sistemin tam olarak yerine getirilmesi, tapu siciline duyulan güvenin sürekliliğine bağlıdır. İşte TMK’nın 1007. maddesinde kanun koyucu sicilin doğru tutulduğuna güvenenlerin, sicilin yolsuz tutulmasından dolayı uğradıkları zararların Devlet tarafından ödeneceği ilkesini düzenleyerek güveni sağlamayı amaç edinmiştir.
52. Burada, kusursuz sorumluluğun dayanağı, tapu siciline bağlı büyük çıkarların ve yanlış tesciller sonucunda sicile güven ilkesi yüzünden ayni hakların yerinin doldurulmaz biçimde değişmesi ve bu hakların sahiplerinin onlardan yoksun kalmaları tehlikesinin varlığı ile açıklanabilir.
53. Görüldüğü üzere, tapu sicilinin tutulmasını üzerine alan Devlet, tapu siciline tanınan güvenden ötürü, hak durumuna aykırı kayıtlardan doğan tehlikeyi de üstlenmektedir. Tapu sicil müdür ya da memurunun kusuru olsun olmasın, tapu sicilinin tutulmasında kişilerin mameleki çıkarlarını koruyan hukuk kurallarına aykırı davranılmış olması yeterlidir. Kusurun varlığı ya da yokluğu Devletin sorumluluğu için önem taşımamakta, sadece Devletin memuruna rücu hâlinde iç ilişkide etkisi söz konusu olmaktadır.
54. İdare illiyet bağının kesildiğini ispat etmediği sürece sorumluluktan kurtulamaz. İlliyet bağının kesilebilmesi için zarar görenin ağır kusurunun bulunması veya üçüncü bir kişinin illiyet bağını kesebilecek nitelikte ağır kusurunun olması veya hakkında zarar doğuran sonucun meydana gelmesinde öngörülemeyen hâlin bulunması gerekir. Yine tapu görevlisine rücu edilebilmesi, tapu görevlisinin kusurunun varlığı hâlinde mümkündür.
55. Tapu sicilinin tutulmasında kişi çıkarlarının korunması bakımından uyulması gereken kurallar tapu mevzuatı ile sınırlı olmayıp, bu mevzuat dışındaki hukuk kurallarına ve hukukun genel ilkelerine de uyulması gerekmektedir. Tapu müdür ya da memurlarının ihlal ettikleri hukuk kuralları ister genel olsun ister salt sicilin tutulmasıyla ilgili olsun her iki hâlde de ortaya çıkan sonuç tapu sicilinin hukuka aykırı tutulmuş olmasıdır (Sirmen, L.: Tapu Sicilinin Tutulmasından Doğan Zararlardan Devletin Sorumluluğu, Ankara 1976, s. 63 vd). Bu nedenle sicilin hukuka uygun tutulması kavramı tapu mevzuatına uygunlukla sınırlı bir kavram olmayıp, hukukun genel ilkelerine uygunluk da gerekmektedir. Bunun dışına çıkan her hukuka aykırı davranıştan Devletin sorumluluğu asıldır.
56. Yapılan açıklamalar ışığında somut olayın değerlendirilmesine gelince; çekişmeli 232, 233 ve 234 parsel sayılı taşınmazların da içinde bulunduğu 10 adet özel orman niteliğindeki taşınmazın 12.11.1990 tarihli ve 7990 yevmiye numaralı resmî senet ile; Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Alemdağ Devlet Orman İşletmesi Müdürlüğünün 25.09.1989 tarihli ve 5342 sayılı yazısı ile eki 59 nolu Orman Kadastro Komisyonunun 31.07.1989 tarihli mahkeme kararı uygulama tutanağı, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün 08.10.1990 tarihli ve 1002, 272/29-4111 sayılı emirleri, İstanbul Tapu Kadastro Bölge Müdürlüğünün 24.10.1990 tarihli ve 4599 nolu yazıları ve eki evrakı müsbiteler ile Pendik Kartal Kadastro Müdürlüğünün 07.11.1990 tarihli ve 5098 nolu yazıları ve eki değişiklik beyannameleri gereğince 18 parça tapu zabıt kayıtlarının 10 parça gayrimenkul olarak maliki ... adına orman kadastrosu suretiyle ve değişik beyannamelerinde yazılı vasıflar altında özel orman olarak yine beyannamelerinde gösterilen parsel numaralı altında tescilinden sonra ..."in 13.11.1953 tarihinde ölümü ile mirasçılarına adlarına intikalen tescillerinden sonra bu kez 232 parselin 262.000.000TL, 233 parselin (başı okunamadı)..6.000.000TL, 234 parselin 190.000.000TL"ye ... Emlak Ormancılık ve Ticaret Anonim Şirketine satıldığı, çekişmeli 232, 233 ve 234 parsel sayılı taşınmazların 12.11.1990 tarihinde ... Emlak Ormancılık ve Ticaret Anonim Şirketi adına tescilinden sonra şirket ünvanının Royal İstanbul Turizm Anonim Şirketi olarak değiştiğinden 08.11.1991 tarihinde tashihen davacı ... Anonim Şirketi adına tescil edildiği görülmüştür.
57. Hazine tarafından Royal İstanbul Turizm A.Ş. aleyhine 13.11.2000 tarihinde Pendik 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davada, orman kadastro komisyonlarının yetkisinin taşınmazları devlet ormanı dışına çıkarmakla sınırlı olduğunu, mülkiyet tayini ile tapu uygulamasının arazi kadastrosunun işi olduğunu ileri sürülerek 59 nolu Orman Komisyonu tarafından özel orman olarak tesis edilen 232, 233 ve 234 parsel sayılı taşınmazların tapu kayıtlarının iptalinin talep edildiği, mahkemece 15.02.2011 tarihli ve 2005/117 E., 2011/86 K. sayılı kararı ile "…taşınmazların kesinleşen orman kadastrosu sınırları içinde kaldığı, taşınmaz daha önce yapılan orman kadastrosunun sınırları içinde ve tapu sicilinde orman niteliğiyle Hazine adına kayıtlı ve mülkiyet hakkı Hazineye ait kamu malı orman olduğu hâlde, gerçek kişi adına tescil ile sonuçlanan "Mahkeme Kararı Uygulama Tutanağının" yolsuz ve bütün sonuçlarıyla hükümsüz olması nedeniyle malikine mülkiyet hakkı kazandırmayacağı ve T.M.Y.’nın 1026. maddesi gereğince sicilin hiç bir süreye bağlı kalmadan her zaman iptal edileceği, somut olayda 3402 Sayılı Yasanın 12/3. maddesi hükümlerinin uygulanma olanağının da bulunmadığı, baştan beri yolsuz tescil niteliğinde oluşturulan sicil kaydının, davalıya hiç bir zaman mülkiyet hakkı kazandırmayacağı açıktır." gerekçeleriyle tapu kayıtlarının iptali ile Hazine adına tesciline karar verildiği, davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 20. Hukuk Dairesinin 11.10.2011 tarihli ve 2011/8590 E., 2011/11344 K. sayılı kararı ile onanmasına karar verildiği, süresinde karar düzeltme yoluna başvurulduğu, Yargıtay (Kapatılan) 20. Hukuk Dairesinin 11.10.2012 tarihli ve 2012/6934 E., 2012/11455 K. sayılı kararı ile karar düzeltme talebinin reddine karar verildiği ve mahkeme kararının 11.10.2012 tarihinde kesinleştiği görülmüştür.
58. Dosya kapsamından; çekişmeli 232, 233 ve 234 parsel sayılı taşınmazların bulunduğu bölgede, Tarım Orman ve Köy İşleri Bakanlığının 13.2.1987 tarihli ve 6 sayılı olurları ile Orman Genel Müdürlüğünün 15.03.1989 sayılı iş emirleri ile 59 nolu Orman Kadastro Komisyonunun Ballıca köyü sınırları içinde bulunan ormanlarda 6831 sayılı Orman Kanun"un 3302 ve 3373 sayılı kanunlarla değişik 2/B madde uygulaması çalışmaları yapmak üzere görevlendirildiği, 59 nolu Orman Kadastro Komisyonunun da 07.06.1989 tarihli işe başlama tutanağı ile çalışmalarına başlayıp 14.06.1989 tarihli işi bitirme tutanağı düzenleyerek çalışmalara son verdiği, bu tutanağın başkan..., ormancı üye ...., ziraatçi üye ... ...., ziraat odası temsilcisi ..., köy temsilcisi ... ve bilirkişi ... tarafından imzalandığı, ... mirasçıları vekili Av. ...."nın (antette Av. ... da yazmakta) 05.06.1989 tarihli, müvekkillerine ait Ballıca köyü hudutlarında 20 adet tapuya dayalı olarak açılan davada Kadıköy Asliye Hukuk Mahkemesinin 06.10.1944 tarihli ve 1943/251 E., 1944/800 K. sayılı kararı ile tapuların orman dışına çıkarıldığı, kadastro komisyonlarınca kesinleşen mahkeme kararı nazara alınmadan işlem yapıldığı, durumun bir kere daha tetkiki ile müvekkillerine ait olduğu belirlenmiş olan taşınmazların özel olarak teslimi konusunda emir ve müsaadeleri talepli dilekçesi üzerine İstanbul Orman Bölge Müdürlüğünün 23.06.1989 tarihli ve 9396 sayılı 59 nolu Orman Kadastro Komisyonu Başkanlığına gönderilen yazı ile ekte gönderilen mahkeme kararı ve eklerinin tetkik edilerek 2/B maddesi uygulamasından önce istenilmesi üzerine 59 numaralı Orman Kadastro Komisyonu tarafından "mahkeme kararı uygulama tutanağı" başlığı altında çalışma yaparak 18 parça tapu ve mahkeme kararının uygulanması yapılarak toplam 10 parça özel orman parseli belirlediği bu çalışmanın 31.07.1989 tarihinde bitirildiği, tutanağın 59 nolu Orman Kadastrosu Komisyonu başkanı..., ormancı üye...ve ziraatçi üye ... .... tarafından imzalandığı diğer komisyon üyelerinin isim ve imzalarının mevcut olmadığı, tutanak askı ilanına dahi çıkarılmadan taşınmazların 12.11.1990 tarihinde tapuya tescillerinin sağlandığı, dava konusu parseller hakkında yapılan işlemlerin hatalı, yürürlükteki yasa ve yönetmeliklere aykırı işlemler olduğu dolayısı ile yapılan tescil işleminin yolsuz olduğu tapu kayıtlarının iptaline ilişkin mahkeme kararını onayan Özel Daire kararı [Yargıtay (Kapatılan) 20. Hukuk Dairesinin 11/10/2011 tarihli 2011/8590 E., 2011/11344 K. sayılı kararı] ile sabit olup, bu konuda Özel Daire ile mahkeme arasında uyuşmazlık bulunmamaktadır.
59. Uyuşmazlık taşınmazları tapuya tescil edildiği gün satın alan ve tazminat talebinde bulunan davacının taşınmazları yolsuz olarak tescil edildiğini bilip bilmediği ya da bilmesi gerekip gerekmediği, taşınmazı edinirken iyiniyetle hareket edip etmediği noktasında toplanmaktadır. Yukarıda da ifade edildiği üzere kişinin gerçekten iyiniyetli olması sözleşme yaptığı tapu malikinin gerçek hak sahibi olduğuna inanması, kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen gerçek hak sahibi olmadığını, tapu sicilinde yolsuzluk bulunduğunu bilmesinin imkânsız olması gerekir. Bu görüşten hareketle kötü niyet iddiasının defi değil itiraz olduğu, her zaman ileri sürülebileceği, mahkemece resen nazara alınacağı gerek Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 08.10.1991 tarihli ve 1990/4 E. 1991/13 K. sayılı kararında ve gerekse bilimsel görüşlerde ortaklaşa kabul edilmiş, benimsenen bu ilke HGK"nın 23.05.2001 tarihli ve 2001/1-422 E., 2001/434 K. sayılı kararında da kapsamlı olarak açıklanmıştır.
60. Bir kişinin kendisinden beklenen özeni gösterip göstermediği, normal bir insanın hayatın olağan akışı içerisindeki davranış biçimi nazara alınarak değerlendirilir ve saptanır. Hâkim de bir kişinin iyi niyetli olup olmadığını tespit ederken, bu kişinin, tescilin yolsuz olduğunu ve taraflar arasındaki uyuşmazlığı genel hayat tecrübelerine ve hayatın doğal akışına göre bilip bilmediğini veya normal görüşlü bir insanın sarf etmesi gereken dikkati sarf etseydi yolsuzluğu ve uyuşmazlığı bilecek durumda olup olmadığını araştırır. Aslında bu kişilerin iyi niyetli olup olmadığına ilişkin kesin bir ölçü koymak mümkün değilse de uygulamada bazı durumlarda üçüncü kişilerin tapu kütüğündeki yolsuzluğu bilmesi gerektiğinden yola çıkarak kötü niyetin kendiliğinden sabit olduğu ve TMK"nın 1023. maddesine dayanmak isteyenlerin iyi niyetli olduklarını ispat etmesi gerektiği kabul edilmiştir (Yakuppur, S.: Tapu Kütüğüne Güven İlkesi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 2013, s. 140). Buna göre, taşınmazın süratle ve düşük bedelle bir üçüncü kişiye satılması hâlinde taşınmazı devralanların iyi niyetli sayılamayacakları, yine alıcı ile satıcı arasında akrabalık, iş arkadaşlığı veya komşuluk gibi bir ilişki görülüyorsa da TMK"nın 1023. maddesinin uygulanamayacağı çünkü iktisap edenlerin şüpheli sayılabilecek bir durumu incelemeyerek ihmalkâr davranarak, kötü niyetli sayılacağı kabul edilmiştir.
61. Somut olaya gelince; Pendik Tapu Sicil Müdürlüğünün 12.11.1990 tarihli ve 7990 yevmiye numaralı resmî senedin incelenmesinde; Pendik Kurtdoğmuş Köyü (orman kadastrosunca Ballıca Köyü olarak uygulanmıştır) tapu zabıt kayıtlarında tescilli 6.11.1932 tarihli ve 13, 14, 15, 17, 18, 19, 20, 21, 22, 23, 24, 25, 26, 27 28, 29, 30, 31 nolu toplam 18 parça tapunun ... adına kayıtlı olduğu, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Alemdağ Devlet Orman İşletmesi Müdürlüğünün 25.09.1989 tarihli ve 5342 sayılı yazısı ile eki 59 nolu Orman Kadastro Komisyonunun 31.07.1989 tarihli mahkeme kararı uygulama tutanağı, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün 08.10.1990 tarihli ve 1002, 272/29-4111 sayılı emirleri ve İstanbul Tapu Kadastro Bölge Müdürlüğünün 24.10.1990 tarihli ve 4599 nolu yazıları ve eki evrakı müsbiteler ile Pendik Kartal Kadastro Müdürlüğünün 07.11.1990 tarihli ve 5098 nolu yazıları ve eki değişiklik beyannameleri gereğince 18 parça tapu zabıt kayıtlarının 10 parça taşınmaz ve özel orman niteliği ile 232, 233, 234, 235, 236, 237, 238, 239, 240 ve 241 parsel numarası verilerek tescillerinin yapıldığı, tapu maliki ..."in 13.11.1953 tarihinde ölümü ile taşınmazların mirasçıları adına intikallerinin yapılmasından sonra .... tarafından Kadıköy 7. Noterliğinden verilen 22.09.1988 tarihli ve 42730 nolu vekaletname ile tevkil ettiği vekili olan vereseden .... tarafından Kadıköy 7. Noterliğinden devren verilen 18.10.1990 tarihli ve 51550 nolu ..... tarafından Kadıköy 7. Noterliğinden verilen 18.10.1990 tarihli ve 51546 nolu, ....tarafından aynı Noterlikten verilen 06.11.1990 tarihli ve 54305 nolu, .... tarafından aynı Noterlikten verilen 06.11.1990 tarihli ve 54368 nolu vekaletnameleri ile tevkil ettikleri müşterek vekilleri olan......., yine vereseden..... tarafından Kadıköy 7. Noterliğinden 06.11.1990 tarihli ve 54367 nolu vekalete binaen..., vereseden.....ın tevkil ettiği ..... tarafından Kadıköy 7. Noterliğinden devren verilen 12.11.1990 tarihli ve 55147 nolu vekaletname ile vekili... müvekkilleri adlarına hareketle intikalen tescillerinden sonra aynı resmî senet ile 232, 233 ve 234 sayılı parsellerin tamamının ... Emlak Ormancılık Tic. A.Ş."ye, 235, 236 ve 237 sayılı parselin....kızı ...."e satışlarının yapıldığı, senedin tapu sicil müdürü ve müdür yardımcıları yanında ....... ve....tarafından imzalandığı anlaşılmaktadır.
62. Mirasçıların verdikleri vekâletnameler doğrultusunda..... ve... tarafından çekişmeli 232, 233, 234 sayılı parsellerin satışı yapılan Güçbeyli Emlak Ormancılık ve Tic. A.Ş."nin 16 Nisan 1990 tarihli ticaret sicil gazetesindeki ilan ile kuruluşunun yapıldığı, ...., ..., ....in kurucu ortakları oldukları, 5 Aralık 1990 tarihli ticaret sicil gazetesinde de eski adı ... Emlak Tic. A.Ş. olan şirketin ünvan değişikliği yapılarak ...adını aldığı, yönetim kurulu başkanının .... ... yönetim kurulu üyelerinin ... ve... oldukları, 08.11.1991 tarihli tapudaki ünvan değişikliği işlemiyle 232, 233, 234 sayılı parsellerin malikinin ... Emlak Ormancılık A.Ş."den Royal İstanbul Turizm A.Ş."ye intikalinin yapıldığı, nüfus kayıtlarına göre alıcı şirket ortakları ...in hem kök tapu kaydı malikleri ..."in mirasçılarının vekili ve hem de davacı şirketin ortağı olduğu, ... ..."nun da eldeki davada, davacı aleyhine açılan davalarda davacıya (Royal İstanbul A.Ş.) avukatlık hizmetinde bulunduğu iddiasıyla feri müdahale talebinde bulunan ... (boşanma ile soyadı değişmiştir) ile aynı kişi olduğu, yine murise ait tapu kayıtlarının uygulanmasını talep eden Av...... tarafından sunulan dilekçe başlığında ..."nun da isminin yer aldığı, bu nedenle davacı şirket tarafından yolsuz tescilin bilinmemesine olanak bulunmadığı gibi bu yolsuz tescile dayalı olarak iyi niyetli olma iddiası da dinlenemez.
63. Öte yandan, davacı şirketin emlakçılık ve ormancılık işiyle uğraştığı, çekişmeli taşınmazları tapuda satın ve devir alırken çekişmeli yerde orman kadastro çalışmalarının yapılıp yapılmadığını, tamamlanıp tamamlanmadığını, çekişmeli yerlerin askı ilanına çıkarılıp çıkarılmadığını bilebilecek durumda olduğu, basiretli bir işadamı gibi hareket ederek tapu kütüğünde belirtilen yazıları araştırması gerekirken, gerekli dikkat ve özen gösterilmeden nitelikleri itibariyle çok kıymetli olan taşınmazları yüksek bir bedel ödeyerek ve tapuya tescil edildikleri gün, aynı resmî senet ile satın ve devralmış olması karşısında iyi niyetli olduğunun kabulü mümkün değildir.
64. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, 12.11.1990 tarihli ve 7990 yevmiye numaralı resmî senetle, tescil, mirasçılara intikal ve satış suretiyle temlik işlemlerinin birlikte yapıldığı, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 27.12.1939 tarihli ve 1939/11 E., 1939/60 K. sayılı kararı gereğince davacının iyi niyet iddiasında bulunabileceği, temlikin yapıldığı resmî senette, mirasçıların 06.11.1990, 09.11.1990 ve 12.11.1990 tarihinde yetkilendirdikleri vekilleri ....... tarafından mirasçılara intikal eden taşınmazlardan 232, 233 ve 234 parsellerin ... Emlakçılık Ormancılık Ticaret A.Ş."ye devredildiğinin anlaşıldığı, resmî senette tescile dayanak yapılan Devletin resmî kurum yazıları karşısında davacı şirketin 59 nolu Orman Kadastro Komisyonun oluşumunu, komisyona verilen görevi, mahkeme kararı uygulama tutanağının içeriğini ve yapılan işlemleri bilmesinin mümkün olmadığı gibi dayanak kayıtları araştırma ve inceleme yükümlülüğünün de bulunmadığı, aleni tapu kayıtlarında ise bir şerh, beyan sınırlama ve yükümlülük de görülmediği, yasal düzenlemeler, somut olgular, yargı kararları, tüm delil ve kayıtlar birlikte değerlendirildiğinde, davacı şirketin tescilin yolsuz oluşmasında, dayanak kayıtların hukuki niteliğini bildiği ve tescilde kayıt malikleri ile işbirliği yapmak suretiyle kötü niyetli davrandığının ispatlanamadığı, davacının yolsuz tescili bildiği ve bilmesi gerektiği kanıtlamadığından TMK"nın 3. maddesi uyarınca iyi niyetli olduğu, TMK"nın 1023 ve devamı maddelerin koruyuculuğundan yararlanacağı dolayısıyla da tapu sicilinin tutulmasındaki hatalı işlem nedeniyle mülkiyet hakkının kaybedilmesi sonucu zararının giderilmesi gerektiği, bu nedenle direnme kararının yerinde olduğu görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
65. Hâl böyle olunca; yerel mahkemece Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
66. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davalı Hazine vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında açıklanan nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun "Geçici 3." maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
Aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 17.11.2020 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY
Yerel mahkeme ile Özel Daire arasındaki temel uyuşmazlık; "Tapu Müdürlüğünce düzenlenen 12.11.1990 tarihli 7990 yevmiye numaralı resmî senet ile orman kadastrosu suretiyle özel orman vasfıyla kayıt maliki adına tescil edilerek mirasçıları adına intikallerinin yapılmasından sonra yine aynı tarih ve yevmiye numaralı resmî senetle davacı tarafından satın alınan taşınmazların sonradan orman olduğu belirtilerek tapu kayıtlarının iptal edilmesi nedeniyle uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan davada, davacının taşınmazları satın aldığı tarihte tescilin yolsuz olduğunu bilebilecek durumda bulunup bulunmadığı; buna göre davacının 4721 sayılı TMK"nın 1023. maddesi kapsamında iyi niyetli olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği; burada varılacak sonuca göre davacının tazminata hak kazanıp kazanmayacağı " noktasında toplanmaktadır.
Yerel mahkemenin, "davacı şirketin kurucu ortakları ile sonraki ortaklarının ..... ve ... olduğu, dava konusu taşınmazları satan .....in mirasçıları ....n davacı şirketle herhangi bir organik veya fiili bağlantılarının bulunmadığı, yine nüfus aile kayıt tablolarından davacı şirket ortak yöneticileri ..... ve ... ile dava konusu taşınmazları satan ....."in mirasçıları......arasında herhangi bir akrabalık bağının bulunmadığının anlaşıldığı, yapılan inceleme ve belgelere göre davacı şirketin dava konusu taşınmazları satın alırken tapuya güven ilkesi gereğince taşınmazları iyi niyetle satın aldığı, taşınmazlar üzerinde taşınmazların satılmasını önleyici veya davacı şirketin kötüniyetini ortaya koyacak herhangi bir beyan, şerh, tedbir, delil ve emarenin bulunmadığı, sonuçta davacı şirketin iyi niyetli olduğu" gerekçesi ile davanın kabulüne dair verilen kararın temyizi üzerine Özel Daire tarafından "henüz tapu oluşmadan aynı gün aynı işlemle orman kadastro komisyonu kararına göre tapuya tescil işlemi yapılarak, aynı gün aynı işlemde intikal ve satış işlemlerininde gerçekleştirildiği, tapu kaydı maliki ..."in mirasçılarının verdikleri vekaletnamelere dayalı olarak vekaleten .... tarafından intikal işlemlerinin yapıldığı, vekaletname tarihleri gözönünde bulundurulduğunda tescil işleminden çok daha öncelerine isabet ettiği, taşınmazların tapuya tescilinden sonra aynı gün "... Emlak Ormancılık ve Ticaret A.Ş."ye satışının yapıldığı bir süre sonra da taşınmazların Ticaret Sicilinde yapılan ünvan değişikliği soncu "... Emlak Ormancılık ve Ticaret A.Ş"nin "Royal İstanbul Turizm A.Ş" adını alması nedeniyle tapu kayıtlarının "Royal İstanbul TurizmA:Ş" adına geçtiği bu her iki şirketinde yönetim kurulu ve ortaklarının ... vd. olduğu anlaşılmakla taşınmazı devralan davacı şirketin yolsuz tescili bildiği ve bilebilecek durumda olduğu, kaldı ki 3.kişilerin iyiniyet iddiasının ancak sicil oluştuktan sonra ileri sürülebileceği bu hâli ile iyiniyet olgusunun gerçekleşmediği ve dinlenemeyeceği anlaşılmakla TMK"nın 1007. maddesine dayalı olarak açılan davanın reddine karar verilmesi gerektiği" gerekçeleriyle oy çokluğuyla bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel mahkeme önceki gerekçelere ek olarak, "...Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM, Turgut ve diğerleri-Türkiye davası) kararında, devlet tarafından tazminat ödenmeksizin taşınmazın geri alınmasının, orantısız bir müdahale olduğunu...gerek satış tarihinde taşınmazın kaydında kısıtlayıcı herhangi bir şerhin ve beyanın olmaması gerekse de ticaret sicil müdürlüğü yazı cevabı kapsamında herhangi bir organik bağlantının tespit edilememiş olması, tapu siciline güven ilkesi, iyi niyetin asıl olması, davacının dava konusu taşınmazların yolsuz tescil edildiğini bildiği, bilmesi gerektiği, iyi niyetli hareket etmediği ve ediminin muvazalı olduğuna dair maddi bir vaka olmadığı gibi herhangi ceza yargılamasının da bulunmadığı, tapu kaydındaki tescilin yolsuz olduğunu davacının bildiği hususunun ispat edilememesi hususu bir bütün hâlinde değerlendirildiğinde mahkemece verilen önceki hükmün isabetli olduğu " gerekçeleriyle verdiği direnme kararı, çoğunluk görüşü ile özel daire bozma kararı benimsenerek davacı şirketin temlikte iyi niyetli olmadığı kabul edilirek direnme kararı bozulmuştur.
Çoğunluk görüşüne; yasal düzenlemeler, ilgili yargısal kararlar, mevcut kayıtlar ve delillere göre katılınmamıştır.
Davacı şirket, maliki olduğu 232, 233, 234 parsel sayılı taşınmazlardaki mülkiyet hakkından, davalı hazinenin açtığı yolsuz tescil hukuksal nedenine dayalı dava sonucu verilen mahkeme kararıyla yoksun kaldığını ileri sürerek TMK"nın 1007. maddesi gereğince zararının giderilmesini talep etmiştir.
Konuyla ilgili yasal düzenlemelere bakıldığında;
Mülkiyet hakkı, Anayasa md. 35/1, AİHS ek 1 nolu protokol, m. 1, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 683 maddesinde, bir şeye malik olan kimsenin hukuk düzeninin sınırları içerisinde o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisi olarak belirtilmiştir. Mülkiyet hakkı, kamu yararının bulunduğu hâllerde, kanunla sınırlandırılabilir ya da tamamen kaldırılabilir.
Mülkiyet hakkını düzenleyen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi"nin Ek 1 nolu Protokolünün 1. maddesinde, mülkiyet hakkı ve kapsamı belirlendikten sonra, mülkiyet hakkına yönelik olarak yapılacak saldırılara karşı koruma da düzenlenmiş olup, bu koruma kişilerin, mülkiyet hakkının Devlet karşısında korunmasını kapsamaktadır. Mülkiyet hakkı temel haktır, ancak kamu yararı ve yasada belirtilen şartlarda kişiler mal ve mülkünden mahrum bırakılabilir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin, 30.05.2006 tarih ve 1262/02 sayılı kararında ifade edildiği üzere, ..." başvurulan yollar ve gerçekleştirilmesi amaçlanan hedef arasında makul bir denge olması gerektiği..." kişinin ".. kişisel ve haddinden fazla yük taşımak zorunda kalması hâlinde gerekliengenin kurulamayacağı..." .. kamu yararı ile mülkiyet hakkından kısmen veya tamamen yoksun bırakılan kişinin menfaati ile kamu yararı arasında, makul, kabul edilebilir, hak ve adalet dengesini sağlayacak bir oranın kurulması asıldır.
Tapu Sicili, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunun, ikinci bölümünde, 997- 1027 maddeleri arasında düzenlenmiştir. Kanunda, tapu sicilinin kapsamı (TMK. m 997), kaydedilecek taşınmazlar (TMK: m.998), tapu kütüğü (TMK.m. 1000), tapu idareleri (TMK.m.1006) , sorumluluk (TMK.m.1007), tapu işlemleri (TMK.m.1008-1012), tescil ve terkin koşulları, tescilin biçimi (TMK.m. 1013-1021) düzenlenmiştir.
TMK"nın 1022/1. maddesinde, "Ayni haklar, kütüğe tescil ile doğar; sıralarını ve tarihlerini tescili göre alır.".... "Bir hakkın içeriği, tescilin sınırları içinde, dayandığı belgelere göre veya diğer herhangi bir yolla belirlenir." (TMK. m.1022/3)
TMK"nın 1023. maddesinde "Tapu kütüğündeki tescile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya bir başka ayni hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur." düzenlemesiyle iyiniyetli üçüncü kişilerin kazanımları koruma altına alınmıştır.
TMK"nın 1024. maddesinde "Bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişi bu tescile dayanamaz. Bağlayıcı olmayan bir hukukî işleme dayanan veya hukuki sebepten yoksun bulunan tescil yolsuz tescildir." düzenlemesiyle de tescilin dayanağının yolsuz olduğunu bilen veya bilebilecek üçüncü kişilerin kazanımı korunmamaktadır.
Yolsuz tescil TMK"nın 1025. maddesinde "Bir aynî hak yolsuz olarak tescil edilmiş veya bir tescil yolsuz olarak terkin olunmuş ya da değiştirilmiş ise, bu yüzden aynî hakkı zedelenen kimse tapu sicilinin düzeltilmesini dava edebilir. İyiniyetli üçüncü kişilerin bu tescile dayanarak kazandıkları aynî haklar ve her türlü tazminat istemi saklıdır. "
Belirtilen yasal düzenlemelere göre, tapu sicili Devletin gözetimi altında tapu sicili memurları eliyle yürütülen bir kamu faaliyetidir. Tapu sicilinin aleniliği ve tapuya güven ilkesinin bir sonucu olarak ayni hakların hukuka uygun tutulması Devletin sorumluluğundadır. TMK"nın 1007. maddesinde de, tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumlu tutulmuştur.
Tapunun aleniliği ilkesine dayanarak, tapu sicilini incelemek isteyen kişinin, öncelikle bu taşınmazla ilgisi ve incelemede menfaati olduğunu tapu memuruna kanıtlaması gerekir (TMK.m.1020/1-2). Tapuda kayıtlı bir ayni hakkı edinmek isteyen kişi, taşınmazın kayıtlı bulunduğu kütük sayfasını, varsa sınırlı ayni hakların resmî belgelerinin ve hatta sınırlı ayni hakkın yevmiye defterinde kayıtlı olması olasılığına karşın bu defterlerinde gösterilmesini isteme hakkına sahiptir, ilgili bu kayıtları tapu memuru önünde inceler. TMK"nın 1020/3 maddesinde hüküm altına alınan, "Kimse, tapu sicilindeki bir kaydı bilmediğini ilere süremez." düzenlemesiyle herkesin tapu sicilindeki işlemleri bildiği karine olarak kabul edilmiştir. Ancak, yerleşik uygulamada, tapu sicilinden anlaşılmayan veya mevcut olmayan yükümlülükler ve sınırlamalardan temlik alan sorumlu tutulamaz. Temlik alan dayanak kayıtları araştırmak ve incelemekle yükümlü değildir.
Tapu sicilinin tutulmasıyla ilgili bir işlemden Devletin sorumlu tutulabilmesi için; ilk olarak, yapılan tapu sicil işlemi sonucu, bir ayni hakkın, mülkiyet hakkının kaybedilmiş olması sonucu zararın doğmuş olması, ikinci olarak, tapu sicilinin usulüne uygun olmayan işlemler sonucu (usulsüz) ayni hak kurulması başka bir değişle tapu sicilinin tutulmasında uyulması gereken hukuk kuralına uyulmamasıdır. Tapu memurunun işlem sırasında uygulaması gereken hukuk kurallarını uygulamaması hâlinde de hukuka aykırılık mevcuttur. "Böyle bir işlemin kanuna aykırı şekilde yapılması dolayısıyla ortaya çıkan zarar da, tapu sicillerinin usulüne uygun tutulmamasından doğan zarardır." (...05.10.1955T,4-58/64 E-K, Olgaç: Türk Kanunu Medenisi, 701 n.1850)
Bu hâllerde, Devletin sorumluluğu, kanundan doğan bir sorumluluktur. Yerleşik Yargıtay kararları ve doktrinde, Devletin sorumluluğu kusursuz sorumluluk, bir tehlike sorumluluğu olarak kabul edilmektedir.
Taşınmazlarda Devletin tapu sicilini tutması, hak ve işlem güvenliğinin sağlanabilmesinin bir güvencesi niteliğindedir. Ancak sistemin tam olarak yerine getirilmesi, tapu siciline duyulan güvenin sürekliliğine bağlıdır. İşte TMK’nın 1007. maddesinde kanun koyucu sicilin doğru tutulduğuna güvenenlerin, sicilin yolsuz tutulmasından dolayı uğradıkları zararların Devlet tarafından ödeneceği ilkesini düzenleyerek güveni sağlamayı amaç edinmiştir. Burada, kusursuz sorumluluğun dayanağı, tapu siciline bağlı büyük çıkarların ve yanlış tesciller sonucunda sicile güven ilkesi yüzünden ayni hakların yerinin doldurulmaz biçimde değişmesi ve bu hakların sahiplerinin onlardan yoksun kalmaları tehlikesinin varlığı ile açıklanabilir (HGK 06.06.2018 tarih,2017/5-2022 E,2018/168K).
Bu sorumluluk, tapu memurlarının hukuka aykırı işlemlerine dayanan ve memurun kusurunu gerekli kılmayan bir sorumluluktur. O hâlde sorumluluğun mahiyeti, illiyet sorumluluğudur. Diğer bir değişle, Devletin doğan zararlardan sorumlu tutulabilmesi için, hukuka aykırı işlemin meydana gelmesinde memurun kusurlu bir davranışta bulunup bulunmadığı araştırılmaz. Araştırılacak tek husus, tapu sicilinin usulüne uygun tutkulmaması ile doğan zarar arasında uygun bir illiyet bağının kurulmasıdır (Prof.Dr. J.G. Akipek, Prof. Dr. t. Akıntürk, Eşya Hukuku, s.280).
Davaya konu edilin, 232, 233,234 parsel sayılı taşınmazlar 12.11.1990 tarihinde 7990 sayılı resmî senetle, ... mirasçılarına intikalden sonra aynı senetle tapu kayıt malikleri vekili Hulusi Necati Kumrel tarafından davacı şirketin ünvan değişikliğinden önce ... Emlak Ormancılık ve Ticaret A.Ş. unvanlı şirkete satılmıştır.
Orman İdaresi, Royal İstanbul Truzim A.Ş hakkında; Pendik 3. Asliye Hukuk mahkemesinin 1994/59 E, 1998 K, sayılı dosyasında 233 parsel, aynı mahkemenin 1994/60 E, 1998/178 K sayılı dosyasında 234 parsel, 1994/61 E, 1998/179 K, sayılı dosyasında 234 parsel sayılı dosyasında taşınmazların orman olduğu özel mülkiyete konu olamayacağı iddiasıyla açtığı davaların yangılaması sonucunda, taşınmazların ormanla ilgisi bunmadığı gerikçesiyle " sabit görülmeyen davanın reddine" karar verilmiş, Yargıtay 20. Hukuk Dairesince onanan kararlar, karar düzeltme aşamasından geçerek kesinleşmiştir.
Hazine tarafından, Royal İstanbul Truzim A.Ş aleyhine açılan, Pendik 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2005/117E, 2011/86K sayılı davada; "232, 233,234 parsel sayılı taşınmazların bulunduğu yerde kadastro yetkisinin arazi kadastrosuna ait olduğu, 59 nolu Orman Kadastro Komisyonunun, mahkeme ( Kadıköy Asliye hukuk Mahkemesi 1943/251E, 800K) karar eki krokiyi mahalline tatbik etmek suretiyle 10 adet özel orman parseli tesisi ettiği, komisyonun yetkisinin taşınmazları Orman dışına çıkarmakla sınırlı olduğu, tescilin yolsuz olması nedeniyle tapunun iptaliyle orman vasfıyla hazine adına tescili istemli" açılan davanın yargılaması sonucunda, Davanın kabulüne ilişkin verilen karar, Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 11.10.2011 tarih, 2011/8590 E,2011/11344K sayılı ilamı; her üç taşınmaz hakkında verilen kararlar ve Orman İdaresinin işlemlerinden söz edildekten sonra," ...sadece Hazineye ait taşınmazların Maliye Bakanlığı tarafından yayınlanan genelge hükümlerine uyularak yapılan İdari tahkikat ve buna göre düzenlenecek kroki esas alınarak Hazine adına sicil oluşturulması mümükündür. Sayılan bu hâller dışında tapu kütüğüne yapılan tescil işlemlerinin tümü yolsuz tescil niteliğinde olup, sahibine hiçbir zaman mülkiyet hakkı kazandırmıyacağı" gerekçesiyle mahkeme kararı onanmış, karar 11.10.2012 tarihinde kesinleşmiştir.
Davacı, belirtilen mahkeme kararıyla mülkiyet hakkını kaybettiğini, tescilin yolsuz olduğunu bilmediğini, işlemde iyniyetli olduğunu ileri sürmüştür,
İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun, 27.12.1939 tarih, 1939/11E, 1939/60K sayılı kararında, "Tapuda intikal ve ferağ işlemleri için tapu memuruna bir ilmuhaber verilmesi, intikal işleminin ferağ ve tescil işleminden önce gelmesi zorunluğunu kaldırmaz. Bu işlemlerin ayni zamanda yürütülmüş olması hâlinde de lehine ferağ edilen kişinin edinimi (iktisabı) tapu kaydına dayanıyor demektir. Bu edinim, sadece iki işlemin bir ilmuhaber üzerine ve ayni zamanda yapılmış olması sebebiyle yok sayılamaz. Ancak, durumun gereklerine göre kendisinden beklenen özeni göstermeyen kimse iyi niyet iddiasında bulunamaz."
12.11.1990 tarih, 7790 yevmiye sayılı resmî senetle, tescil, mirascılara intikal ve satış suretiyle temllik işlemi birlikte yapılmış olup, bu içtihat gereğince davacı iyi niyet iddiasını ileri sürebilir.
TMK’nın 2. maddesinde, “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.” hükmüyle dürüst davranma ve objektif iyi niyet kuralı düzenlenmiştir.
TMK"nın 3. maddesinde ise ; "Kanunun iyi niyete hukuki bir sonuç bağladığı durumlarda asıl olan iyi niyetin varlığıdır." Böyle sayılabilmesi için edinenin kötüniyetle hareket etmiş olduğunun kanıtlanması gerekir.” denilerek subjektif iyiniyet kuralı hüküm altına alınmıştır
İyi niyet tespit edilirken, yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta şeklen iyi niyetli gözükeni değil özünde iyi niyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması, bu kapsamda tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Nitekim bu görüşten hareketle, "kötü niyet iddiasının def"i değil itiraz olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğinden (resen) nazara alınacağı"" ilkeleri 8.11.1991 tarih 1990/4 esas 1991/3 sayılı İnançları Birleştirme Kararında kabul edilmiş, uygulama ve bilimsel görüşler de aynı doğrultuda gelişmiştir.
Türk hukuk sisteminde tapu kayıtlarının oluşumunda “illilik”, diğer bir anlatımla “sebebe bağlılık” prensibi esas alınmıştır. Taşınmaz malın tescili, sebepli bir hukuki işleme dayanır. Haklı bir sebep olmaksızın yapılan tescil, ayni bir sonuç doğurmaz. Bunun istisnası, iyi niyet sahibi üçüncü kişiler yönünden, TMK’nın 1023 maddesi ile konulmuş kurala bağlanan durumdur. TMK’nın 1023 maddesinde sözü edilen iyi niyet, aynı Kanunun 3. maddesinde deyimini bulan subjektif iyi niyettir. Üçüncü şahıs yolsuz kayda dayanarak ayni hak iktisap ederken, tescilin yolsuzluğunu bilmemeli ve bilebilecek durumda olmamalıdır (Kılıç: s. 4416).
İtimat (güven) prensibi, hak iktisap ederken, bir üçüncü şahsın tapu siciline gösterdiği itimadı himaye eder. Bu sebepledir ki, üçüncü şahıs, ayni hakkı tapu sicilinde hak sahibi olarak gözükenden, kütükten anlaşılan muhteva ve şümulde ve oradaki mükellefiyetlerle yüklü olarak iktisap eder. Namına bir tescil bulunan şahsın, hakiki hak sahibi olmadığı, ona karşı ileri sürülemez. Aynı şekilde tapu sicilinden anlaşılmayan veya orada mevcut olmayan mükellefiyetler veya tahditler de, kendisine karşı ileri sürülemez (Kılıç: s. 4415-4416).
Tapu siciline itimat eden kimse, sicil muhteviyatının (kapsamının) doğru olmadığını; kendisine atfedilecek bir kusur olmadan bilmemeli ve bilebilecek durumda bulunmamalıdır. Bahse konu olan subjektif hüsnüniyet ile, kütükteki bir işlemin geçerli olduğuna inanılmış olması yeterlidir. Tescilin geçerlilik şartlarının mevcut olup olmadığını araştırmak zorunda değildir. Aynı surette, o tescilin dayandığı iktisap sebebinin, mevcut veya muteber olduğunu da araştırmak durumunda da değildir. Sadece, tapu kütüğüne itimat etmiş olması, hüsniniyetli sayılması için yeterlidir. Bu sebeple, diğer yardımcı defterlere bakmak vecibesi yoktur. Yevmiye defteri veya müsbit evrak (ispatlayıcı belge) dosyası veya plânlar, tescil ile tezat (aykırılık) hâlinde bulunsa bile, o tescildeki şümul ve muhteva ile aynî hakkı iktisap etmiş olan, evrakı müsbiteye bakma mecburiyeti bulunmadığından, tapu kütüğünde son kaydın dayanaklarını incelememiş olmak, gayrimenkul edinenin gerekli özeni göstermiş olduğu anlamına gelmez (Kılıç: s. 4418-4419).
Bunun tek istisnası, aynî hakkın muhtevası, şümulü hakkında, tescilin, müsbit evrak dosyasına veya plânlarına atıf yapılması hâlidir. Bu taktirde, hüsnüniyet iddiasında bulunabilmesi için, o sicilleri de incelemiş olması gerekir (Kılıç: s. 4419)
Temlikin yapıldığı 12.11.1990 tarihli resmî senetde, " 06.11 1932 tarihli toplam 18 parça gayrimenkuller...bey namında kayıtlı olup, tapu kaydının , iktisabı ile ilgili olarak 18.12.1989 tarih ve 1714 sayılı Kartal 1. Bölge Tapu Sicil Müdürlüğünün yazı ekindeki malikin nufüs kaydı, Kadıköy 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 6.10.1944 tarih, 1943/251 E, 1944/800 K sayılı karar, temyiz mahkemesinin 1. Hukuk Dairesinin 5.2.1945 tarih, 400E, 629K sayılı ilamı, Tarım Orman Köy İşleri Bakanlığı, Devlet Orman İşletmesi Alemdağ Müdürlüğünün 25.09.1989 tarih, 5342 sayılı yazısı ile eki 59 nolu Orman Kadastro Komisyonunun 31.7.1989 tarihli mahkeme kararı uygulama tutanağı, Tapu Kadastro Genel Müdürlüğünün 8.10.1990 tarih 1002,272/29-4111 sayılı emirleri ve İstanbul Tapu Kadastro Bölge Müdürlüğünün 24.10.1990 tarih, 4599 nolu yazı ve eki evrakı müsbite ile Pendik, Kartal Kadastro Müdürlüğünün 7.11.1990 tarih, 5098 nolu yazıları eki değişiklik beyannameleri gereğince yazılı 18 tapu zabıt kayıtlarının 10 parça gayrimenkulün maliki ... adına Orman Kadastrosu suretiyleve değişiklik beyannamelerine göre özel orman olarak gene beyannamelerinde gösterilen parsel numaralarıyla ... beyannamede yazılı miktar ve vasıflar altında orman kadastrosuyla özel orman olarak tescilinden sonra malik ..."in 13.11.1953 yılında ölümü nedeniyle mirasçıların 06.11.1990, 09.11.1990, 12.11.1990 tarihli vekaletle yetkilendirdikleri vekilleri Hulusi ... tarafından mirasçılara intikali yapılan taşınmazlardan, dava konusu 232,233,234 parsellerin ... Emlak ormancılık Ticaret A,Ş satış suretiyle temlik edildiği " anlaşılmaktadır.
Resmî senette, tescile dayanak yapılan Devletin resmî kurum yazıları karşısında davacı şirketin 59 nolu Orman Kadastro Komisyonunun oluşumu, Komisyona verilen görev ve mahkeme kararı uygulama tutanağının içeriği ve yapılan işlemleri bilmesi mümkün olmadığı gibi dayanak kayıtları araştırma ve inceleme yükümlülüğü de yoktur. Aleni tapu kayıtlarında ise bir şerh, beyan sınırlama ve yükümlülük de görülmemektedir.
Yasal düzenlemeler, somut olgular, yargı kararları, tüm delil ve kayıtlar birlikte değerlendirildiğinde; davacı şirketin tescilin yolsuz olarak oluşumunda etkili olduğu, dayanak kayıtların hukuki niteliğini bildiği ve tescilde kayıt malikleri ile iş birliği yapmak suretiyle kötü niyetli davrandığı, birlikte hereket ettikleri ispat edilememiştir.
SONUÇ:
Davacının yolsuz tescili bildiği veya bilmesi gerektiği kanıtlanamadığından, TMK"nın 3. maddesi uyarınca iyi niyetli olduğu, TMK"nın 1023 ve devamı maddelerinin koruculuğundan yararlanacağı dolayısıylada, tapu sicilinin tutulmasındaki hatalı işlem nedeniyle mülkiyet hakkının kaybedilmesi sonucu doğan zararının giderilmesi gerektiği bu nedenlerlede yerel mahkemenin direnme kararının yerinde olduğu görüşünde olduğumuzdan çoğunluk görüşüne katılınmamıştır.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.