1. Hukuk Dairesi 2015/4664 E. , 2017/6691 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi ..."ün raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;
-KARAR-
Dava, vekâlet görevinin kötüye kullanıldığı iddiasına dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.
Davacı, mirasbırakan eşi ..."dan intikal eden 102 ada 159 ve 130 ada 25 parsel sayılı taşınmazların intikal ile ilgili işlemleri yürütmesi için üvey oğlu ..."ı vekil tayin ettiğini, ancak vekilin kendisinin yaşlı, saf ve okuma yazma bilmemesinden faydalanarak hile ile satış yetkisi içeren vekâletname alarak çekişme konusu taşınmazları yeğeni olan davalı ..."a devrettiğini ileri sürerek davalı adına olan tapu kaydının iptali ile adına tesciline karar verilmesini istemiş, yargılama aşamasında 130 ada 25 parselin ..."e, 102 ada 159 parselin ise ..."ye temlik edilmesi üzerine HMK"nun 125. maddesi gereğince davayı yeni maliklere yöneltmiştir.
Davalı ve dahili davalılar, iyiniyetli alıcı olduklarını belirterek davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece gider avansının yatırılmamış olması nedeniyle davanın reddine ilişkin verilen karar Dairece; "..dava dilekçesi 20.04.2012 tarihinde harcı yatırılmak suretiyle ... 1. Asliye Hukuk Mahkemesine verilmiş akabinde yetkili ... Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilerek 25.04.2012 tarihinde esasa kaydı yapılmıştır. Davacı 26.04.2012 tarihinde posta kanalıyla 100-TL gider avansı göndermiş ancak bu avans mahkemeye ulaşmadan 04.05.2012 tarihinde temyize konu karar verilmiştir.Bu durumda gider avansı eksikliğinin dava açılırken mevcut olması halinde HMK"nun 115/2. maddesinin, dava sırasında ortaya çıkması halinde ise HMK"nun 120/2 maddesinin uygulanması suretiyle giderilmesi gerekirken mahkemece davanın reddine karar verilmiş olması doğru değildir." gerekçesiyle bozulmuş, bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda mahkemece, taşınmazları devralan Zahide ve Münevver"in çekişme konusu taşınmazları kötüniyetli olarak temellük ettiği iddiasının kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden, 1944 doğumlu davacının ... 8. Noterliği’nin 21.10.2010 tarih ve 40694 yevmiyo nolu vekâletnamesiyle mirasbırakan eşinin ilk eşinden olan oğlu davalı ..."i vekil tayin ettiği, davalı ..."in anılan vekâletnameye istinaden davacıya ait dava konusu 102 ada 159 ve 130 ada 25 parsel sayılı taşınmalarını 12.02.2011 tarihinde ayrı ayrı yeğeni olan davalı ..."a temlik ettiği; ..."ın da davanın açılmasından sonra 130 ada 25 parsel sayılı taşınmazı 21.11.2012 tarihinde vekil olan davalı ..."in eşi dahili davalı ..."a, 102 ada 159 parsel sayılı taşınmazı ise 26.11.2012 tarihinde dava dışı ..."in de 01.03.2013 tarihinde dahili davalı ..."a devrettikleri, davacının dava konusunu devralan ..."ye karşı tapu iptali ve tescil istemli olarak davasını devam ettirdiği anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet aktini düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.
6098 s. Türk Borçlar Kanununda (TBK) sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 506. maddesinde (818 s. Borçlar Kanununun 390.) maddesinde aynen; "Vekil, vekâlet borcunu bizzat ifa etmekle yükümlüdür. Ancak vekile yetki verildiği veya durumun zorunlu ya da teamülün mümkün kıldığı hâllerde vekil, işi başkasına yaptırabilir.
Vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekâlet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür.
Vekilin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde, benzer alanda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Vekâletin kapsamı, sözleşmede açıkça gösterilmemişse, görülecek işin niteliğine göre belirlenir. (TBK"nin 504/1) Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin son fıkrası uyarınca sorumlu olur. Bu sorumluluk BK"de daha hafif olan işçinin sorumluluğuna kıyasen belirlenirken, TBK"de benzer alanda iş ve hizmetleri üslenen basiretli bir vekilin sorumluluğu esas alınarak daha da ağırlaştırılmıştır.
Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi 4721 s. Türk Medeni Kanunu"nun (TMK) 3. maddesi anlamında iyiniyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, TMK"nin 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
Yukarıda belirtilen ilkeler ışığında somut olaya gelince; taşınmazların resmi akitte toplam 800,00 TL bedelle temlik edildiği, gerçek değerinin keşfen 27.022,00 TL olarak saptandığı anlaşılmaktadır.
Davalı ..., ilk el konumunda olup, taraflar arasındaki yakın akrabalık ve ilişkilerde gözetilmek suretiyle, akitte gösterilen değer ile gerçek değer arasında açık ve aşırı fark bulunduğunun keşfen sabit olduğu hususları birlikte değerlendirildiğinde vekil ile davalının birlikte ve kötü niyetli olarak hareket ederek işlem yaptıkları, ayrıca satışa ilişkin bir bedelin davacıya ödendiğinin de davalı tarafından ispatlanmamış olduğu, böylece ...’a yapılan temlikin vekalet görevinin kötüye kullanılması suretiyle gerçekleştirildiği,..."dan temlik alan dahili davalı ..."in ise vekil ..."in eşi olduğu, dolayısıyla durumu bilmesi gereken kişi olduğu ve buna bağlı olarak dahili davalı ..."in TMK"nın 1023. maddesinin koruyuculuğundan yararlanamayacağı gözetilerek 130 ada 25 parsel sayılı taşınmaz bakımından davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken hatalı ve hukuki olmayan bir gerekçeyle davanın reddi doğru olmamıştır.
Öte yandan; hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle, alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bu amaçla Medeni Kanunun 2.maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988 ve 989, tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023.maddesinin özel hükümleri getirilmiştir. Öte yandan bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş,bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış, iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş,değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarakta tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur. Belirtilen ilke M.K.nun 1023.maddesinde aynen "tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan 3. kişinin bu kazanımı korunur" şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024.maddenin 1.fıkrasına göre "Bir ayni hak yolsuz olarak tesçil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken 3. kişi bu tescile dayanamaz" biçiminde öngörülmüştür.
Ne varki; tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin,iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır.
Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi,hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır.Bu nedenle yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı,kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta,şeklen iyi niyetli gözükeni değil,gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması,bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir.
Nitekim bu görüşten hareketle "kötü niyet iddiasının def"i değil itiraz olduğu,iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğin den (resen) nazara alınacağı ilkeleri 08.11.1991 tarih l990/4 esas l99l/3 sayılı İnançları Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşlerde aynı doğrultuda gelişmiştir.
Somut olaya gelince; yargılama aşamasında 102 ada 159 parsel sayılı taşınmazı dava dışı ..."dan temlik alan dahili davalı ..."ın iyiniyetli olup olmadığı yönünde yapılan araştırma ve incelemenin hüküm vermeye yeterli ve elverişli olduğunu söyleyebilme imkanı yoktur.
Hâl böyle olunca; mahkemece, dahili davalı ..."ın iyiniyetli olup olmadığı yönünden yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda araştırma ve inceleme yapılması, davacı tanığı ..."nın bu yönde usulüne uygun dinlenilmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken eksik soruşturma ile yetinilerek yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.
Davacının bu yöne değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerle (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK"un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 22.11.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.