
Esas No: 2020/7
Karar No: 2020/848
Karar Tarihi: 04.11.2020
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2020/7 Esas 2020/848 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi Sıfatıyla)
1. Taraflar arasındaki “işçilik alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Hopa Asliye Hukuk (İş Mahkemesi sıfatıyla) Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin kararın davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 9. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili 01.11.2010 havale tarihli dava dilekçesinde; müvekkilinin davalı şirkette kendisine ait kamyonetle şoför olarak 23.03.2005 tarihinden iş sözleşmesinin haklı gerekçe göstermeksizin feshedildiği 31.07.2010 tarihine kadar çalıştığını ileri sürerek, kıdem ve ihbar tazminatları, yıllık izin, fazla çalışma, ulusal bayram ve genel tatil ücreti ile 2005 Mart ayından fesih tarihine kadar 5 yıllık ödenmeyen ücret alacaklarının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı vekili 14.01.2011 havale tarihli cevap dilekçesinde; 08 K 5844/5845 plakalı araçların davalı firmaya aitken davacı ile 10.000 USD peşin, 90.000 USD üzerinden çalışıp ödemek kaydıyla 23.03.2005 tarihli ortaklık sözleşmesi imzalanarak davacının araç üzerinde % 50 harici ortak olduğunu, taraflar arasında hizmet sözleşmesine dayalı ilişki olmadığını, ortaklık ilişkisinin de 31.07.2010 tarihli ibraname ile tarafların anlaşmalarıyla sona erdiğini belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
6. Hopa Asliye Hukuk (İş Mahkemesi sıfatıyla) Mahkemesinin 03.10.2012 tarihli ve 2010/172 E., 2012/195 K. sayılı kararı ile; davalı firmanın C2 belgesinden faydalanabilmek için davacıya ait araçları satın aldığı, davacıyı yanında işçi olarak gösterdiği ve araçtan elde edilen gelirden pay verdiği, ortaklık sözleşmesinin davacı tarafça imzalandığının sabit olduğu, hayatın olağan akışına göre bir insanın ücret almaksızın bir işyerinde çalışmasının mümkün olmadığı, davacının hizmet sözleşmesine dayalı olarak değil ortak olma niyeti ile davalı şirkette çalıştığı, taraflar arasında İş Kanunu hükümlerinin uygulanmasının mümkün olmadığı gerekçesiyle davanın esastan reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Hopa Asliye Hukuk (İş Mahkemesi sıfatıyla) Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 9. Hukuk Dairesince 04.12.2014 tarihli ve 2013/3283 E., 2014/37054 K. sayılı kararı ile; davacının davalıya bağımlı olarak ücret karşılığı şoför olarak çalıştığı, SGK kaydının yapıldığı, taraflar arasında ortaklık sözleşmesi değil hizmet akdi bulunduğu kabul edilerek işin esasına girilerek sonuca gidilmesi gerekirken davanın reddine karar verilmesi hatalı olduğu gerekçesi ile karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. Hopa Asliye Hukuk (İş Mahkemesi sıfatıyla) Mahkemesinin 29.04.2015 tarihli ve 2015/92 E., 2015/108 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçeye ilaveten davalı şirketin faaliyet gösterdiği Hopa ilçesinde firmaların uluslar arası taşımacılık belgesi almasının yörede bulunan şirket potansiyeline göre tek başına yeterli olmadığı, yerli şirketlerin büyük firmalarla rekabet yapabilmesi için kamyon veya tır sahibi olan kişilerle bu dosyadaki gibi anlaşma yaptığı, buna göre tır veya kamyon sahibinin aracının mülkiyetini şirkete devrettiği, o araç ile elde edilen kazancın şirket ve araç sahibinin yaptıkları anlaşmaya göre pay edildiği, ayrıca araç sahibinin kendi aracında şoförlük yaptığı, taraflar arasında yapılan anlaşmada Borçlar Kanunu’nun 1.maddesinde düzenlendiği şekilde işçi-işveren ilişkisine yönelik sözleşme iradesi bulunmadığı, aralarında adi ortaklık ilişkisi olduğu, davacının sigorta priminin yatırılmasının başlı başına işçi işveren ilişkisini ispatlamadığı ve davanın da Türk Medeni Kanunu’nun 2 ve 3. maddelerinde düzenlenen iyi niyet ve dürüstlük kurallarına aykırılık teşkil ettiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; taraflar arasındaki hukuki ilişkinin iş sözleşmesine mi yoksa adi ortaklığa mı dayandığı noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
12. Uyuşmazlığın çözümünde öncelikle iş sözleşmesi ve adi ortaklık kavramlarının açıklanması gerekmektedir.
13. İş sözleşmesinin 1475 sayılı İş Kanunu"nda tanımı yapılmamış iken, 10.06.2003 tarihli Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren ve 1475 sayılı İş Kanunu’nu, 14"üncü maddesi hariç yürürlükten kaldıran, hâlen uygulanmakta olan 4857 sayılı İş Kanunu"nun 8"inci maddesinin birinci fıkrasında iş sözleşmesinin tanımı yapılmıştır. Buna göre, " İş sözleşmesi, bir tarafın (işçi) bağımlı olarak iş görmeyi, diğer tarafın (işveren) da ücret ödemeyi üstlenmesinden oluşan sözleşmedir." Ayrıca aynı Kanunun 2. maddesinin birinci fıkrasında da " Bir iş sözleşmesine dayanarak çalışan gerçek kişiye işçi, işçi çalıştıran gerçek veya tüzel kişiye yahut tüzel kişiliği olmayan kurum ve kuruluşlara işveren, işçi ile işveren arasında kurulan ilişkiye iş ilişkisi denir." hükmüne yer verilmiştir.
14. 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (6098 sayılı TBK/ TBK)"nun 393"üncü maddesinde ise "Hizmet sözleşmesi, işçinin işverene bağımlı olarak belirli veya belirli olmayan süreyle işgörmeyi ve işverenin de ona zamana veya yapılan işe göre ücret ödemeyi üstlendiği sözleşmedir." Şeklinde hizmet (iş) sözleşmesinin tanımı yapılmıştır. Bu tanımlardan yola çıkıldığında iş sözleşmesinin, "iş görme", "ücret" ve "bağımlılık" unsurlarından oluştuğu açıktır.
15. İş sözleşmesinden bahsedilebilmesi için, gerekli unsurlardan olan "iş görme", bir gerçek kişinin ekonomik bakımdan iş olarak değerlendirilebilen her türlü çalışmasıdır. İş görme borcunun konusunu oluşturan iş, bedensel, düşünsel, teknik, sanatsal ve bilimsel vb. olabilir (Süzek, S.: İş Hukuku, 8. Baskı, İstanbul, 2012, s. 236).
16. İş sözleşmesinin varlığı için gerekli ikinci unsur "ücret" olup, bu unsur iş sözleşmesinin esaslı öğelerindendir. Bir işin görülmesi, karşı tarafın ücret ödemeyi vaat etmesi karşılığında olur. Bu nedenledir ki, ücret karşılığı olmadan yapılan çalışmalar iş sözleşmesi sayılmaz. Burada hemen belirtelim ki, ücret miktarının açıkça kararlaştırılması gerekli olmayıp, işin bir ücret karşılığı yapılacağının gerekli ve olağan görüldüğü hâllerde ücret kararlaştırılmış sayılır.
17. Ücret, işçinin üstlendiği iş görme ediminin karşılığıdır. 4857 sayılı İş Kanunu"nun 8. maddesi ile 6098 sayılı TBK"nın 393. maddesindeki iş sözleşmesi tanımından açıkça anlaşılacağı üzere ücret, hem iş sözleşmesinin temel unsuru, hem de işverenin işçiye karşı yükümlülük altında girdiği en önemli borcudur. 4857 sayılı İş Kanunu"nun 32. maddesinin birinci fıkrasında genel anlamda ücret bir kimseye bir iş karşılığında işveren veya üçüncü kişiler tarafından sağlanan ve para ile ödenen tutar olarak tanımlanmıştır.
18. Nihayet iş sözleşmesinin varlığı için gerekli olan üçüncü unsur, "bağımlılık" unsuru olup bu unsur, 4857 sayılı İş Kanunu"nun 8. maddesinin birinci fıkrasında "bağımlı olarak" şeklinde ifade edilmiştir. İş sözleşmesinde işçi, üstlendiği iş görme edimini az veya çok olmakla birlikte işverenine bağlı olarak yani onun gözetim ve denetimi altında yapmalıdır.
19. İş akdinin belirlenmesinde bağımlılık unsurunun varlığı zorunlu bulunmakla birlikte bunun ne tür bir bağımlılık olduğunun açıklığa kavuşturulması gerekir. İş akdinde bağımlılık ilişkisini bir ekonomik veya teknik bağımlılık olarak değil, kişisel/hukuki bağımlılık olarak anlamak uygun olur. Çünkü işverenin otoritesi altında çalışan, onun vereceği emir ve talimatlara göre iş görmek zorunda olan işçinin iş akdinde bağımlılığı daha ziyade kişiliği ile ilgilidir. Başka bir deyişle, iş akdinin özünde diğer iş görme sözleşmelerinden farklı olarak bir otorite/bağımlılık ilişkisi vardır ve işveren işçinin kişiliği üzerinde başka sözleşmelerde bulunmayan bazı yetkilere sahiptir. İşçi işgücünü işverenin yararlanmasına sunar. İşçinin işgücü ise onun kişiliğinin bir unsuru ve ayrılmaz parçasıdır (Süzek, ...e. s. 238).
20. İşçi işgörme edimini işverenin gözetim ve denetimi altında, onun vereceği talimatlar doğrultusunda yerine getirir. Başka bir deyişle işçi, işverenin yönetim, denetim ve gözetimi altındadır. İşçi iş görme edimini yerine getirirken, işverenin çalışma yeri, saatleri ve çalışma biçimi konularında vereceği talimatlara uyma yükümlülüğü mevcut olup bu, işçinin işverene kişisel bağımlılığını ortaya koymaktadır.
21. Bugün bağımlılık, iş sözleşmesinin karakteristik bir unsuru olarak değerlendirilmekle ve hatta bu sözleşmenin sina qua non unsuru kabul edilmekle birlikte işletme içinde işgal edilen mevki, taahhüt edilen işin niteliği gibi faktörlere göre, her iş ilişkisinde farklı yoğunluğa sahip; bu nedenle de kapsamı ve derecesi bakımından göreceli bir kavramdır (Mollamahmutoğlu, H./ Astarlı, M./ Baysal, U.: İş Hukuku, 5. Baskı, Ankara, 2012. s.311).
22. Ne var ki, iş ilişkisinde bulunması gereken bağımlılık unsurunun günümüzde ulaşılan ekonomik ve teknolojik gelişmeler karşısında zayıfladığı açıktır. Ekonomik ve teknolojik gelişmeler işçinin bulunduğu yerden işyerine gitmeden çalışmasına imkân sağlayan istihdam şekilleri ortaya çıkması sonucunu doğurmuştur. Ayrıca bazı işler (örneğin pazarlama elemanlarının ifa ettiği işler gibi) işverenin sıkı gözetim ve denetimine imkan vermeyecek şekilde dışarıda çalışmayı gerekli ve zorunlu kılmaktadır. Bütün bunlar taraflar arasındaki ilişkinin niteliğini belirlerken "bağımlılık" unsurunun tespitinde daha esnek davranılmasını ve değerlendirme yapılmasını gerektirmektedir.
23. Bağımlılık ilişkisinin zayıfladığı durumlarda taraflar arasında iş akdinin var olduğunu belirlemek üzere batı ülkeleri hukukunda "işçinin işverene ait iş organizasyonu içinde onun yararına iş yapması" bağımlılık unsurunun yardımcı ölçütü olarak önce yargı kararlarında daha sonra öğretide kabul görmüştür (Süzek, ...e., s. 241).
24. Bununla birlikte işverenin iş organizasyonuna dâhil olan herkesin "işçi" olduğunun kabul edilmesi de mümkün değildir. Zira işverenin iş organizasyonu içinde olmakla birlikte çalışma gün ve saatlerini belirleme noktasında değil, iş görüp görmeme, çalışıp çalışmamaya karar verme yetkisi bulunan, kendi müşteri çevresi bulunan, bu nedenle birden fazla işverene aynı hizmeti verebilme imkânı bulunan ve bunun iş sahiplerince kısıtlanmasının mümkün olmadığı bir ilişkide bağımlı çalışmadan ve dolayısıyla işçi-işveren ilişkisinden söz etmek olanaklı olmayacaktır. Bir işverenin iş organizasyonuna ortaklık, vekâlet, eser sözleşmesi ile de dâhil olunabilmektedir.
25. Çalışan kimse ile çalıştıran arasında tâbiiyet (bağımlılık) bulunup bulunmadığı her olayda ayrıca değerlendirilmesi gereken bir husustur. Genellikle tarafların karşılıklı durumları, işin ifa tarzı ve ücretin ödenme biçimi taraflar arasında böyle bir bağlılığın-bağımlılığın bulunup bulunmadığını ortaya koyabilecek karinelerdir (Narmanlıoğlu, Ü.: İş Hukuku, Ferdi İş İlişkileri, 5. Baskı, İstanbul, 2014, s. 172).
26. Öte yandan işçinin iş sözleşmesi ile üstlendiği edimin "iş görme edimi" olması, bu edimini işverenin gözetim ve denetimi altında, onun verdiği emir ve talimatlar doğrultusunda yerine getirmesi, kural olarak çalışılan yerin, çalışma saatlerinin işveren tarafından belirlenmesi, üretim araç ve gereçlerinin, mamul ve yarı mamul maddelerin işveren tarafından temin edilmesi karşısında iş sözleşmesinde ekonomik riskin işveren üzerinde olduğu açıktır. Başka bir deyişle, işverenin iş sözleşmesinde egemen olması, işçinin iş görme edimi nedeni ile ekonomik risk altına girmemesini gerektirir. Ekonomik riskin işverende olması, yapılan işin sonucunun işçiyi etkilememesi, işveren zarar etmiş olsa bile işçinin çalışmasının, yerine getirdiği iş görme ediminin karşılığı olan ücreti isteyebilmesi, işin kâr ve zararının işveren üzerinde olması, işveren zarar etmiş olsa bile işçiye ücretini ödemesi anlamına gelmektedir.
27. Adi ortaklık ise belli bir amacı gerçekleştirmek isteyen kimselerin bir araya gelerek oluşturdukları, ayrı bir kişiliği bulunmayan, kuruluş ve işleyişlerinde sıkı şekil kurallarına tâbi olmamaları ve basit bir yapıya sahip bulunmaları nedeniyle uygulamada sıkça karşılaşılan özel borç ilişkisi mahiyetindeki ortaklıklardır.
28. Bu nedenledir ki; adi ortaklığa ilişkin düzenlemelere mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) özel borç ilişkileri bölümünde yer verilmiştir.
29. BK’nın 520. maddesinde “Şirket, bir akittir ki, onunla iki veya daha ziyade kimseler, saylerini ve mallarını müşterek bir gayeye erişmek için birleştirmeyi iltizam ederler.” düzenlemesi ile tanım bulan adi ortaklıkların madde metninden de anlaşılacağı üzere beş ana unsuru vardır: Sözleşme, şahıslar, ortakların katılma payları, ortak amaç ve bu ortak amacın gerçekleştirilmesi.
30. Adi ortaklık sözleşmesi az yukarıda belirtildiği gibi, iki ya da daha fazla kişinin emeklerini ve mallarını ortak bir amaca erişmek üzere birleştirmeyi üstlendikleri bir sözleşme olup, adi ortaklık ilişkisi mutlaka sözleşme temeline dayanır. Bu sözleşmenin unsurlarını sözleşme, kişilerin bir araya gelmesi, katılım payı olarak emek yahut mal konulabilme ve ortak amaç oluşturur. Kişinin mal veya emek koyarak ortak olması, aynı yerde iş ilişkisi kapsamında çalışmasına da engel değildir. Özellikle emeğini ortaya koyan kişi, ortaklık adına işlem yapmadan hukuki ve kişisel olarak ortaklığa bağlı çalışıyor ise arada iş ilişkisi olduğu kabul edilmelidir.
31. Adi ortaklık sözleşmesi yazılı yapılabileceği gibi sözlü de yapılabilir. Her ne kadar adi ortaklık ilişkisi herhangi bir şekle bağlı değilse de, bu kural geçerlilik şekli bakımından söz konusu olup, ihtilaf çıktığında adi ortaklık sözleşmesinin varlığını ispat yükü, adi ortaklık ilişkisinin varlığını iddia edene düşer.
32. Adi ortaklıkta yazılı sözleşme, geçerlilik koşulu değil, bir ispat aracıdır.
33. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 11.12.1963 tarihli ve 4/26 E., 96 K. sayılı kararında da benimsendiği üzere adi ortaklıklar karşılıklı borçları kapsayan bir sözleşme olmayıp, herkesin belli bir amaca ermek için birtakım borçlar altına girdiği ve fakat bu borçların birbirinin karşılığı olarak değerlendirilemeyeceği sözleşmelerdir.
34. Yukarıda açıklanan bu maddi ve hukuki olgular ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı tanıkları davacının şoför olarak davalı işveren yanında çalıştığını belirtmiş, davalı tanıkları genel olarak kendi çalışma şekilleri hakkında beyanda bulunmuşlardır.
35. Öte yandan dosya içerisinde davalı işverence Sosyal Güvenlik Kurumu’na verilmiş davacının kendi nezdinde çalıştığını belirtir şirket kaşesi ihtiva eden işe giriş bildirgesi, işe giriş tarihinden işten çıkış tarihine ilişkin olan dönemi kapsayan ücret bordroları ve işçilik alacakları yönünden davalının ibra edildiğine ilişkin ibraname sunulmuştur.
36. Bununla birlikte işveren tarafından dosyaya adi ortaklık sözleşmesi sunulmuşsa da, ne davacının işyerinde ortak sıfatı ile bağımsız çalıştığı ne tarafların ortak amaç için emek ve sermayelerini bir araya getirdiklerine ne de davacıya bir pay verildiği somut olarak ortaya konmamıştır.
37. Çalışanın işyerinde kâr ve zarara katılıp katılmaması, karar verme özgürlüğüne sahip bulunup bulunmaması bağımlılık unsuru açısından önemli olup davacının adi ortaklıkta kar ve zarar ile ortaklık adına verilen kararlara katıldığına ilişkin somut bir delil sunulmamıştır. Aksine dinlenen tanıklar davacının bağımlı çalıştığını ispatlar nitelikte beyanlarda bulunmuşlardır.
38. Bu durumda davacının davalı işveren emrinde hukuki ve kişisel olarak bağımlı bir şekilde iş sözleşmesine dayalı bir şekilde çalıştığını kabul etmek gerektiği sonucuna varılmıştır. Hâl böyle olunca, mahkemece taraflar arasında iş sözleşmesine dayanan ilişki olduğu kabul edilmek suretiyle işin esasına girilerek karar verilmesi gerekirken taraflar arasında İş Kanununun uygulanmasının mümkün olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi doğru olmamıştır.
39. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, taraflar arasında imzası inkâr edilmeyen sözleşme ile tarafların emek ve sermayelerini karşılıklı ortaya koyduklarının anlaşılması karşısında adi ortaklık ilişkisinin sabit olduğu bu nedenle direnme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
40. Bu nedenle, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olup direnme kararı bozulmalıdır.
IV. SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 04.11.2020 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.