Esas No: 2015/1668
Karar No: 2015/1668
Karar Tarihi: 22.2.2018
Savunma tanıklarının dinlenmemesi - Mahkumiyet kararının gerekçesiz olması - Adil yargılanma hakkı - AYM İkinci Bölüm 2015/1668 Esas 2015/1668 Karar Sayılı İlamı
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
E.D. BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2015/1668) |
|
Karar Tarihi: 22/2/2018 |
R.G. Tarih ve Sayı: 28/3/2018 - 30374 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
GİZLİLİK TALEBİ KABUL
Başkan |
: |
Engin YILDIRIM |
Üyeler |
: |
Osman Alifeyyaz PAKSÜT |
|
|
Recep KÖMÜRCÜ |
|
|
Celal Mümtaz AKINCI |
|
|
Recai AKYEL |
Raportör |
: |
Akif YILDIRIM |
Başvurucu |
: |
E.D. |
Vekili |
: |
Av. Murat Şeref BABA |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, ceza davasında savunma tanıklarının dinlenmemesi ve mahkûmiyet kararının gerekçesiz olması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 26/1/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
6. 24/10/2006 tarihinde başvurucu ve başka iki şüpheli tarafından bıçak ve sopa gösterilerek mağdur M.K.nın 30 TL parasının gasbedilmesi ile ilgili şikâyet üzerine soruşturma başlatılmıştır.
7. Mağdur M.K.nın vermiş olduğu ifadeler doğrultusunda 25/10/2006 tarihinde plakasız ve şüpheli bir motosiklet durdurulmuş; başvurucu ve şüpheli D.O. yakalanmıştır. Yapılan aramada başvurucunun üzerinde döner bıçağı ve çakı, şüpheli D.O.nun üzerinde ise ağaç olan iki ucu zincirle bağlanmış bir alet ele geçirilmiştir. Mağdur M.K. tarafından başvurucu ve diğer şüpheli D.O. teşhis edilmiştir.
8. Başvurucu hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 23/5/2007 tarihli iddianamesiyle yağma suçundan kamu davası açılmıştır. Şüpheli D.O. ile yakalanamayan üçüncü şüphelinin dosyası tefrik edilmiştir.
9. Mağdur M.K. yargılama sırasında verdiği beyanında, sanıklar tarafından alındığını zannettiği parasının pantolonun yıkanması sırasında cebinden çıktığını belirtmiştir.
10. Bakırköy Çocuk Ağır Ceza Mahkemesinin 16/7/2009 tarihli kararıyla başvurucunun üzerine atılı suçtan mahkûmiyetine karar verilmiştir.
11. Mahkûmiyet hükmünün gerekçesinde; başvurucu, yaşının büyüklüğü nedeniyle dosyası tefrik edilen sanık D.O. ve firari diğer sanığın üzerilerinde bulunan kesici ve yaralayıcı aletleri mağdura göstererek cebinden 30 TL parasını aldıkları, bu eylemden kurtulmak isteyen mağduru yaraladıkları, yapılan şikâyet ve soruşturma sonunda 25/10/2006 tarihinde yakalanan başvurucunun mağdur tarafından teşhis edildiği ifade edilmiştir. Kararın gerekçesinde ayrıca aşağıdaki açıklamalara da yer verilmiştir:
“Her ne kadarsanık müsbet suçu kabul etmemiş ise de; sanığın savunmalarında anlattıklarının içeriği; yakalama ve teşhis tutanakları; mağdurun toplanan delillere ve olayın akışına ve mantık kurallarına uygunve samimi görülen anlatımları ile yargılama boyunca mahkememizde oluşan kanaate göre; sanığın inkara yönelik beyanlarına itibar edilmediği için; sabit görülen geceleyin bıçakla yağmalama eylemi nedeniyle, aşağıdahüküm kısmında belirtilen 5237 sayılı TCK’nun 149/1-a-c-h, 31/3, ve 62/1. Maddeleri uyarınca ceazalandırılmasına karar verilmesi gerektiği konusunda mahkememizde kanaat oluştuğu;
Soruşturma ve kovuşturma sırasında, sanığın, mağdurun zararını tazmin etmediği anlaşıldığından dolayı, TCK’nın 168. Maddenin şartları oluşmadığı içinsanığın cezasında indirim yapılmadığı;
İddia, mağdur ve sanık beyanları, tutulan ilgili tutanaklar, teşhis tutanağı, nüfus ve adli sicil kaydı, hayatın olağan akışı ve mantık kuralları, doktor raporu, C.savcısının esas hakkındaki mütaalası, sosyal inceleme raporu, olayın oluş sebep ve biçimi, yargılama edinilen tam bir vicdani kanaat ile tüm dosya kapsamından anlaşılmıştır.”
12. Başvurucunun temyizi üzerine anılan hüküm, Yargıtay 6. Ceza Dairesinin 20/11/2014 tarihli kararıyla onanmıştır.
13. Nihai karar başvurucu tarafından 16/1/2015 tarihinde öğrenilmiş, 26/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
14. Bu arada dosyası tefrik edilen şüpheli D.O. hakkında da Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 7/12/2006 tarihli iddianamesiyle Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde kamu davası açılmıştır. Mağdur M.K. yargılama sırasında verdiği beyanında, cebinden 30 TL parasının alındığını sandığını ancak daha sonra parasının hastanede cebinden çıktığını, sanık D.O.nun olay yerinde olmadığını belirtmiştir.
15. Anılan yargılama sonunda sanığın yağmaya teşebbüs suçundan mahkûmiyetine karar verilmiştir. Anılan karar Yargıtay denetiminden geçerek kesinleşmiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
16. 4/12/2014 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Sanığın savunma delillerinin toplanması istemi” kenar başlıklı 177. Maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Sanık, tanık veya bilirkişinin davetini veya savunma delillerinin toplanmasını istediğinde, bunların ilişkin olduğu olayları göstermek suretiyle bu husustaki dilekçesini duruşma gününden en az beş gün önce mahkeme başkanına veya hâkime verir.
(2) Bu dilekçe üzerine verilecek karar, kendisine derhâl bildirilir.”
17. 5271 sayılı Kanun’un “Çağrılması reddedilen tanığın ve uzman kişinin doğrudan mahkemeye getirilmesi” kenar başlıklı 178. Maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Mahkeme başkanı veya hâkim, sanığın veya katılanın gösterdiği tanık veya uzman kişinin çağrılması hakkındaki dilekçeyi reddettiğinde, sanık veya katılan o kişileri mahkemeye getirebilir. Bu kişiler duruşmada dinlenir. …”
18. 5271 sayılı Kanun’un “Duruşmada okunmayacak belgeler” kenar başlıklı 210. Maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Olayın delili, bir tanığın açıklamalarından ibaret ise, bu tanık duruşmada mutlaka dinlenir. Daha önce yapılan dinleme sırasında düzenlenmiş tutanağın veya yazılı bir açıklamanın okunması dinleme yerine geçemez.”
V. İNCELEME VE GEREKÇE
19. Mahkemenin 22/2/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. TanıkDinletme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
20. Başvurucu, isimlerini bildirdikleri savunma tanıklarının ilk derece mahkemesince dinlenmediğini belirterek tanık dinletme hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
21. Anayasa’nın 36. Maddesinin birinci fıkrasında herkesin “adil yargılanma” hakkına sahip olduğu belirtilmiş ancak tanık dinletme hakkından açıkça söz edilmemiştir. Bununla birlikte adil yargılanma hakkının somut görünümlerinden biri olan tanık dinletme hakkı esasen Anayasa’nın 36. Maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da zımni bir unsurudur (Ali Fırtına, B. No: 2014/14575, 6/7/2017, § 24).
22. Diğer yandan Anayasa’nın 36. Maddesine “adil yargılanma” ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılama hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. Maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendinde; bir suç ile itham edilen herkesin iddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını istemek hakkı düzenlenmiştir (Ali Fırtına, § 25).
23. Anayasa Mahkemesi de benzer iddiaların ileri sürüldüğü başvurulara ilişkin olarak birçok kararında “tanık dinletme hakkı”yla ilgili ilkeleri belirlemiştir.
24. Savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla “aynı koşullar altında” davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını isteme hakkı, silahların eşitliği ilkesinin bir gereğidir. Tanıkların dinlenmek üzere çağrılmasının uygun olup olmadığının değerlendirmesi, kural olarak derece mahkemelerinin takdir yetkisi dâhilindedir. Ancak bu hak, sanığın lehine olan bütün tanıkların çağrılmasını ve dinlenmesini gerektirmez. Bu düzenlemenin esas amacı, sanığın “aynı koşullar altında” ve “silahların eşitliği ilkesi”ne uygun olarak tanık dinletme talebinde bulunabilmesinin sağlanmasıdır. Dolayısıyla bir sanığın bazı tanıkları dinletemediğinden şikâyet etmesi yeterli olmayıp ayrıca bu tanıkların dinlenmesinin hangi nedenlerle önemli olduğunu ve gerçeğin ortaya çıkması için neden gerekli olduğunu açıklamak suretiyle tanık dinletme talebini desteklemesi gerekmektedir (Atila Oğuz Boyalı, B. No: 2013/99, 20/3/2014, § 47; Ahmet Zeki Üçok, B. No: 2013/1966, 25/3/2015, § 70).
25. Somut olayda başvurucu, savunma tanıklarının dinlenmemesinden şikâyet etmektedir. Ancak anılan tanıkların dinlenmesinin hangi nedenlerle önemli olduğu ve gerçeğin ortaya çıkması için neden gerekli olduğu başvurucu tarafından açıklanmamıştır. Kaldı ki başvurucu, hangi tarihli celsede ya da hangi tarihli dilekçeyle tanık dinletme talebinde bulunduğuna ve anılan talep ile ilgili ilk derece mahkemesinin ne şekilde karar verdiğine ilişkin bir delil de sunmamıştır. Dolayısıyla başvurucunun tanık dinletme hakkına yönelik ihlal iddialarıyla ilgili olarak bir temellendirme yapmadığı sonucuna varılmıştır.
26. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
Osman Alifeyyaz PAKSÜT ve Celal Mümtaz AKINCI bu görüşe katılmamışlardır.
B. Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
27. Başvurucu; ilk derece mahkemesinin kararının gerekçesiz olduğunu, iddia ve savunmaların özetinin hükümde bulunmadığını, toplanan delillere de gerekçede yer verilmediğini, bu sebeplerle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
28. Anayasa’nın 36. Maddesinin birinci fıkrasında herkesin adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiş ancak gerekçeli karar hakkından açıkça söz edilmemiştir. Bununla birlikte Anayasa’nın 36. Maddesine “adil yargılanma” ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Sözleşme’nin 6. Maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının kapsamına gerekçeli karar hakkının da dâhil olduğu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin birçok kararında vurgulanmıştır. Dolayısıyla Anayasa’nın 36. Maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının gerekçeli karar hakkı güvencesini de kapsadığının kabul edilmesi gerekir (Abdullah Topçu, B. No: 2014/8868, 19/4/2017, § 75).
29. Anayasa’nın 141. Maddesinin üçüncü fıkrasında da “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.” Denilerek mahkemelere kararlarını gerekçeli yazma yükümlülüğü yüklenmiştir. Anayasa’nın bütünlüğü ilkesi gereği anılan Anayasa kuralı da gerekçeli karar hakkının değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulmalıdır (Abdullah Topçu, § 76).
30. Gerekçeli karar hakkı, yargılamada ileri sürülen tüm iddialara ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi gerektiği şeklinde anlaşılamaz. Bu nedenle gerekçe gösterme zorunluluğunun kapsamı, kararın niteliğine göre değişebilir (Mehmet Yavuz, B. No: 2013/2995, 20/2/2014, § 51). Ancak ileri sürülen iddialardan biri kabul edildiğinde davanın sonucuna etkili olması hâlinde mahkeme bu hususa belirli ve açık bir yanıt vermek zorunda olabilir (Yasemin Ekşi, B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 56).
31. Somut olayda, yapılan yargılama sonunda tarafların davanın sonucuna etkili olabilecek tüm iddia ve savunmaları ile dosya kapsamı dikkate alınarak verilen kararda hükme ulaşılması için yeterli gerekçe bulunduğu (bkz. § 11) görüldüğünden gerekçeli karar hakkına yönelik bir ihlal olmadığının açık olduğu anlaşılmaktadır.
32. Açıklanan gerekçelerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
Osman Alifeyyaz PAKSÜT ve Celal Mümtaz AKINCI bu görüşe katılmamışlardır.
C. Diğer İhlal İddiaları
33. Başvurucu; mağdurun yargılama sırasında beyanını değiştirmesine rağmen bu beyanlar esas alınarak hakkında teşebbüs hükümlerinin uygulanmadığını, aynı olay nedeniyle başka mahkemede yargılanan diğer sanık hakkında mağdurun sonraki beyanlarının dikkate alındığını ve delillerin takdirinde yanılgıya düşülmesi suretiyle haksız olarak mahkûm edildiğini belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
34. Anayasa’nın 148. Maddesinin dördüncü fıkrasında, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvuru konusu olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik içeren yorum, uygulama ve sonuçlar Anayasa Mahkemesinin denetim yetkisi kapsamındadır (Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 42).
35. Somut olayda sanık savunmaları, mağdurun soruşturma evresinde alınan beyanları, teşhis tutanağı, adli raporlar, sosyal inceleme raporu ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirilmek suretiyle bir karar verildiği ve mağdurun kovuşturma evresindeki beyanlarına itibar edilmediği anlaşılmıştır. Başvurucunun diğer sanıklarla birlikte mağdurun parasını döner bıçağı ve sopa göstererek aldığı, bu şekilde eylemin tamamlandığı ilk derece mahkemesince kabul edilmiştir. Diğer taraftan mağdurun beyanlarının sübut üzerinde nasıl bir etkisinin bulunduğunun takdirinin derece mahkemesine ait olduğu, derece mahkemesinin somut olayda mağdurun önceki beyanlarına itibar etmesinin keyfî ve temelsiz olmadığı görülmektedir.
36. Başvurucu tarafından ileri sürülen iddialar, mahkemelerce delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanmasına ilişkin olup mahkeme kararlarında bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik oluşturan bir hususun da bulunmadığı dikkate alındığında ihlal iddialarının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır.
37. Diğer taraftan derece mahkemelerinin uyuşmazlıklara ilişkin yorum farklılıkları da tek başına adil yargılanma hakkının ihlali olarak nitelendirilemez.
38. Başvurucu tarafından ileri sürülen ihlal iddialarının yukarıda belirtilen içtihat kapsamında kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu sonucuna varıldığından başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
Osman Alifeyyaz PAKSÜT ve Celal Mümtaz AKINCI bu görüşe katılmamışlardır.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Kamuya açık belgelerde başvurucunun kimliğinin gizli tutulması talebinin KABULÜNE,
B. 1. Tanık dinletme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA Osman Alifeyyaz PAKSÜT ve Celal Mümtaz AKINCI’nın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
2. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA Osman Alifeyyaz PAKSÜT ve Celal Mümtaz AKINCI’nın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
3. Diğer ihlal iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA Osman Alifeyyaz PAKSÜT ve Celal Mümtaz AKINCI’nın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. Yapılan yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA 22/2/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
KARŞIOY YAZISI
Olay ve Olguların Özeti:
1. Başvurucu, bir yağma olayı ile ilgili olarak yargılandığı davada tanık dinletme hakkının, gerekçeli karar hakkının ve delillerin takdirinde hata yapılması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla bireysel başvuruda bulunmuştur.
2. Olay tarihinde çocuk olan Başvurucu E.D, M.K. adlı mağdura karşı yağma suçundan Bakırköy Çocuk Ağır Ceza mahkemesinde yargılanmış ve suçu sabit görülmüş; ancak bu suçu birlikte işlediği kabul edilen arkadaşı D.O. nun aynı gün yarım saat ara ile gerçekleştiği iddia olunan iki yağma olayında hem mağdur M.K.’yı, hem de benzer şekilde mağdur K.K.’yı yağmalama suçuna teşebbüs ettiği yolunda yetişkin olarak yargılandığı Bakırköy 8. Ağır Ceza mahkemesince aynı eylemin “yağmaya teşebbüs” olduğu kabul edilmiştir.
3. Bakırköy Çocuk Ağır Ceza mahkemesince verilen karara göre mağdur M.K. ya karşı ika edilen aynı yağma suçu, başvurucu yönünden tamamlanmış bir yağma eylemi, Bakırköy 8. Ağır CezaMahkemesinde yargılanan sanık D.O. yönünden ise aynı eylem, teşebbüs aşamasında kalmış bir yağma eylemidir.
4. Bu durum, ceza yargılamasının temel amacı olan “maddi gerçeğin ortaya çıkarılması” ile bağdaşmadığı gibi, Çocuk Ağır Ceza Mahkemesince dava dosyasına getirtilen ve incelenen Bakırköy 8. Ağır Ceza mahkemesinin aynı olaya ve aynı delillere göre ulaştığı kabul ve sübut, başvurucunun tamamlanmış yağma suçundan mahkumiyetine ilişkin gerekçeli kararda hiçbir şekilde tartışılmamış ve savunma iddiaları karşılanmamıştır.
5. Başvurucunun tek sanık, M.K.’nın da tek mağdur olduğu başvuru konusu Çocuk Ağır Ceza mahkemesindeki yargılamada iddianame ile “… mağdurun teşhis ettiği şüpheli E.D. (başvurucu) ile yaşı 18’den büyük olan D.O. ve firari arkadaşları ile birlikte mağduru “sen bizim kız arkadaşımıza laf atıyormuşsun, gel seni yüzleştireceğiz, gelmezsen seni vururuz” diye tehdit ederek … Tepe Parkına götürdükleri, sanık E.nin önce telefonu istedikleri, mağdurun telefonu olmadığını söylemesi üzerine sanıkların ellerinde döner bıçağı, iki ucu tahta ortası zincir olan bir adet bıçak ve sopa göstererek D.O.nun mağdurun pantalonunun sağ cebinden 30 TL para aldığı, mağdurun kurtulmaya çalıştığı sırada sanık E.D. ve arkadaşları tarafından darp edildiği …” belirtilerek kamu davası açılmıştır.
6. Mağdur M.K. duruşmada “… 3 kişi benim yanıma geldiler … bir tanesi bana bıçakla vurdu … benim üstümü aradı … ben 30 TL paramın alındığını biliyordum Ancak daha sonra annem pantolonumu yıkarken benim 30 TL pantolonun cebinden çıktı. Bıçak vuranın E. (başvurucu) olup olmadığını tam bilemiyorum. … belirttiğim şekilde 30 TL param zorla alınmamıştı. Bu nedenle bana olaydan sonra ve halen kimse iade ve tazmin yapmadı. Benim zararım yoktur. Sanıktan şikayetçi değilim” şeklinde ifade vermiş;başvurucunun sanık olmadığı ve 18 yaşından büyük diğer sanık D.O. nun yargılandığı Bakırköy 8. Ağır Ceza mahkemesinde ise “E’nin (başvurucu) döner bıçağı ile kafasına vurduğunu, E’nin elini cebine sokmaya çalıştığını, cebinden 30TL parasını aldıklarını sandığını, kaçıp hastaneye sığındığını, daha sonra parasının hastanede cebinden çıktığını, sanıktan (D.O.) şikayetçi olmadığını, bir şeyinin alınmadığını” söylemiştir. Mağdur M.K. nın babası H.K. da, oğlu M.’nin evde ceplerini kontrol ettiklerinde üzerinde parasının çıktığını doğrulamıştır.
7. Başvurucu E.D. Bakırköy 8. Ağır Ceza mahkemesindeki yargılamada tanık olarak dinlenmiştir. Başvurucu buradaki ifadelerinde de mağdur M.K.’yı dövdüklerini, ancak parasını yağmalamadıklarını belirterek, sanık olarak yargılandığı davadaki ifadeleri paralelinde beyanda bulunmuştur.
8. Bakırköy Çocuk Ağır Ceza Mahkemesi, Bakırköy 8. Ağır Ceza mahkemesinin dava dosyasını getirterek 5.11.2008 günlü duruşmada incelemiş vegetirtilen dosyadaki sanık D.O’nun mağdur M.K. ya yönelik yağma suçundan dolayı teşebbüs hükümleri uygulanarak mahkumiyet kararı verildiğini görmüştür. Ayrıca “… M.K.nın olayı anlattığı, 30 TL paramı aldıklarını zannettim ben ellerinden kaçtım, hastaneye sığındım, daha sonra param cebimden çıktı şeklinde beyanda bulunmuş olduğu görüldü” şeklindeki tespiti zapta geçirmiştir.
9. Ancak Bakırköy Çocuk Ağır Ceza mahkemesi, 16.07.2009 günü verdiği gerekçeli kararla, şu şekilde hüküm tesis etmiştir:
“Her ne kadar sanık müsnet suçu kabul etmemiş ise de; sanığın savunmalarında anlattıklarının içeriği, yakalama ve teşhis tutanakları, mağdurun toplanan delillere ve olayın akışına uygun ve samimi görülen anlatımları ile yargılama boyunca mahkememizde oluşan kanaate göre; sanığın inkara yönelik beyanlarına itibar edilmediği için; sabit görülen geceleyin bıçakla yağmalama eylemi nedeniyle … cezalandırılmasına karar verilmesi gerektiği konusunda mahkememizde kanaat oluştuğu;
Soruşturma ve kovuşturma sırasında, sanığın, mağdurun zararını tazmin etmediği anlaşıldığından dolayı, TCK’nın 168. maddesinin şartları oluşmadığı için sanığın cezasında indirim yapılmadığı;
İddia, mağdur ve sanık beyanları, tutulan ilgili tutanaklar, teşhis tutanağı, nüfus ve adli sicil kaydı, hayatın olağan akışı ve mantık kuralları, doktor raporu, C. savcısının esas hakkındaki mütalaası, sosyal inceleme raporu, olayın oluş sebep ve biçimi, yargılamada edinilen tam bir vicdani kanaat ile tüm dosya kapsamından anlaşılmıştır”.
10. Bu hükümle, başvurucunun adil yargılanma hakkı aşağıda açıklanacağı üzere çeşitli yönlerden ihlal edilmiştir
Başvuru Konusu Yargılamanın Adil Yargılanma Hakkını İhlal Etmesinin Nedenleri:
Gerekçeli Karar Hakkı Yönünden:
11. Adil yargılamanın bir unsuru olan gerekçeli karar hakkı, Anayasa"nın 141. maddesinin birinci fıkrası uyarınca, mahkemelerin uyması gereken bir yükümlülük olarak düzenlenmiştir. Bir muhakemede usule ilişkin koruma sağlayan adil yargılanma hakkının önemli unsurlarından biri olan gerekçeli karar hakkı, kişilerin adil bir şekilde yargılanmalarını sağlamayı ve denetlemeyi amaçlamaktadır (Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014, § 31).
12. AİHM içtihatlarına göre bir mahkemenin davaya yaklaşımının, anılan mahkemenin başvurucuların iddialarına yanıt vermekten ve başvurucuların temel şikâyetlerini incelemekten kaçınmasına neden olması hâlinde Sözleşme"nin 6. maddesi, davanın hakkaniyete uygun bir biçimde incelenmesi hakkı bakımından ihlal edilmiş olur (Kuznetsov/Rusya, B. No: 184/02, 11/4/2007, §§ 84-85).
13. Mahkemeler, “kararlarını hangi temele dayandırdıklarını yeterince açık olarak belirtme” yükümlülüğü altındadırlar. Bu yükümlülük, tarafların temyiz hakkını kullanabilmeleri için gerekli olmasının yanı sıra (Aynı yöndeki AİHM kararı için bkz. Hadjıanastassıou/Yunanistan, B. No: 12945/87, 16/12/1992, § 33) tarafların, muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri ve ayrıca demokratik bir toplumda, toplumun kendi adına verilen yargı kararlarının sebeplerini öğrenmelerinin sağlanması için de gereklidir (Sencer Başat ve diğerleri, § 34).
14. Bir kararda tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği, davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır. Muhakeme sırasında açık ve somut bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması, başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması hâlinde davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi gerekir (Sencer Başat ve diğerleri, § 35).
15. İnsan haklarına ilişkin güvenceler soyut ve teorik olarak değil, uygulamada ve etkili bir şekilde sağlanmalıdır. Buna göre mahkemelerin, ileri sürülen iddia ve savunmalara şeklen cevap vermiş olmaları yeterli olmayıp iddia ve savunmalara verilen cevapların dayanaksız olmaması, mantıklı ve tutarlı olması da gerekir. Diğer bir ifadeyle mahkemelerce belirtilen gerekçeler, davanın şartları dikkate alındığında makul olmalıdır (Sencer Başat ve diğerleri, § 36).
16. Makul gerekçe, davaya konu olay ve olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak, olay ve olgular ile hüküm arasındaki bağlantıyı gösterecek nitelikte olmalıdır (İbrahim Ataş, B. No: 2013/1235, 13/6/2013, § 24). Gerekçelendirme, davanın sonucuna etkili olay, olgu ve kanıtları açıklamak yükümlülüğü olmakla birlikte bu şekildeki gerekçelendirmenin mutlaka detaylı olması gerekmez. Ancak gerekçelendirmenin, iddia ve savunmadan birinin diğerine üstün tutulma sebebinin ve bu kapsamda davanın taraflarınca gösterilen delillerden karara dayanak olarak alınanların mahkemelerce kabul edilme ve diğerlerinin reddedilmesi hususunda, makul dayanakları olan bir bilgilendirmeyi sağlayacak ölçü ve özene sahip olması beklenir (Sencer Başat ve diğerleri, § 37). Zira bir davada tarafların, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri için usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün içerik ve kapsamı ile bu hükme varılırken mahkemenin neleri dikkate aldığı ya da almadığını gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması "gerekçeli karar hakkı" yönünden zorunludur (Sencer Başat ve diğerleri, § 38).
Aksi bir tutumla mahkemenin, davanın sonucuna etkili olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında “ilgili ve yeterli bir yanıt” vermemesi veya yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddiaların cevapsız bırakılmış olması, hak ihlaline neden olabilecektir (Sencer Başat ve diğerleri, § 39).
17. Kanun yolu mahkemelerince verilen karar gerekçelerinin ayrıntılı olmaması, ilk derece mahkemesi kararlarında yer verilen gerekçelerin onama kararlarında kabul edilmiş olduğu şeklinde yorumlanmalıdır (Aynı yöndeki AİHM kararı için bkz. García Ruiz/İspanya, B. No: 30544/96, 21/1/1999, § 26). Ancak başvurucuların dile getirmesine rağmen ilk derece mahkemesinin de tartışmadığı esaslı hususlara ilişkin temyiz başvuruları ile başvurucuların usule ilişkin haklarının ihlal edildiğine yönelik somut şikâyetlerinin, temyiz incelemesinde tartışılmaması, gerekçeli karar hakkının ihlali olarak görülebilir (Faik Gümüş, B. No: 2012/603, 20/2/2014, § 49).
18. Başvuru konusu olayda mahkumiyet gerekçesinde kullanılan ve her hangi bir mahkumiyet veya beraat kararında da aynen sayılabilecek olması nedeniyle gerçek anlamda gerekçe niteliğinde olmayan klişe ifadeler ile dosya evrakı bir yana bırakılacak olursa; yağma suçundan mahkumiyete esas alınan mağdur beyanlarının “samimi görüldüğü” anlaşılmaktadır.
Mağdur her iki mahkemede istikrarlı biçimde parasının alınmadığını, ilk önce alındığını zannettiğini, sonradan parayı bulması nedeniyle bir zararı olmadığını ısrarla belirtmiş olmasına ve beyanları “samimi” olduğu kabul edildiğine göre nasıl olup da aynı kişiden 30 TL yağmalandığının sabit görüldüğü, tevil götürmeyecek bir çelişkidir. Aynı şekilde mağdurun zararı olmadığına dair istikrarlı beyanlarına rağmen suç konusu iddia edilen 30 TL’nin mağdura ödenmediği gerekçesiyle ceza indirimi yapılmaması da açık bir çelişkidir.
Ya mağdurun beyanları samimidir ve parası yağmalanmamıştır, ya da mağdur beyanlarında samimi değildir ve sanığı cezadan kurtarmak için parasının alınmadığını söylemektedir. Bu çelişki giderilmeden mantık kurallarına aykırı biçimde açık çelişki içeren gerekçenin, yukarıda açıklanan AİHM ve AYM kararlarında nitelikleri belirtilen gerekçeli karar hakkına uygun olduğu söylenemez.
Bu noktada şunu da belirtmek gerekir ki, şayet mahkemenin kabulü, mağdurun saldırıya uğradığı ve yaralandığı şeklindeki ifadelerinin samimi olduğu, ancak parasının alınmadığına dair ifadelerinin samimi olmadığı; yani mağdur ifadelerinin kısmen samimi kesmen de gayrı samimi olduğu şeklinde ise, buna ilişkin gerekçelerin yani mağdurun ifadelerinin, “parasının yağmalanmadığı” şeklindeki kısmına neden itibar edilmediğinin, açık ve anlaşılabilir şekilde kararda belirtilmesi zorunludur. Aksi halde adil yargılanma hakkı kapsamında “yeterli gerekçe” nin varlığından söz edilemez.
İlk derece mahkemesi kararı Yargıtay’ca da beş yıl bekletildikten sonra tek cümlelik bir klişe ile onanmıştır.
Sonuç olarak, Çocuk Ağır Ceza Mahkemesinin gerekçeli kararı ve temyiz merciinin onama kararı, AİHM ve AYM tarafından belirlenmiş standartları karşılamaktan uzaktır. Bu nedenle başvurucunun, öncelikle, gerekçeli karar hakkı İHLAL edilmiştir.
Tanık Dinletme Hakkı Yönünden:
19. Başvuru formunda, savunma tanıklarının dinlenmediği öne sürülmüş ve biri kız olmak üzere dört tanığın adı bildirilmiştir. Mahkemece bu tanıkların dinlenmesi taleplerinin gerekçesiz olarak reddedildiği iddia edilmiş olmakla, bireysel başvurunun tanık dinletme hakkı yönünden de incelenmesi gerekir.
20. AİHM ve AYM içtihatlarında, iddia ve savunmaya ilişkin hususların doğrulanması için hükmün esasına etkisi olabilecek tanık beyanlarının alınmaması sanığa ve tanıkların sorgulanması imkanının verilmemesi adil yargılanma hakkının ihlali olarak kabul edilmiştir.
21. Başvuru konusu yargılamada başvurucu, mağdurun kendisini teşhis etmesinin nedeninin, kız arkadaşlarına laf atma yüzünden çıkan bir kavga olayı olduğu, yağma yapmadığı gibi mağduru yaralamasının yağma amacıyla olmadığını ısrarlı ve istikrarlı biçimde savunmuş ve muhtemelen olayın bu yönünün aydınlatılması amacıyla tanık göstermiştir.
Bu tanıkların dinlenmesi ve başvurucu sanığın ifadelerini teyit etmesi, başvurucu sanığın ifadelerinin, yani mağdurun yanına yağma amacıyla gitmediğinin kanıtını oluşturabilecektir. Ancak mahkemece, başvurucu sanığın rastgele gözlerine kestirdikleri mağduru yağmalamak amacıyla hareket ettiklerini kabul etmiş görünmektedir. Bu konuda gerekçeli kararda yeterli açıklama bulunmamakla beraber, verilen cezada “suç kastının yoğunluğu” ve “suçun işleniş şekli” gibi nedenlerle temel cezadan uzaklaşılmış olmasından, mahkemece, başvurucunun olayın bir kavga sırasında meydana geldiği, mağdurun kendisini oradan hatırladığı ve teşhis ettiği, yağma eylemi bulunmadığı şeklindeki, olayın aydınlatılması bakımından önem taşıyabilecek ve savunmalarına haklılık kazandırabilecek, dolayısıyla netice cezayı etkileyebilecek tanık anlatımlarına gerekçesiz olarak fırsat verilmediği anlaşılmaktadır.
Bu nedenle olayın aydınlatılmasına katkısı tartışılmaksızın, tanık dinletme istemlerinin gerekçesiz olarak reddedilmesi sonucunda başvurucunun adil yargılanma hakkı kapsamındaki tanık dinletme hakkının da İHLAL EDİLDİĞİNE karar verilmesi gerekir.
Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkı Yönünden:
22. Başvurucu, çocuk ağır ceza mahkemesinde yargılanmış ancak, aynı eylemden dolayı yetişkin sıfatıyla aynı yer ağır ceza mahkemesinde yargılanan diğer sanıktan çok daha ağır bir cezaya çarptırılmıştır. (Başvurucu, çocuk mahkemesince sabit görülen gece vakti yağmadan neticeten 6 yıl 8 ay; diğer mahkemede yargılanan arkadaşı teşebbüs halinde kalan aynı mağdura karşı yağmadan neticeten 2 yıl 6 ay).
23. Çocuk Mahkemeleri ve çocuk ağır ceza mahkemelerinin kuruluş amaçları, çocukların yetişkinlerden daha farklı yargılanarak, topluma kazandırılmasıdır. 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu’nun gerekçesinde kanununamacı “… toplumun adalet ve güvenlik ihtiyacını karşılayan çocuk adalet sisteminin esas ve usullerini belirlemek” olduğu ifade edilmiş; kanunda “… çocuğun yararına öncelik vermek ilkesinin benimsendiği ...” belirtilmiş ve “… çocuk hakkında karar veren mahkemenin, “çocuk hakkında verilen kararları izleme ve gerektiğinde değiştirme veya sonlandırma yetkisine sahip olması gerekir” denilmiştir.
Başvurucu hakkında verilen 6 yıl 8 aylık hapis cezası, çocukların yargılanmasına ilişkin genel ilkelere de uymamaktadır.
Sonuç olarak, Başvurucu, sırf çocuk mahkemesinde yargılandığı için, yetişkin sıfatıyla aynı yer ağır ceza mahkemesinde yargılansaydı alacağı cezanın iki katından fazla ceza almıştır. Bu cezanın, çocuğun uzun süre özgürlüğünden mahrum bırakılarak tam anlamıyla ıslah olmasını sağlamak, kısa sürede serbest kalması halinde yeniden suça sürüklenmesini önlemek gibi birdüşünceden kaynaklanmış olabileceği iyimser bir yorumla bir an için farz edilse dahi, böyle bir uygulama ceza yargılamasının temel ilkeleri gözardı edilerek yapılamayacağı gibi, yeterli deliller bulunması halinde de ancak sosyal uzman raporuna dayanılarak, yeterli diğer tedbirler alınarak ve gerekçeleri açıkça belirtilerek yapılabilir. Çocuk Ağır Ceza Mahkemesi kararında bu yönde her hangi bir düşünce, değerlendirme hatta ima bulunmadığına göre Mahkemenin, çocuğun yararlarını gözeterek karar verdiğini kabule imkan bulunmamaktadır.
24. Başvurucunun yağma olayı konusunda farklı mahkemelerce farklı sonuçlara varılması halinde maddi gerçeğe ilişkin kesinlik bulunmadığı, ortada bir şüphe halinin varlığı açıktır.
Ceza hukukun evrensel ilkelerinden ve yüzyıllara dayalı deneyimlerin sonucu olan “şüphe sanık lehine yorumlanır” kuralına, mahkumiyetin ancak şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delilleredayanması ilkesine ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun kabul edilen ve edilmeyen delillerin gerekçeli kararda tartışılarak belirtilmesi hakkındaki amir hükümlerine aykırı karar verilmesi nedeniyle de başvurucunun temel haklarının ihlal edildiği sonucuna varılmaktadır.
25. Yukarıda açıklanan nedenlerle başvurucunun adil yargılanma hakkı kapsamında hakkaniyete uygun yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE karar verilmesi gerekir.
Anayasa Mahkemesinin İhlal Kararının, Derece Mahkemelerinin Takdirine Müdahale Teşkil Edip Etmeyeceği Konusunun Tartışılması:
26. Anayasa mahkemesinin bireysel başvuru yetkisinin tanınmasından önce başlayan ve beş buçuk yıla yaklaşan uygulamalara rağmen henüz kamuoyunda tartışılması bitmeyen “süper temyiz mahkemesi” eleştirilerine bu vesileyle değinmekte yarar görülmüştür.
27. Aslında bu konudaki ilkeler açık ve nettir.Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) ve Anayasa Mahkemesinin (AYM) yerleşik içtihatlarıuyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda açık bir keyfilik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular açıkça keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (B. No: 2012/1027, § 26, 12/2/2013).
Yine AYM kararlarında genel ilkenin istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının bariz takdir hatası veya açık keyfilik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası veya açık keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince esas yönünden incelenemez (Onur Gür, B.No: 2012/828, 21/11/2013, § 21).
28. Kamuoyunda ve hatta bazı hukuk çevrelerinde yanlış olarak bilinenin aksine, Anayasa Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince de yapıldığı gibi, bireysel başvurularda dosyanın içeriğini incelemektedir. Yani, KABUL EDİLEMEZLİK veya bir hakkın İHLAL EDİLMEDİĞİNE karar verilen dosyalarda esasa bakılmaksızın, “kanun yolu şikayeti” niteliğinde olduğu için ret kararı verilmemekte; aksine, dosya içeriğine bakılmakta fakat yargılamada bariz bir takdir hatası veya keyfilik yoksa bu tartışmaya hiç girilmeyerek, başvurunun “açıkça dayanaktan yoksun” olduğuna karar verilmektedir. Nitekim temel hak ihlali olup olmadığını tespit etmenin, dosya içeriğine bakmak dışında başka bir yolu bulunmamaktadır.
29. Anayasa Mahkemesi, bir yargılamada derece mahkemelerinin kararları hakkında İHLAL kararı verilerek yeniden yargılama yoluna gidilmesini gerektirecek ölçüde adil yargılanma hakkına aykırılık bulunduğunu takdir yönünden tam yetkili olup, bu takdirini genellikle, derece mahkemelerine müdahale etmemek yönünde kullanmıştır. Başvuru konusu olayda da bölüm çoğunluğunca tespit edildiğine emin olduğumuz yukarıda açıklanan adil yargılamaya aykırı noktalar, İHLAL kararı verilerek yeniden yargılama yolunu açacak ağırlıkta değerlendirilmemiştir. Tarafımızdan ise aksi yönde vicdani kanaate ulaşılmıştır.
30. Ancak, İHLAL kararı verilmesi gerektiği yönündeki kanaatimizin bir diğer –ve en az başvurucunun mağduriyetinin giderilmesi kadar önemli- nedeni de şudur:
Bireysel başvuru kurumunun Türk hukuk sistemine kazandırılmasının en önemli nedenlerinden biri de, verilecek İHLAL kararları yoluyla, emsal yaratmak ve Türk yargısında uygulamada sıkça rastlanan eksiklik ve yanlışlıkları, aynı zamanda yapısal (sistemik) sorunları hukuk aleminin ve yasa koyucunun dikkatine getirmek, bunlara çözüm bulunmasını sağlamaktır. Anayasa değişikliğinin gerekçesinde bu husus şu şekilde ifade edilmiştir:
“Türkiye’de bireysel başvuru yolunun kabul edilmesi, bir yandan bireylerin sahip oldukları temel hak ve özgürlüklerin daha iyi korunmasını sağlayacak, öte yandan da kamu organlarını, Anayasaya ve kanunlara daha uygun davranma konusunda zorlayacaktır. Bu amaçla yapılan değişiklikle, bireysel hak ve özgürlüklerin korunması ve teminat altına alınması için, vatandaşlara bireysel başvuru hakkı tanınmakta ve Anayasa Mahkemesine de bu başvuruları inceleme ve karara bağlama görevi verilmektedir.”
31. Başvuru konusu olayda mahkemelerimizin son zamanlarda artan iş yükü veya her ne sebeple olursa olsun, gerekçesiz veya eksik gerekçelerle hüküm verme eğilimi içine girmelerinden kaynaklanan durumun tipik bir örneği olması dolayısıyla da İHLAL kararı verilmesi gerektiği kanaatindeyiz. Özellikle ceza yargısında, cezanın sadece mahkeme heyetinin vicdanına, hatta kamuoyunun bir kısmının vicdanına uyması yeterli değildir.Ceza mahkumiyetinin, deliller açıkça tartışılarak, hangilerine itibar edilip hangilerine itibar edilmediği gerekçeli kararda tartışılıp nedenleri belirtilerek, dosyayı okuyan her hangi bir tarafsız kişiyi tatmin edecek şekilde karara bağlanması zorunludur.
Ceza hukukunun yüzyıllara dayalı deneyimlerden süzülerek gelen temel ilkelerinden saparak ve çağdaş insan hakları sisteminin, bunları geliştirerek tesis ettiği içtihatları ve ilkeleri de göz ardı ederek, sırf vicdani kanaatle mahkumiyet kararı verilmesi ve bu uygulamaların genellik kazanması, belki bazı olaylarda “hak yerini buldu” gibi yorumları geçerli kılabilecek; ancak uzun vadede mahkemelere ve kararlarına olan güveni daha da azaltacak, cezaların ıslah edici özelliğini ortadan kaldıracak, toplumda ihkakı hak eğilimlerinin artmasına yol açabilecektir.
32. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruları karara bağlarken karşılaştığı ve düzeltilmesi gereken, uygulamaya ilişkin sorunlara da işaret etmesi görevi icabıdır. Bu nedenle başvuru konusu dosyada başvurucunun kişisel mağduriyetine yol açan durumun aynı zamanda ceza yargılamalarında karşılaşılan genel bir sorun olması hasebiyle de İHLAL kararı verilmesi gerekir.
Yukarıda açıklanan tüm nedenlerle, Bölüm çoğunluğuna katılmamaktayız.
Üye Osman Alifeyyaz PAKSÜT |
Üye Celal Mümtaz AKINCI |
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.