1. Hukuk Dairesi 2014/3871 E. , 2015/12143 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ : İSTANBUL 20. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 07/11/2013
NUMARASI : 2011/347-2013/412
Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacı vekili tarafından yasal süre içerisinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 20.10.2015 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden vekili Avukat H. K. ile temyiz edilen davalı...... San. ve Tic. Anonim Şirketi vekili Avukat Ş. D., davalı ..... An.Şir.vekili Avukat M. E. geldiler, duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi ..... tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:
-KARAR-
Dava, tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.
Davacı, içinde bulunduğu ekonomik zorluklardan kurtulmak amacıyla, maddi yardımda bulunma ve daha sonra geri verme karşılığında kayden maliki olduğu 124, 125 ve 13664 parsel sayılı taşınmazları davalılara devrettiğini, davalılarla 1.1.1994 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere Gayrimenkul Kiralama ve Değerlendirme Sözleşmesi ve bu sözleşmenin gerekçesine dair anlaşma imzaladıklarını, anılan sözleşme gereğince taşınmazların kendisine devredilmesi gerekirken davalıların muvazaalı şekilde tasarruflarında tutarak taşınmazları aktarmadıklarını, yardım amaçlı ödedikleri miktarı talep etmeleri halinde defaten ödemeye her zaman hazır olduğunu bildirdiği halde taşınmazların devredilmediğini, davalıların yetkilerini kasten zararına kullandıklarını ileri sürerek, tapu kayıtlarının iptali ile adına tesciline karar verilmesini istemiştir.
Davalılar, iddiaların doğru olmadığını, dava konusu taşınmazlarda davacının kiracı olduğunu, davacının dayandığı belgelerdeki imzaların davalı şirket yöneticilerine ait olmadığını belirterek davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, davanın, muvazaa iddiasına dayalı tapu iptal ve tescil davası olduğu, yargılama sırasında Prof. Dr. G. S.A."dan alınan ve itibar edilen raporda gözetilerek, davacının dayandığı belgelerdeki imzaların davalı şirket yetkililerine ait olmadığı, satışın gerçek olup, vefa (geri alım) hakkının kurulabilmesi için gerekli resmi şekil şartının da yerine getirilmediğinden davacının sözleşme ve gerekçeye dayanarak bir talepte bulunamayacağı, davanın hukuki dayanağının olmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir. Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden, davacının çekişmeye konu 124, 125 ve 13664 parsel sayılı taşınmazlarını 13.12.1993 tarihinde davalılar ile dava dışı ...... A.Ş. firmasına eşit paylarla satış suretiyle temlik ettiği, .........A.Ş. firmasının da her üç taşınmazdaki payını 12.06.2002 tarihinde davalı ....... Tic. A.Ş. firmasına yine satış suretiyle devrettiği anlaşılmaktadır.
Hemen belirtilmelidir ki, 6100 sayılı HMK"nın 33. (1086 sayılı HUMK"nın 76.maddesi) maddesi hükmü uyarınca olayları bildirmek taraflara, hukuki nitelendirmeyi yapmak ve ona uygun yasal düzenlemeyi tayin ve tespit ederek uygulamak hâkime aittir.
Eldeki davada, dava dilekçesindeki anlatımdan ve iddianın ileri sürülüş biçiminden, davacının inançlı işlem hukuksal nedenine dayandığı anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere; inanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir. Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder.
Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek ve iade edilmek üzere, mal varlığına dahil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar.
Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek, yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır.
Sözleşmenin ve buna bağlı temlikin, değinilen bu özellikleri nedeniyle, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı, inanç sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kalmıştır.
Diğer bir bakış açısıyla taşınmazın mülkiyeti inanılana (alacaklıya) geçmiştir. Taşınmazda inanarak satanın (borçlu) mülkiyet hakkı kalmadığı gibi, alıcının bu mülkiyet hakkı üzerinde kurulmuş olan bir rehin hakkından da söz edilemez.
Bu durumda; gayrimenkul rehni bakımından geçerliliği olan 4721 s. Türk Medeni Kanunu"nun (TMK) 873. maddesinin inanç sözleşmelerine dayalı temlike konu taşınmazlar bakımından uygulama yeri olmadığı da kuşkusuzdur. Nitekim bu düşünce Hukuk Genel kurulunun 23.5.1990 günlü ve l990/1-202-315 sayılı kararında da aynen benimsenmiştir.
İnanç sözleşmeleri, tarafların karşılıklı iradelerine uygun bulunduğu için, onlara karşılıklı borç yükleyen ve alacak hakkı veren geçerli sözleşmelerdir (818 s. Borçlar Kanunu 818 s. (BK) 81.m. 6098 s. Türk Borçlar Kanununun (TBK) 97. m.) Anılan sözleşmelerde, taraflar, sözleşmenin kendilerine yüklediği hak ve borçları belirlerken, inançlı işlemin sona erme sebeplerini; devredilen hakkın inanılan tarafından inanana iade şartlarını, bu arada tabii ki süresini de belirleyebilirler. Bunun dışında, akde aykırı davranışın yaptırımına da sözleşmelerinde yer verebilirler. Buna dair akit hükümleri de TBK"nin 26 ve 27. maddelerine aykırılık teşkil etmediği sürece geçerli sayılır.
İnanç sözleşmesine ve buna bağlı işlemle alacaklı olan taraf, ödeme günü gelince alacağını elde etmek için dilerse; teminat için temlik edilen şeyi “ ifa uğruna edim “ olarak kendisinde alıkoyabileceği gibi; o şeyi, açık artırma yoluyla veya serbestçe satıp satış bedelinden alma yoluna da başvurabilir. Bu sonuçlar kendine özgü bu akdin tabiatında mevcuttur. Sözleşme ile öngörülen ifa süresi içerisinde, sırf sözleşmeyi imkansız kılmak amacıyla muvazaalı olarak yapılan temliklerin yasal koruma altında tutulamayacağı izahtan varestedir. Meri hukuk sistemimizde her hangi bir düzenleme olmamasına karşın, inanç sözleşmelerinin yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde uygulama yeri bulan kendine özgü bir müessese olduğu, öğreti ve uygulamada kabul edilegelen bir olgudur. İnanç sözleşmelerinin tarafları arasında, onların gerçek iradelerini ve akitten amaçladıklarını yansıtması bakımından geçerli olduğu;taraflarına TBK çerçevesinde nispi haklarını talep etme olanağını verdiği tartışmasızdır.
Burada üzerinde durulması gereken husus, taşınmaz mallar ya da şekle bağlı akitlerde inanç sözleşmelerinin ne gibi hukuki sonuç doğuracağıdır. Diğer bir anlatımla,sözleşmede öngörülen koşulların gerçekleşmesi halinde, taşınmaz mülkiyetinin naklinin sebebini oluşturup oluşturmayacağıdır.
Uygulamada mesele, 5.2.1947 tarihli 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı ile ilişkilendirilip, bu karar dayanak yapılmak suretiyle çözüme gidilmektedir.
Belirtilen İçtihadı Birleştirme Kararında da değinildiği üzere;inanç sözleşmeleri bir yandan mülkiyeti nakil borcu doğurması bakımından tarafları bağlayıcı, diğer yandan, mülkiyetin naklinin sebebini teşkil etmesi açısından tasarruf işlemlerini bünyesinde barındıran sözleşmelerdir. Bu durumda koşulların oluşması halinde taşınmaz mülkiyetini nakil özelliğini taşıdığı kabul edilmelidir.
İçtihadı Birleştirme kararının sonuç bölümünde ifade olunduğu üzere, inançlı işleme dayalı olup dinlenilirliği kabul edilen iddiaların ispatı, şekle bağlı olmayan yazılı delildir. İnanç sözleşmesi olarak adlandırılan bu belgenin sözleşmeye taraf olanların imzasını içermesi gereklidir. Bunun dışındaki bir kabul, hem İçtihadı Birleştirme kararının kapsamının genişletilmesi, hemde taşınmazların tapu dışı satışlarına olanak sağlamak anlamını taşıyacağından kendine özgü bu sözleşmelerle bağdaştırılamaz.
Şayet, ispat külfeti kendisinde olan tarafın yazılı bir belgesi yok ise ancak taraflar arasında gerçekleştirilen mektup, banka dekontu, yazışmalar gibi birtakım belgeler var ise bunların delil başlangıcı sayılacağı ve iddianın her türlü delille kanıtlanmasının olanaklı hale geleceği sabittir. Şayet, delil başlangıcı sayılacak böylesi bir olgu da bulunmuyor ise iddia sahibinin son başvuracağı delilin karşı tarafa yemin teklif etme hakkı olduğu da şüphesizdir.
Somut olaya gelince, davacı tarafından dosyaya ibraz edilen ""Gayrimenkul Kiralama ve Değerleme Sözleşmesi"" ile ""Gayrimenkul Kiralama ve Değerlendirme Sözleşmesinin Gerekçesi"" başlıklı belgelerin inançlı işlemin ispatına yarar nitelikte bir belge olup olmadığı üzerinde durulmadığı gibi, yukarıda belirtilen ilkeler ve olgular doğrultusunda da değerlendirilme yapılmış değildir.
Hâl böyle olunca, yukarıda değinilen ilkeler doğrultusunda araştırma ve inceleme yapılması, davacının dayandığı ""Gayrimenkul Kiralama ve Değerleme Sözleşmesi"" ile ""Gayrimenkul Kiralama ve Değerlendirme Sözleşmesinin Gerekçesi"" başlıklı belgelerin, inançlı işlemin ispatına yarar nitelikte bir belge olup olmadığı hususu üzerinde durularak, yargılama sırasında bu belgeler üzerinde atılı imzaların davacı tarafça davalı firmaların yetkilileri tarafından atıldığı iddia edilmesine karşılık, davalı tarafçada imzaların şirket yetkililerine ait olmadığının savunulmuş olması karşısında, belgelerin düzenlendiği tarihlerde davalı firma temsilcilerinin kim veya kimler olduğunun kuşkuya yer bırakmayacak şekilde belirlenerek, imza incelemesi yönünden Adli Tıp Kurumu Fizik İhtisas Dairesinden rapor alınması, toplanacak delillerin, toplanan delillerle birlikte değerlendirilerek varılacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ve eksik inceleme ile yetinilerek yazılı olduğu üzere hükm kurulmuş olması doğru değildir. Davacı vekilinin temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK"un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 31.12.2014 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 1.100.00.-TL. duruşma vekâlet ücretinin temyiz edilenlerden alınmasına, 20.10.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.