1. Hukuk Dairesi 2015/9346 E. , 2015/11423 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ : BAKIRKÖY 4. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 02/10/2013
NUMARASI : 2011/383-2013/413
Taraflar arasındaki davadan dolayı Bakırköy 4. Asliye Hukuk Hakimliğinden verilen 02.10.2013 gün ve 2011/383 esas 2013/413 karar sayılı hükmün bozulmasına ilişkin olan 01.03.2015 gün ve 3673-3079 sayılı kararın düzeltilmesi süresinde davacı vekili tarafından istenilmiş olmakla, dosya incelendi gereği görüşülüp düşünüldü:
-KARAR-
Karar düzeltme dilekçesinde yazılı nedenler HUMK"un 440.maddesinde gösterilen dört halden hiçbirine uymamaktadır. Bu nedenle, 6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollamasıyla karar düzeltme isteğinin REDDİNE, davacıdan usulün 442/3. maddesi ve 4421 sayılı Yasa gereğince takdiren 248.00.-TL para cezası ile 57.60.-TL red harcının alınarak Hazineye gelir kaydına, 07.10.2015 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
-KARŞI OY-
İkrah (korkutma), Türk Borçlar Kanunu 37, 38 ve kısmen 39. Maddelerinde belirtildiği üzere bir kimsenin başka bir surette yapmayacak olduğu bir hukuki muameleyi, bir kötülüğün başına geleceği korkusuyla yapmak zorunda bırakılmasıdır. Bu muameleyi yaptığı takdirde aslında irade ile beyan arasında bir uygunsuzluk yoktur, fakat iradenin meydana gelmesi sırasında bir sakatlık (fesad) söz konusu olmaktadır. Korkutma akdin karşı tarafınca yapılabileceği gibi, üçüncü bir şahıs tarafından da yapılabilir. Neticesi bakımından fark yoktur.
İkrah, doktrin ve uygulamada haksız fiilin bir türü olarak kabul edilmektedir. Yapılış tarzına göre ikrah, maddi yada manevi olabilir.
Her korkutma, ikrah olmaz. İkrahın meydana gelmesi için birtakım şartların birlikte gerçekleşmesi gerekir.
Öncelikle ikrahın ciddi olması gerekir. Başka bir anlatımla ikraha uğrayan kişinin (mükrehin) yapılan tehdit sonucu bir zarara uğrayacağı endişesini taşıması ve gerçek bir tehlikenin varlığı hususunda şüphesinin olmaması gerekir. Çünkü her tehdit korkuyu doğurmaz. İkrahın ciddi olup olmaması durumu objektif olarak değil, subjektif yani mükrehin durumuna bağlı olarak değerlendirilir. Normalde bir insan için korku yaratmayan bir durum mağdur bakımından korku yaratabilir. Her somut olayda korkutulanın yaradılışı, kültürü, cinsiyeti, yaşı, mesleği, bilgi düzeyi sosyal ve ekonomik durumu vs. gibi özellikleri göz önüne alınarak değerlendirme yapılmalıdır.
Korkutmanın muameleyi yapana veya yakınlarına karşı olması gerekir. Sadece yakın akrabalar değil kendisine yakından bağlı olan kimselere karşı yapılan korkutma da yasa hükmünün kapsamında yer alır. Hısımlar, dost ve arkadaşlar, sevinci ve tasayı paylaşanlar kişinin yakın çevresini oluşturur. Hizmetçi veya işyerinde çalışan emekli bir müstahdeme yapılan tehdit, ikraha uğrayan şahısta esaslı bir korkunun oluşmasında etkili olabilir. Kuşkusuz bunu belirleme yetkisi hâkime aittir. Bu bağlamda tehlike kişilik haklarına (hayat, sağlık, vücut bütünlüğü, şeref, namus gibi) yönelmiş olabileceği gibi, malvarlığı değerlerine de yönelmiş olabilir.
Söz konusu hukuki muameleyi yaptıracak tehdit hukuka aykırı ve haksız olmalıdır. Mesela hayata veya vücut bütünlüğüne zarar vermeye yönelik tehditleri içerdiği takdirde bu şart gerçekleşmiş sayılır. Buna karşılık tehdit bir hakkın elde edilmesi amacıyla yapılmış ise ikrah söz konusu değildir. Alacağını elde etmek isteyen bir şahsın, borçlusunu, bütün mallarını haciz ettirip sattıracağına yönelik beyanları için bir tehdit bu kapsamdadır.Ancak aşırı çıkar sağlamaması söz konusu durumda yapılan tehdit yine hukuka aykırıdır.
İkrah hemen meydana gelecek ağır bir tehlikeyi içeriyor olmalıdır. Tehlikenin ağırlığı, korkutulan kişinin öznel (subjektif) durumuna göre değerlendirilmelidir, tehdit edilen hukuksal varlığın değerine bağlı olarak, hâkim, korkutmanın ağırlığını belirler. Bu belirleme yukarıda da açıklandığı gibi her somut olayda korkutulanın kişinin karakteri cinsiyeti, yaşı, mesleği, bilgi düzeyi gibi sosyal ve ekonomik durumu göz önünde bulundurularak hâkim tarafından yapılır.Diğer yandan korkutmada kullanılan aracın elverişli olup olmadığıda, önemli olup, bu hususun belirlenmesinde de korkutulanın özel durumu gözönüne alınır.
İkrah cana mala ve hürriyete yöneltilmiş olmalıdır. Maddi ve manevi varlık, TBK’nun 38. Maddesinde “ kişilik hakları ve malvarlığı” şeklinde ifade edilmiştir. Kanunda belirtilmemiş olsa da hürriyet de diğerlerine dâhildir.
İlliyet bağlantısı (nedensellik) bulunmalıdır, Korkutma ile yapılan hukuksal işlem arasında nedensellik (neden-sonuç) bağı bulunmalıdır. Öyle ki, korkutma, korkutulan kişinin iradesi üzerinde doğrudan doğruya etkili olmalıdır. Diğer bir ifadeyle korkutulan taraf, böyle bir tehdit olmasaydı da hukuki işlemi aynı şartlar altında yapacaksa artık ikrahtan bahsedilemez.
Ayrıca ikrah hak düşürücü süreye tabi olup, TBK.nun 39.maddesine göre,“Yanılma veya aldatma sebebiyle ya da korkutulma sonucunda sözleşme yapan taraf, yanılma veya aldatmayı öğrendiği ya da korkutmanın etkisinin ortadan kalktığı andan başlayarak bir yıl içinde sözleşme ile bağlı olmadığını bildirmez veya verdiği şeyi geri istemezse, sözleşmeyi onamış sayılır.” denilmek suretiyle korkutulanın korkutma etkisi ortadan kalktıktan sonra 1 yıl içerisinde sözleşmeden dönebileceği hüküm altına alınmıştır.
Yukarıda açıklanan ilkeler ve kanun hükümleri göz önüne alınarak somut olaya bakıldığında; dosya kapsamı, sunulan belgeler ve tanık anlatımlarından davalının miras bırakanı R. "nin agresif, sinirli ve saldırgan bir yapıya sahip olduğu, çok çabuk sinirlendiği, müteaddit defalar herkesin yanında anne baba ve kardeşlerine küfürler ve tehditler savurduğu, anne babasına ve kardeşlerine karşı şiddet uyguladığı, zaman zaman kesici delici aletlerle onları tehdit ettiği, anne babasını odalarına hapsettiği, uzun süre dışarı çıkmalarına izin vermediği gibi R."nin uyuşturucu madde kullandığı, bu nedenle uzun yıllar psikolojik tedavi gördüğü, annesi ve babası ile birlikte yaşadığı, hiç bir işte çalışmadığı, anne ve babasının gelirine el koyarak yaşamını sürdürdüğü sabittir. R. nin bu kişilik yapısından kaynaklanan saldırgan ve tehlikeli davranışları nedeniyle anne ve babası ile kardeşlerinin Rahmi"den çok korktukları, bu nedenle davacı H. "nin kendisine, eşine yada çocuklarına bir zarar verir korkusu ile davaya konu taşınmazları oğlu R. "ye istemeyerek devretmek zorunda kaldığı anlaşılmaktadır.
Bu nedenle davada ikrah (korkutma) şartları oluştuğu gibi davada TBK.nun 39.maddesi uyarınca Rahmi"nin ölmesi üzerine korkunun etkisi ortadan kalktıktan sonra 1 yıllık hak düşürücü süre içerisinde açılmıştır. Bu nedenle mahkemenin yukarıda belirtilen hususları gözönüne alınarak kabul kararı vermesi son derece doğru ve yerindedir.Yerel mahkemenin kararı dairece onanması gerekirken dosyadaki delillerle bağdaşmayan gerekçelerle bozulmuş olması usule ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle davacı vekilinin karar düzeltme talebi kabul edilmeli, hüküm onanmalıdır.Sayın daire çoğunluğunun bozma kararındaki gerekçelerine katılmıyoruz.