Esas No: 2015/936
Karar No: 2017/190
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2015/936 Esas 2017/190 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
Yargıtay Dairesi : 8. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Asliye Ceza
Köy merasına tecavüz suçundan sanıkların beraatlerine ilişkin, Aydın 3. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 05.06.2012 gün ve 148-469 sayılı hükümlerin şikâyetçi ... vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine yerel mahkemece 11.07.2013 gün ve 148-469 sayı ile; temyiz isteminin yasal süresi içerisinde yapılmadığı ve şikâyetçinin taraf sıfatının bulunmadığı gerekçeleriyle temyiz isteğinin reddine karar verilmiştir.
Temyiz isteğinin reddi kararının da şikâyetçi Hazine vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 8. Ceza Dairesince 20.11.2014 gün ve 17662-27323 sayı ile;
"Temyiz isteğinin reddine karar verilirken dayanak yasa maddesinin CMUK"nun 315 yerine CMK"nun 296 olarak gösterilmesi yerinde düzeltilebilir hata olarak kabul edilmiştir.
Köy merasına tecavüz suçunun mağduru köy tüzel kişiliği olup suçtan doğrudan zarar görme olasılığı bulunmayan Hazinenin, bu suçtan açılan davaya katılma ve hükmü temyiz hakkı bulunmadığı anlaşılmakla; yerel mahkeme tarafından temyiz isteğinin reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik görülmediğinden şikâyetçi vekilinin, temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun bulunan 11.07.2013 tarihli red kararının onanmasına" karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 08.01.2015 gün ve 159342 sayı ile;
"Kamu davasına katılma, 5271 sayılı CMK’nun 237 ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir.
Kimlerin kamu davasına katılabileceği 5271 sayılı CMK"nun 237/1. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre "Mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanlar, ilk derece mahkemesindeki kovuşturma evresinin her aşamasında hüküm verilinceye kadar şikâyetçi olduklarını bildirerek kamu davasına katılabilirler"
Mera, 4342 sayılı Mera Kanununun, "Tanımlar" başlıklı 3. maddesinde; "Hayvanların otlatılması ve otundan yararlanılması için tahsis edilen veya kadimden beri bu amaçla kullanılan yeri ifade eder" şeklinde tanımlanmıştır.
4342 sayılı Mera Kanununun "Mera, Yaylak ve Kışlakların Hukuki Durumu" kenar başlıklı 4. maddesinde ise, meraların kullanma hakkının bir veya birden çok köy veya belediyeye ait olduğu, bu yerlerin Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunduğu, özel mülkiyete geçirilemeyeceği, amacı dışında kullanılamayacağı, meralarda zamanaşımının uygulanmayacağı, sınırlarının daraltılamayacağı, ancak kullanım hakkının kiralanabileceği hüküm altına alınmıştır.
3402 sayılı Kadastro Kanununun 16-B maddesinde; meraların kamunun yararlanmasına tahsis edilmiş veya kamunun kadimden beri yararlandığı orta malı taşınmazlardan olup, tescile tâbi olmadıkları ve özel mülkiyete konu teşkil etmeyecekleri, 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 715. maddesinde de; yararı kamuya ait malların Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu, bu malların kazanılması, bakımı, korunması, işletilmesi ve kullanılmasının özel kanun hükümlerine tâbi olduğu belirtilmiştir.
Meralar üzerinde Devletin ve köy tüzel kişiliğinin müşterek hak ve yükümlülükleri bulunmaktadır. Köyler meraların kullanma hakkının sahibi, Devlet ise bu mülkün sahibidir. Ancak Devletin sahip olduğu mülkiyet hakkı, özel mülkiyetten farklı, çıplak veya kuru mülkiyet diyebileceğimiz sınırlı bir idari mülkiyettir. Bu hususa işaret eden Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 21.03.2001 gün ve 231-271 sayılı kararında; "Meraların kuru mülkiyetinin Hazineye ait olması itibarıyla, bu yerin amaç dışı kullanımından dolayı mülkiyet sahibinin zarar görmeyeceği düşünülemez" denilmiş, 05.05.2010 gün ve 234-248 sayılı kararında da; meraların sahibinin Devlet olduğu, Devlet tüzel kişiliğini ilgilendiren davalarda temsil yetkisinin ise Maliye Hazinesine ait bulunduğu kabul edilmiştir.
Somut olayda suça konu yerlerin Aydın ili, Efeler ilçesi, Bademli köyü sınırlarında kain mera vasfıyla kamu orta malı olarak tescil edilen 14 ve 206 parsel sayılı taşınmazlar olduğu anlaşılmaktadır. Suç konusu taşınmazlar, çıplak mülkiyeti Devlete ait bir yerdir. Bu yere vaki tecavüzden Devletin zarara uğradığının ve "Devlet" hükmi şahsiyetini temsilen Maliye Hazinesinin bu yerle ilgili kamu davasına katılma hakkının bulunduğunun kabulünde zorunluluk bulunduğu kanaatine varılmıştır. Öte yandan Hazine vekilinin Hazineye usulünce bildirilmeyen kamu davası sonunda verilen ve tebliğ edilmeyen hükme yönelik, öğrenme üzerine yaptığı temyiz itirazının süresinde olduğunun kabul edilmesi gerektiği, temyiz isteminin reddine dair yerel mahkemece verilen ek kararın kaldırılarak davaya katılma hakkı bulunan Hazinenin kamu davasından haberdar edilmemesi nedeniyle hükümlerin bozulması gerektiği" görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK"nun 308/1. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 8. Ceza Dairesince 30.09.2015 gün ve 46-21814 sayı ile, itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözülmesi gereken uyuşmazlık; Maliye Hazinesinin, köy merasına tecavüz suçundan açılan kamu davalarına katılma ve hükümleri temyiz etme hak ve yetkisinin bulunup bulunmadığının, hak ve yetkisinin bulunduğunun kabulü halinde, ... vekilinin yerel mahkemece kurulan beraat hükümlerine yönelik temyiz isteğinin süresinde olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Sanıklar ..., ..., ..., ... ve ... hakkında, Bademli köyüne ait 206 parsel numaralı meranın bir kısmını zeytinlik ve otlak olarak kullanmak suretiyle, sanıklar ..., ... ve ... hakkında, Bademli köyüne ait 14 parsel numaralı meranın bir kısmını zeytinlik olarak kullanmak suretiyle tecavüzde bulundukları iddialarıyla köy merasına tecavüz suçundan cezalandırılmaları talebiyle kamu davaları açıldığı,
Fen ve kadastro bilirkişileri tarafından, soruşturma öncesinde 3091 sayılı Kanun kapsamında düzenlenen raporda; Aydın ili, Merkez ilçesi, Bademli köyü, 206 numaralı mera parselinin çeşitli kısımlarının Mehmet Ali Çınar, ..., ..., ... ve ... tarafından zeytinlik ve otlak olarak, 14 numaralı mera parselinin çeşitli kısımlarının ise, ..., ... ve ... tarafından zeytinlik olarak kullanıldığının bildirildiği,
Maliye Hazinesinin açılan kamu davalarından ve duruşmalardan haberdar edilmediği,
Sanıkların suçlamaları kabul etmedikleri,
Mahkemece, 05.06.2012 gün ve 148-469 sayı ile, sanıkların beraatlerine karar verildiği, gerekçeli kararın şikâyetçi Maliye Hazinesine tebliğe çıkarılmadığı, haricen karardan haberdar olan ve kararı öğrenme tarihi belli olmayan şikâyetçi ... vekilinin 21.03.2013 havale tarihli dilekçe ile katılma talebini içerir şekilde, hükümlere yönelik temyiz itirazı üzerine yerel mahkemece “temyiz isteminin yasal süre içerisinde olmadığı ayrıca temyiz talep edenin taraf sıfatı bulunmadığı” şeklindeki gerekçeyle temyiz talebinin reddine karar verildiği,
Anlaşılmaktadır.
1- Maliye Hazinesinin, köy merasına tecavüz suçundan açılan kamu davalarına katılma ve kurulan hükümleri temyiz etme hak ve yetkisinin bulunup bulunmadığı;
Uyuşmazlık konusunda sağlıklı bir hukuki çözüme ulaşılması bakımından, meranın hukuki statüsü ile Hazine ve köy tüzel kişiliğinin meralar üzerinde sahip oldukları hakların niteliği üzerinde durulması gerekmektedir.
Mera, 4342 sayılı Mera Kanununun, “Tanımlar” başlıklı 3. maddesinde; “Hayvanların otlatılması ve otundan yararlanılması için tahsis edilen veya kadimden beri bu amaçla kullanılan yeri ifade eder” şeklinde tanımlanmıştır.
Aynı kanunun “Mera, Yaylak ve Kışlakların Hukuki Durumu” kenar başlıklı 4. maddesinde ise, meraların kullanma hakkının bir veya birden çok köy veya belediyeye ait olduğu, bu yerlerin Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunduğu, özel mülkiyete geçirilemeyeceği, amacı dışında kullanılamayacağı, zamanaşımının uygulanamayacağı, sınırlarının daraltılamayacağı, ancak kullanım hakkının kiralanabileceği hüküm altına alınmıştır.
3402 sayılı Kadastro Kanununun 16-B maddesinde, meraların kamunun yararlanmasına tahsis edilmiş veya kamunun kadimden beri yararlandığı orta malı taşınmazlardan olup, tescile tâbi olmadıkları ve özel mülkiyete konu teşkil etmeyecekleri,
4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 715. maddesinde de, yararı kamuya ait malların Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu, bu malların kazanılması, bakımı, korunması, işletilmesi ve kullanılmasının özel kanun hükümlerine tâbi olduğu belirtilmiştir.
Anılan kanuni düzenlemeler uyarınca meralar kamu malı olup en genel tanımıyla kamu malları, Devletin özel mülkiyetindeki malları, kamunun yararlanmasına tahsis edilen hizmet malları ile kamunun ortak kullanımına ve yararlanmasına açık olan orta malları ve sahipsiz malları ifade eder (Sadık Kırbaş, Devlet Malları, Birlik Yayınevi, Ankara,s.4). Yararlanma, tahsis şekli, mahiyet gibi ölçütler çerçevesinde kamu malları sahipsiz malları, hizmet malları, orta malı, vakıf malları, eski eserler gibi çeşitli sınıflandırmalara tâbi tutulmaktadır. Bu ayrım içerisinde meralar kamu orta malları kapsamında yer almaktadır. Orta mallarının bir kısmından yapılan tahsise göre toplumun belirli bir kesimi yararlanırken-meralar buna örnektir-bir kısmından ise yol ve meydanlar gibi mahiyetleri itibariyle herkes yararlanmaktadır.
Öğretide, Devletin kamu malları üzerinde sahip olduğu hakkın hukuki mahiyeti konusunda iki farklı görüş ileri sürülmüştür:
1) Birinci görüşe göre; Devlet kamu malları üzerinde mülkiyet değil, bir zabıta ve koruma hakkına sahiptir. Buna göre, kamu malları özel mülkiyete ve ferdi tasarrufa elverişli değildir. Çünkü mülkiyet hakkı bir şeyden mutlak şekilde faydalanmak ve tasarruf etmek yetkisini vermektedir. Devletin ise kamu malları üzerinde serbestçe tasarruf ve mutlak kullanma yetkisi olmadığından kamu malları üzerindeki yetkisi bir mülkiyet hakkı olarak tavsif edilemeyecektir. Devlet kamu malları üzerinde sadece kamu hukukundan kaynaklanan bir zabıta ve koruma hakkına sahiptir.
2) İkinci görüşe göre de; Devlet kamu malları üzerinde bir nevi idare hukuku mülkiyetine sahiptir. Ancak bu mallar umumun istifadesine bırakıldığından veya belli bir kamu hizmetine tahsis edildiğinden bu mülkiyet hakkı çok sınırlı ve idare hukuku kaidelerine bağlı bir haktır. (Halil Cin, Mehmet Handan Surlu, Türk Hukukunda Mera Yaylak ve Kışlaklar ve Mera Kanunu Şerhi, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2000, s.13 vd)
Belirtilen görüşler doğrultusunda Devletin meralar üzerinde sahip olduğu hakkın hukuki niteliğinin takdir ve tayininden önce mevzuatta Devlete ve onu temsilen Hazineye meralarla ilgili tanınan hak ve yükümlülüklerin neler olduğunun da gözden geçirilmesinde yarar bulunmaktadır.
Anayasanın 45. maddesinde; "Devlet, tarım arazileri ile çayır ve mer"aların amaç dışı kullanılmasını ve tahribini önlemek, tarımsal üretim planlaması ilkelerine uygun olarak bitkisel ve hayvansal üretimi artırmak maksadıyla, tarım ve hayvancılıkla uğraşanların işletme araç ve gereçlerinin ve diğer girdilerinin sağlanmasını kolaylaştırır" denilmektedir. Bu madde ile Devletin meraları koruma görevinin olduğu vurgulanmıştır. Nitekim madde gerekçesinde bu husus daha açık biçimde; "Madde, Devlete, tarım arazilerinin ve çayırlarla meraların amaç dışı kullanılmasını önleme görevini yüklemektedir" şeklinde ifade edilmiştir.
4342 sayılı Mera Kanununun 4. maddesinde; amaç dışı kullanılmak suretiyle vasıfları bozulan mera, yaylak ve kışlakları tekrar eski konumuna getirmek amacıyla yapılan veya yapılacak olan masrafların, sebebiyet verenlerden tahsil edileceği, yapılan masraflar karşılığı tahsil edilen tutarların genel bütçeye, yapılacak olan masraflar karşılığı tahsil edilen tutarların ise il müdürlüklerince hazırlanan ıslah projelerine uygun olarak o yerin ıslah çalışmalarında kullanılmak üzere köy sandığında veya belediye bütçesinde açılacak hesaba gelir kaydedileceği,
5 ve 6. maddelerinde; meraların tespit, tahdit ve tahsislerinin Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığınca yapılacağı, Devletin hüküm ve tasarrufunda veya Hazinenin mülkiyetinde bulunan arazilerin mera olarak tahsis edilebileceği,
12. maddesinde; vali yardımcısı başkanlığında çeşitli kamu görevlileri ve ziraat odası temsilcisinden oluşan mera komisyonlarınca meraların ihtiyaçtan fazla çıkan kısmının çevre köy veya belediyelerde hayvancılık yapan özel gerçek ve tüzel kişilere kiralanabileceği,
30. maddesinde; otlatma amacıyla kiraya verilen meralardan alınacak ücretlerin Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Merkez Saymanlık Müdürlüğü hesabına yatırılacağı, yatırılan bu tutarların bütçeye gelir kaydedileceği,
14. maddesinde; tahsis amacı değiştirilmedikçe mera, yaylak ve kışlaklardan bu kanunda gösterilenden başka şekilde yararlanılamayacağı, ancak, bu kanuna veya daha önceki kanunlara göre mera olarak tahsis edilmiş olan veya kadimden beri bu amaçla kullanılan arazilerin belirli şartlarda ilgili müdürlüğün talebi, komisyonun ve defterdarlığın uygun görüşü üzerine, valilikçe tahsis amacının değiştirilebileceği, bu takdirde söz konusu yerlerin tescillerinin Hazine adına yapılacağı,
16. maddesinde; mera komisyonlarının köy ve belediyelere tahsisli veya kadimden beri bu amaçla kullanılan mera, yaylak ve kışlaklar üzerinde zilyedlik yoluyla hasım gösterilmeksizin yapılmış bulunan tescillerin iptalini sağlamak üzere, durumu Hazineye ihbar etmekle yükümlü oldukları,
19. maddesinde; muhtarlar ve belediye başkanlarının mera, yaylak ve kışlakların ve sınır işaretlerinin korunmasından ve ayrıca tahsis amacına göre en iyi şekilde kullanılmasının sağlanmasından sorumlu oldukları, bu amaçla ilgili köy ve belediyelerde "Mera Yönetim Birlikleri" kurulacağı, muhtarlar ve belediye başkanlarının, mera, yaylak ve kışlaklara tecavüz olduğu takdirde durumu derhal Bakanlık il veya ilçe müdürlüğüne, il ve ilçe müdürlüklerinin de valilik veya kaymakamlığa bildirmekle yükümlü oldukları, bu makamlarca 3091 sayılı Taşınmaz Mal Zilyedliğine Yapılan Tecavüzlerin Önlenmesi Hakkında Kanun veya 2886 sayılı Devlet İhale Kanununun 75. maddesi uyarınca gerekli işlemlerin yapılacağı,
442 sayılı Köy Kanununun 2. maddesinde; meraların köyü oluşturan unsurlardan biri olduğu, 8. maddesinde; meraların da dâhil bulunduğu köy orta mallarının Devlet malı gibi korunacağı, bu türlü mallara el uzatanların Devlet malına el uzatanlar gibi cezalandırılacağı,
17/12. maddesinde; meralardan ihtiyaçtan fazlasının kiralanabileceği bu takdirde kira bedelinin köy parası olarak köy tüzel kişiliğine ait olacağı,
3091 sayılı Taşınmaz Mal Zilyedliğine Yapılan Tecavüzlerin Önlenmesi Hakkında Kanunun 3. maddesinde; köye ait taşınmaz mallara yapılan tecavüz veya müdahalelerde köy halkından herhangi birinin de yetkili makama başvuruda bulunabileceği, anılan kanunun uygulama şekli ve esaslarına dair yönetmeliğin 46. maddesinde ise köy tüzel kişiliğine ait mera, harman yeri, yol ve sulak gibi taşınmaz mallara yapılan ilk tecavüz ve müdahaleler 3091 sayılı Kanuna göre önlenmekle birlikte, tecavüz veya müdahalede bulunanlar hakkında 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 154. maddesi uyarınca cezai işlem yapılmak üzere durumun valilik ve kaymakamlıkça Cumhuriyet savcılığına bildirileceği,
Düzenlenmiştir.
Görüldüğü üzere meralar üzerinde Devletin ve köy tüzel kişiliğinin müşterek hak ve yükümlülükleri bulunmaktadır. Köyler meraların kullanma hakkının sahibi, Devlet ise bu mülkün sahibidir. Ancak Devletin sahip olduğu mülkiyet hakkı, özel mülkiyetten farklı, çıplak veya kuru mülkiyet diyebileceğimiz sınırlı bir idari mülkiyettir. Bu hususa işaret eden Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 21.03.2001 gün ve 231-271 sayılı kararında; "Meraların kuru mülkiyeti Hazineye ait olması itibariyle bu yerin amaç dışı kullanımından dolayı mülkiyet sahibinin zarar görmeyeceği düşünülemez" denilmiş, 05.05.2010 gün ve 234-248 sayılı kararında da, meraların sahibinin Devlet olduğu, Devlet tüzel kişiliğini ilgilendiren davalarda temsil yetkisinin ise Maliye Hazinesine ait bulunduğu kabul edilmiştir. Kanun koyucu meraları hem bireylere ve topluluklarına, hem Devlete ve hem de diğer kamu tüzel kişilerine karşı korumak ve özel mülkiyetin sakıncalarını gidermek amacıyla önlem olarak Devletin hakkını mülkiyet olarak tavsif etmemiş, hüküm ve tasarrufu altında bulunduğunu belirtmekle iktifa etmiştir. (Lütfi Duran, Kamusal Malların Ölçütü, Amme İdaresi Dergisi, 1986, Sayı 3. s.49) Meranın sahibi olduğundan özel hukukta meranın aynına ilişkin bir dava Hazine taraf olmadan görülemeyecektir. Hazinenin meralarla ilgili aidiyet, tapu iptal, el atmanın önlenmesi, kâl, sökme, ecri misil ve tazminat davası açma hakkı olduğu gibi, meraya tecavüz eden veya amaç dışı kullanan köyün kendisi ise Hazine mülkiyet sahibi olarak köy tüzel kişiliğine karşı da dava açabilecektir.
Bu şekilde meraların hukuki durumu, Hazine ve köy tüzel kişiliğinin meralar üzerinde sahip olduğu hakkın hukuki niteliği ortaya konulduktan sonra, köy merasına tecavüz suçu üzerinde de durulması gerekmektedir.
Köy merasına tecavüz suçu, hakkı olmayan yere tecavüz suçunun bir türü olarak 765 sayılı Kanunun 513. maddesi ile buna benzer biçimde 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 154. maddesinde düzenlenmiş olup maddenin 2. fıkrası; “Köy tüzel kişiliğine ait olduğunu veya öteden beri köylünün ortak yararlanmasına terk edilmiş bulunduğunu bilerek mera, harman yeri, yol ve sulak gibi taşınmaz malları kısmen veya tamamen zapt eden, bunlar üzerinde tasarrufta bulunan veya sürüp eken kimse hakkında birinci fıkrada yazılı cezalar uygulanır” hükmünü taşımaktadır.
Suçun maddi unsurunu oluşturan seçimlik hareketler; merayı kısmen veya tamamen zapt etme veya üzerinde tasarrufta bulunma ya da sürüp ekmektir. Zapt etme; taşınmazdan başkalarının kısmen veya tamamen yararlanmasını engellemek, taşınmazı fiilen el altında tutmaktır. Tasarruf etmek ise, taşınmazın devamlı bir biçimde kullanılması olup kısa süreli tasarruflar, kanunun aradığı anlamda tasarruf değildir. Öte yandan sürüp ekmek de, taşınmaz üzerinde tasarruf etme şekillerinden biridir.
Suçla korunan hukuki yarar meraların mülkiyet ve ortak kullanım hakkının korunmasıdır. Bu suçla meraya vâki tecavüz eylemlerinin herhangi bir şikâyet ve başvuru şartına bağlı olmaksızın etkin bir biçimde yaptırım altına alınması ve bu suretle meraların korunması amaçlanmıştır. Böylelikle Devlet, Anayasanın 45. maddesinde belirtilen meraların amaç dışı kullanılması ve tahribinin önlenmesi yükümlüğünü de yerine getirmiş bulunmaktadır.
Suçun mağduru meradan yararlanma hakkı olan herkestir. Meranın kullanma hakkı sahibi köy tüzel kişiliği ve meranın sahibi Hazine de suçtan zarar görendir.
Suçun maddi konusu tahsisli veya kadim köy meraları olduğundan belediye sınırları içerisindeki meralar bu suçun konusunu oluşturmamaktadır. Tahsis idari bir işlem olup Devlete ait olan bir arazinin kullanım hakkının hayvanların otlatılması ve otundan yararlanılması için müştereken bir veya birkaç köy ya da belediyeye bırakılmasını ifade eder. Kadim mera ise, başlangıcı bilinmeyen bir zamandan beri mera olarak kullanılan yerlerdir.
Uyuşmazlığın sağlıklı bir çözüme kavuşturulabilmesi için "mağdur, suçtan zarar gören ve malen sorumlu" kavramları ile "kamu davasına katılma" kurumu üzerinde de durulması gerekmektedir.
5271 sayılı CMK’nun 237 maddesinin 1. fıkrasında; "Mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanlar.....şikayetçi olduklarını bildirerek kamu davasına katılabilirler” hükmü ile kamu davasına katılma hak ve yetkisi bulunanlar üç grup halinde belirtilmiştir. Anılan düzenleme, 1412 sayılı CMUK’nun 365. maddesindeki, “suçtan zarar görenler, soruşturmanın her aşamasında kamu davasına müdahale yolu ile katılabilirler” hükmü ile benzerlik arzetmekte olup, yeni hükme, önceki kanunda yer almayan malen sorumlu ve dar anlamda suçtan zarar göreni ifade eden mağdur eklenmiş, bu şekilde madde, öğreti ve uygulamadaki görüşlere uygun olarak, katılma hak ve yetkisi bulunduğu kabul edilenleri kapsayacak şekilde düzenlenmiştir.
Gerek 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununda, gerekse 1412 sayılı Ceza Muhakemesi Usulü Kanununda kamu davasına katılma konusunda suç bakımından bir sınırlama getirilmemiş, ilke olarak şartların varlığı halinde tüm suçlar yönünden kamu davasına katılma kabul edilmiştir. Öğreti ve uygulamada kamu davasına katılma yetkisi bulunan kişinin “suçtan zarar görmesi” şartı aranmış, ancak kanunda “suçtan zarar gören” ve “mağdur” kavramlarının tanımı yapılmadığı gibi, zararın maddi ya da manevi olduğu hususu bir ayrıma tâbi tutulmamış ve sınırlandırılmamıştır.
Malen sorumlu; işlenmiş olan suçun hükme bağlanması ve bunun kesinleşmesinden sonra, maddî ve malî sorumluluk taşıyarak hükmün sonuçlarından etkilenecek veya bunlara katlanacak kişidir.
Mağdur; Türk Dil Kurumu Büyük Türkçe Sözlüğünde, “haksızlığa uğramış kişi” olarak tanımlanmaktadır. Ceza hukukunda ise mağdur kavramı, suçun konusunun ait olduğu kişi ya da kişilerdir. 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun hazırlanmasında esas alınan suç teorisinde suçun maddi unsurları arasında yer alan mağdur, ancak gerçek bir kişi olabilecek, tüzel kişilerin suçtan zarar görmeleri mümkün ise de bunlar mağdur olamayacaklardır. Suçtan zarar gören ile mağdur kavramları da aynı şeyi ifade etmemektedir. Mağdur suçun işlenmesiyle her zaman zarar görmekte ise de, suçtan zarar gören kişi her zaman suçun mağduru olmayabilecektir. Bazı suçlarda mağdur belirli bir kişi olmayıp; toplumu oluşturan herkes (geniş anlamda mağdur) olabilecektir. (Mehmet Emin Artuk-Ahmet Gökcen-A. Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 9. Baskı, Adalet Yayınevi, Ankara, 2015, s.289; İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 11. Baskı, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2015, s. 214-217; Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 8. Baskı, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2015, s.106 - 107; Osman Yaşar-Hasan Tahsin Gökcan–Mustafa Artuç, Türk Ceza Kanunu, Ankara, 2010, 6. cilt, s.7702-7703)
Kamu davasına katılmak için aranan “suçtan zarar görme” kavramı kanunda açıkça tanımlanmamış, gerek Ceza Genel Kurulu, gerekse Özel Dairelerin yerleşmiş kararlarında bu kavram “suçtan doğrudan zarar görmüş bulunma hali” olarak anlaşılıp uygulanmıştır.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Köy merasına tecavüz suçunda korunan hukuki yarar meraların mülkiyet ve ortak kullanım hakkı olup, suçun mağduru meradan yararlanma hakkı olan herkestir. Merayı kullanma hakkına sahip köy tüzel kişiliği ile meranın sahibi olan Hazinenin suçtan zarar gören konumunda oldukları göz önüne alındığında, meraların sahibi olup üzerinde sınırlı da olsa tasarruf, denetleme ve koruma yetkisi bulunan Hazinenin, meraya tecavüz suçlarında doğrudan zarar gördüğü, buna bağlı olarak davaya katılma ve verilecek kararlara karşı kanun yollarına başvurma hak ve yetkisinin bulunduğu kabul edilmelidir.
Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 31.05.2016 gün ve 992-290; 15.03.2016 gün ve 981-129; 14.01.2014 gün ve 222-6; 18.02.2014 gün ve 130-71 sayılı kararları da bu doğrultudadır.
Belirtilen nedenlerle, bu uyuşmazlık yönünden itirazın kabulüne karar verilmelidir.
2- Maliye Hazinesinin, köy merasına tecavüz suçundan açılan kamu davalarına katılma ve hükümleri temyiz etme hak ve yetkisinin bulunduğu sonucuna varılmakla, şikâyetçi Hazine vekilinin yerel mahkemece verilen beraat hükümlerine yönelik temyiz isteğinin süresinde olup olmadığı;
5271 sayılı Kanunun mağdur ve şikâyetçinin haklarını düzenleyen 234. maddesinin 1/1-b alt bendinde, mağdur ile şikâyetçinin, kovuşturma evresinde, duruşmadan haberdar edilme, kamu davasına katılma, tutanak ve belgelerden vekili aracılığı ile örnek isteme, tanıkların davetini isteme, vekili yoksa, baro tarafından kendisine avukat atanmasını isteme, davaya katılmış olma koşuluyla davayı sonuçlandıran kararlara karşı kanun yollarına başvurma, haklarının bulunduğu, hüküm altına alınmış,
Maddenin son fıkrasında da, bu hakların mağdur ve şikâyetçiye anlatılıp, açıklanacağı ve bu hususun tutanağa yazılacağı belirtilmiştir.
Aynı Kanunun “Suçun mağduru ile şikâyetçinin çağırılması” başlıklı 233. maddesinin birinci fıkrası ise; “Mağdur ile şikâyetçi, Cumhuriyet savcısı veya mahkeme başkanı veya hâkim tarafından çağrı kâğıdı ile çağırılıp dinlenir” şeklinde düzenlenmiş olup, fıkranın açık düzenlemesinden de anlaşılacağı üzere şikâyetçinin, Cumhuriyet savcısı veya mahkeme başkanı veya hâkim tarafından belirtilen usulle çağrılıp dinleneceği hüküm altına alınmıştır.
Kanun yollarına ilişkin genel hükümler kısmında yer alan 260. maddesinde ise; “…bu Kanuna göre katılan sıfatını almış olanlar ile katılma isteği karara bağlanmamış, reddedilmiş veya katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş bulunanlar için kanun yolları açıktır” hükmüne yer verilmiştir.
Olağan kanun yollarından olan temyiz incelemesinin yapılabilmesi için bir temyiz davasının açılmış olması gerekir. Temyiz davasının açılabilmesi için de 1412 sayılı CMUK"un, 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 310. maddesinde aranan iki şart gerçekleşmiş olmalıdır. Bunlardan ilki süre, ikincisi ise istek şartıdır. Genel kural olarak tarafların temyiz isteğinde bulunabilecekleri süre, hükmün tefhiminden, tefhim edilmemiş ise tebliğinden başlamak üzere bir hafta olarak belirlenmiştir. Temyiz süresi, anılan maddenin üçüncü fıkrasındaki farklı durum hariç olmak üzere, hükmün açıklanması sırasında hazır bulunanlar bakımından bu tarihte, yokluklarında hüküm verilenler yönünden ise gerekçeli kararın tebliği tarihinde başlayacaktır.
Uyuşmazlık konusunu ilgilendiren süre şartı yönünden, anılan maddede temyiz süresinin yüze karşı verilen kararlarda hükmün tefhimi ile, yoklukta verilen kararlarda ise tebliğle başlayacağı, bir hafta içinde hükmü veren mahkemeye veya bir başka yer mahkemesine verilecek dilekçe ile ya da zabıt kâtibine yapılacak beyanla temyiz talebinin gerçekleştirilebileceği, bu takdirde beyanın tutanağa geçirilerek hâkime onaylatılacağı belirtilmiştir.
Görüldüğü gibi temyiz incelemesinin yapılabilmesi için, temyiz kanun yoluna başvuru hakkı bulunanların kararı tefhim veya tebliğ yoluyla öğrenmelerinin sağlanması kanuni bir mecburiyet olup, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun “Kararların Açıklanması ve Tebliği” başlıklı 35. maddesinin 2. fıkrasında; “koruma tedbirlerine ilişkin olanlar hariç, aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek hâkim veya mahkeme kararları, hazır bulunamayan ilgilisine tebliğ olunur” hükmüne yer verilmiştir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu ve Ceza Dairelerince tereddüte mahal bırakmayacak şekilde sürdürülen uygulamalara göre; yoklukta kurulan hükmün taraflara usulüne uygun tebliğ edilmediği hallerde temyiz süresi işlemeye başlamayacağından, öğrenme üzerine verilen temyiz dilekçelerinin süresinde olduğu kabul edilmektedir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Davalara katılıp, hükümleri temyize hak ve yetkisi bulunan şikâyetçi Maliye Hazinesine, iddianamenin bir örneği ile duruşma gün ve saatini bildirir davetiye gönderilmediği gibi, CMK’nun 35/2. maddesi uyarınca gerekçeli kararın da tebliğ edilmediği anlaşılmaktadır. Hükümlerden haricen haberdar olan şikâyetçi ... açısından temyiz süresinin öğrenme tarihinden itibaren işlemeye başlayacağı ve 21.03.2013 havale tarihli dilekçe ile yapılan temyiz isteminin süresinde olduğu kabul edilmelidir.
Belirtilen nedenlerle, bu uyuşmazlık yönünden de itirazın kabulüne karar verilmelidir.
Sonuç olarak, her iki uyuşmazlık yönünden Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Dairenin ret kararının onanması kararı ile yerel mahkemenin temyiz isteminin reddi kararının kaldırılmasına, dosyanın şikâyetçi ... vekilinin temyiz itirazları göz önünde bulundurularak temyiz incelemesinin yapılması amacıyla Yargıtay 8. Ceza Dairesine gönderilmesine karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 20.11.2014 gün ve 17662-27323 sayılı ret kararının onanması kararı ile Aydın 3. Asliye Ceza Mahkemesinin 11.07.2013 gün ve 148-469 sayılı temyiz isteğinin reddi kararının KALDIRILMASINA,
3- Dosyanın, temyiz incelemesi yapılabilmesi amacıyla Yargıtay 8. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 28.03.2017 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.