
Esas No: 2016/1010
Karar No: 2020/649
Karar Tarihi: 22.09.2020
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2016/1010 Esas 2020/649 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “işçilik alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İzmir 5. İş Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 7. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili 29.05.2013 harç tarihli dava dilekçesinde; müvekkilinin davalı ... Anonim Şirketine ait işyerinde 09.04.2007 tarihinde vinç operatörü olarak çalışmaya başladığını, 2008 yılı Haziran ayında emekli olmasına rağmen ara vermeden aynı işyerinde çalışmaya devam ettiğini, işyerinin davalı Ede Demir Çelik Limited Şirketi tarafından devralınması sonrasında da çalışmasını iş sözleşmesinin haklı neden olmaksızın feshedildiği 25.04.2013 tarihine kadar sürdürdüğünü, toplu iş sözleşmesinden kaynaklanan alacaklarının ödenmediğini, davalı işveren tarafından bordrolar müvekkiline verilmediğinden son ücret miktarına ilişkin beyanda bulunmalarının mümkün olmadığını, davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığını ileri sürerek, kıdem ve ihbar tazminatları ile ücret, ikramiye, yakacak, asgari geçim indirimi ve işlemiş faiz alacaklarının davalılardan müştereken müteselsilen, kurban bayramı harçlığı ve erzak yardımı ile yılbaşı erzak yardımı, ayakkabı yardımı alacaklarının ise davalı Ede Demir Çelik Limited Şirketinden tahsilini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalılar cevap dilekçesi sunmamış ve duruşmalara katılmamıştır.
Mahkeme Kararı:
6. İzmir 5. İş Mahkemesinin 25.12.2013 tarihli ve 2013/357 E., 2013/820 K. sayılı kararı ile; davacının 09.04.2007-25.04.2013 tarihleri arasında kesintili olarak çalıştığı, tazminata esas günlük brüt ücretinin 113,79TL olduğu, davalılar arasında işyeri devri bulunmadığı, iş sözleşmesi haklı bir neden olmaksızın işveren tarafından feshedildiğinden davacının kıdem ve ihbar tazminatlarına hak kazandığı, 114 günlük ücret alacağı ile asgari geçim indirimi, toplu iş sözleşmesinden kaynaklanan ikramiye, yakacak yardımı, kurban bayramı harçlığı, erzak yardımı, yılbaşı erzak yardımı ve ayakkabı yardımı alacaklarının bulunduğu ancak işveren temerrüde düşürülmediğinden işlemiş faiz alacağı talebinin reddi gerektiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. İzmir 5. İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay (Kapatılan) 7. Hukuk Dairesinin 30.03.2015 tarihli ve 2015/3908 E., 2015/5734 K. sayılı kararı ile; “…Davacı tarafça bilirkişi raporlarına karşı ayrıntılı itirazlarda bulunulduğu ve ayrıca son oturumda alacakların belirli hale gelmesi üzerine fark harçların yatırılması için süre talep edildiği görülmüş olup, mahkemece rapora karşı itirazlar karşılanmadan ve davacı tarafa alacakları belirli hale getirip tamamlama harcını yatırma imkanı tanımadan sonuca gidilmiş olması hatalıdır.
O halde davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve karar bozulmalıdır…” gerekçesiyle ve bozma nedenine göre davacının diğer temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına karar verilmiştir.
Direnme Kararı :
9. İzmir 5. İş Mahkemesinin 25.11.2015 tarihli ve 2015/451 E., 2015/606 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçeye ilaveten taraflar arasında çalışma süresi ve ücret konusunda ihtilaf olmadığı, davacı tarafça toplu iş sözleşmesine göre rahatlıkla alacak kalemleri hesaplanabileceğinden davanın belirsiz alacak davasına konu edilemeyeceği, dava dilekçesindeki belirsiz alacak davası tespitinin davanın niteliği yönünden yerinde olmadığı ancak fazlaya ilişkin hakların saklı tutulması nedeni ile davanın kısmi dava olarak kabulünün gerekeceği, diğer taraftan bilirkişi raporu ile alacak miktarı hesaplandığında davacı tarafın ancak raporda belirlenen miktar ile dava dilekçesinde talep edilen miktar arasındaki farkı ıslah yolu ile talep edebileceği, yerleşik Yargıtay içtihatları doğrultusunda bu yöndeki ıslah talebinin ayrı bir dava gibi değerlendirilmesi gerektiği, bununla birlikte ıslah talebinden sonra zamanaşımı def’inin de ayrıca ileri sürülebildiği, bozma kararında belirtildiği üzere dava konusu alacakların belirsiz alacak davası olduğu yönündeki tespitin ve buna bağlı olarak yapılan bozma gerekçesinin yerinde görülmediği, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 321. maddesinde tahkikatın tamamlanmasından sonra, mahkemece tarafların son beyanlarının alınacağı ve yargılamanın sona erdiği bildirilerek kararını tefhim edileceğinin taraflara beyanda bulunabilmeleri için ayrıca süre verilmeyeceği yönündeki düzenleme doğrultusunda ek bilirkişi raporunun davacı vekiline 16.12.2013 tarihinde tebliğ edildiği, davacı vekilinin 25.12.2013 tarihli karar celsesine kadar ıslah dilekçesini hazırlayıp sunmasının mümkün olduğu, bu nedenle ıslah dilekçesinin düzenlenmesi için duruşmayı erteleyecek ve sürüncemede bırakacak yeni bir süre verilmesinin mümkün olmadığı, bakiye alacakların ek dava olarak talep edilebileceği ayrıca davacı vekilinin rapora karşı yapmış olduğu itirazın da yerinde olmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; mahkemece taraflar arasında çalışma süresi ve ücret konusunda ihtilaf olmadığından davacı tarafça toplu iş sözleşmesi de uygulanarak rahatlıkla alacak kalemleri hesaplanabileceği gerekçesiyle kısmi dava olarak görülüp sonuçlandırılan somut olayda, davanın belirsiz alacak davası olarak açılıp açılmadığı ve mahkeme tarafından davacı vekilinin bilirkişi raporlarına karşı itirazları karşılanmadan ve davacı tarafa tamamlama harcı yatırma imkânı verilmeden sonuca gidilmiş olmasının hatalı olup olmadığı noktalarında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
12. 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun (6100 sayılı Kanun/HMK) 107. maddesiyle mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nda yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir.
13. 6100 sayılı Kanun"un 107. maddesinin 28.07.2020 tarihli ve 31199 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7251 sayılı Kanun ile değiştirilmeden önceki metninde;
"1-Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.
2-Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.
3-Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir." düzenlemesi bulunmaktadır.
14. Hükümet tasarısında yer almayan bu madde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu tarafından esasen baştan miktar veya değeri tam tespit edilemeyen bir alacakla ilgili hak arama durumunda olan kişinin, hukuk sisteminde karşılaştığı güçlüklerin bertaraf edilerek hak arama özgürlüğü çerçevesinde mümkün olduğunca en geniş şekilde korunmasının sağlanması gerekçesi ile ihdas edilmiş ve kanunlaşmıştır.
15. Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hâli, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen, miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkansızlığa dayanmalıdır.
16. Madde gerekçesinde; "Bu davanın kabul edilmesinin artık salt hukukî korumanın ötesine geçilerek “etkin hukukî koruma”nın gündeme gelmiş olmasının da bunu gerektirdiği belirtildiği gibi, hak arama durumunda olan kişi, talepte bulunacağı hukukî ilişkiyi, muhatabını ve bu ilişkiden dolayı talep edeceği miktarı asgarî olarak bilmesine ve tespit edebilmesine rağmen, alacağının tamamını tam olarak tespit edemeyebilecektir. Belirsiz alacak ve tespit davalarına ilişkin hükümlerin mukayeseli hukukta da yer aldığı dikkate alınarak, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklının, hukukî ilişki ile asgarî bir miktar ya da değer belirterek belirsiz alacak davası açabilmesi kabul edilmiştir. Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı ya da bu objektif olarak imkânsız olmalıdır. Belirsiz alacak veya tespit davası açıldıktan sonra, yargılamanın ilerleyen aşamalarında, karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneğin, bilirkişi ya da keşif incelemesi sonrası), baştan belirsiz olan alacak belirli hâle gelmişse, davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilmesi benimsenmiştir. Miktarı belirsiz alacaklarda zamanaşımının dolmasına çok kısa sürenin varolduğu hâllerde yalnızca tespit yahut kısmi eda ile birlikte tespit davasının açılabileceği genel olarak kabul edilmektedir. Alacaklı, yalnızca eda davası veya yalnızca tespit davası yahut kısmi eda ile birlikte külli tespit davası açabilme seçeneklerine sahiptir. Hak arama özgürlüğünün (Any.m.36, İHAS.m.6) özünde varolan bu seçenekler, yasa veya içtihat yoluyla yasaklanamaz. Esasen tam veya kısmi olmasına bakılmaksızın her eda davasının temelinde bir külli tespit unsuru vardır. Başka deyimle eda hükmünde tertip olunan her durumun arkasında sorumluluk saptanmasını içeren bir zorunlu ön tespit kabulü mevcuttur." şeklindeki açıklamayla, alacağın belirsiz olup olmadığı ile ilgili olarak bazı kıstaslar kabul edilmiştir.
17. Bu kıstaslar, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin;
1-Davacının kendisinden beklenememesi,
2-Bunun olanaksız olması,
3-Açıkça karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı ve değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olması olarak belirtilmektedir.
18. Belirsiz alacak davasının getirdiği en önemli etkin koruma, usul ekonomisi ve hak arama özgürlüğüne hizmet etmesi yanında, davacının yüksek yargılama giderlerine katlanma ve dava konusu hakkın zamanaşımına uğrama riskini azaltmasıdır.
19. Usul hukukunun maddi hukuk içinde gerçekleşen hakkın talep edilebilirliğini, tespitini belirli kurallara bağlayan hukuk dalı olması nedeniyle maddi hukuk için araç olduğu unutulmamalıdır. O nedenle iş yargılaması kuralları ve bu anlamda Hukuk Muhakemeleri Kanunu kurallarının iş ve sosyal güvenlik hukukuna hizmet ederken, bu hukukun ilkelerini de göz ardı etmemesi gerekecektir.
20. İşçilik alacakları bakımından, dava konusu edilen alacağın belirli olup olmadığı ile ilgili olarak davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin davacıdan beklenememesi kıstası ile açıkça karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktar ve değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olması kıstasının birlikte değerlendirip sonuca gidilmesi gerekir.
21. Kural olarak kişinin alacağını belirleyebilmesi için aynı zamanda belgeye bağlama yetkisinin olması veya bu konuda belge düzenlenip kendisine verilmesi gerekir.
22. 4857 sayılı İş Kanunu"nun (İş Kanunu/Kanun) 8. maddesinin üçüncü fıkrası ile işverene yazılı sözleşme yapılmayan hâllerde en geç iki ay içinde genel ve özel çalışma koşullarını, günlük ya da haftalık çalışma süresini, temel ücreti ve varsa ücret eklerini, ücret ödeme dönemini, süresi belirli ise sözleşmenin süresini, fesih hâlinde tarafların uymak zorunda oldukları hükümleri gösteren yazılı bir belgeyi işçiye verme yükümlülüğü getirilmiştir.
23. Kanun’un 32/2. maddesi ile ücret, prim, ikramiye ve bu nitelikteki her çeşit istihkakın kural olarak Türk parası ile işyerinde veya özel olarak açılan bir banka hesabına ödeneceği, çalıştırdığı işçilerin söz konusu alacaklarını özel olarak açılan banka hesapları vasıtasıyla ödeme zorunluluğuna tabi tutulan işverenler veya üçüncü kişilerin özel olarak açılan banka hesapları dışında bu alacakları ödeyemeyeceği belirtilmiştir.
24. 4857 sayılı İş Kanunu"nun 37. maddesi ile işverene işyerinde veya bankaya yaptığı ödemelerde işçiye ücret hesabını gösterir imzalı veya işyerinin özel işaretini taşıyan bir pusula verme yükümlülüğü hükme bağlanmıştır. Söz konusu pusulada ödemenin günü ve ilişkin olduğu dönem ile fazla çalışma, hafta tatili, bayram ve genel tatil ücretleri gibi asıl ücrete yapılan her çeşit eklemeler tutarının ve vergi, sigorta primi, avans mahsubu, nafaka ve icra gibi her çeşit kesintilerin ayrı ayrı gösterilmesi zorunluluğu hüküm altına alınmıştır.
25. Kanun’un 67. maddesinde, günlük çalışmanın başlama ve bitiş saatleri ile dinlenme saatlerinin işyerlerinde işçilere duyurulacağı; 75. maddesinde ise işverene çalıştırdığı her işçi için işçinin kimlik bilgilerinin yanında, İş Kanunu"nun ve diğer kanunlar uyarınca düzenlemek zorunda olduğu her türlü belge ve kayıtları saklamak ve bunları istendiği zaman yetkili memur ve mercilere göstermek zorunda olduğu bir özlük dosyası düzenlemesi gerektiği yükümlülükleri getirilmiştir.
26. Aynı Kanun’un 56. maddesinin altıncı fıkrası; "İşveren, işyerinde çalışan işçilerin yıllık ücretli izinlerini gösterir izin kayıt belgesi tutmak zorundadır." hükmünü içermektedir.
27. Yıllık Ücretli İzin Yönetmeliği’nin 20. maddesi ise: "İşveren; çalıştırdığı işçilerin izin durumlarını gösteren, örneği bu Yönetmeliğe ekli yıllık izin kayıt belgesini tutmak zorundadır. İşveren, her işçinin yıllık izin durumunu aynı esaslara göre düzenleyeceği izin defteri veya kartoteks sistemiyle de takip edebilir." şeklinde düzenlenmiştir.
28. Söz konusu düzenlemelere bakıldığında işçi işveren arasındaki iş ilişkisinde belgeye bağlama görev ve yetkisinin işçide değil, işverende olduğu görülmektedir.
29. İş sözleşmesinde iş görme edimini yerine getiren ve belge düzenleme yetkisi ve yükümlülüğü bulunmayan işçinin, alacaklarını belirleyebilmesi için işveren tarafından düzenlenen kanuna uygun belgelere ihtiyacı vardır. Diğer yandan iş ilişkisindeki alacak kalemlerinin hesaplanmasında çıplak ücret ya da giydirilmiş ücrete göre hesaplanan farklı alacak türleri bulunmaktadır. Örneğin kıdem tazminatı, giydirilmiş ücretten hesaplanırken, diğer işçilik alacakları (fazla çalışma, hafta tatili, yıllık ücretli izin alacakları gibi) çıplak ücretten hesaplanmaktadır.
30. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17.10.2012 tarihli ve 2012/9-838 E., 2012/715 K. sayılı kararında belirtildiği üzere işçilik alacaklarının özelliği dikkate alınarak alacakların belirli olduğunu söylemek mutlak olarak doğru olmadığı gibi aksinin kabulü de doğru değildir. Aynı şekilde bu nedenle talep konusu işçilik alacaklarının belirli olup olmadığının somut olayın özelliğine göre değerlendirilmesi ve sonuca gidilmesi daha doğru olacaktır.
31. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17.06.2015 tarihli ve 2015/22-1156 E., 2015/1598 K.; 22.06.2016 tarihli ve 2016/22-874 E., 2016/824 K.; 17.01.2018 tarihli ve 2016/22-2181 E., 2018/24; 05.03.2020 tarihli ve 2019/22-12 E., 2020/249 K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler kabul edilmiştir.
32. Öte yandan işçilik alacaklarının belirsiz alacak davasına konu olup olamayacağı konusunda Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunca yapılan değerlendirme sonucunda 15.12.2017 tarihli ve 2016/6 E., 2017/5 K. sayılı kararı ile "İşçilik alacaklarının çok çeşitli tür, nitelik ve kapsamda olması, somut olayın özelliklerine göre oldukça değişkenlik göstermesi, hatta aynı tür işçilik alacaklarında dahi somut olayın özellikleri itibariyle işçilik alacaklarının belirsiz alacak davasına konu olup olamayacağı konusunda soyut ve genel nitelikte, her bir olayda geçerli olacak ölçüde bir karar alınamayacağından içtihadı birleştirmeye gerek olup olmadığı ön sorun olarak tartışılmış ve sonuç olarak içtihadı birleştirmeye gerek olmadığı" yönünde karar verilmiştir.
33. Somut olayda davacı vekili, davalı işveren tarafından bordrolar müvekkiline verilmediğinden son ücret miktarına ilişkin beyanda bulunmalarının mümkün olmadığını belirterek kıdem ve ihbar tazminatları ile ücret alacağının yanı sıra toplu iş sözleşmesine dayalı alacakların tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
34. 20.09.2012 tarihli “sulh ve ibra protokolü” başlıklı belgede belirtildiği üzere davalılardan Ede Demir Çelik Limited Şirketinin davacıya diğer davalı ... Anonim Şirketindeki çalışma dönemine ilişkin talep ettiği kısa çalışma ödeneği, kısa çalışma fark ücreti, yıllık izin ve ücret alacaklarına dair toplam 11.005,86TL ödemeyi kabul ve taahhüt ettiği yazılı ise de dosyada ödeme yapıldığına ilişkin bilgi ve belgenin bulunmadığı anlaşılmıştır.
35. Diğer taraftan banka kayıtlarından davacının ücretinin kısım kısım ödendiği dikkate alındığında, davacının ücret miktarını bilse bile mahsup işlemi yapılması gerektiği açıktır.
36. Hükme esas alınan bilirkişi raporunda ise davacının 09.04.2007-25.04.2013 tarihleri arasında davalı işveren nezdinde çalıştığı, sendikaya üye olduğu 13.09.2011 tarihinden itibaren toplu iş sözleşmesi hükümlerinden yararlanabileceği, dava dilekçesinde ücret miktarının belirtilmediği, dosyada bordroların bulunmadığı, davalı işverence işyeri kayıtlarının da sunulmadığı belirtildikten sonra toplu iş sözleşmesinin 34. maddesindeki ücret artışına ilişkin hükümler uygulanarak davacının son ücretine ulaşıldığı belirtilerek dava konusu alacaklar hesaplanmıştır.
37. Bilirkişi raporunun tebliği üzerine davacı vekili, davalı işverence protokol ile ödenmesi taahhüt edilen 11.005,86TL’nin 2013 yılı ücret alacağına eklenmesi gerektiğini, yakacak yardımı ve ayakkabı parası alacakları ile ilgili hesaplamanın hatalı olduğunu, günlük ücret miktarının düşük belirlendiğini ileri sürerek bilirkişi raporuna itiraz etmiştir.
38. Açıklanan maddi ve hukuki olgular ışığında, davacı vekilinin dava dilekçesinde ücret miktarını belirleyemediğini açıkça ifade ettiği, bununla birlikte ücret miktarının belirlenebilmesi için toplu iş sözleşmesindeki zam oranlarının da uygulanması, toplu iş sözleşmesinden kaynaklanan her bir alacak kalemi için ilgili hüküm belirlenip ona göre hesaplama yapılması ve en son aşamada ödenen miktarlar tespit edilerek ödenmesi gereken tutardan mahsubu gerektiği, bunun için de işyerinde kayıt tutma dolayısı ile belgeleme yükümlüsü olan işverenin sunacağı bordrolara ve kayıtlara ihtiyaç duyulduğu, aynı zamanda hesaplamanın ayrıntılı muhasebe işlemi gerektirdiği anlaşılmaktadır.
39. Şu hâlde dava konusu edilen alacakların hesaplanmasına esas ücret miktarı belirsiz olup, bu ücretteki belirsizlik alacakların miktarını etkileyeceğinden dava konusu edilen alacakların belirlenebilir olmadığını ve belirsiz alacak davasına konu edilebileceklerini kabul etmek gerekir.
40. Öte yandan direnme kararının verildiği tarihte yürürlükte bulunan 6100 sayılı Kanun’un 107. maddesinin ikinci fıkrasında alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacının iddiasının genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirttiği talebini artırabileceği ifade edilmiştir.
41. 28.07.2020 tarihli ve 31199 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7251 sayılı Kanun’un 7. maddesi ile yapılan değişikle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 107. maddesinin 2. fıkrasında; “Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesi mümkün olduğunda, hâkim tarafından tahkikat sona ermeden verilecek iki haftalık kesin süre içinde davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın talebini tam ve kesin olarak belirleyebilir. Aksi takdirde dava, talep sonucunda belirtilen miktar veya değer üzerinden görülüp karara bağlanır.” şeklinde düzenleme yapılmıştır.
42. Somut olaya gelince; tarafların hazır bulunmadığı 27.11.2013 tarihli duruşmada, davacı vekilinin mazeret dilekçesinin kabul edildiği, bilirkişi raporundan birer suretin taraflara tebliğ edildiğinin görüldüğü belirtilerek çalışma süresinin ve faizin yeniden değerlendirilmesi için bilirkişiden ek rapor alınmasına ve ek rapor geldikten sonra taraflara tebliğ edilmesine karar verildiği, davacı vekilinin 25.11.2013 tarihinde tebliğ edilen bilirkişi raporuna 10.12.2013 tarihinde; 16.12.2013 tarihinde tebliğ edilen ek bilirkişi raporuna da 24.12.2013 tarihinde itiraz ettiği, 25.12.2013 tarihli duruşmada davacı vekilinin ek bilirkişi raporu alınması talebini sözlü olarak tekrar ettiği, ancak mahkeme tarafından itirazın sonuca etkili olmayacağı ve davayı uzatacak nitelikte olduğu gerekçesiyle reddedildiği, yine aynı duruşmada davacı vekilinin dava konusu alacaklar belirli hâle geldiğinden harçlarını tamamlamak için süre istediği mahkemece bu talebin de reddedildiği görülmüştür.
43. Bu durumda belirsiz alacak davasına konu alacakların belirlenebilmesi mümkün olduğu aşamada mahkemece HMK’nın 107/2 maddesi kapsamında davacı vekiline alacaklarını belirli hâle getirip tamamlama harcını yatırma imkanı tanınmaksızın davanın kısmi dava olduğu gerekçesiyle sonuca gidilmesi hatalıdır.
44. Ayrıca, davacı vekilinin bilirkişi raporlarına ilişkin itirazlarının karşılanmaması doğru bulunmamıştır..
45. Diğer taraftan, direnme kararının başlık kısmında dava tarihi 29.05.2013 olduğu hâlde 30.07.2015 olarak yazılmış ise de bu husus mahallinde düzeltilebilecek maddi hata niteliğinde olduğundan bozma nedeni yapılmamıştır.
46. Hâl böyle olunca, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, Özel Daire bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
47. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 22.09.2020 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.