Davacı, 15.01.1989 tarihinden itibaren Sosyal Sigortalar Kurumu kapsamında sigortalı olduğunun tesbiti ile kurumun yarattığı sataşmanın giderilmesine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, isteğin reddine karar vermiştir.
Hükmün, davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi.
Davacı 15.1.1989 tarihinden itibaren Sosyal Sigortalar Kurumu kapsamında sigortalı olduğunun tesbiti ile Kurumun yarattığı sataşmanın giderilmesini istemiştir.
Mahkemece, davacının Anonim şirket kurucu ortağı olması nedeniyle 1479 sayılı Yasa kapsamında sigortalı sayılması gerekeceğinden davanın reddine karar verilmiş ise de varılan bu sonuç yerinde değildir.
Gerçekten 506 sayılı Yasa"nın 2 ve 3. maddelerinde kimlerin SSK sigortalısı sayılacağı 1479 sayılı Yasa"nın 24 maddesinde de kimlerin Bağ-Kur sigortalısı sayılması gerektiği açıklanmıştır. Somut olayda davacı 1.3.1977-8.5.1977 tarihleri arasında 506 sayılı Yasa kapsamında 1.8.1983-14.1.1989 tarihleri arasında ise T.C. Emekli Sandığı nezdinde çalışmış bu çalışması devam ederken 14.10.1988 tarihinde H.C.S. Makine Mümessillik ve Ticaret Anonim şirketi"nin kurucu ortağı olmuştur. Anılan şirketin 5 ortağının bulunduğu davacının ise bu ortaklığının % 3 paya dayandığı açıktır. Davacı 15.1.1989 tarihinden itibaren ortağı olduğu A.Ş. nezdinde sigortalı çalışmaya başlamış ve 2004 yılı sonuna kadar kesintisiz sigorta primleri de ödenmiştir. Bağ-Kur 11.6.1990 tarihinde davacıya 30.9.1988"den itibaren A.Ş. kurucu ortaklığı nedeniyle Bağ-Kur tescilini yapması gerektiğini bildirmiş ancak bu güne kadar tescil işlemini yapmamıştır. SSK ise 30.7.1992 tarihli işyeri denetimi sonrasında 2.2.1998 tarihinde davacının Bağ-Kur üyesi olması gerektiğinden sigortalı gösterilen dönemler için iptal bildirgesi verilmesini davacıya bildirmiş ise de davacı 14.12.2004 tarihli bildirimi ile SSK"lı olarak çalıştığını belirtmiş olup kurum tarafından da SSK"ya tabi çalışmasının iptali yönünde işlem yapılmadığı tartışmasızdır. Görüldüğü gibi davacının primi ödenen SSK sürelerinin iptali olmadığı gibi Bağ-Kur tarafından yapılmış bir tescili de bulunmamaktadır. Davadaki uyuşmazlık davacının 15.1.1989 tarihinden sonraki çalışmalarının 506 sayılı yasa kapsamında kabul edilip edilemeyeceği noktasındadır.
Davada ki sorunun çözümünde 1479 sayılı Yasa"nın 24. ek 19 ve geçici 18. maddeleri ile 506 sayılı Yasa"nın 2. maddesi ve T.C. Anayasa"sının 60. maddesinde düzenlenen " Anayasal Sosyal Güvenlik Hakkı" kapsamında değerlendirme yapılması gerekmektedir. Davacının 15.10.1989 tarihinden beri hizmet akdine tabi olarak ortağı olduğu A.Ş"de genel müdür yardımcısı olarak hizmet akdine tabi SSK statüsünde çalıştığı dosyaya eklenen bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır.
Davacının Anonim şirket Kurucu ortağı olması yasa gereğince 1479 sayılı Yasa kapsamında sigortalı olması sonucunu doğurmakta ise de Sosyal Güvenlik Yasalarının temel amacının " kişilerin sosyal güvenliğini" sağlamak olduğu gerçeği ve Dairemizin giderek Yargıtay"ın yerleşmiş uygulamaları gereğince söz konusu şirketteki payının % 3 gibi sembolik nitelikte kalması bu pay oranına dayanılarak davacının Bağ-Kur sigortalısı sayılmasının yerinde olmayacağı davacının ücret ve bağımlılık unsurlarını taşıyan hizmet akdi ile çalıştığının kabulü gerektiği aksinin kabulü halinde de davacının Bağ-Kur"a yapılmış bir tescili ve prim ödemesi olmadığı için 1479 sayılı Yasanın 22.2.2006 gün ve 5458 sayılı Yasanın 13.maddesi ile değişik 1.3.2006 tarihinde yürürlüğe giren Ek 19. maddesi gereğince de Bağ-Kur sigortalısı sayılamayacağı yine aynı yasaya 4956 sayılı Yasanın 47. maddesi ile eklenen geçici 18. maddesi gereğince de tescili mümkün olsa bile bu tescilin ancak 4.10.2000 tarihinde başlatabileceği ortadadır. Bu halde 1479 sayılı Yasa"nın 24. maddesini lafzi yorum ile uygulayarak davacıya A.Ş. kurucu ortağı olduğundan 1479 sayılı Yasa kapsamında olduğunu kabul etsek dahi yasa gereği 4.10.2000 tarihinden önce Bağ-Kur tescilini yapmak mümkün olmadığına göre davacının Anayasal Sosyal Güvenlik hakkından yoksun kalacağı ortadadır. Bu halde açıklanan nedenlere göre davanın kabulü gerekirken yerinde olmayan gerekçe ile reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmektedir.
Kabule göre de 27.6.1956 gün ve 2/ 14 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararında da açıkça belirtildiği üzere davacıya karşı birlikte sorumlu bulunan birden çok gerçek ve tüzel kişi aleyhine açılan bir davanın davalılar için müşterek bir nedenden dolayı reddedilmesi halinde reddedilen miktar gözetilerek tek vekalet ücreti takdir edilmesi gerekirken yazılı şekilde her davalı için ayrı ayrı vekalet ücreti takdir edilmesi de doğru görülmemiştir.
O halde, davacının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davacıya iadesine, 10.3.2008 gününde oybirliğiyle karar verildi.