Abaküs Yazılım
Ceza Genel Kurulu
Esas No: 2014/419
Karar No: 2017/66

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2014/419 Esas 2017/66 Karar Sayılı İlamı

Ceza Genel Kurulu         2014/419 E.  ,  2017/66 K.

    "İçtihat Metni"



    Kararı Veren
    Yargıtay Dairesi : 15. Ceza Dairesi
    Mahkemesi :Asliye Ceza
    Günü : 16.06.2009
    Sayısı : 153 - 476

    Dolandırıcılık suçundan sanık ..."ın 5237 sayılı TCK’nun 157/1, 50/1-a, 52/1-2 ve 53/1. maddeleri uyarınca 2 yıl hapis ve 40.000 Lira adli para cezası ile cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna ilişkin, İzmir 13. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 16.06.2009 gün ve 153-476 sayılı hükmün, sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 15. Ceza Dairesince 25.12.2013 gün ve 1947-20925 sayı ile; oyçokluğuyla onanmasına karar verilmiş;
    Daire Üyeleri Ş. Aktı ve H. O. Kaya ise ;
    "Dolandırıcılık suçu, 5237 sayılı TCK"nın 157. maddesinde; "hileli davranışlarla bir kimseyi aldatıp, onun veya başkasının zararına olarak, kendisine veya başkasına yarar sağlamak" şeklinde tanımlanmıştır.
    Bu tanıma göre, suçun oluşabilmesi için, failin mağdura karşı hileli davranışlarda bulunması, bu davranışlarla mağdurun aldatılmış olması, buna bağlı olarak mağdurun içine düştüğü bu yanılgı sonucu kendisinin veya bir başkasının zararına, failin ve üçüncü kişinin yararına haksız bir çıkar sağlanmış olmalıdır. Hile nitelikli bir yalandır. Fail tarafından sergilenen hileli davranış belli oranda ağır, yoğun ve ustaca olmalı, sergilenişi açısından mağdurun inceleme olanağını ortadan kaldırıcı nitelikte olmalıdır.
    Fail tarafından hileli davranışların haksız menfeatin elde edilmesinden önce veya en geç haksız menfeatin elde edildiği sırada mağdura yöneltilmesi gereklidir. Haksız yarar sağlandıktan sonra ortaya çıkan davranışlar suçun unsuru olmayıp, faildeki suç kastının belirlenmesi açısından önemlidir.
    Failin haksız yararı sağladıktan sonraki hileli davranışlarının suçun sübutunu fail aleyhine etkilemesi için, failin baştan beri bu davranışları planlamış olması gerekir.
    Somut olayda:
    Sanığın, 27.07.2007 tarihli sözleşme ile mülkiyeti kızı ...."na ait İzmir ili Narlıdere ilçesi 22 1-3A pafta, 8195 Ada, 2 Parselde kayıtlı .... apartmanda 6/282 arsa paylı zemin kat 24 numaralı 22 M2 lik dükkanı 15.000 TL"si sözleşme tarihinde, 10.000 TL"si 30.08.2007 tarihinde ödenmek üzere vekaleten ve haricen katılana sattığı, taraflar arasındaki "22 07.2007 tarihli satış sözleşmesinin ekidir" başlıklı belgeye göre: 23.08.2007 tarihi itibarıyla alıcı müştekinin satıcıya 21.750 TL ödediği, bakiye 3250 TL"nin ise 30.08.2007 tarihinde ödeneceği, tapu işlemlerine 15.09.2007 tarihinde başlanacağı, tapunun ise 30.09.2007 tarihinde teslim edileceği, bu maddelere uymayan tarafın karşı tarafa 15.000 TL tazminat ödemeyi kabul ettiği, tarafların beyanlarına göre, satış bedelinin tamamının sanığa ödendiği ve dükkânın sanık tarafından alıcı müştekiye teslim edildiği, ancak taşınmazın tapu kaydında başka bir borç nedeniyle ipotek bulunması nedeniyle devir işleminin yapılamadığı, bunun üzerine müştekinin satıştan vazgeçtiğini belirterek sanıktan satış bedelini istediği, sanığın ise, nakit yerine senet vermeyi teklif ederek bir örneği dosyada mevcut "SATIŞ SÖZLEŞMESİNİN İPTALİ" başlıklı belgeyi ve 25.000 TL tutarındaki bonoyu tanzim edip imzaladığı ayrıca, müştekinin satıştan vazgeçtiği düşüncesiyle dükkânın satışı için gazeteye ilan verdiği fakat müştekinin senedi kabul etmeyerek belgeyi imzalamadığı ve dükkanın tapusunu istediği anlaşılmaktadır.
    Sanık savunmalarında satış sırasında dükkanın tapu kaydı üzerinde ipotek olduğunu müştekinin bildiğini belirtmektedir. Müşteki ise beyanlarında ipotek konusunda bilgisinin olduğunu ancak ipotek borcunun 700.000 TL olduğunu tapudan öğrendiğini beyan etmektedir.
    Tapulu taşınmazların harici satışı geçerli değilse de; taraflar arasında dükkân satımı nedeniyle düzenlenen satış sözleşmesinin alıcıya satış bedelini ödeme, satıcıya da dükkânı alıcıya tapuda devir ve teslim borcunu yüklediği tartışmasızdır.
    Sanığın taşınmaz üzerinde ipotek bulunduğunu satış sırasında alıcı olan müştekiye bildirmediği kabul edilse dahi, müştekinin sonradan yaptığı gibi sözleşmeyi imzalamadan ve satış bedelini ödemeden önce tapu sicilinin aleniyet ilkesi gereği taşınmazın tapu kaydı üzerinde ipotek ve rehin olup olmadığını kontrol ettirip öğrenmesi mümkün olduğundan, sanığın ipotek konusunda susmuş yahut da müştekiye bilgi vermemiş olması nitelikli bir hile değildir. Zira sanık müştekinin tapu sicilinin aleniyet ilkesi karşısında satıştan önce ve satış sırasında tapuda ipotek kaydını öğrenmesini engellemiş değildir.
    Diğer taraftan, satıştan sonra sanığın müştekinin satıştan vazgeçtiğini düşünerek dükkânın bir başkasına satılması için gazeteye ilan vermeyi önceden planladığına ve dolandırmak maksadıyla hareket ettiğine dair savunmanın aksini ortaya koyacak her türlü kuşkudan uzak kesin ve inandırıcı kanıtlar bulunmamaktadır.
    Bu nedenlerle, sanık ile katılan arasındaki ihtilaf, taşınmazın harici satışından kaynaklanan tümüyle hukuki nitelik arz eden bir ihtilaf olması nedeniyle sanığın beraatine karar verilmesi gerekirken mahkûmiyetine karar verilmesi nedeniyle yerel mahkemenin verdiği kararın bozulması gerektiği..." düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
    Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 24.04.2014 gün ve 119675 sayı ile;
    “Yargılamaya ve itiraza konu somut olay incelendiğinde; emekli albay olup müteahhitlik işiyle de uğraşan sanığın mülkiyeti kızına ait olup kendisinde satış için vekaletnamesi bulunan İzmir ili, Narlıdere ilçesi, Öğretmenler sokak, 4 nolu apartmanın zemin katındaki dükkânı 27 Temmuz 2007 tarihli gazete ilanı ile satışa çıkardığı ve katılanın da buraya müşteri olarak aralarında 27 Temmuz 2007 tarihli harici satış sözleşmesini yaparak satın aldığı ancak tapu kaydının devri için herhangi bir girişim veya işlem başlatılmayıp ek sözleşmede tapu devrinin 15.09.2007 tarihinde yapılacağının yazıldığı, katılanın beyanına göre, daha sonra tapudan araştırdığında taşınmaz üzerinde 700.000 Liralık ipotek bulunduğunun ve bu ipoteği kaldırmanın mümkün olmadığının anlaşıldığı, sanığa müracaat eden katılanın parasını geri alamadığı, sanık tarafından mahkemeye sunulan satış sözleşmesinin iptali ve alınan paranın iadesine dair senedin katılan tarafından kabul edilmediği görülmektedir. Katılan daha sonra da aynı gazetenin 03.10.2007-10.10.2007 arasındaki nüshalarında aynı yerin tekrar satış ilanına çıkması üzerine sanığı aradığında 35.000 Lira bedelle satılmak istendiğini öğrendiğini beyan etmiştir.
    Sanık, alınan savunmalarında satış işleminin doğru olduğunu, taşınmaz üzerinde ipotek bulunduğunu katılanın bildiğini buna rağmen harici satış sözleşmesiyle burayı satın aldığını daha sonra 170.000 Lira olan ipotek çözülemediğinden tapu devrinin yapılamadığını, katılanın önce alışverişten caydığını bu sebeple satış sözleşmesinin iptaline dair yeni bir sözleşme yaptıklarını ve aldığı para için senet vermeyi teklif ettiğini ancak katılanın daha sonra tekrar tapununu devrini istediğini, yeni çıkarılan ilanın katılanın bu sözleşmeden caymasına istinaden verildiğini savunmuştur.
    Bu oluşa göre, sanık ile katılan arasında tapuda kayıtlı taşınmazın haricen satımı için anlaşma yapıldığı, iddiaya göre, ipoteğin bu sözleşmeden önce bilinmediği, savunmaya göre ise katılan tarafından tapuya gidip sorularak ipoteğin öğrenildiği ve bu haliyle kabul edildiği olayda, eylemin dolandırıcılık suçunun oluşmasına sebebiyet verip vermeyeceği tartışılmalıdır.
    Yüksek Dairenin iki sayın üyesi mahkûmiyete dair hükmün onanmasına muhalefet etmişlerdir.
    Muhalefet şerhinde belirtildiği şekilde, sanık ile katılan arasında tapuda kayıtlı olduğu her iki tarafca da bilinen belediye sınırları içerisindeki taşınmazın haricen satışı için bir anlaşma yapılmış, sözleşme imzalanmıştır. Taraflardan alıcı kendine düşen edimi yerine getirerek satış bedelini diğer tarafa ödemiş ancak satıcı sözleşmede taahhüt ettiği şekilde tapuda devrini yapamamıştır. Sözleşmenin imzalanmasından sonraki aynı taşınmazın tekrar sanık tarafından satışı için gazeteye ilan verilmesinin suça herhangi bir etkisi yoktur. Çünkü, iddiaya göre katılanın iradesinin önceden aldatıcı davranışlarla sakatlanması suçun oluşumu için gerekmektedir. Katılanca, sanık tarafından ipotek tapuda var olduğu halde olmadığını gösteren tahrif edilmiş bir tapu kaydı ibraz edildiğine, kendisini sahte isim ve sıfatla tanıttığına, ipotek olmadığına şehadet eden bir tapu memuru veya tanık beyanı bulunduğuna dair bir iddiada bulunulmamıştır. Doktrinde, aldatıcı davranışların ihmal suretiyle işlenebileceği yani var olan ayıbın önceden söylenmemesi suretiyle dolandırıcılık suçunun işlenebileceğine dair görüşler var ise de tapu kayıtlarının aleni olması ve isteyen herkesin rahatlıkla tapu dairesinden hatta telefonla bile sorup bilgi alabilmesi imkânı bulunması sebebiyle bu bilgi saklamanın suça vücut verdiğini kabul mümkün değildir.
    5237 sayılı yasanın 157. maddesinde dolandırıcık suçu," hileli davranışlarla bir kimseyi aldatıp, onun veya başkasının zararına olarak, kendisine veya başkasına bir yarar sağlamak" olarak tarif edilmektedir. Bu düzenlemeye göre, sanığın hileli davranışının bulunması suçun oluşumu için şarttır. Sanığın sözleşme yapıldığı halde sonradan tapu kaydını devredememiş olması hileli davranış olarak nitelenemez. Olayda sözleşmeye aykırılık ve bir sebepsiz zenginleşme söz konusudur ki bunun da hukuk davası yoluyla telafisi mümkündür.
    Bu sebeplerle; sanık hakkındaki mahkûmiyete dair hükmün onanmasına ilişkin oy çokluğuyla verilen kararın suçun yasal unsurları oluşmadığı gerekçesiyle bozulması gerektiği...” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
    CMK"nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Özel Dairece, 04.06.2014 gün, 10488-11165 sayı ile, itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
    TÜRK MİLLETİ ADINA
    CEZA GENEL KURULU KARARI
    Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın üzerine atılı dolandırıcılık suçunun unsurlarının oluşup oluşmadığının belirlenmesine ilişkindir.
    İncelenen dosya içeriğinden;
    Sanığın, gayrimenkul satışına ilişkin olarak Çeşme Noterliğince 15.05.2006 tarihinde düzenlenen vekaletnameye istinaden, 27.07.2007 tarihli sözleşme ile mülkiyeti kızı Füsun Göncüoğlu"na ait İzmir ili, Narlıdere ilçesinde bulunan dükkânı 25.000 Lira karşılığında katılana sattığı, satış bedelinin tamamını aldıktan sonra satışa konu dükkânı katılana fiilen teslim ettiği ancak taşınmazın tapu kaydı üzerinde başka bir borç nedeniyle ipotek bulunduğundan devir işlemlerinin yapılamaması nedeniyle katılanın, satıştan vazgeçtiğini belirterek ödediği parayı sanıktan geri istediği, sanığın ise aldığı parayı nakit olarak geri veremeyeceğini söyleyerek karşılığında senet vermeyi teklif ettiği, katılanın senet ile ödeme yapılmasını kabul etmemesi üzerine sanığın, aynı taşınmazın satışı için gazeteye yeni bir ilan verdiği,
    Dava konusu olan İzmir ili, Narlıdere ilçesi 22I-3A pafta, 8195 ada, 2 numaralı parselde kayıtlı apartmanın 6/282 arsa paylı zemin kat 24 numaralı taşınmazın, sanığın kızı olan Füsun Göncüoğlu adına tapuya kayıtlı olduğu,
    Çeşme Noterliğince düzenlenen 15.05.2006 gün ve 6969 yevmiye sayılı vekaletname ile sanığın, kızı olan ...."nun sahibi veya hissedarı bulunduğu garimenkullerin satımı, satım bedellerinin tahsili, ipotek tesisi ve ipoteklerin fekki konularında yetkili kılındığı,
    Dosyada fotokopisi bulunan 27.07.2007 tarihli sözleşmeye göre; dava konusu taşınmazın satış bedelinin 25.000 Lira olarak belirlendiği, satış bedeli olan 15.000 Liranın sözleşme tarihinde, kalan 10.000 Liranın ise 30.08.2007 tarihinde ödenmesi hususunda taraflar arasında anlaşmanın sağlandığı, sözleşmede sanığın, kızı Didem Kıranşal adına dava konusu dükkânı satıcı sıfatı ile sattığının görüldüğü, katılan tarafından da şikâyet dilekçesine ekli dava konusu dükkâna ilişkin tapu kaydı fotokopisi üzerine; tapuda Füsun adına kayıtlı bu taşınmazın sanığın diğer kızı Didem Kıranşal"a devredildiği, vekaleten sanık tarafından da kendisine satıldığı bilgisinin yazıldığı, bu hususta taraflar arasında herhangi bir ihtilafın bulunmadığı,
    Yine taraflar arasında düzenlenen "22 07.2007 tarihli satış sözleşmesinin ekidir" başlıklı belgede; 23.08.2007 tarihi itibarıyla katılanın, sanığa 21.750 Lira ödediği, bakiye 3.250 Liranın 30.08.2007 tarihinde ödeneceği, tapu işlemlerine 15.09.2007 tarihinde başlanacağı, tapunun ise en geç 30.09.2007 tarihinde teslim edileceği ve bu maddelere uymayan tarafın karşı tarafa 15.000 Lira tazminat ödeyeceği hususlarının yer aldığı,
    Sanık tarafından fotokopisi sunulan 28.09.2009 tarihli "SATIŞ SÖZLEŞMESİNİN İPTALİ" başlıklı belgeye göre; dava konusu taşınmazın satışına ilişkin ilgili sözleşmelerin iptal edildiğinin belirtildiği ve yine 25.000 Lira tutarındaki bononun sanık tarafından tanzim edilip imzalandığı ancak bu belgelerde katılanın imzasının bulunmadığı,
    08.10.2007 ve 09.10.2007 tarihlerinde aynı taşınmazın satışı için sanığın gazeteye yeniden ilan verdiği, ilan sayfaları örneğinin dosya arasında bulunduğu,
    Anlaşılmaktadır.
    Katılan aşamalarda; sanığın gazeteye verdiği ilan üzerine suça konu dükkânı satın almaya karar verdiğini, sanıkla yaptıkları satış sözleşmesi sonucu dükkânın 25.000 Lira bedelle satın alması hususunda anlaştıklarını ve paranın tamamını sanığa verdiğini, emekli albay olan sanığa duyduğu güven nedeniyle tapuya gidip taşınmaz üzerinde herhangi bir kaydın olup olmadığına bakmadığını, sanığın, dükkan üzerinde ipotek olduğunu ancak bedelini bilmediğini en kısa zamanda ipoteği kaldırarak tapuda devir işleminin yapılacağını söyleyerek dükkânı fiilen kendisine teslim ettiğini, dükkân üzerinde 700.000 Liralık ipotek olduğunu öğrendikten sonra parasını geri istediğini, sanığın nakit para yerine senet verebileceğini ifade ettiğini ancak bu durumu kabul etmediğini, sonrasında sanığın kendisine sattığı ve fiilen devrettiği taşınmazı satmak üzere gazeteye yeni bir ilan verdiğini beyan etmiş,
    Sanık aşamalarda; emekli albay olduğunu, müteahhitlik işiyle uğraştığını, yaptığı iş gereği elindeki gayrimenkulleri ipotek göstermek suretiyle nakit para temin ettiğini, kızı adına kayıtlı olan suça konu taşınmazı, düzenlenen satış vekaletnamesine istinaden katılana 25.000 Lira karşılığında sattığını, taşınmaz üzerinde ipotek olduğunu katılanın bildiğini, ipotek nedeniyle devir işlemlerini yapamadığını, ancak dükkânı fiilen katılana teslim ettiğini, daha sonra katılanın satıştan vazgeçtiğini kendisine bildirmesi üzerine, bu durumu kabul edip satış sözleşmesinin iptaline ilişkin yazı hazırlayıp senet düzenlediğini, ancak katılanın bu sözleşme ve senedi kabul etmemesi nedeniyle satışın iptalinin resmen gerçekleşmediğini, katılanın satıştan vazgeçmesi nedeniyle taşınmazın satışı için gazeteye yeniden ilan verdiğini daha sonra katılanın ilk satışı kabul ettiğini ve satış işleminden vazgeçmediğini beyan ettiğini, kendisinin de bu belirsizlik ortamında satış bedelini almasına rağmen ipoteği kaldırmadığını, taşınmaza banka tarafından 170.000 Liralık ipotek konulduğunu savunmuştur.
    Uyuşmazlığın sağlıklı bir çözüme kavuşturulabilmesi için "dolandırıcılık" suçunun unsurlarının açıklanmasında yarar bulunmaktadır.
    5237 sayılı TCK’nun “dolandırıcılık” başlıklı 157. maddesi;
    “Hileli davranışlarla bir kimseyi aldatıp, onun veya başkasının zararına olarak, kendisine veya başkasına bir yarar sağlayan kişiye bir yıldan beş yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası verilir” şeklinde düzenlenmiştir.
    Malvarlığının yanında irade özgürlüğünün de korunduğu dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için;
    1) Fail tarafından hileli davranışlar yapılmalıdır. Mağdurun inceleme eğilimini etkisiz kılacak nitelikte bir takım davranışlarda bulunulmalıdır.
    2) Fail tarafından yapılan hileli davranışlar bir kimseyi aldatabilecek nitelikte olmalıdır.
    3) Mağdurun veya başkasının zararına, kendisi veya başkası lehine haksız bir yarar sağlanmalıdır. Fail kendisi veya başkasına yarar sağlamak amacıyla bilerek ve isteyerek hileli davranışlar yapmalı, verilen zarar ile sanığın eylemi arasında uygun nedensellik bağı bulunmalıdır. Zarar, nesnel kişisel ölçüler göz önünde bulundurularak belirlenecek ekonomik zarardır.
    Madde gerekçesinde de vurgulandığı üzere, aldatıcı nitelik taşıyan hareketlerle, kişiler arasındaki ilişkilerde var olması gereken iyiniyet ve güven bozulmaktadır. Bu suretle kişinin irade serbestîsi etkilenmekte ve irade özgürlüğü ihlal edilmektedir.
    Dolandırıcılık suçunu diğer malvarlığına karşı işlenen suç tiplerinden farklı kılan, aldatma temeline dayanan bir suç olmasıdır. Bu nedenle, dolandırıcılık suçu, birden çok hukuki konusu olan bir suçtur. Bu suç işlenirken, sadece malvarlığı zarar görmemektedir. Malvarlığı zarara uğratılırken, mağdurun veya suçtan zarar görenin iradesi de, hileli davranışlarla yanıltılmaktadır.
    Bu aşamada “hileli davranışlar” kavramının incelenmesinde yarar bulunmaktadır.
    Hile, maddi olmayan yollarla karşısındakini aldatan, yanılgıya düşüren, düzen, dolap, oyun, entrika vb. her türlü eylemdir. Bu eylemler bir gösteriş biçiminde olabileceği gibi, gizli davranışlar olarak da ortaya çıkabilir. Gösterişte, fail sahip bulunmadığı olanaklara ve sıfata sahip olduğunu bildirmekte, gizli davranışta ise kendi durum veya sıfatını gizlemektedir. Ancak sadece yalan söylemek, dolandırıcılık suçunun hile unsurunun gerçekleşmesi bakımından yeterli değildir. Kanun koyucu yalanı belirli bir takım şekiller altında yapıldığı ve kamu düzenini bozacak nitelikte bulunduğu hallerde cezalandırmaktadır. Böyle olunca hukuki işlemlerde, sözleşmelerde bir kişi mücerret yalan söyleyerek diğerini aldatmış bulunuyorsa, bu basit şekildeki aldatma, dolandırıcılık suçunun oluşumuna yetmeyecektir.
    Yapılan yalan açıklamaların dolandırıcılık suçunun hileli davranış unsurunu oluşturabilmesi için, bu açıklamaların doğruluğunu kabul ettirebilecek, böylece muhatabın inceleme eğilimini etkisiz bırakabilecek yoğunluk ve güçte olması ve gerektiğinde yalana bir takım dış hareketlerin eklenmiş bulunması gerekir.
    Dolandırıcılık suçunda hileli davranışın ancak bu şekilde gerçekleşmiş sayılacağını kabul eden bu görüşe “sahneye koyma” (mise en scéne) teorisi adı verilmektedir. O halde dolandırıcılık suçunun unsurunu oluşturan hileli davranış şu şekilde tanımlamak mümkündür. Olaylara ilişkin yalan açıklamaların ve sarfedilen sözlerin doğruluğunu kuvvetlendirecek ve böylece muhatabın inceleme eğilimini etkileyebilecek yoğunluk ve güçte olması ve bu bakımdan gerektiğinde bir takım dış hareketler ekleyerek veya böylece var olan halden ve koşullardan yararlanarak, almayacağı bir kararı bir kimseye verdirtmek suretiyle onu aldatması, bu suretle başkasının zihin, fikir ve eylemlerinde bir hata meydana getirmesidir. Böylece dolandırılanın iradesi fesada uğratılmakta, sakatlanmaktadır.
    Bu açıklamalardan sonra “tapu kayıtlarının aleniliği” ilkesinden de bahsetmekte yarar vardır.
    4721 sayılı Türk Medeni Kanununun “tapu sicilinin açıklığı” başlıklı 1020. maddesi “İlgisini inanılır kılan herkes, tapu kütüğündeki ilgili sayfanın ve belgelerin tapu memuru önünde kendisine gösterilmesini veya bunların örneklerinin verilmesini isteyebilir. Kimse tapu sicilindeki bir kaydı bilmediğini ileri süremez” şeklinde düzenlenmiştir.
    Görüldüğü gibi, Türk Medeni Kanununun 1020. maddesine göre, ilgisini inanılır kılan herkes, tapu kütüğündeki ilgili sayfanın ve belgelerin tapu memuru önünde kendisine gösterilmesini veya bunların örneklerinin kendisine verilmesini isteyebilir. Kimse, tapu sicilindeki bir kaydı bilmediğini ileri süremez. Buna “tapu sicilinin kamuya açıklık ilkesi=aleniyet prensibi” denilir.
    Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
    Sanığın, mülkiyeti kızı ...."na ait İzmir ili, Narlıdere ilçesi, 22I-3A pafta, 8195 ada, 2 numaralı parselde kayıtlı apartmanın zemin katında bulunan dükkânı, aldığı vekaletnameye istinaden 27.07.2007 tarihli satış sözleşmesi ile 25.000 Lira karşılığında katılana satıp, satış bedelinin tamamını aldıktan sonra satışa konu dükkânı katılana fiilen teslim ettiği, ancak taşınmaz üzerinde başka bir borç nedeniyle ipotek bulunduğundan taahhüt ettiği şekilde tapuda devir işlemini yapamadığı, bu nedenle katılanın, satın aldığı taşınmaz üzerinde ipotek olduğunu başlangıçtan itibaren bilmesine rağmen daha sonra ipotek bedelinin çok yüksek olduğunu ileri sürüp dükkânı satın almaktan vazgeçtiğini sanığa bildirerek, taşınmaz için ödediği parayı sanıktan geri istediği, sanığın ise katılana nakit para yerine senet verebileceğini söylediği, katılanın senet almayı kabul etmemesi üzerine de satıştan vazgeçildiğini düşünerek aynı taşınmazın satışı için gazeteye yeni bir ilan verdiği olayda; sanığın, dava konusu taşınmazın satışı sırasında taşınmaz üzerinde ipotek olduğunu katılanın bildiğine dair savunmasının katılan tarafından da doğrulanması, sanık tarafından taşınmazın üzerinde ipotek bulunduğu hususu satış sırasında alıcı olan katılana bildirilmese dahi, tapu sicilinin kamuya açıklığı ilkesi gereği, ilgisi olduğunu kanıtlayan herkesin kendisince önemli olan kayıtları inceleme olanağına sahip olması, sanığın, satıştan önce ve satış sırasında tapudaki ipotek kaydının öğrenilmesini engellemeye yönelik bir hareketinin bulunmaması ve katılanın satıştan vazgeçtiğini bildirmesinden sonra dükkanı bir başkasına satmak için gazeteye ilan vermesinin dolandırıcılık suçunun maddi konusunun hareket unsurunu oluşturan hileli davranış niteliğinde olmaması karşısında; sanığa atılı dolandırıcılık suçunun unsurları itibarıyla oluşmadığı kabul edilmelidir.
    Bu itibarla; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Dairenin onama kararının kaldırılmasına, hükmün, sanığın üzerine atılı dolandırıcılık suçunun unsurlarının oluşmadığı gözetilmeden beraati yerine mahkûmiyetine karar verilmesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.

    SONUÇ :
    Açıklanan nedenlerle,
    1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
    2- Yargıtay 15. Ceza Dairesinin 25.12.2013 gün ve 1947-20925 sayılı onama kararının KALDIRILMASINA,
    3- İzmir 13. Asliye Ceza Mahkemesinin 16.06.2009 gün ve 153-476 sayılı hükmünün, sanığın üzerine atılı dolandırıcılık suçunun unsurlarının oluşmadığı gözetilmeden beraati yerine mahkûmiyetine karar verilmesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
    4- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 14.02.2017 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.

    Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için destek@ictihatlar.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.

    Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


    Avukat Web Sitesi