1. Hukuk Dairesi 2014/14925 E. , 2016/3044 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL, ECRİMİSİL, ELATMANIN ÖNLENMESİ
Taraflar arasında birleştirilerek görülen tapu iptali ve tescil, elatmanın önlenmesi ve ecrimisil davaları sonunda, yerel mahkemece davanın kısmen kabulüne ilişkin olarak verilen karar davacılar vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi ..."in raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;
-KARAR-
Asıl ve birleştirilen (2011/95 Esas) dava paydaşlar arasında elatmanın önlenmesi ve ecrimisil, birleştirilen (2011/150 Esas) dava ise muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı miras payı oranında tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.
Asıl ve birleştirilen 2011/95 Esas sayılı davada davacılar, ortak mirasbırakanları ..."un maliki olduğu 337, 338, 353, 349 ve 352 parsel sayılı ve paydaşı olduğu 138, 139 ve 140 parsel sayılı taşınmazların davalı tarafından tasarruf edildiğini, davalının taşınmazları kullanmalarını engellediği gibi doğal semere getiren çay bahçesi vasfındaki taşınmazlardan gelir elde etmelerine de engel olduğunu ileri sürerek elatmanın önlemesi ve ecrimisil isteklerinde bulunmuşlardır.
Asıl ve birleştirilen 2011/95 Esas sayılı davada davalı, davacıların evlenip köyden ayrılıncaya kadar taşınmazlardan faydalandıklarını, diğer mirasçıların taşınmazlardan istedikleri zaman faydalandığını, kullanılmasına engel olunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Birleştirilen 2011/150 Esas sayılı davada davacılar, babaları ortak mirasbırakanları ..."un maliki olduğu 146 ve 158 parsel sayılı taşınmazları 08/10/1965 tarihli akitle oğlu davalıya tapuda satış göstermek suretiyle devrettiğini, temliklerin mirasçılardan mal kaçırmak amaçlı, bedelsiz ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek miras payları oranında tapu iptal ve tescile karar verilmesini istemişlerdir.
Birleştirilen 2011/150 Esas sayılı davada davalı, murisin borçlarına karşılık temliklerin yapıldığını, bedelsiz olmadığını belirtip davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, asıl ve birleşen 2011/95 Esas sayılı davada ki ecrimisil isteği yönünden davalının kötüniyetli kullanımının olmadığı gerekçesiyle davaların reddine, dava tarihi itibariyle davacıların onayını geri aldıkları gerekçesiyle elatmanın önlenmesi isteği açısından davanın kabulüne, hak düşürücü süreye tabi olmasa da yaklaşık kırk beş yıl sonra açılan davanın hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğu gerekçesiyle Birleştirilen 2011/150 Esas sayılı davada tapu iptali ve tescil isteğinin ise reddine karar verilmiştir.
Hemen belirtilmelidir ki; iddianın içeriği ve ileri sürülüş biçiminden davanın taşınmaz malın aynına ilişkin olduğu ve konusunu oluşturan hakkın para ile değerlendirilmesinin mümkün bulunduğu açıktır. Bu tür davalarda, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 413 (6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu 120. maddesi) ve 492 Sayılı Harçlar Kanununun 16.maddesi uyarınca dava değerinin elatılan yerin değeri ile talep edilen ecrimisil veya tazminatın toplamından, elatmanın önlenmesi isteğinin yanında yıkım isteği de varsa dava değerinin elatılan yerin değeri ile yıkımı istenilen yapı değerinin toplamından (4.3.1953 tarih 10/2 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı) ibaret olacağı ve belirlenen bu değer üzerinden 492 sayılı Harçlar Kanununun 26, 27, 28, 30 ve 32 maddelerinde öngörüldüğü şekilde işlemlerin yerine getirilerek gerekli olan harcın alınacağı tartışmasızdır.
Oysa dava dilekçelerinde; davaların, hükmedilmesi istenen 10.000,00 TL ecrimisil miktarı üzerinden harç ödenmek suretiyle açıldığı, el atmanın önlenmesi isteği yönünden harç yatırılmadığı gibi, yargılama sırasında da bu yönden harç ikmali yapılmadığı anlaşılmaktadır.
Öte yandan, Harçlar Kanunu harç alınmasını veya tamamlanmasını yanların isteklerine bırakmamış; değinilen yönün mahkemece kendiliğinden (re"sen) gözetilmesini hükme bağlamıştır. 492 Sayılı Kanunun 32.maddesinde yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe müteakip işlemlerin yapılamayacağı vurgulanırken, 30.maddede "... muhakeme sırasında tespit olunan değerin dava dilekçesinde bildirilen değerden fazla olduğu anlaşılırsa yalnız o celse için muhakemeye devam olunur; takip eden celseye kadar noksan değer üzerinden peşin karar ve ilam harcı tamamlanmadıkça davaya devam edilemeyeceği, HUMK."nın 409.maddesinde (6100 sayılı HMK"nın 150. maddesinde ) ise; gösterilen süre içinde dosyanın muameleye konulması noksan olan harcın ödenmesine bağlı olduğu hükmüne yer verilmiştir.
Öyleyse; asıl ve birleştirilen (2011/95 esas) davada ileri sürülen isteklerden el atmanın önlenmesi isteği ile ilgili olarak keşfen saptanan ya da saptanacak dava değeri üzerinden peşin harcın alınması, bu zorunluluk yerine getirildiği takdirde davaya devam edilmesi gerekirken, anılan husus gözardı edilerek her iki istek yönünden de işin esasına girilmek suretiyle hüküm kurulması doğru değildir.
Bilindiği üzere, uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve 0l.4.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu"nun 706., Borçlar Kanunu"nun 213. (Türk Borçlar Kanunu"nun 237.) ve Tapu Kanunu"nun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle mirasbırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Öte yandan,Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 06.05.2015 tarihli 2013/1-2302 E. 2015/1313 K. sayılı kararında " muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı davalarda zamanaşımının söz konusu olmadığı, işlemin muvazaalı olması durumunda üzerinden bir zaman geçmesi halinde geçerli hale gelmeyeceği ve herhangi bir süreye bağlı olmaksızın her zaman açılabileceği, muris muvazaasına dayalı olarak dava açılmasının hakkın kötüye kullanılması niteliğinde değerlendirilmesi mümkün değildir." görüşü benimsenmiştir.
Hâl böyle olunca, birleştirilen 2011/150 Esas sayılı dava bakımından tarafların toplanan ve toplanacak tüm delilleri değerlendirilmek suretiyle, mirasbırakanın davalıya yaptığı temliklerin yukarıdaki ilkeler doğrultusunda mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olup olmadığının açıklığa kavuşturulmasından sonra bir karar verilmesi gerekirken, anılan husus gözardı edilerek neticeye gidilmiş olması doğru değildir.
Davacılar vekilinin bu yönlere değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile yerel mahkeme kararının açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK"un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 14.03.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.