8. Hukuk Dairesi 2013/14718 E. , 2014/8224 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ : Tirebolu Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 19/01/2012
NUMARASI : 2011/364-2012/24
Hazine ile İ.. Y.. ve müşterekleri aralarındaki tapu iptali ve terkin davasının reddine dair Tirebolu Asliye Hukuk Mahkemesi"nden verilen 19.01.2012 gün ve 364/24 sayılı hükmün Yargıtay"ca incelenmesi davacı Hazine temsilcisi tarafından süresinde istenilmiş olmakla; dosya incelendi, gereği düşünüldü:
KARAR
Davacı Hazine vekili dava dilekçesinde; sayılı parselin kıyı kenar çizgisi kapsamında kalan kısmına ait tapu kaydının iptaline karar verilmesini istemiştir.
Davalılar vekili 06.12.2004 tarihli cevap dilekçesiyle; haksız ve hukuka aykırı olarak açılan davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.
Mahkemece, “… 10 yıllık hak düşürücü süreden davanın reddine…” karar verilmesi üzerine hüküm, davacı Hazine vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, 3621 sayılı Kanun hükümleri uyarınca kıyı kenar çizgisi içerisinde kalan dava konusu 736 sayılı parselin tapu kaydının kısmen iptali istemine ilişkindir. Mahkemece, hak düşürücü sürenin geçtiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş ise de, mahkemenin bu görüşüne katılma olanağı bulunmamaktadır.
Davanın, hak düşürücü süreden reddine dair önceki karar Hazine"nin temyizi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesi"nin 16.12.2010 tarih, 2010/12471-13526 Esas ve Karar sayılı kararında özetle; “ ...5841 sayılı Yasa ile değişik 3402 sayılı Yasa"nın 12/3.maddesi gözetilerek davanın reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmadığı, ...davacı Hazine yararına taşınmazın keşfen belirlenen değeri üzerinden Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 3.kısmında yer alan oranlarda gözetilerek nisbi avukatlık ücretine hükmedilmesi gerekirken maktu ücret takdir ve tayini doğru olmadığı, hükmün açıklanan nedenlerle bozulmasına karar verildiği....” açıklanarak Mahkeme kararı bozulmuş olup, Mahkemece bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonucunda, davanın hak düşürücü süre nedeniyle reddine, davacı Hazine yararına yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına, 6099 sayılı Yasayla değişik 3402 sayılı Kadastro Kanunu"nun 36/A maddesine istinaden davalılardan harç alınmasına yer olmadığına, davacı taraf harçtan muaf olduğundan bu konuda karar verilmesine yer olmadığına, dava açıldığı tarihte davacı Hazine dava açmakta haklı olduğundan davalılar lehine avukatlık ücretinin takdir edilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.
14.03.2009 tarihinde yürürlüğe giren 25.02.2009 günlü 5841 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun"un 2. maddesi ile 3402 sayılı Kanun"un 12. maddesinin 3. fıkrasına eklenen cümlede: “Bu hüküm iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet ve diğer Kamu Tüzel Kişileri dahil tarafların sıfatına bakılmaksızın" ve 3. maddesi ile aynı Kanuna eklenen Geçici 10. maddesinde ise; “Bu Kanun"un 12. maddesinin 3. fıkrası hükmü Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu iddiası ile yürürlük tarihinden önce açılmış ve henüz kesin hükme bağlanmamış olan davalarda dahi uygulanır.” şeklindedir. Bu değişiklik nedeniyle bu Yasanın yürürlük tarihinden sonra Hazinenin açtığı davalarda da 10 yıllık hak düşürücü süre uygulanmaya başlanmıştır.
Ne var ki, bozma kararından sonra Mahkemenin bozma sonrası verilen hükmünden önce Anayasa Mahkemesi"nin 12.05.2011 gün ve 2009/31 E. 2011/77 K. sayılı kararıyla; “25.02.2009 gün ve 5841 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun"un 2.maddesiyle 21.06.1987 günlü 3402 sayılı Kadastro Kanunu"nun 12.maddesinin üçüncü fıkrasına eklenen cümlenin ve 3.maddesiyle 3402 sayılı Yasaya eklenen Geçici 10. maddenin Anayasaya aykırı olduğuna ve iptaline” karar verilmiş ve bu iptal kararı 23.07.2011 tarihli Resmi Gazetede yayımlanmıştır.
Anayasa Mahkemesi"nin iptal kararlarının yasama, yürütme ve yargı organları ile idari makamlar, gerçek ve tüzel kişileri bağlayacağı açıktır.
Diğer taraftan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun 33.maddesinde yer alan “Hakim, Türk hukukunu resen uygular” hükmü ile ifadesini bulan yasal ilke gözetildiğinde; Anayasa Mahkemesi"nin iptal kararlarının derdest dosyalar yönünden uygulanmasının zorunluluğu ortadadır.
Öyle ise, kesin hüküm halini almamış ve kazanılmış hakkın istisnasını teşkil eden bu durum karşısında 5841 sayılı Yasa hükümleri kapsamında, Anayasa"nın 153.maddesine göre iptal kararı geriye yürümez ise de 10.03.1969 gün ve 1/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçe bölümünde belirtildiği üzere iptal, kesin şekilde çözüme bağlanmış uyuşmazlıkları etkilemez ve henüz anlaşmazlık hali devam ediyorsa iptalin kapsamına girer. Bu durumda davanın hak düşürücü süreden reddine ilişkin kurulan kararın Anayasa Mahkemesi"nin anılan iptal kararından sonra doğru olduğu söylenemez. Zira, kamu düzeninin söz konusu olduğu bütün haller istisnanın kapsamına girer.
Bir başka yönüyle, Anayasa Mahkemesinin iptal kararları usuli kazanılmış hakların istisnasını teşkil ederler. Her ne kadar Yargıtay 1. Hukuk Dairesi"nce, 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçtiğinden bahisle Yerel Mahkeme"nin verdiği redde ilişkin ilk kararla ilgili esasa ilişkin Hazine"nin temyiz itirazları reddedilmiş ve taraflarca karar düzeltme talebinde bulunulmadığından kesinleşmiş ise de, bozma ilamının dayanağını oluşturan yasa metni Anayasa Mahkemesi"nce yukarıda değinildiği üzere iptal edilmiş olmakla; artık taraflar yararına usuli kazanılmış hakkın gerçekleştiğinden söz edilemeyecektir.
Bu husus, 28.06.1960 tarih ve 21/9 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da “...Sonradan çıkan İçtihadı Birleştirme Kararının, temyiz Mahkemesinin bozma kararına uyulmakla meydana gelen usule ait müktesep hak esasının istisnası olarak, henüz Mahkemede veya temyiz Mahkemesinde bulunan işlere tatbiki gereklidir...” şeklinde ifade edilmiştir.
Anayasa Mahkemesi"nin iptal kararlarında da aynı ilke geçerlidir.
Hal böyle olunca, Anayasa Mahkemesi"nin iptal kararı sonucu oluşan durumun eldeki maddi anlamda kesinleşmemiş ve derdest olan davaya da uygulanması zorunlu olup, kamu malları ile ilgili davalar, aynı zamanda kamu düzeni ilkesini de içermektedirler. Bu nedenle mahkemece, yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesi"nin iptal kararından sonra oluşan yeni yasal durum dikkate alınarak, inceleme yapılıp sonuca ulaşılması gerektiğinde kuşku bulunmamaktadır.
Somut olayda; işin esasının ve dava konusu taşınmaz bölümünün, 28.11.1997 tarih 5/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararıyla belirlenen veya belirlenecek olan kıyı kenar çizgisine göre değerlendirilmesi ve ayrıca 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasanın 16. maddesiyle 3402 sayılı Yasa"nın 36. maddesine bazı ilaveler getiren 36/A maddesi hükmüne göre kadastro işlemleri sebebiyle açılan davalar nedeniyle yargılama giderlerinden ve yargılama giderlerinden sayılan avukatlık ücretinden davalı tarafın sorumlu tutulamayacağı hususunun da gözetilmesi, ondan sonra tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmek üzere hüküm bozulmalıdır. İşin esası ile ilgili oluşacak hükmün sonucuna göre yargılama giderleri ile ilgili bir değerlendirme yapılabileceği açıktır.
Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı Hazine temsilcisinin yerinde görülen temyiz itirazlarının kabulüyle hükmün 6100 sayılı HMK"nun Geçici 3.maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK"nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, HUMK"nun 388/4. (HMK m.297/ç) ve HUMK"nun 440/I maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine ve 25.04.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.