Abaküs Yazılım
1. Hukuk Dairesi
Esas No: 2014/12747
Karar No: 2015/15028
Karar Tarihi: 23.12.2015

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2014/12747 Esas 2015/15028 Karar Sayılı İlamı

1. Hukuk Dairesi         2014/12747 E.  ,  2015/15028 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
    DAVATÜRÜ:TAPU İPTALİ-TESCİL, ELATMANIN ÖNLENMESİ VE ECRİMİSİL

    Taraflar arasında görülen elatmının önlenmesi- ecrimisil, tapu iptali-tescil davası sonunda, yerel mahkemece açılan davanın kısmen kabul, kısmen reddine ilişkin olarak verilen karar davalı tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi ... "ın raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;
    KARAR-
    Dava, çaplı taşınmaza elatmanın önlenmesi, ecrimisil ile tapu iptali ve tescil, olmazsa taşınmazın bedelinin tahsili isteklerine ilişkindir.
    Davacı, kayden maliki olduğu 103 ada 19 parsel sayılı taşınmaz üzerindeki binanın altındaki hayvan barınağı ve depoyu davalı kardeşinin uzun süredir izinsiz kullandığını, yine maliki bulunduğu 118 ada 10 parsel sayılı fındık bahçesine tecavüz ederek 10 adet fındık ocağını uzun yıllardır topladığını, yine mirasbırakanlarından intikal eden ve müşterek mülkiyete tabi 103 ada 21 parseldeki payını diğer kardeşlerinin paylarını davalıya satmalarını sağlamak için danışıklı olarak davalıya devrettiğini, ancak davalının diğer kardeşlerinin yerini aldıktan sonra payını geri vermediği gibi bedel de ödemediğini ileri sürüp 103 ada 19 parsel bakımından ecrimisil, 118 ada 10 parsel bakımından elatmasının önlenmesi ve ecrimisil, 103 ada 21 parsel sayılı taşınmazın ise davalı adına olan tapusunun iptali ile önceki payı oranında adına tescilini olmazsa bedelinin tahsilini istemiştir.
    Davalı, davacının fındık bahçesine herhangi bir tecavüz ve haksız müdahalesi bulunmadığını, davacıya ait hayvan barınağı ve samanlığı babası hayatta iken onunla birlikte kullandığını, sonrasında da davacı abisi ile aralarındaki sözlü anlaşma uyarınca kendisinin kullandığını, fakat 2013 yılında burayı boşalttığını, davacının 103 ada 21 parseldeki payını kendisine para ile sattığını, aralarında geri verme konusunda bir anlaşma olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, 103 ada 19 parsel sayılı taşınmazla ilgili ecrimisil talebinin kısmen kabulü ile 1.686,00 TL ecrimisile, fazlaya ilişkin taleplerin reddine, 118 ada 10 parsel sayılı taşınmazın A ve B ile gösterilen kısımlarına davalının elatmasının önlenmesine ve bu kısımlar için 21,72 TL ecrimisile, fazlaya ilişkin taleplerin reddine, 103 ada 21 parsel bakımından tapu iptal ve tescil davasının kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı tarafından temyiz edilmiştir. Dosya içeriği ve toplanan delillerden; çekişme konusu 103 ada 19 parsel sayılı fındık bahçesi ve iki katlı kargir ev vasıflı taşınmaz ile 118 ada 10 parsel sayılı fındık bahçesi vasıflı taşınmazın 28.01.2002 tarihinde tesis kadastrosu ile davacı adına tescil edildiği, 103 ada 21 parsel sayılı fındık bahçesi vasıflı taşınmazın ise ... adına kayıtlı iken ölümü ile davacı ve davalının da aralarında bulunduğu mirasçılarına intikal ettikten sonra mirasçıların tümünün 18.03.2011 tarihinde davalıya satış suretiyle pay temlik ettikleri, halen tamamının davalı adına kayıtlı olduğu anlaşılmaktadır.
    Dava 30.10.2013 günlü dilekçe ile 10.000.00-TL. değer gösterilerek açılmış, ancak yargılama sonunda 103 ada 19 parselle ilgili dava, 1.686.00.-TL. ecrimisil yönünden kısmen kabul edilerek 20.03.2014 tarihinde nihai karara bağlanmış ve karar davalı tarafından temyiz edilmiştir.
    Hemen belirtmek gerekir ki, yerel mahkemelerce kurulan hükümlerin temyizinin ve temyiz incelemesi sonucunda Yargıtay Daireleri ya da Hukuk Genel Kurulunca verilen kararlara karşı miktar itibariyle karar düzeltme yoluna gidilmesinin mümkün olup olmadığı belirlenirken; temyiz ya da karar düzeltme istemi hangi karara yönelik ise o karar tarihinde yürürlükte bulunan Kanun hükmü esas alınmalıdır. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 27.04.2005 gün ve 2005/4-295-287 sayılı ilamı) Bu durumda, temyiz veya karar düzeltme incelemesinde kesinlik dolayısı ile kanun yoluna başvurulabilirlik sınırı belirlenirken talep hangi karara yönelik ise o karar tarihinin esas alınması gerekir. Talebin temyiz istemine ilişkin olduğu ve 16.12.2013 tarihli mahkeme kararının temyizi istendiği için kesinlik sınırı karar tarihine göre belirlenmelidir.Bilindiği gibi; 1086 sayılı HUMK." nun 427.maddesi 21.07.2004 tarihinde yürürlüğe giren 5219 sayılı Kanun ile değiştirilmiş ayrıca 01.04.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5236 sayılı Kanun 19.maddesi ile HUMK"nuna ilave edilen Ek madde 4" e göre de; 01.01.2014 tarihinden itibaren değeri 1.890.00-TL."den az olan davalara ait hükümlere ilişkin temyiz yoluna gidilemeyeceği öngörülmüştür.
    Bu nedenle, 103 ada 19 parsel sayılı taşınmaz bakımından (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) davalı tarafın TEMYİZ DİLEKÇESİNİN REDDİNE,
    Diğer taraftan, kayden davacıya ait 118 ada 10 parsel sayılı taşınmaza davalının kayıttan ve mülkiyetten kaynaklanan bir hakka dayanmadan elattığı saptanmak suretiyle bu parsel bakımından elatmanın önlenmesi isteğinin kabulüne, ecrimisil isteğinin kısmen kabulüne karar verilmiş olmasında bir isabetsizlik yoktur. Davalının bu yöne değinen temyiz itirazları yerinde değildir, reddi ile 118 ada 10 parselle ilgili hükmün ONANMASINA.
    Davalının, 103 ada 21 parselle ilgili tapu iptal ve tescil isteğinin kabulüne yönelik temyiz itirazlarına gelince; Her ne kadar 103 ada 21 parsel sayılı taşınmaz bakımından, taraflar arasındaki temlikin muvazaalı olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiş ise de, dava dilekçesinin içeriği ve tüm dosya kapsamından davacının iddiasının inançlı işlem hukuksal nedenine dayalı olduğu sabittir.Bilindiği üzere; inanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan , onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir. Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder.Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek ve iade edilmek üzere, mal varlığına dahil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar.
    Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek, yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır.
    Sözleşmenin ve buna bağlı temlikin, değinilen bu özellikleri nedeniyle, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı, inanç sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kalmıştır.
    Diğer bir bakış açısıyla taşınmazın mülkiyeti inanılana (alacaklıya) geçmiştir. Taşınmazda inanarak satanın (borçlu) mülkiyet hakkı kalmadığı gibi, alıcının bu mülkiyet hakkı üzerinde kurulmuş olan bir rehin hakkından da söz edilemez.Bu durumda; gayrimenkul rehni bakımından geçerliliği olan 4721 s. Türk Medeni Kanununun (TMK) 873. maddesinin inanç sözleşmelerine dayalı temlike konu taşınmazlar bakımından uygulama yeri olmadığı da kuşkusuzdur. Nitekim bu düşünce Hukuk Genel kurulunun 23.5.1990 gün ve l990/1-202-315 sayılı kararında da aynen benimsenmiştir. İnanç sözleşmeleri, tarafların karşılıklı iradelerine uygun bulunduğu için, onlara karşılıklı borç yükleyen ve alacak hakkı veren geçerli sözleşmelerdir. (818 s. Borçlar Kanunu 818 s. Borçlar Kanununun (BK). m.; 6098 s. Türk Borçlar Kanununun (TBK) 97. m.) Anılan sözleşmelerde, taraflar, sözleşmenin kendilerine yüklediği hak ve borçları belirlerken, inançlı işlemin sona erme sebeplerini; devredilen hakkın inanılan tarafından inanana iade şartlarını, bu arada tabii ki süresini de belirleyebilirler. Bunun dışında, akde aykırı davranışın yaptırımına da sözleşmelerinde yer verebilirler. Buna dair akit hükümleri de TBK"nin 26 ve 27. maddelerine aykırılık teşkil etmediği sürece geçerli sayılır.
    İnanç sözleşmesine ve buna bağlı işlemle alacaklı olan taraf, ödeme günü gelince alacağını elde etmek için dilerse; teminat için temlik edilen şeyi “ ifa uğruna edim “ olarak kendisinde alıkoyabileceği gibi; o şeyi, açık artırma yoluyla veya serbestçe satıp satış bedelinden alma yoluna da başvurabilir. Bu sonuçlar kendine özgü bu akdin tabiatında mevcuttur. Sözleşme ile öngörülen ifa süresi içerisinde, sırf sözleşmeyi imkansız kılmak amacıyla muvazaalı olarak yapılan temliklerin yasal koruma altında tutulamayacağı izahtan varestedir. Meri hukuk sistemimizde her hangi bir düzenleme olmamasına karşın, inanç sözleşmelerinin yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde uygulama yeri bulan kendine özgü bir müessese olduğu, öğreti ve uygulamada kabul edilegelen bir olgudur.İnanç sözleşmelerinin tarafları arasında,onların gerçek iradelerini ve akitten amaçladıklarını yansıtması bakımından geçerli olduğu;taraflarına Borçlar Kanunu çerçevesinde nispi haklarını talep etme olanağını verdiği tartışmasızdır.
    Burada üzerinde durulması gereken husus,taşınmaz mallar yada şekle bağlı akitlerde inanç sözleşmelerinin ne gibi hukuki sonuç doğuracağıdır. Diğer bir anlatımla,sözleşmede öngörülen koşulların gerçekleşmesi halinde, taşınmaz mülkiyetinin naklinin sebebini oluşturup oluşturmayacağıdır.Bilindiği üzere; uygulamada mesele, 5.2.1947 tarih 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı ile ilişkilendirilip, bu karar dayanak yapılmak suretiyle çözüme gidilmektedir.Söz konusu kararda; eski hukuka göre mümkün ve geçerli olan muvazaa ve nam-ı müstear iddialarının, Medeni Kanunun yürürlüğünden sonra taşınmaz mallar hakkında dinlenip dinlenemeyeceği tartışılmıştır.Anılan kararda; çeşitli sebep ve amaçlarla bir taşınmaz kaydına gerçek malik yerine başka bir nam ve bir sözleşmede akitlerden biri yerine üçüncü bir şahsın gösterilmesinin mümkün olduğu, bu gibi hallerde vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına yaptığı tasarruflarda olduğu gibi hukuki bir durum veya herhangi bir maksatla üçüncü şahıslardan gerçeği gizleme gayesi güdülebileceği, “kötüniyetli ve haksız gizlemeler” dışında,belirtilen olasılıklara göre açılacak bir davanın, gerçekten, ya mevcut bir hakka dayanarak bir el değiştirme veya bir hakkın korunması niteliğini taşıyacağı; bu durumun da, temsil ve vekalet ilişkisinde, mülkiyette halefiyet esası olarak kabul edilmiş bir husus olup, halefiyeti düzeltme amacıyla öncelikle mülkiyetin vekile aidiyeti düşünülse bile, temsil hükümlerine aykırı olduğundan bunun korunması ve devamına hükmolunamayacağı, zira TBK"nin 509. maddesindeki “Vekilin, kendi adına ve vekâlet veren hesabına gördüğü işlerden doğan üçüncü kişilerdeki alacağı, vekâlet verenin vekile karşı bütün borçlarını ifa ettiği anda, kendiliğinden vekâlet verene geçer.” hükmünün bu düşünceyi doğruladığı, öte yandan gerek taşınır, gerek taşınmaz mallara ilişkin olsun nam-ı müstear hadiselerinde, meselenin bir istihkak ve mülkiyet davası niteliğini geçemeyeceğinden, ne resmi senet, ne de şekil meselesinin bahse konu olamayacağı, meselenin akitte ve isimde muvazaayı kapsamına alan TBK"nin 19.maddesi kapsamında düşünülmesinin kanunun amacına uygun düşeceğine, değinildikten sonra sonuçta, nam-ı müstear davalarının dinlenebilir ve yazılı delil ile ispatının mümkün olduğuna, hükmolunmuştur.İçtihadı Bileştirme kararlarının konularıyla sınırlı, sonuçlarıyla bağlayıcı bulunduğu tartışmasızdır. Nam-ı müstear için düzenleme getiren 1947 tarihli kararın, teminat amacıyla temlike dair inanç sözleşmelerini kapsadığı da kuşkusuzdur. Uygulamada anılan sözleşmeler gerek özü,gerek işleyişi açısından,genelde muvazaa, özelde ise nam-ı müstear başlıkları altında nitelendirilegelmektedir.
    Belirtilen İçtihadı Birleştirme Kararında da değinildiği üzere;inanç sözleşmeleri bir yandan mülkiyeti nakil borcu doğurması bakımından tarafları bağlayıcı, diğer yandan, mülkiyetin naklinin sebebini teşkil etmesi açısından tasarruf işlemlerini bünyesinde barındıran sözleşmelerdir. Bu durumda koşulların oluşması halinde taşınmaz mülkiyetini nakil özelliğini taşıdığı kabul edilmelidir.İçtihadı Birleştirme kararının sonuç bölümünde ifade olunduğu üzere, inançlı işleme dayalı olup dinlenilirliği kabul edilen iddiaların ispatı, şekle bağlı olmayan yazılı delildir. İnanç sözleşmesi olarak adlandırılan bu belgenin sözleşmeye taraf olanların imzasını içermesi gereklidir. Bunun dışındaki bir kabul, hem İçtihadı Birleştirme kararının kapsamının genişletilmesi, hemde taşınmazların tapu dışı satışlarına olanak sağlamak anlamını taşıyacağından kendine özgü bu sözleşmelerle bağdaştırılamaz.Somut olaya gelince; 103 ada 21 parselle ilgili davadaki iddianın inançlı işlem hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil olmazsa tazminat isteğine ilişkin olduğu gözetilerek yukarıdaki ilkeler ve açıklamalar uyarınca incelenip değerlendirmeye tabi tutulması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu üzere, yanılgılı hukuki nitelendirme ile, sonuca gidilmiş olması doğru değildir.
    Davalının, temyiz itirazları açıklanan nedenlerle yerindedir. Kabulü ile yerel mahkeme kararının 6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK"un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 23.12.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.









    Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.

    Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


    Avukat Web Sitesi