11. Hukuk Dairesi 2014/18831 E. , 2015/13121 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ : ... ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 10/09/2014
NUMARASI : 2013/438-2014/225
Taraflar arasında görülen davada .... Asliye Ticaret Mahkemesi’nce verilen 10/09/2014 tarih ve 2013/438-2014/225 sayılı kararın duruşmalı olarak incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş olup, duruşma için belirlenen 08/12/2015 günü hazır bulunan davacı vekili Av. ... ... ile davalı vekili Av. ... ... dinlenildikten sonra duruşmalı işlerin yoğunluğu ve süre darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması ileriye bırakıldı. Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlenildikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacı vekili, müvekkili şirkette yaklaşık üç yıl süre ile yurt dışı operasyon uzmanı olarak çalışan davalının, 04.10.2011 tarihinde istifa ederek işinden ayrılmasından kısa bir süre sonra müvekkili ile aynı sektörde faaliyet gösteren başka bir şirkette çalışmaya başladığını, oysa taraflar arasındaki sözleşmenin 3. maddesi ile bu davranışın yasaklandığını ve aynı sözleşmenin 7. maddesi ile de anılan durumun cezai şarta bağlandığını, dolayısıyla müvekkilinin cezai şarta hak kazandığını ileri sürerek, 67.508 TL cezai şartın faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, davacının dayandığı sözleşmenin geçerli bir sözleşme olarak kabul edilemeyeceğini, zira tek taraflı olarak davacı işverenin lehine ve müvekkili işçinin ekonomik geleceğini tehlikeye atan hükümler içerdiğini, ayrıca yasanın öngördüğü sınırlamaları içermediğini, davacının bir zarara uğramadığını, istenilen cezai şartın fahiş olduğunu savunarak, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, iddia, savunma ve tüm dosya kapsamına göre, davacı şirkette çalışan davalının bu işinden ayrıldıktan sonra davacı ile aynı sektörde faaliyet gösteren başka bir şirkette çalışmaya başladığı ancak davacı tarafça, davalının ne tür bir ticari sırra vakıf olduğu ve bu bilgileri kullanarak davacıya zarar verdiği hususlarının ispatlanamadığı, aksine davalının işinden ayrılmasından sonra davacının satışlarında artış yaşandığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.
Dava, davalı işçi için rekabet yasağı öngören taahhütnameye aykırı davranıldığı iddiası ile cezai şart alacağının tahsili istemine ilişkin olup yukarıda yapılan özetten de anlaşılacağı üzere mahkemece, davalının ne tür bir ticari sırra vakıf olduğu ve bu sırları kullanarak davacıya zarar verdiği hususlarının ispat edilemediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın Çalışma ve Sözleşme Hürriyeti başlığı altında düzenlenen 48 ve devamı maddelerinde, herkesin dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetine sahip olduğu anayasal teminat altına alınmıştır. Somut olaya uygulanması gereken mülga 818 sayılı BK"nun 348. maddesinde de hizmet sözleşmesinin sona ermesinden sonra rekabet yasağına ilişkin sözleşme yapılabileceği kabul edildikten sonra 349. maddesinde ise, “Rekabet memnuiyeti ancak işçinin iktisadi istikbalinin hakkaniyete muhalif olarak tehlikeye girmesini menedecek surette zaman, mahal ve işin nevi noktasından hal icabına göre münasip bir hudut dahilinde şart edilmiş ise muteberdir.” denilerek rekabet yasağına ilişkin sözleşmenin sınırları belirlenmiştir.
Bu açıklamalardan sonra somut olaya dönülecek olursa, davalı tarafından imzalanan taahhütnamenin 3. maddesinde, "Şirket ile aramdaki ...hizmet ilişkisinin sona erdiği tarihten itibaren 1 yıl süre ile şirketin faaliyet gösterdiği alanda ve işkolunda, İstanbul, İzmir ve Bursa"da ve bu illerin civarındaki şirket ve acentelerinin bulunduğu yerlerde, iş kurmayacağımı, bu yerlerde işverenle aynı alanda faaliyet gösteren şirketler ile ortaklık ve/veya hizmet ilişkisinde bulunmayacağımı, belirtilen süre boyunca aynı alanda faaliyet gösteren hiçbir kişi veya şirkette her ne surette olursa olsun çalışmayacağımı, ..... kabul, beyan ve taahhüt ederim." düzenlemesine yer verilmiştir. Anılan maddede, İstanbul, İzmir ve Bursa illerinde rekabet yasağı öngörüldükten sonra bu illerin civarındaki şirket ve acenteleri denilmek suretiyle coğrafi alan bakımından bir belirsizliğe yol açıldığı gibi esasen ülkemizde taşıma faaliyetinin yoğunlaştığı bölgeler de gözetildiğinde, bu derece geniş bir alanda rekabet yasağı öngörülmesinin yukarıda değinilen Anayasa ve mülga BK hükümlerine uygun olduğu da kabul edilemez. Bu itibarla mahkemece, davalının imzaladığı taahhütnamenin rekabet yasağına ilişkin maddesinde yer alan coğrafi alan sınırlamasının, yukarıda açıklanan çalışma özgürlüğüne ve emredici yasal düzenlemelere aykırı olması nedeniyle batıl bulunduğunun kabulü ile bu yönden davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçeyle reddi doğru olmamış ise de davanın reddine ilişkin olarak verilen karar sonucu itibariyle doğru olduğundan 1086 Sayılı HUMK"un 438. maddesinin son fıkrası uyarınca kararın gerekçesi düzeltilmek suretiyle onanmasına karar vermek gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile HUMK"un 438/son maddesi uyarınca kararın gerekçesi düzeltilerek ONANMASINA,takdir olunan 1.100.00 TL duruşma vekalet ücretinin davacıdan alınıp davalıya verilmesine, aşağıda yazılı bakiye 4,00 TL temyiz ilam harcının temyiz edenden alınmasına, 08/12/2015 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY
Dava, rekabet yasağına aykırılık nedeniyle cezai şart tahsili istemine ilişkindir. Konuya ilişkin yasal düzenlemeler 818 sayılı BK"nın 348 vd. maddeleri ile 6098 sayılı TBK"nın 444 vd. madde-lerinde yer almaktadır. Söz konusu yasal düzenlemelerle mer"i hukuk düzeni içerisinde yerine bulan ve kısaca rekabet yasağı olarak adlandırılan bu sözleşmelerin, sözleşme serbestisi kapsamında ve fakat kanunun sınırlayıcı hükümleri dahilinde düzenlendikleri sürece sonuç doğurucu nitelikte oldukları kuşkusuzdur. Bu bağlamda, söz konusu hükümlerin Anayasamızın çalışma hürriyetine ilişkin hükümleri ile bağdaşmadığı şeklinde bir kanaatin olması halinde, bu hususun, Anayasa Mahkemesinde yöntemince ileri sürülmesi gerektiği görüşündeyim. Bu nedenle, bu yönde bir başvuru yapılmaksızın mezkur yasa hükümlerine uygun sözleşmelerin ayrıca bir anayasa süzgecinden geçirilmesi suretiyle geçerli olup olmadıklarının tartışılmasının doğru olmadığı kanısındayım.
Bu anlamda ifade edilmek gerekir ki, taraflar arasında düzenlenen rekabet yasağına ilişkin sözleşme, yer-zaman ve faaliyet sahası gibi kriterler açısından, somut olaya uygulanması gereken 818 sayılı Borçlar Kanunu"nun 348. vd. maddelerinde öngörülen geçerlilik koşullarına ve Dairemizin konuyla ilgili açıklayıcı nitelikteki içtihatlarına uygun mahiyette ve sonuç doğurucu niteliktedir. Herşeyden önce, Daire çoğunluğunun değerlendirmesinde de işaret olunduğu üzere, davalı çalışan, davacı şirkette çalıştığı süre içerisinde şirketin sırlarına, müşteri portföyüne vakıf olacak bir pozisyonda bulunmuş olup söz konusu pozisyon nedeniyle elde ettiği bilgilerin bir başka şirket için kullanılması "ihtimalinin" davacı şirket bakımından mühim bir zarar tehlikesine işaret edeceği ortada olup bu yönden bir yasaya aykırılık bulunmamaktadır. Bu bakımdan mahkemece davanın reddine mesnet teşkil eden işbu gerekçede isabet olmadığı yönündeki Daire çoğunluğu görüşü ile mutabıkım. Ancak, rekabet yasağının ancak işveren şirketin faaliyet alanı ile sınırlı bir biçimde belirlenebilmesi söz konusu iken, taahhütnamede yer alan "..illerin civarındaki şirket ve acentelerinin bulunduğu yerler" ibaresinden davacı şirketin faaliyet gösterdiği yerlerin anlaşılacak olması nedeniyle, bu yöndeki sınırlama bakımından bir belirsizlik yaratıldığı söylenemez. Üstelik davalı çalışan, davacı şirketteki görevinden istifa ettikten çok kısa bir süre sonra davacı şirket ile aynı alanda faaliyet gösteren rakip bir şirkette çalışmaya başlamış olup bir an için coğrafi alan sınırlaması bakımından bir belirsizliğin söz konusu olduğunun kabulü halinde dahi, davalının davacı şirketten ayrıldıktan sonra çalışmaya başladığı şirketin merkezinin ve buna dayalı olarak bu şirketin ağırlıklı olarak faaliyet gösterdiği yerin tıpkı davacı şirket gibi İstanbul olması nedeniyle, bu hususa dayalı olarak geçersizlik savunmasında bulunulmasının açıkça hakkın kötüye kullanımı niteliğinde olmakla nazara alınmaması gerektiğinin gözden kaçırıldığı düşüncesindeyim.
Tüm bu nedenlerle, yerel mahkeme kararının davacı lehine bozulması gerektiği görüşü ile Daire çoğunluğunun aksi yöndeki kararına katılamıyorum. KARŞI OY YAZISI
Dava, davalı işçinin rekabet yasağı öngören taahhütnameye aykırı davrandığı iddiası ile cezai şart alacağının tahsili istemine ilişkin olup, mahkemece yazılı gerekçeyle davanın reddine karar verilmiştir.
Dairemiz çoğunluğu,davalının imzaladığı taahhütnamenin rekabet yasağına ilişkin maddesinde yer alan coğrafi alan sınırlamasının, çalışma özgürlüğüne ve emredici yasal düzenlemelere aykırı olması nedeniyle batıl bulunduğunun kabulü ile bu yönden davanın reddine karar verilmesi gerektiği belirtilerek, yerel mahkeme kararının gerekçesi düzeltilmek suretiyle onanmıştır.
Davalının, davacı şirkette çalıştığı süre içerisinde şirketin sırlarına, müşteri portföyüne vakıf olacak bir pozisyonda bulunduğu, söz konusu pozisyonu nedeniyle elde ettiği bilgilerin bir başka şirket yararına kullanılması ihtimalinin, davacı şirket bakımından mühim bir zarar tehlikesine sebebiyet vereceği, dolayısıyla yerel mahkemenin davanın reddine ilişkin gerekçesinin isabetsiz olduğu yönünden Dairemiz çoğunluğu ile aramızda herhangi bir uyuşmazlık yoktur.
Davalı tarafından imzalanan taahhütnamedeki, "...hizmet ilişkisinin sona erdiği tarihten itibaren 1 yıl süre ile şirketin faaliyet gösterdiği alanda ve işkolunda, İstanbul, İzmir ve Bursa"da ve bu illerin civarındaki şirket ve acentelerinin bulunduğu yerlerde, iş kurmayacağımı, bu yerlerde işverenle aynı alanda faaliyet gösteren şirketler ile ortaklık ve/veya hizmet ilişkisinde bulunmayacağımı, belirtilen süre boyunca aynı alanda faaliyet gösteren hiçbir kişi veya şirkette her ne surette olursa olsun çalışmayacağımı, ..... kabul, beyan ve taahhüt ederim." şeklindeki düzenlemenin sözleşme özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi ve taşımacılık konusunda faaliyet gösteren davacı şirketin yaptığı işin mahiyeti gereği, bu şekildeki sınırlama bakımından bir belirsizlik olmadığının kabulü gerekir.
Davalının, davacı şirketteki görevinden istifa ettikten kısa süre sonra, davacı şirket ile aynı alanda ve bölgede faaliyet gösteren bir şirkette çalışmaya başlaması sebebiyle, davalının sözleşmenin geçersizliğine ilişkin savunması dürüstlük kuralı ile bağdaşmaz.
Bu nedenle, davacı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile yerel mahkeme kararının bozulması gerektiği görüşünde olduğumdan, sayın çoğunluğun onama kararına katılmıyorum. 08.12.2015