Esas No: 2016/931
Karar No: 2018/653
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2016/931 Esas 2018/653 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : (Kapatılan) 21. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Asliye Ceza
Sayısı : 492-422
Dolandırıcılık suçundan sanık ..."ın TCK"nın 157/1, 52/2-4 ve 53. maddeleri uyarınca 2 yıl 6 ay hapis ve 12.000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına, taksitlendirmeye ve hak yoksunluğuna ilişkin Mersin 7. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 24.05.2013 tarihli ve 492-422 sayılı hükmün, sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay (Kapatılan) 21. Ceza Dairesince 02.07.2015 tarih, 10405-2680 sayı ile;
"...Sanığın suçta kullandığı sahte sürücü belgesi aslının ele geçirilememiş olması nedeniyle ne şekilde düzenlendiğinin tespitinin mümkün olmaması karşısında sahte belgenin trafik tescil şube müdürlüğünün maddi varlığı olarak kabul edilemeyeceği, sanığın eyleminin TCK"nun 157. maddesi kapsamında kaldığı ve asliye ceza mahkemelerinin görevli olduğu düşünüldüğünden tebliğııamenin bu kısmına iştirak edilmemiştir.
...
Yapılan duruşmaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin soruşturma sonuçlarına uygun şekilde oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya içeriğine göre; sanık ..."ın dolandırıcılık suçunun sübutu kabul, suç vasfı tayin, takdiri indirim nedeninin niteliği takdir kılınmış, savunması inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, incelenen dosyaya göre verilen hükümde bir isabetsizlik görülmemiş olduğundan, sanığın yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle hükmün onanmasına." karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 15.07.2015 tarih ve 321556 sayı ile;
“...Aslı ele geçmese, özellikleri ve ilgili kurum tarafından düzenlenip düzenlenmediği belirlenemese bile sürücü belgesinin mağdurda kamu kurumu tarafından düzenlenmiş gerçek bir belge düşüncesi oluşturduğu, kamu kurumu güveni verdiği anlaşılmaktadır. Bu itibarla sanığın eylemi TCK"nın 158/1-d maddesindeki "kamu kurum ve kuruluşlarının araç olarak kullanılması suretiyle dolandırıcılık" suçu olarak değerlendirilmelidir. Ayrıca, zaten eylemin basit dolandırıcılık suçunu mu nitelikli dolandırıcılık suçunu mu oluşturduğu hususunda tereddüt var ise asliye ceza mahkemesi görevsizlik kararı vererek dosyayı ağır ceza mahkemesine göndermeli, delillerin takdir ve değerlendirmesini yüksek görevli ağır ceza mahkemesi yapmalıdır.” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK"nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay (Kapatılan) 21. Ceza Dairesince 02.05.2016 tarih, 12313-3945 sayı ve oy çokluğu ile itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
İtirazın kapsamına göre inceleme sanık hakkındaki dolandırıcılık suçu nedeni ile verilen mahkûmiyet kararı ile sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık;
Sanığın eyleminin TCK"nın 158/1-d maddesi kapsamındaki suçu oluşturup oluşturmayacağına ilişkin delileri takdir ve değerlendirme görevinin üst dereceli Ağır Ceza Mahkemesine ait olduğu gözetilerek görevsizlik kararı verilmesi gerekip gerekmediğinin tespitine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Sanığın, otomobil kiralama işi ile uğraşan şikâyetçi ..."un iş yerine 14.01.2011 tarihinde giderek daha önce ele geçirdiği ve üzerine kendisine ait fotoğrafı yapıştırdığı katılan ..."a ait sürücü belgesini ibraz edip ..... plaka sayılı aracı kiraladığı, on dokuz gün boyunca kullanıp kira bedelini ödemediği aracı Mersin ilinde bir yere terk ederek ortadan kaybolduğu olayla ilgili henüz Mersin Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma başlatılmadan önce sanığın şikâyetçiden kiraladığı araç ile Aydıncık ilçesi Eski Yörük Köyünde başka bir dolandırıcılık suçuna karıştığı, o dosyanın mağduru tarafından aracın plaka numarasının verilmesi üzerine kolluk görevlilerince aracın plaka bilgisinden şikâyetçi Murat"a; araç kiralama sözleşmesindeki telefon numarasından da sanığa ulaşıldığı, kira sözleşmesinin ekindeki sürücü belgesindeki fotoğrafın sanığa; ancak kimlik bilgilerinin katılan ..."ya ait olduğunun tespit edildiği anlaşılmıştır.
Katılan ... mahkemede; sanığı daha önceden tanımadığını, belirtilen tarihlerde aracın içerisinde unuttuğu sürücü belgesinin sanık tarafından ele geçirildiğini, üzerine kendisine ait fotoğrafı yapıştırıp kullandığını öğrendiğini, bu olay nedeni ile pek çok kez mahkemelere gidip geldiğini, şikâyetçi olduğunu,
Aracı kiraya veren ... savcılıkta; aracı kiralayan kişinin kendisine fotoğrafı gösterilen sanık olduğunu kesin olarak teşhis ettiğini, araç geri dönmeyince katılanı aradığını, kendilerini dolandıran şahsın ehliyetini çalanın sanık olduğunu, kimlik bilgilerini kullanarak başka dolandırıcılık suçları da işlediğini anlattığını,
İfade etmişlerdir.
Sanık ... savcılıkta; katılanı tanıdığını, ona ait sürücü belgesinin kullanmadığını, katılanın sürekli olarak dolandırıcılık suçu işleyip kendisinin üzerine attığını, bir kaç kez hakkında tahkikat yapıldığı için fotoğraflarını hâlen bulunduğu cezaevinden gönderdiğini ve hakkında takipsizlik kararı verildiğini, mahkemede ise farklı olarak; katılanın kendisine ait fotoğrafı bizzat yapıştırarak verdiğini, bu durumun suç teşkil etmediğini söylediğini, şikâyetçi Murat"dan araç kiralamadığını, bu olayla bir alâkasının bulunmadığını savunmuştur.
5237 sayılı TCK’nın “Dolandırıcılık” başlıklı 157. maddesinde; “Hileli davranışlarla bir kimseyi aldatıp, onun veya başkasının zararına olarak, kendisine veya başkasına bir yarar sağlayan kişiye bir yıldan beş yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası verilir.” şeklinde dolandırıcılık suçunun temel şekli düzenlenmiş olup, 158. maddesinde ise suçun nitelikli hâlleri on bent hâlinde sayılmıştır.
Dolandırıcılık suçunun maddi unsurunun hareket kısmı, 5237 sayılı TCK’nın 157. maddesinde hileli davranışlarla bir kimseyi aldatma şeklinde ifade edilmiş olup, yürürlükten kaldırılan 765 sayılı Kanun"da yer alan desise kavramına 5237 sayılı Kanun"da yer verilmemiş ve hileye desiseyi de kapsayacak şekilde geniş bir anlam yüklenmiştir.
Mal varlığının yanında irade özgürlüğünün de korunduğu dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için;
1) Failin bir takım hileli davranışlarda bulunması,
2) Hileli davranışların mağduru aldatabilecek nitelikte olması,
3) Failin hileli davranışlar sonucunda mağdurun veya başkasının aleyhine, kendisi veya başkası lehine haksız bir yarar sağlaması,
Şartlarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.
Fail kendisi veya başkasına yarar sağlamak amacıyla bilerek ve isteyerek hileli davranışlar yapmalı, bu davranışlarla bir başkasına zarar vermeli, verilen zarar ile eylem arasında uygun nedensellik bağı bulunmalı ve zarar da, nesnel ölçüler göz önünde bulundurularak belirlenecek ekonomik bir zarar olmalıdır.
Görüldüğü gibi, dolandırıcılık suçunu diğer mal varlığına karşı işlenen suç tiplerinden farklı kılan husus, aldatma temeline dayanan bir suç olmasıdır. Birden çok hukuki konusu olan bu suç işlenirken, sadece mal varlığı zarar görmemekte, mağdurun veya suçtan zarar görenin iradesi de hileli davranışlarla yanıltılmaktadır. Madde gerekçesinde de aldatıcı nitelik taşıyan hareketlerle, kişiler arasındaki ilişkilerde var olması gereken iyi niyet ve güvenin bozulduğu, bu suretle kişinin irade serbestisinin etkilendiği ve irade özgürlüğünün ihlâl edildiği vurgulanmıştır.
5237 sayılı TCK’nın 157. maddesinde yalnızca hileli davranıştan söz edilmiş olmasına göre, her türlü hileli davranışın dolandırıcılık suçunu oluşturup oluşturmayacağının belirlenmesi gerekmektedir.
Kanun koyucu anılan maddede hilenin tanımını yapmayarak suçun maddi konusunun hareket kısmını oluşturan hileli davranışların nelerden ibaret olduğunu belirtmemiş, bilinçli olarak bu hususu öğreti ve uygulamaya bırakmıştır.
Hile, Türk Dili Kurumu sözlüğünde; “birini aldatmak, yanıltmak için yapılan düzen, dolap, oyun, desise, entrika” (Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, s.891.) şeklinde, uygulamadaki yerleşmiş kabule göre ise; “Hile nitelikli yalandır. Yalan belli oranda ağır, yoğun ve ustaca olmalı, sergileniş açısından mağdurun denetleme olanağını ortadan kaldırmalıdır. Kullanılan hile ile mağdur yanılgıya düşürülmeli ve yanıltma sonucu kandırıcı davranışlarla yalanlara inanan mağdur tarafından sanık veya başkasına haksız çıkar sağlanmalıdır... hileli davranışın aldatacak nitelikte olması gerekir. Basit bir yalan hileli hareket olarak kabul edilemez.” biçiminde tanımlanmıştır.
Öğretide de hile ile ilgili olarak; “Olaylara ilişkin yalan açıklamaların ve sarf edilen sözlerin doğruluğunu kuvvetlendirecek ve böylece muhatabın inceleme eğilimini etkileyebilecek yoğunluk ve güçte olması ve bu bakımdan gerektiğinde bir takım dış hareketler ekleyerek veya böylece var olan halden ve koşullardan yararlanarak, almayacağı bir kararı bir kimseye verdirtmek suretiyle onu aldatması, bu suretle başkasının zihin, fikir ve eylemlerinde bir hata meydana getirmesidir.” (Sulhi Dönmezer, Kişilere ve Mala Karşı Cürümler, Beta Yayınevi, İstanbul, 2004, s. 453.), “Objektif olarak hataya düşürücü ve başkasının tasavvuru üzerinde etki meydana getiren her türlü davranıştır” (Durmuş Tezcan/Mustafa Ruhan Erdem/MuratÖnok, Teorik ve Pratik Ceza Hukuku, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2006, s. 558), “Hile; oyun, aldatma, düzen demektir. Objektif olarak hataya düşürücü ve başkasının tasavvuru üzerinde etki doğurucu her davranış hiledir.” (Nur Centel/Hamide Zafer/Özlem Çakmut, Kişilere Karşı Suçlar, İstanbul 2011, Beta Yayınevi, 2. Bası, Cilt I. s. 456.) biçiminde tanımlara yer verilmiştir.
Yerleşmiş uygulamalar ve öğretideki baskın görüşlere göre ortaya konulan ilkeler göz önünde bulundurulduğunda; hile, maddi olmayan yollarla karşısındakini aldatan, hataya düşüren, düzen, dolap, oyun, entrika ve bunun gibi her türlü eylem olarak kabul edilebilir. Bu eylemler bir gösteriş biçiminde olabileceği gibi, gizli davranışlar olarak da ortaya çıkabilir. Gösterişte, fail sahip bulunmadığı imkânlara ve sıfata sahip olduğunu bildirmekte, gizli davranışta ise kendi durum veya sıfatını gizlemektedir. Ancak sadece yalan söylemek, dolandırıcılık suçunun hile unsurunun gerçekleşmesi bakımından yeterli değildir. Kanun koyucu yalanı belirli bir takım şekiller altında yapıldığı ve kamu düzenini bozacak nitelikte bulunduğu hallerde cezalandırmaktadır. Böyle olunca hukuki işlemlerde, sözleşmelerde bir kişi mücerret yalan söyleyerek diğerini aldatmış bulunuyorsa bu basit şekildeki aldatma, dolandırıcılık suçunun oluşumuna yetmeyecektir. Yapılan yalan açıklamaların dolandırıcılık suçunun hileli davranış unsurunu oluşturabilmesi için, bu açıklamaların doğruluğunu kabul ettirebilecek, böylece muhatabın inceleme eğilimini etkisiz bırakabilecek yoğunluk ve güçte olması ve gerektiğinde yalana bir takım dış hareketlerin eklenmiş bulunması gerekir.
Failin davranışlarının hileli olup olmadığının belirlenmesi noktasında öğretide şu görüşlere de yer verilmiştir: “Hangi hareketin aldatmaya elverişli olduğu somut olaya göre ve mağdurun içinde bulunduğu duruma göre belirlenmelidir. Bu konuda önceden bir kriter oluşturmak olanaklı değildir.” (Veli Özer Özbek/M.Nihat Kanbur/Koray Doğan/Pınar Bacaksız/İlker Tepe, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Ankara 2012, Seçkin Yayınevi, 4. Baskı s. 650.), “Hileli davranışın anlamı birtakım sahte, suni hareketler ile gerçeğin çarpıtılması, gizlenmesi ve saklanmasıdır” (Doğan Soyaslan, Ceza Hukuku Özel Hükümler, 6. Baskı, s. 343.), “Hilenin, mağduru hataya sürükleyecek nitelikte olması yeterlidir; ortalama bir insanı hataya sürükleyecek nitelikte olması aranmaz. Bu nedenle, davranışın hile teşkil edip etmediği muhataba ve olaya göre değerlendirilmelidir.” (Nur Centel/Hamide Zafer/Özlem Çakmut, Kişilere Karşı İşlenen Suçlar, İstanbul 2011, Beta Yayınevi, 2. Bası, Cilt I. s. 462.) Esasen, hangi davranışların hileli olup olmadığı ve bu kapsamda değerlendirilmesi gerektiği yolunda genel bir kural koymak oldukça zor olmakla birlikte, olaysal olarak değerlendirme yapılmalı, olayın özelliği, mağdurun durumu, fiille olan ilişkisi, kullanılmışsa gizlenen veya değiştirilen belgenin nitelikleri ayrı ayrı nazara alınmak suretiyle sonuca ulaşılmalıdır.
"Dolandırıcılık suçunun; ...d) Kamu kurum ve kuruluşlarının, kamu meslek kuruluşlarının, siyasi parti, vakıf veya dernek tüzel kişiliklerinin araç olarak kullanılması suretiyle,… işlenmesi halinde, iki yıldan yedi yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur.” şeklinde düzenlenmiştir.
Bu düzenleme ile toplumda yaşayan insanlar üzerinde güven etkisi oluşturan kurum, kuruluş ve tüzel kişiler aracı kullanılmak suretiyle kişilerin istismar edilmesinin önlenmesi amaçlanmış ve maddenin bu bölümüne ilişkin gerekçesinde de; "Birinci fıkranın (d) bendinde, dolandırıcılık suçunun kamu kurum ve kuruluşlarının, kamu meslek kuruluşlarının, siyasî parti, vakıf veya dernek tüzel kişiliklerinin araç olarak kullanılması suretiyle işlenmesi, bu suçun bir nitelikli unsuru olarak kabul edilmiştir. Çünkü, kamu kurum veya kuruluşları, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, siyasî parti, vakıf veya dernek tüzel kişilikleri toplumda güven beslenen müesseseler olarak kabul edilmişlerdir.” şeklinde açıklamalara yer verilmiştir.
Bu aşamada kamu kurumu ve kuruluşları, siyasi parti, vakıf ve dernek sözcükleri üzerinde durulmasında da yarar bulunmaktadır.
Kamu kurum ve kuruluşları, genel, katma ve özel bütçeli kurumlar, belediyeler ve bu kurumların kurdukları döner sermayeli kuruluşlar, kamu iktisadi teşekkül ve teşebbüsleri, özel kanunlarla kurulan diğer devlet teşekkülleridir. Kamu kurumu; belirli bir ya da birkaç kamu hizmetini ya da faaliyetini yürütmekle görevli, tüzel kişiliğe sahip idare teşkilatı birimidir. Kamu kurumu deyince akla; devlet tüzel kişiliği, il özel idareleri, belediyeler, üniversiteler, Yüksek Öğretim Kurumu, Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Kurumu ve katma bütçeli kuruluşlar gelmektedir.
Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, Anayasa"nın 135. maddesiyle tanımlanmıştır. Anılan maddeye göre, belli mesleğe mensup olanların müşterek ihtiyaçlarını karşılamak, mesleki faaliyetlerini kolaylaştırmak, mesleğin genel menfaatlere uygun olarak gelişmesini sağlamak, meslek mensuplarının birbirleriyle ve halk ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hâkim kılmak üzere meslek disiplini ve ahlakını korumak maksadı ile kanunla kurulan ve organları kendi üyeleri tarafından kanunda gösterilen hükümlere göre yargı gözetimi altında gizli oyla seçilen kamu tüzel kişileridir. Örneğin, Barolar, Noterler Birliği, Ticaret ve Sanayi Odaları, Deniz Ticaret Odaları gibi kuruluşlar, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarıdır.
Siyasi partiler, 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu"na göre faaliyetlerini sürdürmektedirler. 2820 sayılı Kanun"da siyasi partiler tanımlanmış olup, anılan kanunun 3. maddesine göre; “Siyasi partiler, Anayasa ve kanunlara uygun olarak; milletvekili ve mahalli idareler seçimleri yoluyla, tüzük ve programlarında belirlenen görüşleri doğrultusunda çalışmaları ve açık propagandaları ile milli iradenin oluşmasını sağlayarak demokratik bir Devlet ve toplum düzeni içinde ülkenin çağdaş medeniyet seviyesine ulaşması amacını güden ve ülke çapında faaliyet göstermek üzere teşkilatlanan tüzel kişiliğe sahip” kuruluşlardır. Öğretide de siyasi parti, belirli bir ilkeyle programını belirleyip seçmenin desteğini almak suretiyle, yönetime gelmeyi amaçlayan sürekli ve düzenli etkinliği olan, siyasi bir topluluğun örgütü olarak tanımlanmıştır.
Dernek; kazanç paylaşma dışında, kanunlarla yasaklanmamış belirli ve ortak bir amacı gerçekleştirmek üzere, en az yedi gerçek veya tüzel kişinin, bilgi ve çalışmalarını sürekli olarak birleştirmek suretiyle oluşturdukları tüzel kişiliğe sahip kişi topluluklarını,
Vakıf ise; gerçek veya tüzel kişilerin yeterli mal ve hakları belirli ve sürekli bir amaca özgülemeleriyle oluşan tüzel kişiliğe sahip, mal topluluğunu ifade eder.
Görüldüğü üzere, 5237 sayılı TCK"nın 158. maddesinin 1. fıkrasının (d) bendinde, dolandırıcılık suçunun kamu kurum ve kuruluşlarının, kamu meslek kuruluşlarının, siyasi parti, vakıf veya dernek tüzel kişiliklerinin araç olarak kullanılması suretiyle işlenmesi nitelikli hal olarak kabul edilirken, fıkrada sayılan tüzel kişiliklere toplumda duyulan güvenden faydalanılması ve bu güvenin bir aldatma aracı olarak kullanılması aranmıştır. Burada önemli olan, kamu kurum ve kuruluşlarının, kamu meslek kuruluşlarının, siyasi parti, vakıf veya dernek tüzel kişiliklerinin araç olarak kullanılması suretiyle insanların aldatılmasıdır.
Maddede belirtilen kamu kurum ve kuruluşları, siyasi parti, vakıf veya dernek tüzel kişiliğinin sadece isminin kullanılması bu bendin uygulanması için yeterli olmayıp, bunlara ait maddi varlığın veya bu tüzel kişiliklerle bağ kurulmasını sağlayan somut başka olguların kullanılması gerekir. Bu kurumlara ait kimlik belgesinin gösterilmesi, basılı evrak ve makbuzların sunulması, taşıtın kullanılması, mağdur üzerinde bentte sayılan tüzel kişiliklerden gelinildiğine veya buralardan aranıldığına dair bir düşünce oluşturulması ve mağdurun aldatılması gerekmektedir.
Öğretide de TCK"nın 158. maddesinin birinci fıkrasının (d) bendinde sayılan tüzel kişiliklere toplumda duyulan güven nedeniyle, bunların araç olarak kullanılması durumunda suçun işlenilmesinin kolaylaşması ve mağdurun araştırma eğiliminin ortadan kalkması karşısında dolandırıcılık suçunun nitelikli halinin oluşacağı belirtilmiştir. (Yaşar/Gökcan/Artuç, Türk Ceza Kanunu, c.4, 2010, s.4655-4656; Bakıcı, Ceza Hukuku Özel Hükümleri, c.I, 2008, s.451; Tezcan/Erdem/Önok, Teorik ve Pratik Ceza Hukuku, 2013, s.629; Özbek/Kanbur/ Doğan/Bacaksız/Tepe, Türk Ceza Hukuku, 2012, s.654; Parlar/Hatipoğlu, Türk Ceza Kanunu Yorumu, c.2, 2007, s.1249.)
Öte yandan Türkiye Cumhuriyeti Anayasası"nın 142. maddesinde; "Mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usulleri kanunla düzenlenir.", 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu"nun 3. maddesinde de "Mahkemelerin görevleri kanunla belirlenir." denilmesi suretiyle mahkemelerin görevlerinin kanunla belirleneceği hüküm altına alınmıştır.
5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri İle Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun"un 10. maddesinde sulh ceza hâkimliğinin, 12. maddesinde ağır ceza mahkemelerinin görevleri sayılmış, 11. maddesinde ise, sulh ceza hâkimliği ve ağır ceza mahkemelerinin görevleri dışında kalan dava ve işlere asliye ceza mahkemelerince bakılacağı düzenlenmiştir.
5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri İle Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun"un 6526 sayılı Kanun ile değişik 12. maddesi uyarınca; kanunların ayrıca görevli kıldığı hâller saklı kalmak üzere, Türk Ceza Kanununda yer alan yağma (m. 148), irtikâp (m. 250/1 ve 2), resmî belgede sahtecilik (m. 204/2), nitelikli dolandırıcılık (m. 158), hileli iflâs (m. 161) suçları, Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısmının Dört, Beş, Altı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar (318, 319, 324, 325 ve 332 nci maddeler hariç) ve 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu"nun kapsamına giren suçlar dolayısıyla açılan davalar ile ağırlaştırılmış müebbet hapis, müebbet hapis ve on yıldan fazla hapis cezalarını gerektiren suçlarla ilgili dava ve işlere bakmakla ağır ceza mahkemeleri görevlidir.
5271 sayılı CMK’nın 7. maddesi uyarınca yenilenmesi mümkün olmayanlar dışında, görevli olmayan hâkim veya mahkemece yapılan işlemler hükümsüz olup aynı Kanun"un 4 ve 5. maddeleri uyarınca davaya bakan mahkeme, görevli olup olmadığına kovuşturma evresinin her aşamasında resen karar verebilir, iddianamenin kabulünden sonra işin, davayı gören mahkemenin görevini aştığı veya dışında kaldığı anlaşılırsa, mahkeme bir kararla işi görevli mahkemeye gönderir.
Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanığın, daha önceden ele geçirip üzerine kendisine ait fotoğrafı yapıştırdığı sürücü belgesini ibraz ederek kiraladığı aracı gününde iade etmeyip Mersin ilinde terk ettiği ve söz konusu aracın kira bedelini de ödemediği olayda; aslı ele geçirilememiş dolayısıyla gerçek bir sürücü belgesi olup olmadığı, üzerindeki sahteciliğin aldatma kabiliyetinin bulunup bulunmadığı tespit edilememiş olsa bile Emniyet Genel Müdürlüğü Trafik Tescil Şube Müdürlüğü tarafından düzenlenen ve bu nedenle ilgili kurumun maddi varlıkları arasında kabul edilen sürücü belgesinin kaynağı itibarıyle toplumda güven duygusu oluşturması ve bu güven duygusunun dolandırıcılık suçunun işlenmesini kolaylaştırması nedenleriyle sanığın eyleminin TCK"nın 158/1-d maddesinde düzenlenen nitelikli dolandırıcılık suçunu oluşturup oluşturmayacağının tartışılıp değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu görev ise 5235 sayılı Kanun"un 12. maddesi uyarınca ağır ceza mahkemesine aittir. Bu nedenle Asliye Ceza mahkemesince 5271 sayılı CMK"nın 4 ve 5. maddeleri uyarınca görevsizlik kararı verilmesi gerekirken, yargılamaya devamla hüküm kurulması kanuna aykırı olup Özel Dairece hükmün öncelikle görev yönünden bozulmasına karar verilmesi gerekirken onanmasında isabet bulunmamaktadır.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Daire onama kararının kaldırılmasına, Yerel Mahkeme hükmünün sanığın eyleminin 5237 sayılı TCK"nın 158/1-d maddesinde düzenlenen nitelikli yağma suçunu oluşturup oluşturmayacağının takdir ve değerlendirilmesi amacıyla 5271 sayılı CMK"nın 4 ve 5. maddeleri uyarınca üst dereceli ağır ceza mahkemesine görevsizlik kararı verilmesi gerekirken, yargılamaya devamla hüküm kurulması isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle,
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay (Kapatılan) 21. Ceza Dairesinin 02.07.2015 tarihli ve 10405-2680 sayılı itiraza konu onama kararının sanığın dolandırıcılık suçu yönünden KALDIRILMASINA,
3- Mersin 7. Asliye Ceza Mahkemesinin 24.05.2013 tarihli ve 492-422 sayılı mahkûmiyet hükmünün sanığın eyleminin TCK"nın 158/1-d maddesi kapsamında kalıp kalmadığının değerlendirilmesi görevinin Ağır Ceza Mahkemesine ait olduğu gözetilmeden yargılamaya devamla hüküm kurması isabetsizliğinden BOZULMASINA,
4- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 18.12.2018 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.