Esas No: 2017/961
Karar No: 2020/347
Karar Tarihi: 04.06.2020
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/961 Esas 2020/347 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Antalya 2. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 3. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili 21.03.2011 tarihli dava dilekçesinde; müvekkilinin 2001 yılında davalı kardeşi ile birlikte iki ortaklı serbest muhasebe ve mali müşavirlik ofisi açtığını, her bir ortağın hisse oranının %50 olarak belirlendiğini, tarafların hissesinin vergi dairesine de bu şekilde bildirildiğini, kurulan bu ortaklık gereğince her iki ortağın da eşit sermaye koyarak emek sarf ettiklerini ve çalıştıklarını, müvekkilinin 2008 yılına kadar ortaklık hissesine düşen gelirin cüzi olması sebebiyle ödenmemesi konusunda ses çıkarmadığını, 2007 yılı sonrasında vergi mükellefi olarak adlandırılan müşteri sayısında artış olduğunu, dolayısıyla kârda da artış olduğunu, ancak 2010 yılı Ocak ayında taraflar arasındaki ortaklığın çeşitli ihtilaflar nedeniyle sona erdiğini, bunun en önemli nedeninin kâr payının müvekkiline ödenmemesi olduğunu, müvekkilinin on senelik emeği karşılığı elinde herhangi bir geliri ve müşteri olarak adlandırılacak sermayesinin kalmadığını, davalıdan müvekkiline düşen payın ödenmesinin talep edildiğini, ancak bu güne kadar herhangi bir ödeme yapılmadığını, 2001 yılından itibaren %50 ortağı olduğu muhasebe işletmesinden hiçbir gelir almadığını, müvekkilinin davalıdan yaklaşık 50.000TL alacağı olduğunu ileri sürerek, bu tutarın hisselerin ortaklara ödenmesi gereken tahakkuk tarihinden itibaren işleyecek ticari faizi ile, mümkün olmadığı takdirde ise yasal faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı vekili 18.04.2011 tarihli cevap dilekçesinde; tarafların ailevi nedenlerden dolayı 01.01.2001 yılında kâğıt üzerinde (sadece vergi dairesine müracaat ederek ve ayrıca yazılı bir sözleşme olmaksızın) ortak muhasebe bürosu kurduklarını, o tarihte davacının fiilen başka bir iş yerinde sigortalı olarak çalıştığını ve ortaklığın resmiyette kaldığını, fiilen büroyu çalıştıran kişinin müvekkili olduğunu, işin niteliği gereği ilk kuruluşta %50 sermaye konulacak bir durum olmadığını, zira yapılan işin bilgi ve uzmanlık gerektirecek kişisel bir iş olduğunu, davacının 1996 yılından itibaren çeşitli otellerde ücret karşılığında çalıştığını, maddi ve fiili olarak büroya hiçbir katkısı ve emeğinin bulunmadığını, buna rağmen zaman zaman ortaklık kâr payından elden ve bankadan davacıya ödemeler yapıldığını, 2005 yılında bankadan 8.000TL ödeme yapıldığını, bazı ödemeler yönünden de belge alınmadığını, davacının 10 yıllık süre zarfında iki adet ev aldığını, 2009 yılı Eylül ayında işsiz kalınca müvekkili ile birlikte çalışan diğer kardeş dava dışı ..."nu da etkileyerek müvekkilini ortaklık bürosundan uzaklaştırdığını, davacıdan diğer iki kardeşin de etkilendiğini, müvekkiline cephe aldığını, müvekkilinin 11.01.2010 tarihinde büro tutarak ortaklıktan fiilen ayrıldığını, %50 kazancı koruyacak şekilde adaletli olarak mükelleflerin paylaşıldığını, müvekkilinde 40, davacıda ise 62 mükellefin kaldığını, 2010 yılı yıllık gelir beyannamesinde görüleceği üzere ortaklığın toplamda 14.197,17TL zararının olduğunu ve asıl mağdur olanın müvekkili olduğunu savunarak, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
6. Antalya 2. Asliye Ticaret Mahkemesinin 30.05.2012 tarihli ve 2011/134 E., 2012/303 K. sayılı kararı ile; davacı ile davalının 2001 yılında %50 hisseli adi ortaklık kurdukları, ortaklığın 10 yıl devam ettiği, tarafların davadan önce adi ortaklıklarının fesih ve tasfiyesine karar verdikleri, tasfiye neticesinde mal paylaşımı hususunda sözlü olarak anlaştıkları, ancak davalının davacıya adi ortaklığın feshinden dolayı herhangi bir ödeme yapmadığı, tarafların dosyaya ibraz ettikleri belgeler, ortaklığın ticari kayıt ve belgeleri, bilirkişi raporu, duruşmada dinlenen tanık beyanları birlikte değerlendirildiğinde davacı ortağın adi ortaklıktan alacağının 42.784,77TL olduğu gerekçesiyle, davanın kısmen kabulü ile 42.784,77TL’nin dava tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline, fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Antalya 2. Asliye Ticaret Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 29.04.2014 tarihli ve 2014/2569 E., 2014/6532 K. sayılı kararı ile;
“...Davacı vekili dava dilekçesinde, müvekkilinin, kardeşi (davalı) ile 2001 yılından beri %50 hisseli mali müşavirlik ofisi işletmek üzere adi ortaklık kurduğunu, bu ortaklığın vergi dairesine bildirildiğini, taraflar arasında ortaklığın 2010 yılı Ocak ayında sona erdiğini, ortaklığa ait kâr payı ile ilgili olarak davalı tarafından müvekkiline ödeme yapılmadığını iddia ederek fazlaya dair hakları saklı kalmak kaydıyla 50 000,00TL kâr payı alacağının tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı, davacının otelde çalıştığını, adi ortaklık kurulmadığını ileri sürerek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, davanın kısmen kabulü ile 42 784,77TL alacağın faizi ile tahsili cihetine gidilmiş, hüküm, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, adi ortaklık nedeniyle kâr payı isteminden ibarettir.
Tanık beyanları, iddia ve savunma ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; kardeş olan taraflar arasında yıllardır devam eden adi ortaklık ilişkisinin bulunduğu 2010 yılının Ocak ayında taraflar arasında bu ilişkinin bozulduğu, davacının iş bu davayla adi ortaklığın feshine rağmen kâr payı ödenmediği nedeniyle fazlaya ilişkin haklarının saklı kalmak kaydıyla şimdilik 50 000,00TL" nin işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsilini talep ettiği anlaşılmıştır .
Bir ortak tarafından adi ortaklığa ilişkin olan sermaye payının istenmesi, ortaklığın faaliyetlerinden dolayı uğradığı zararın veya kâr payının talep edilmesi, aynı zamanda ortaklığın feshini ve tasfiyeyi de kapsar. Uyuşmazlık, bu bağlamda değerlendirilip, çözüme kavuşturulmalıdır.
Bu durumda, mahkemece; 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu"nun 620 ve devamı maddelerinde düzenlenen adi ortaklık hükümleri dikkate alınmalı, Türk Borçlar Kanunu"nun 642.madde ve devamı hükümlerine göre tasfiye işlemi gerçekleştirilmelidir. Zira, 6101 sayılı Türk Borçlar Kanunu"nun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 1.maddesine göre; Türk Borçlar Kanunu"nun yürürlüğe girdiği tarihten önceki fiil ve işlemlere, bunların hukuken bağlayıcı olup olmadıklarına ve sonuçlarına, bu fiil ve işlemler hangi kanun yürürlükte iken gerçekleşmişse, kural olarak o kanun hükümleri uygulanır. Ancak, Türk Borçlar Kanununun yürürlüğe girmesinden sonra bu fiil ve işlemlere ilişkin olarak gerçekleşecek temerrüt, sona erme ve tasfiye, Türk Borçlar Kanunu hükümlerine tabidir.
Adi ortaklık sözleşmesi, iki yada daha fazla kişinin emeklerini ve mallarını ortak bir amaca erişmek üzere birleştirmeyi üstlendikleri sözleşmedir. (TBK. 620/1 md.)
Adi ortaklık ilişkisi, TBK"nun 639.maddesinde sayılan sona erme sebeplerinden birinin gerçekleşmesi ile sona erer. Bu şekilde ortaklığın sona ermesinin başlıca iki sonucu ortaya çıkar. Bunlardan ilki, yöneticilerin görevlerinin sona ermesi, diğeri de ortaklığın tasfiyesidir.
Tasfiye, ortaklığın bütün malvarlığının belirlenip, ortakların birbirleri ile alacak verecek ve ortaklıktan doğan tüm ilişkilerinin kesilmesi yoluyla ortaklığın sonlandırılması, malların paylaşılması ya da satış yoluyla elden çıkarılmasıdır. Diğer bir anlatımla tasfiye memuru tarafından yapılacak bir arıtma işlemi olup; hesap ve işlemlerin incelenip, bir bilanço düzenlenerek, ortaklığın aktif ve pasifi arasındaki farkı ortaya koymaktır.
Tasfiye usulünü düzenleyen Türk Borçlar Kanunu"nun 644.maddesine göre; "Ortaklığın sona ermesi hâlinde tasfiye, yönetici olmayan ortaklar da dâhil olmak üzere, bütün ortakların elbirliğiyle yapılır. Ancak, ortaklık sözleşmesinde, ortaklardan biri tarafından kendi adına ve ortaklık hesabına belirli bazı işlemlerin yapılması öngörülmüşse, bu ortak, ortaklığın sona ermesinden sonra da o işlemleri tek başına yapmak ve diğerlerine hesap vermekle yükümlüdür.
Ortaklar, tasfiye işlerini yürütmek üzere tasfiye görevlisi atayabilirler. Bu konuda anlaşamamaları hâlinde, ortaklardan her biri, tasfiye görevlisinin hâkim tarafından atanması isteminde bulunabilir. Tasfiye görevlisine ödenecek ücret, sözleşmede buna ilişkin bir hüküm veya ortaklarca oybirliğiyle verilmiş bir karar yoksa tasfiyenin gerektirdiği emek ile ortaklık malvarlığının geliri gözönünde tutularak hâkim tarafından belirlenir ve ortaklık malvarlığından, buna imkân bulunamazsa, ortaklardan müteselsilen karşılanır.
Tasfiye usulüne veya tasfiye sonucunda her bir ortağa dağıtılacak paya ilişkin olarak doğabilecek uyuşmazlıklar, ilgililerin istemi üzerine hâkim tarafından çözüme bağlanır.".
Aynı yasanın kazanç ve zararın paylaşımı başlıklı 643. maddesinde ise "Ortaklığın borçları ödendikten ve ortaklardan her birinin ortaklığa verdiği avanslar ile ortaklık için yaptığı giderler ve koymuş olduğu katılım payı geri verildikten sonra bir şey artarsa, bu kazanç, ortaklar arasında paylaşılır.
Ortaklığın, borçlar, giderler ve avanslar ödendikten sonra kalan varlığı, ortakların koydukları katılım paylarının geri verilmesine yetmezse, zarar ortaklar arasında paylaşılır." hükmü yer almaktadır. Katılım payı olarak bir şeyin mülkiyetini koyan ortak, ortaklığın sona ermesi üzerine yapılacak tasfiye sonucunda, o şeyi olduğu gibi geri alamaz; ancak koyduğu katılım payına ne değer biçilmişse, o değeri isteyebilir. Bu değer belirlenmemişse, geri alma, o şeyin katılım payı olarak konduğu zamandaki değeri üzerinden yapılır.( TBK" nun 642. md.)
Keza, aynı yasanın kazanç ve zarara katılma başlıklı 623. maddesine göre de; "Sözleşmede aksi kararlaştırılmamışsa, her ortağın kazanç ve zarardaki payı, katılım payının değerine ve niteliğine bakılmaksızın eşittir.
Sözleşmede ortakların kazanç veya zarara katılım paylarından biri belirlenmişse bu belirleme, diğerindeki payı da ifade eder.
Bir ortağın zarara katılmaksızın yalnız kazanca katılacağına ilişkin anlaşma, ancak katılma payı olarak yalnızca emeğini koymuş olan ortak için geçerlidir." hükmünü ihtiva etmektedir.
Mahkemece yapılacak iş; yukarıdaki yasa hükümlerine göre, öncelikle, ortaklık sözleşmesinde bu hususta hüküm bulunup bulunmadığına bakmak, hüküm bulunduğu takdirde tasfiyenin sözleşmedeki hükümlere göre yapılmasını sağlamak; böyle bir hükmün bulunmaması halinde ise ortakların anlaşarak tasfiye memuru belirlemelerini istemek; bu konuda anlaşamamaları halinde ise hakim tarafından tasfiye işlemini gerçekleştirecek (ortaklığın faaliyet alanına göre konusunda uzman bir veya üç kişiyi) tasfiye memuru olarak resen atamak olmalıdır.
Bundan sonra ise, tasfiye işlemleri; hakim tarafından öngörülecek üçer aylık (uyuşmazlığın mahiyetine göre süreler uzatılıp kısaltılabilir) dönemlerde tasfiye memuru tarafından 3 aşamada gerçekleştirilmelidir.
Birinci aşamada; ortaklığın sona erdiği tarih itibariyle ortaklığın tüm malvarlığı (aktif ve pasifi ile birlikte) belirlenmeli, yönetici ve idareci ortaktan ortaklık hesabını gösterir hesap istenmeli, verilen hesapta uyuşmazlık çıktığı takdirde, taraflardan delilleri sorularak toplanmalı, tasfiye memurunun belirlediği malvarlığı bilançosu taraflara tebliğ edilmeli, bu husustaki itirazları da karşılanıp, toplanacak delillere göre değerlendirilmelidir.
İkinci aşamada; ortaklığın malvarlığına ilişkin satış ve nakte çevirme işlemi (TMK"nun 634. vd. maddelerinde düzenlenen resmi tasfiye işlemi kıyasen uygulanmak suretiyle) gerçekleştirilmeli, şayet bu mallar mevcut değilse, değerleri bilirkişi marifetiyle saptanmalıdır.
Üçüncü ve son aşamada ise; yukarıdaki işlemler sonucu oluşan değerden, öncelikle ortaklığın borçları ödenmeli ve ortaklardan herbirinin, ortaklığa verdiği avanslar ile ortaklık için yaptığı giderler ve katılım payı geri verilmeli, bundan sonra bir şey artarsa, bu kazanç veya (ortaklığın, borçlar, giderler ve avanslar ödendikten sonra kalan varlığı, ortakların koydukları katılım paylarının geri verilmesine yetmezse) zarar da belirlenerek ortaklara paylaştırılmak üzere son bilanço düzenlenmelidir.
Bu aşamalardan sonra ise; tasfiye memurunun yaptığı tasfiye işleminin sonuç bilançosuna göre hakim, (HMK"nun 297.maddesi uyarınca) tarafların hak ve yükümlülüklerini saptayıp, tasfiye işlemini sonlandırmalı ve bu doğrultuda hüküm oluşturmalıdır.
Hal böyle olunca, mahkemece, yukarıda açıklanan maddi ve hukuki olgular gözetilerek, dosyanın önceki bilirkişi dışında oluşturulacak üç kişilik uzman bilirkişi kuruluna verilmesi, bilirkişi heyetinden davalının davacı taraftan isteyebileceği kâr payı bedelinin hesaplanması konusunda taraf delilleri de tek tek değerlendirilerek denetime elverişli rapor alınması, davalının borçlu olduğu miktarın bu şekilde belirlenmesi, daha sonra toplanan ve toplanacak tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir,…” gerekçesi ile karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. Antalya 2. Asliye Ticaret Mahkemesinin 26.11.2014 tarihli ve 2014/287 E., 2014/588 K. sayılı kararı ile; önceki karardaki gerekçeler tekrar edilerek ve “…tarafların 2001 yılında adi ortaklığı kurdukları, %50 oranında pay sahibi oldukları, kurulan adi ortaklığın aile içi adi ortaklık olduğu, ortaklığın sermayesinin babaları tarafından konulduğu, ortak olmayan diğer iki kardeşin de ortaklık olarak kurulan muhasebe bürosunda çalıştığı, tarafların da ara ara ortaklığa katkıda bulundukları ve giderlerini ortaklıktan karşıladıkları, taraflar arasında yazılı bir adi ortaklık sözleşmesinin bulunmadığı, davadan önce tarafların sulhen adi ortaklığı feshettikleri ve tasfiyesine ilişkin koşulları belirledikleri, mali müşavirlik bürosunun hizmet verdiği mükellefleri paylaştıkları, tasfiye neticesinde davalı tarafından davacıya ödeme yapılacağı hususunda tarafların görüş birliğine vardığı, davalının davacıya ödemeyi üstlendiği kâr payını ödemekten vazgeçtiği hususunun tanık beyanları ile sabit olduğu, ortaklığın ticari kayıtları üzerinde yapılan bilirkişi incelemesi neticesinde de davacıya düşecek kâr payı hesaplanmış olmakla, yargılamadan sonra da tarafların adi ortaklığı sonlandırması nedeniyle üzerlerine düşen vergi ve SGK borçlarını %50 oranında ödedikleri ve yapılandırdıkları anlaşılmakla tarafların ortaklığı rızaları ile sonlandırdıkları, tasfiye konusunda uzlaşı sağladıkları ve davalının davacıya ödemesi gerekli olan kâr payı ödemeyi taahhüt ettiği anlaşılmakla bu aşama da yeniden bozma ilamı doğrultusunda başa dönerek tasfiye işlemlerine girmek tarafların iradelerine de aykırı olup yargılamayı sürüncemede bırakacağı…” gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
11. Eldeki dava taraflar arasında 2001 yılında kurulan adi ortaklığın 2010 yılında feshedilmesi sebebiyle davacıya düşen kâr payının tahsili istemine ilişkin olup, kâr payının tespiti için 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu"nun (TBK) 642. maddesi ve devamı hükümlerinde belirtilen tasfiye prosedürünün gerçekleştirilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
12. Uyuşmazlığın çözümünde öncelikle adi ortaklık, adi ortaklık sözleşmesinin niteliği, ile bu ortaklıkların tasfiyesi üzerinde kısaca durulması faydalı olacaktır.
13. Adi ortaklık doktrinde, “Adi ortaklık, emeklerini veya araçlarını herhangi bir müşterek amaç doğrultusunda birleştirerek, bu amaca ulaşma konusunda birlikte çaba göstermeyi sözleşmeyle birbirlerine karşı yükümlenen kişilerce oluşturulan, tüzel kişiliği bulunmayan bir kişi topluluğudur.” şeklinde tanımlanmıştır (Barlas, N.: Adi Ortaklık Temeline Dayalı Sözleşme İlişkileri, İstanbul 2016, s.18).
14. Bu nedenledir ki adi ortaklığa ilişkin düzenlemelere, Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) özel borç ilişkileri bölümünde yer verilmiştir.
15. BK’nın 520. maddesinde “Şirket, bir akittir ki, onunla iki veya daha ziyade kimseler, saylerini ve mallarını müşterek bir gayeye erişmek için birleştirmeyi iltizam ederler.” ve TBK’nın 620. maddesinde ise, “Adi ortaklık sözleşmesi, iki ya da daha fazla kişinin emeklerini ve mallarını ortak bir amaca erişmek üzere birleştirmeyi üstlendikleri sözleşmedir.” düzenlemesi ile tanım bulan adi ortaklıkların madde metinlerinden de anlaşılacağı üzere beş ana unsuru vardır: Sözleşme, şahıslar, ortakların katılma payları, ortak amaç ve bu ortak amacın gerçekleştirilmesi.
16. Adi ortaklık sözleşmesi az yukarıda belirtildiği gibi, iki ya da daha fazla kişinin emeklerini ve mallarını ortak bir amaca erişmek üzere birleştirmeyi üstlendikleri bir sözleşme olup, adi ortaklık ilişkisi mutlaka sözleşme temeline dayanır. Adi ortaklık sözleşmesi yazılı yapılabileceği gibi sözlü de yapılabilir.
17. Adi ortaklık sözleşmesi, karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerden değildir. Zira karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde taraflardan her biri, karşı taraftan kazandığı hak karşılığında, bir edim borçlanır. Oysa adi ortaklık sözleşmesinde, karşılıklı sözleşmelerde olduğu gibi karşılıklı ve uygun irade beyanları ile borç altına girilmesi söz konusu olmakla beraber; her ortağın borçlanma amacı diğer ortaklardan alacak hakkı kazanmak değil, ortak amacı gerçekleştirmek için edimleri birleştirmektir. Her ortak, taahhüdüyle birlikte, hem alacaklı hem de borçlu konuma gelir. Böylece edimler arasında karşılıklılık ilişkisi söz konusu olmaz (Şener, O.H.: Adi Ortaklık, Ankara 2008, s. 14-15; Barlas, s. 67 vd.). Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 11.12.1963 tarihli ve 4/26 E., 96 K. sayılı kararında da benimsendiği üzere, adi ortaklıklar karşılıklı borçları kapsayan bir sözleşme olmayıp, herkesin belli bir amaca ulaşmak için birtakım borçlar altına girdiği ve fakat bu borçların birbirinin karşılığı olarak değerlendirilemeyeceği sözleşmelerdir. Bundan dolayı ortaklıkta bir tarafın sermaye koyma borcunu yerine getirmekten kaçınması diğer tarafa yalnızca ortaklığın feshini isteme yetkisi verir.
18. Hiçbir ortaklık sonsuza dek bir birleşme değildir. Nitekim adi ortaklıklar da ortak amacın kalmaması, ortaklardan birinin ölümü, kısıtlanması, iflası veya sözleşmede belirlenen sürenin dolması suretiyle kendiliğinden sona erebileceği gibi ortakların bu yöndeki iradeleri yahut haklı nedenlere dayanan ortağın ortaklığın sona erdiğine karar verilmesi isteminin yerinde görülmesi suretiyle mahkeme kararı ile de sonlanabilir (BK m.535).
19. Adi ortaklık, sona ermesiyle birlikte tasfiye aşamasına girer. Tasfiye, ortaklar arasındaki ortaklık ilişkisinin tamamen sona erdirilmesine yönelik bir usuldür ve yönetici olmayan ortaklar da dâhil olmak üzere, bütün ortakların katılımı ile yapılır. BK’nın 538. ve devamı (TBK m. 642 ve devamı) maddelerinde düzenlenen tasfiye; bütün hesapların görülüp, ortaklığın aktif ve pasif bütün mal varlığının belirlenip, ortakların birbirleri ile alacak verecek ve ortaklıktan doğan tüm ilişkilerinin kesilmesi yoluyla ortaklığın sona erdirilmesi, malların paylaşılması ya da satış yoluyla elden çıkarılmasıdır.
20. TBK’nın Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkındaki 6101 sayılı Kanun’un 1. maddesinde; TBK’nın yürürlüğe girmesinden sonra gerçekleşecek tasfiyenin, TBK hükümlerine tabi olacağı düzenlenmiştir.
21. Bu durumda, tasfiye işlemleri gerçekleştirilirken; 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı TBK’nın 620. ve devamı maddelerinde düzenlenen adi ortaklık hükümleri dikkate alınmalı, tasfiye işlemi TBK’nın 642. madde ve devamı hükümlerine göre gerçekleştirilmelidir.
22. BK ve TBK’nın adi ortaklığın tasfiyesine ilişkin düzenlemeleri arasında tasfiye memuru ile ilgili hükümler dışında önemli bir farklılık bulunmamaktadır. TBK’nın 642 ve devamı maddeleri hükümlerine göre adi ortaklığın tasfiyesindeki aşamalar şu şekilde gerçekleştirilecektir:
23. Birinci aşamada; (taraflarca veya anlaşamamaları hâlinde mahkemece atanacak) tasfiye memuru tarafından ortaklığın sona erdiği tarih itibariyle ortaklığın aktif ve pasifi ile birlikte tüm mal varlığı belirlenerek hazırlanan mal varlığı bilançosu taraflara tebliğ edilmeli, bu husustaki itirazlar toplanacak delillere göre değerlendirilmeli;
24. İkinci aşamada; tasfiye memuru tarafından ortaklığın malvarlığına ilişkin satış ve nakde çevirme işlemi gerçekleştirilmeli;
25. Üçüncü ve son aşamada ise; yukarıdaki işlemler sonucu oluşan değerden, tasfiye memurları tarafından öncelikle ortaklığın borçları ödenmeli ve ortaklardan her birinin, ortaklığa verdiği avanslar ile ortaklık için yaptığı giderler ve katılım payı geri verilmeli, bundan sonra bir şey artarsa, bu kazanç veya zarar da belirlenerek ortaklara paylaştırılmak üzere son bilanço düzenlenmelidir.
26. Bu aşamalardan sonra ise; tasfiye memurunun yaptığı tasfiye işleminin sonuç bilançosuna göre hâkim, tarafların hak ve yükümlülüklerini belirleyip, tasfiye işlemini sonlandırmalı ve bu doğrultuda hüküm oluşturmalıdır.
27. Her ne kadar BK’nın adi ortaklığın tasfiyesi ile ilgili hükümlerinde tasfiyenin tarafların rıza ve anlaşmaları ile yapılması esas tutulmuş ve tasfiyenin mahkeme eliyle gerçekleştirilmesi gerektiği yönünde bir kural öngörülmemiş ise de; esasen aralarında bir defa uyuşmazlık çıktıktan sonra alacak-borç kalemlerinin belirlenmesinde yeniden mutabakata varmaları uzak ihtimal olan ortakların da tasfiyenin uzlaşamadıkları her safhası için ayrı ayrı davalar açıp mahkeme kararı eliyle üzerlerine düşen yükümlülüklerin ifasını sağlamaya çalışmak yerine, birçok davaya yer kalmadan tek bir dava ile ortaklık mallarının satışını ve taraflar arasındaki hesap durumunu tespit etmek üzere karar verilmesini sağlamak, Kanun’un ruhuna daha uygun olacaktır (Şener, s. 568).
28. Nitekim aynı hususlara Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 04.07.2018 tarihli ve 2018/3-16 E., 2018/1315 K. sayılı kararında da yer verilmiştir.
29. Tüm bu açıklamalar ışığında somut olaya gelindiğinde;
Taraflar arasında adi ortaklığa ilişkin yazılı bir sözleşme bulunmamakta ise de, 01.01.2001 tarihinde %50 hisseli muhasebe bürosu işletmek üzere ortaklığın kurulduğu ve bu ortaklığın 2010 yılı Ocak ayında sona erdiği uyuşmazlık konusu değildir. Ancak ne var ki, adi ortaklığın fiilen son bulması tasfiyenin yapıldığını kanıtlamaz. Ortaklığın tasfiye edildiği yasal delillerle kanıtlanamaması hâlinde ise tasfiyenin mahkemece yapılması gerekir.
30. Eldeki davada, adi ortaklığın tasfiyesi için taraflarca veya anlaşamamaları hâlinde mahkemece atanacak tasfiye memuru tarafından ortaklığın sona erdiği tarih itibariyle ortaklığın aktif ve pasifi ile birlikte tüm mal varlığı belirlenerek hazırlanan mal varlığı bilançosu taraflara tebliğ edilmeli, bu husustaki itirazlar toplanacak delillere göre değerlendirilmeli; daha sonra tasfiye memuru tarafından ortaklığın malvarlığına ilişkin satış ile nakde çevirme işlemi gerçekleştirilmeli ve en son olarak da işlemler sonucu oluşan değerden, tasfiye memurları tarafından öncelikle ortaklığın borçları ödenmeli ve ortaklardan her birinin, ortaklığa verdiği avanslar ile ortaklık için yaptığı giderler ve katılım payı geri verilmeli, bundan sonra bir şey artarsa, bu kazanç veya zarar da belirlenerek ortaklara paylaştırılmak üzere son bilanço düzenlendikten sonra hâkim tarafından tasfiye işlemini sonlandırılmalı ve bu doğrultuda hüküm oluşturulmalıdır.
31. Buradan hareketle, davalı yan tarafından bilirkişi raporuna itiraz dilekçelerinde bir kısım ödeme iddiaları dile getirilmiş olup, mahkemece bu deliller usulünce incelenmeden hüküm kurulmuştur.
32. Mahkemece davalı yanca bildirilen tüm ödeme iddiaları da değerlendirilip, tarafların kabulünde olan ortaklığın sona erdiği 2010 yılı Ocak ayı esas alınarak ve yukarıda açıklanan 6098 sayılı TBK’nın 642. ve devamı maddeleri hükümlerine göre adi ortaklığın tasfiyesindeki üç aşama izlenmek suretiyle ve bu aşamalardan sonra tasfiye memurunun yaptığı tasfiye işleminin sonuç bilançosuna göre tarafların hak ve yükümlülükleri belirlenip, tasfiye işlemi sonlandırılarak bu doğrultuda hüküm oluşturulmalıdır.
33. Diğer taraftan, Özel Daire bozma kararının 19. bendinde yer alan “…Mahkemece yapılacak iş; yukarıdaki yasa hükümlerine göre, öncelikle, ortaklık sözleşmesinde bu hususta hüküm bulunup bulunmadığına bakmak, hüküm bulunduğu takdirde tasfiyenin sözleşmedeki hükümlere göre yapılmasını sağlamak; böyle bir hükmün bulunmaması halinde ise ortakların anlaşarak tasfiye memuru belirlemelerini istemek; bu konuda anlaşamamaları halinde ise hâkim tarafından tasfiye işlemini gerçekleştirecek (ortaklığın faaliyet alanına göre konusunda uzman bir veya üç kişiyi) tasfiye memuru olarak resen atamak olmalıdır…” ifadesinin maddi hataya dayalı olarak bozma kararında yazıldığı anlaşılmakla, bu ifadenin bozma kararından çıkartılarak yerine “…Mahkemece yapılacak iş; yukarıdaki yasa hükümlerine göre, taraflar arasında yazılı bir ortaklık sözleşmesi bulunmadığından ortakların anlaşarak tasfiye memuru belirlemelerini istemek; bu konuda anlaşamamaları halinde ise hâkim tarafından tasfiye işlemini gerçekleştirecek (ortaklığın faaliyet alanına göre konusunda uzman bir veya üç kişiyi) tasfiye memuru olarak resen atamak olmalıdır…” ibaresinin eklenmesi suretiyle düzeltilmesi gerekmiştir.
34. O hâlde direnme kararı açıklanan bu değişik gerekçe ve nedenle bozulmalıdır.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Özel Daire bozma kararının 19. bendinde yer alan “…Mahkemece yapılacak iş; yukarıdaki yasa hükümlerine göre, öncelikle, ortaklık sözleşmesinde bu hususta hüküm bulunup bulunmadığına bakmak, hüküm bulunduğu takdirde tasfiyenin sözleşmedeki hükümlere göre yapılmasını sağlamak; böyle bir hükmün bulunmaması halinde ise ortakların anlaşarak tasfiye memuru belirlemelerini istemek; bu konuda anlaşamamaları halinde ise hâkim tarafından tasfiye işlemini gerçekleştirecek (ortaklığın faaliyet alanına göre konusunda uzman bir veya üç kişiyi) tasfiye memuru olarak resen atamak olmalıdır…” ifadesinin maddi hataya dayalı olarak bozma kararında yazıldığı anlaşılmakla, bu ifadenin bozma kararından çıkartılarak yerine “…Mahkemece yapılacak iş; yukarıdaki yasa hükümlerine göre, taraflar arasında yazılı bir ortaklık sözleşmesi bulunmadığından ortakların anlaşarak tasfiye memuru belirlemelerini istemek; bu konuda anlaşamamaları halinde ise hâkim tarafından tasfiye işlemini gerçekleştirecek (ortaklığın faaliyet alanına göre konusunda uzman bir veya üç kişiyi) tasfiye memuru olarak resen atamak olmalıdır…” ibaresinin eklenmesi suretiyle Özel Daire bozma kararındaki maddi hatanın DÜZELTİLMESİNE,
Direnme kararının bu değişik gerekçe ve nedenlerle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun (HUMK) 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 04.06.2020 tarihinde oy birliği ile karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.