Hukuk Genel Kurulu 2015/3364 E. , 2018/810 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
Taraflar arasındaki “tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Sakarya İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 05.12.2013 gün ve 2013/29 E. 2013/942 K. sayılı kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmekle, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 12.02.2015 gün ve 2014/3295 E. 2015/2315 K. sayılı kararı ile;
“…Dava, davacının SSK ile çakışan 8.5.2009-10.3.2010, 10.4.2010-28.2.2011 ve 1.7.2012-10.7.2012 tarihleri arasındaki dönemde Bağ-Kur sigortalısı olmadığının tespiti istemine ilişkindir.
Mahkemece, davanın kabulü ile, hükümde yazılı şekilde karar verilmiştir.
Dosyadaki kayıt ve belgelerden, davacının 1.5.2009-28.2.2011, 1.7.2012-10.7.2012, 22.10.2012-10.12.2012 tarihleri arasında 1479 sayılı Yasa kapsamında sigortalılığının, 23.6.2005-10.12.2012 tarihleri arasında taşıma işi nedeni ile vergi kaydının bulunduğu, 3.12.2008-30.12.2008, 01/01/2009 -30/04/2009, 08/05/2009 – 10/03/2010, 10/04/2010 – 26/11/2010, 27/11/2010-30/05/2012, 01/06/2012-30/06/2012, 11/07/2012- 21/10/2012 tarihleri arasında SSK kapsamında sigortalılığının bulunduğu anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlık, 506 ve 1479 sayılı Yasa kapsamındaki sigortalılık statülerinin çakıştığı 8.5.2009 tarihinden sonra hangi sigortalılık statüsüne üstünlük tanınacağı noktasında toplanmaktadır.
"Çakışan sigortalılık sorununu" gerek 506 Sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu ve gerekse 1479 Sayılı Bağ-kur Kanunu birbirlerine paralel düzenlemeler ile bir sigortalının aynı anda birden fazla sosyal güvenlik kurumuna tabi olmasını yasaklayıp sigortalının önceden başlayıp devam ede gelen sigortalılığına geçerlik tanıyarak çözüme ulaştırmaya çalışmışlardır. Yasa sistemimize göre bir kimsenin Sosyal Sigortalar Kurumu kapsamına girebilmesi için hizmet akdine tabi bir işte çalışması yanında başka bir sosyal güvenlik kurumu kapsamında bulunmaması gerekir. Anılan yasanın 3. maddesinin I. ( F ) bendinde "Kanunla kurulu emekli sandıklarına aidat ödemekte olanların" ( K ) bendinde ise. "Herhangi bir işverene hizmet akdiyle bağlı olmaksızın kendi nam ve hesabına çalışanların" sigortalı sayılmayacağı" belirtilmiştir. Aynı şekilde 1479 Sayılı Bağ-Kur Kanunu"nun 24. maddesinin I. ve II. Fıkralarında da bir kimsenin Bağ-Kur kapsamına girebilmesi için kendi adına bağımsız çalışıp kazanç sağlaması yanında. başkaca sosyal güvenlik kurumu kapsamında bulunmaması koşulu getirilmiştir. Bütün bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, sosyal güvenlik sistemimizde çifte sigortalılık mümkün olmayıp, önceden başlayıp devam edegelen sigortalılığa geçerlik tanınmaktadır (03.10.2001 gün ve E: 2001/21-627, K: 2001/659 Sayılı Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararı).
5510 sayılı yasanın 6111 sayılı yasanın 33. maddesi ile değişik 53. maddesinde “Sigortalının, 4. maddenin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentlerinde yer alan sigortalılık statüleri ile (c) bendinde yer alan sigortalılık statüsüne aynı anda tabi olacak Kanun kapsamına girmesi halinde öncelikle aynı maddenin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında, (a) ve (b) bentlerinde yer alan sigortalılık statülerine tabi olacak şekilde Kanun kapsamına girmesi halinde ise aynı maddenin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında sigortalı sayılır.” hükmü yer almaktadır. 5510 sayılı yasanın 53. maddesinde 6111 sayılı yasanın 33. maddesi ile yapılan bu değişiklik 01/03/2011 tarihinde yürürlüğe girmiş olup bu tarihten önceki süreler için uygulanamayacaktır.
5510 sayılı yasanın 53. maddesinin 6111 sayılı yasa ile değiştirilmeden önceki halinde ise; “Sigortalının, 4. maddenin birinci fıkrasının (a), (b) ve (c) bentlerinde yer alan sigortalılık hallerinden birden fazlasına aynı anda tabi olmasını gerektirecek şekilde çalışması halinde; öncelikle aynı maddenin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında, (c) bendi kapsamında çalışması yoksa ilk önce başlayan sigortalılık ilişkisi esas alınarak sigortalı sayılır.” hükmü bulunmaktadır.
Somut olayda, davacının 23.6.2005-10.12.2012 tarihleri arasında vergi kaydının bulunduğu ve 1.10.2008 tarihinden sonra davacının SSK"lı çalışmalarının bittiği tarih itirabi ile vergi kaydına istinaden 1.5.2009 tarihi itibari ile esnaf Bağ-Kur sigorta tescilinin yapıldığı ve 28.2.2011 tarihi itibari ile 5510 sayılı Yasa"nın 53. maddesi uyarınca çıkışının verildiği ve 30.6.2012 tarihihindeki SSK çıkışından sonra 1.7.2012 tarihinde esnaf Bağ-Kur sigortalılığının yeniden başlatıldığı ve vergi kaydına göre devam ettiği anlaşılmaktadır. Buna göre davacının önce başlayan sigortalılığı 1479 sayılı Kanuna tabi sigortalılıktır. Bundan sonra 506 sayılı Kanuna tabi çalışmasının 1479 sayılı Kanuna tabi sigortalılığı sona erdirmeyeceği ortadadır.
Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular gözönünde tutulmaksızın davacının reddi yerine yazılı şekilde kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma sebebidir.
O halde, davalı Kurumun bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır…”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, davacının 08.05.2009 - 10.03.2010, 10.04.2010 - 28.02.2011 ve 01.07.2012 - 10.07.2012 tarihleri arasında zorunlu Bağ-Kur sigortalısı olmadığının tespiti istemine ilişkindir.
Davacı vekili müvekkilinin yolcu taşıma işinden dolayı 01.05.2009 ile 10.12.2012 tarihleri arasında vergi kaydının bulunduğunu, ancak vergi mükellefi olduğu dönemde gelirinin çok düşük olması nedeniyle 5510 sayılı Kanunun 4/a maddesi kapsamında sigortalı olarak çalıştığını, buna rağmen Kurum tarafından 5510 sayılı Kanunun 4/b maddesi kapsamında Bağ-Kur sigortalısı olarak tescil edildiğini, oysaki davacının etkin ve baskın çalışmasının 5510 sayılı Kanunun 4/a maddesi kapsamında olduğunu, bu nedenle çakışan sigortalılık durumunda Bağ-Kur sigortalılığının iptali ile 4/a sigortalılığının geçerli sayılması gerektiğini ileri sürerek davacının 08.05.2009 - 10.03.2010, 10.04.2010 - 28.02.2011 ve 01.07.2012 - 10.07.2012 tarihleri arasında zorunlu Bağ-Kur sigortalısı olmadığının tespitine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı SGK vekili Kurum tarafından yapılan işlemlerin mevzuata uygun olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece davacının vergiye tabi yıllık gelirinin aylık asgari ücretin altında olduğu, Bağ-Kur prim borçlarını ödeyemediği, tanık anlatımlarına göre de davacının işçi olarak inşaatlarda çalıştığı ve başka bir işle ilgilenmediği, geçimini de işçi olarak çalışması sonucu elde ettiği kazançla sağladığı, davacının etkin ve baskın olarak 5510 sayılı Kanuna tabi 4/a sigortalısı olarak çalıştığı, 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanunun sigortalılık hâllerini düzenleyen 53’üncü maddesinin 6111 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik öncesindeki ilk hâli ve 6111 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik sonrasındaki durumu karşısında, davacının SSK’lı olarak çalışma süresinin baskın olduğu gerekçesiyle davanın kabulü ile 08.05.2009 - 10.03.2010, 10.04.2010 - 28.02.2011, 01.07.2012 - 10.07.2012 tarihleri arasında zorunlu Bağ-Kur sigortalısı olmadığının tespitine karar verilmiştir.
Davalı SGK vekilinin temyizi üzerine karar Özel Dairece başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Mahkemece davacının 01.03.1986-31.05.1986 tarihleri arasında 506 sayılı Kanun kapsamında sigortalı çalışması bulunduğu, ayrıca 1991/2. dönemde 30 gün sigortalı olarak çalıştığı, dolayısıyla 5510 sayılı Kanunun 4/1-a maddesi kapsamında çalışmalarının 5510 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği 01.10.2008 tarihinden önce 01.03.1986 tarihinde başladığı, davacının 5510 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği 01.10.2008 tarihinden sonra ise 03.12.2008 tarihi itibariyle aralıklarla yaklaşık 4 yıl süre ile 5510 sayılı Kanunun 4/1-a maddesi kapsamında sigorta kaydının bulunduğu, dolayısıyla son dönemin tamamına yakınında 5510 sayılı Kanunun 4/1-a maddesi statüsünde sigortalı olduğu, öte yandan davacının 01.03.1986 – 31.05.1986 tarihleri arasında 5510 sayılı Kanunun 4/1-a maddesi statüsünde sigortalı çalışması gözetildiğinde, davacının 5510 sayılı Kanunun 53’üncü maddesinin 6111 sayılı Kanunun 33’üncü maddesiyle değişiklikten önceki hükmünden yararlanacağı, 5510 sayılı Kanunun 53’üncü maddesinde 6111 sayılı Kanunun 33’üncü maddesi ile yapılan değişiklikten sonra 01.07.2012 – 10.07.2012 tarihleri arasında geçen dönem yönünden ise 53’üncü maddenin değişiklik sonrası son hâli itibariyle davacının 5510 sayılı Kanunun 4/1-a bendi kapsamında sigortalı sayılacağının açık olduğu gerekçesiyle önceki hükümde direnilmiştir.
Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekili, davacının aktif vergi kaydının bulunduğu, zorunlu 5510 sayılı Kanunun 4/1-a sigortalısı olmadığı, çakışmanın da bulunmadığı dönemde zorunlu 5510 sayılı Kanunun 4/1-b sigortalısı olmadığının kabul edilmesinin hukuken mümkün bulunmadığı, çakışma durumunda izlenecek yolun yasal düzenlemeler ile belirlendiği, ayrıca 5510 sayılı Kanunun 53’üncü maddesinde yapılan değişikliğin 01.03.2011 tarihi olması nedeniylede verilen direnme kararının hatalı olduğu gerekçesiyle direnme kararını temyize getirmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olaya göre 5510 sayılı Kanunun 4/1-a maddesi kapsamında geçen sigortalılık süreleri ile 5510 sayılı Kanunun 4/1-b maddesi kapsamındaki zorunlu sigortalılık süreleri arasında çakışma olması hâlinde hangi sigortalılık statüsüne öncelik verileceği, davacının önce başlayan sigortalılığın 1479 sayılı Kanun kapsamında mı yoksa 506 sayılı Kanun kapsamında mı olduğu, burada varılacak sonuca göre 08.05.2009 tarihinden sonra 5510 sayılı Kanunun 4/1-b maddesi kapsamında geçen sigortalılık sürelerinin iptalinin mümkün olup olmadığı noktalarında toplanmaktadır.
Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında işin esasının incelenmesinden önce iki husus ön sorun olarak tartışılmıştır.
İlk ön sorun olarak mahkemece Özel Daire bozma kararı öncesi verilenilk kararda davacının “…01/07/2012-10/07/2012 tarihleri arasında zorunlu Bağ-Kur sigortalısı olmadığının tespitine…” şeklinde hüküm kurulduğu, direnme kararında ise davacının “…01/01/2012-10/07/2012 tarihleri arasında zorunlu Bağ-Kur sigortalısı olmadığının tespitine…” karar verildiği göz önünde bulundurulduğunda, verilen ilk karar ile direnme kararı arasında çelişki bulunup bulunmadığı tartışılmış ancak tarihlerdeki farklılığın maddi hatadan kaynaklandığı dolayısıyla ön sorunun bulunmadığı hususu oybirliği ile kabul edilmiştir.
İkinci ön sorun olarak mahkemece Özel Daire bozma kararı öncesi verilen ilk hükümde “…davacının etkin ve baskın çalışmasının 5510 sayılı Kanunun 4/a maddesi kapsamında olduğu…” gerekçesiyle davanın kabulüne karar verildiği hâlde, direnme kararında davacının sigorta başlangıcının 506 sayılı Kanun kapsamında 01.03.1986 tarihinde başladığından, önce başlayan sigortalılığın 5510 sayılı Kanunun 4/1-a maddesi kapsamında olduğuna değinilerek hüküm kurulduğu dikkate alındığında, direnme kararının yeni hüküm niteliğinde olup olmadığı hususu tartışılıp değerlendirilmiştir.
Bilindiği üzere direnme kararının varlığından söz edilebilmesi için mahkeme bozma kararından esinlenerek, herhangi bir yeni delil toplamadan, önceki deliller çerçevesinde karar vermeli, gerekçesini önceki kararına göre genişletebilirse de değiştirmemelidir (6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429’uncu maddesi).
Mahkemenin yeni bir bilgi, belge ve delile dayanarak veya bozma kararından esinlenip gerekçesini değiştirerek veya daha önce üzerinde durmadığı bir hususu bozma kararında işaret olunan şekilde değerlendirerek, dolayısıyla ilk kararının gerekçesinde dayandığı hukuki olguyu değiştirerek karar vermiş olması hâlinde direnme kararının varlığından söz edilemez (Hukuk Genel Kurulunun 06.05.2015 gün ve 2014/13-2172 E., 2015/1311 K. sayılı kararı).
Somut olayda, mahkemece ilk kararda davacının etkin ve baskın çalışmasının 5510 sayılı Kanunun 4/a maddesi kapsamında olduğu gerekçesiyle karar verilmiş, Özel Daire bozma kararı sonrasında ise, bozma kararında belirtilen hususlar irdelenerek davacının sigorta başlangıcının 506 sayılı Kanun kapsamında 01.03.1986 tarihinde başladığından, önce başlayan sigortalılığın 5510 sayılı Kanunun 4/1-a maddesi kapsamında olduğu belirtilerek direnme hükmü kurulmuştur.
Şu hâlde "direnme" olarak verilen kararın, usul hukuku anlamında gerçek bir direnme kararı olmadığı, mahkemenin daha önce üzerinde durmadığı bir hususu bozma kararında değinilen şekilde değerlendirerek verdiği kararın yeni hüküm niteliğinde olduğu her türlü duraksamadan uzaktır.
Hâl böyle olunca kurulan bu yeni hükmün temyizen incelenmesi görevi Hukuk Genel Kuruluna değil Özel Daireye aittir.
Bu nedenle yeni hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosya Özel Daireye gönderilmelidir.
SONUÇ: Yukarıda gösterilen nedenlerle davalı vekilinin yeni hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 21. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 18.04.2018 gününde oy birliği ile karar verildi.