1. Hukuk Dairesi 2014/11256 E. , 2015/13137 K.
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : FETHİYE 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 13/02/2013
NUMARASI : 2009/89-2013/201
Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi................nin raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;
-KARAR-
Dava, vekâlet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.
Davacı, kayden paydaş olduğu 1067 parsel sayılı taşınmazla ilgili davalı H.. B.."yı vekil tayin ettiğini, satış yetkisini de içeren vekâletname kullanılarak çekişmeli taşınmazdaki 1/4 payının bilgisi ve rızası dışında vekilin oğlu olan diğer davalı Ülvi Balcı"ya satış suretiyle temlik edildiğini, bir bedel de ödenmediğini ileri sürerek, tapunun iptali ile adına tesciline, olmazsa rayiç bedelin davalılardan tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalılar, zamanaşımı süresinin dolduğunu, davacının verdiği geçerli vekâletname ile işlemlerin gerçekleştirildiğini, iddiaların yerinde olmadığını ileri sürerek davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; davacının, çekişme konusu 1067 parsel sayılı taşınmazdaki 1/4 payının davalı U.. B.."ya satımı hususunda diğer davalı İ.. B.."yı 15.02.2000 tarih, 3909 Yevmiye nolu vekaletname ile vekil kıldığı, davalı vekil İ.. B.. tarafından da 30.05.2000 tarihinde 1/4 payının diğer davalı olan oğlu U.. B.."ya temlik edildiği anlaşılmaktadır.
Hemen belirtmek gerekir ki, vekâlet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı davalar, yolsuz tescil nedeniyle açılan ayın istekli davalar olup, bu tür davalar herhangi bir süreye bağlı olmaksızın her zaman açılabilir. 6098 s. Türk Borçlar Kanununun 147. (818 s. Borçlar Kanununun 126.) maddesinde öngörülen zamanaşımı süresinin vekâlet akdinden kaynaklanan ve vekil ile müvekkil arasındaki çekişmelerde (iç temsil ilişkilerinde) uygulama yeri bulacağı tartışmasızdır. Eldeki davada, ileri sürülen hukuki sebebe (dış temsil ilişkisi) dayalı isteklerde anılan yasa hükmünün uygulama yeri yoktur. Bu nitelikteki, davaların zamanaşımı ve hak düşürücü süreye tâbi olmadığı da kuşkusuzdur.
Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekâlet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekâlet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.
./..
6098 s. Borçlar Kanununda (TBK) sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 506/2. (818 s. Borçlar Kanunun 390/2.) maddesinde “vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekâlet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür" hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur.
Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi 4721 s. Türk Medeni Kanunu"nun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekâlet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötüniyetli olup vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Türk Medeni Kanunu"nun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Sözkonusu Yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından Hâkim tarafından kendiliğinden (re"sen) gözönünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötüniyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötüniyet korunmamış daima mahkûm edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
Somut olaya gelince; mahkemece, vekâlet görevi kötüye kullanılarak taşınmazın temlik edildiği iddiası bakımından hükme elverişli araştırma, inceleme ve bir değerlendirme yapılmaksızın sonuca gidildiği görülmektedir.
Hâl böyle olunca; yukarıda açıklanan ilke ve olgular uyarınca araştırma ve inceleme yapılması, taraf delilleri toplanarak hâsıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ve noksan soruşturma ile yetinilerek davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesi doğru değildir.
Davacı vekilinin bu yönlere değinen temyiz itirazı yerindedir. Kabulü ile hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK"un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 16.11.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.