8. Hukuk Dairesi 2013/10459 E. , 2014/6760 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ : Çarşamba 2. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 21/04/2011
NUMARASI : 2011/8-2011/215
H.. H.. ile M.. Ö.. ve müşterekleri aralarındaki tapu iptali davasının reddine dair Çarşamba 2. Asliye Hukuk Mahkemesi"nden verilen 21.04.2011 gün ve 8/215 sayılı hükmün Yargıtay"ca incelenmesi davacı H.. H.. vekili tarafından süresinde istenilmiş olmakla; dosya incelendi, gereği düşünüldü:
K A R A R
Davacı H.. H.. vekili, mülkiyeti davalılara ait olan 25 parsel sayılı taşınmazın 19.316,61 m2"lik kısmının kıyı kenar çizgisi içerisinde kaldığını, özel mülkiyete konu olamayacağını ileri sürerek, davalılar adına kayıtlı tapu kaydının 19.316,61 m2"lik kısmının iptaline karar verilmesini istemiştir.
Davalılar vekili; 10 yıllık hak düşürücü sürenin dolduğunu açıklayarak davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, bozma ilamından sonra davanın 10 yıllık hak düşürücü süre içerisinde açılmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.
Hüküm; davacı H.. H.. vekili tarafından süresi içerisinde temyiz edilmiştir.
Davanın, reddine dair önceki hüküm H.. H.. vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesi"nin 21.1.2010 tarih ve 2009/13205 Esas, 2010/402 karar sayılı ilamı ile özet olarak “davanın reddine karar verilmesinde isabetsizlik bulunmadığından, bu yöne ilişkin temyiz itirazlarının reddi ile;davalıların yargılama giderleri ve avukatlık ücreti konusunda sorumlu tutulmaları gerektiğine"" işaret edilmek suretiyle bozulmuştur. Mahkemece bozma ilamına uyulması kararı verildikten sonra, yukarıda yazılı şekilde hüküm kurulmuştur.
Hemen belirtmek gerekir ki; Mahkemenin kararı 5841 sayılı Kanun"un yürürlüğe girdiği 14.03.2009 tarihinden sonra verilmiş olup; bu Kanun"un 2 ve 3. maddeleri ile getirilen yeni düzenlemelere dayanılarak oluşturulmuştur.
14.03.2009 tarihinde yürürlüğe giren 25.02.2009 günlü 5841 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun"un 2. maddesi ile 3402 sayılı Kadastro Kanunu"nun 12. maddesinin 3. fıkrasına eklenen cümlede; "bu hüküm iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet ve diğer kamu tüzel kişileri dahil tarafların sıfatına bakılmaksızın" ve 3. maddesi ile aynı Kanun"a eklenen Geçici 10. maddesinde ise; "Bu Kanun"un 12. maddesinin 3. fıkrası hükmü Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu iddiası ile yürürlük tarihinden önce açılmış ve henüz kesin hükme bağlanmamış olan davalarda dahi uygulanır." şeklindedir. Bu değişiklik nedeniyle bu Yasa"nın yürürlük tarihinden sonra H.. H.."nin açtığı davalarda da 10 yıllık hak düşürücü süre uygulanmaya başlanmıştır.
Ne var ki, Yerel Mahkeme kararının temyizi aşamasında Anayasa Mahkemesi"nin 12.05.2011 gün ve 2009/31 Esas, 2011/77 Karar sayılı kararıyla; "25.02.2009 gün ve 5841 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun"un 2. maddesiyle 21.06.1987 günlü 3402 sayılı Kadastro Kanunu"nun 12. maddesinin üçüncü ıkrasına eklenen cümlenin ve 3. maddesiyle 3402 sayılı Yasa"ya eklenen Geçici 10. maddenin Anayasa"ya aykırı olduğuna ve iptaline" karar verilmiş ve bu iptal kararı 23.07.2011 tarihli Resmi Gazete"de yayımlanmıştır.
Anayasa Mahkemesi"nin iptal kararlarının yasama, yürütme ve yargı organları ile idari makamlar, gerçek ve tüzel kişileri bağlayacağı açıktır.
Diğer taraftan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun 33.maddesinde yer alan " Hakim, Türk Hukukunu re"sen uygular " hükmü ile ifadesini bulan yasal ilke gözetildiğinde; Anayasa Mahkemesi"nin iptal kararlarının derdest dosyalar yönünden uygulanmasının zorunluluğu ortadadır.
Öyle ise, kesin hüküm halini almamış ve kazanılmış hakkın istisnasını teşkil eden bu durum karşısında 5841 sayılı Yasa hükümleri uyarınca, davanın reddine ilişkin olarak kurulan hükmün, verildiği tarih itibarıyla doğru olduğu düşünülse ve ayrıca Anayasa"nın 153. maddesine göre iptal kararı geriye yürümezse de 10.03.1969 gün ve 1/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı"nın gerekçe bölümünde belirtildiği üzere iptal, kesin şekilde çözüme bağlanmış uyuşmazlıkları etkilemez ve henüz anlaşmazlık hali devam ediyorsa iptalin kapsamına girer. Bu durumda davanın hak düşürücü süreden reddine ilişkin kurulan kararın Anayasa Mahkemesi"nin anılan iptal kararından sonra doğru olduğu söylenemez. Zira, kamu düzeninin söz konusu olduğu bütün haller istisnanın kapsamına girer.
Hal böyle olunca, Anayasa Mahkemesi"nin iptal kararı sonucu oluşan durumun eldeki maddi anlamda kesinleşmemiş ve derdest olan davaya da uygulanması zorunlu olup, kamu malları ile ilgili davalar aynı zamanda kamu düzeni ilkesini de içermektedirler. Bu nedenle Mahkemece, yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesi"nin iptal kararından sonra oluşan yeni yasal durum dikkate alınarak, inceleme yapılıp sonuca ulaşılması gerektiğinde kuşku bulunmamaktadır.
Somut olayda; işin esasının ve dava konusu taşınmazın 3621 sayılı Kıyı Kanunu hükümleri ve 28.11.1997 tarih 5/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararıyla belirlenen veya belirlenecek olan kıyı kenar çizgisine göre değerlendirilmesi ve ayrıca 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasa"nın 16. maddesiyle 3402 sayılı Yasa"nın 36. maddesine bazı ilaveler getiren 36/A maddesi hükmüne göre kadastro işlemleri sebebiyle açılan davalar nedeniyle yargılama giderlerinden ve avukatlık ücretinden davalı tarafın sorumlu tutulamayacağı hususunun da gözetilmesi, mahkemece bu konudaki görüşünün ortaya konulması ve ondan sonra tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmek üzere hükmün bozulması gerekmektedir.
Davacı H.. H.. vekilinin temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulüyle hükmün 6100 sayılı HMK"nun Geçici 3. maddesinin yollamasıyla 1086 sayılı HUMK"nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 11.04.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Dava, 3621 sayılı Kıyı Kanunu’ndan kaynaklanan tapu iptali talebine ilişkindir. Mahkemece, davanın kabulüne ilişkin verilen kararın davalılar vekilinin temyizi üzerine, Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 02.06.2008 tarih ve 2008/5404-2008/6854 sayılı ilamı ile onanmasına karar verilmiş, davalılar vekilinin karar düzeltme talebi üzerine, Daire’ce, 08.04.2009 tarih, 2009/3304-4262 sayılı karar ile 14.03.2009 tarihinde yürürlüğe giren 5841 sayılı Yasanın 2. maddesi ile 3402 sayılı Yasanın 12. maddesinin 3. fıkrasına eklenen, “ bu hüküm, iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet ve diğer kamu tüzel kişileri dahil tarafların sıfatına bakılmaksızın uygulanır” hükmü gözetildiğinde on yıllık hak düşürücü sürenin geçmiş olması hak düşürücü sürenin olumsuz dava şartlarından olup kamu düzeni ile ilgili olması nedeniyle onama kararının ortadan kaldırılmasına yerel mahkeme kararının bozulmasına karar verildiği, Mahkemece, bozma ilamına uyularak davanın reddine, davacı tarafından yapılan yargılama masraflarının üzerinde bırakılmasına, 4.417,85 TL vekalet ücretinin davacıdan tahsili ile davalıya ödenmesine, davalılar tarafından yapılan 646,00 TL temyiz giderinin davacıdan alınıp davalılara ödenmesine karar verilmiştir.
Hükmü, davacı H.. H.. vekili temyiz etmiştir. Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nce, 21.01.2010 tarih, 2009/13205 Esas- 2010/402 sayılı Karar ile davanın hak düşürücü süreden reddine ilişkin yerel mahkeme kararında isabetsizlik olmadığı belirtilerek bu yöne ilişkin temyiz itirazlarının reddine karar verilip, hüküm, yargılama gideri ve vekalet ücreti yönünden bozulmuştur. Davalılar vekilinin karar düzeltme talebi, Daire’ce, 04.10.2010 tarihinde reddedilmiştir. Mahkemece, bozma ilamına uyularak yeniden davanın reddine, davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin davacı üzerinde, davalı tarafından yapılan yargılama giderlerinin davalı üzerinde bırakılmasına karar verilmiştir. Hüküm, davacı H.. H.. vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Mahkemece verilen davanın kabulüne ilişkin ilk karar, Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nce onanmakla birlikte karar düzeltme talebi üzerine hak düşürücü süre yönünden davanın reddi gerektiğinden bahisle bozulduğu, Mahkemece, bozma ilamına uyularak davanın reddine karar verildiği, H.. H.. vekilinin temyizi üzerine, Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nce hükmün esası yönünden temyiz itirazlarının reddedildiği, hükmün yargılama masrafı ve vekalet ücreti yönünden bozulduğu, bozma ilamına ilişkin olarak davacı H.. H.. vekilinin karar düzeltme talebinde bulunmadığı, davalılar vekilinin karar düzeltme talebinin ise reddedildiği anlaşılmıştır. Bu şekilde hüküm, esas yönünden kesinleşmiştir.
Her ne kadar Mahkeme hükmün onanan kısmı yönünden de bozmadan sonra verdiği kararda yeniden hüküm kurmuş ise de, bu usuli bir hata olup, sonuca etkili değildir ve yok hükmündedir. Hükmün onanan kısmı kesinleşmiş artık kesin hüküm haline gelmiştir. Kesin hüküm, hükmü veren mahkeme de dahil olmak üzere bütün mahkemeleri bağlar. Kesin hüküm kamu düzenine ilişkin olduğundan, tarafların iradesine tabi değildir.
Hukuki güvenlik ve yargıya güven kesin hüküm müessesesi ile sağlanır. Hukuki güvenlik ilkesi; hukuk devleti ilkesinin olmazsa olmaz koşulu olup, mevcut emredici hukuk kurallarının herkese eşit şekilde ve düzgün bir şekilde uygulanmasını da içeren bir ilkedir. T.C. Anayasa’sının 2. maddesi’nde Cumhuriyetin nitelikleri sayılırken, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir hukuk devleti olduğu vurgulanmıştır. Hukuk devleti kişilerin hukuki güvenliğini sağlayan bir devlettir.
Hukuki güvenlik ilkesi, herkesin bağlı olacağı hukuk kurallarını önceden bilmesi, tutum ve davranışlarını buna göre güvenle düzene sokabilmesi anlamına gelir. Hukuk devleti hukuk kurallarının onu koyanlar da dahil olmak üzere, her kişi ve kuruluşu bağlamasını ifade eder. Hukuk devleti kavramının özünü devlet organlarının hukuka bağlılığı yani, yönetimin eylem ve işlemlerini hukukun içinde kalarak yerine getirmesi oluşturmaktadır.
T.C. Anayasası 36. Maddesi; " Herkes .. adil yargılanma hakkına sahiptir. " hükmünü içerir. Türkiye’nin de taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin adil yargılanma başlığı taşıyan 6. Maddesinde; " Herkes …. davasının ….. hakkaniyete uygun …… olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir. " denilmektedir.
Adil yargılanma hakkının en önemli alt kavramlarından birisi, silahların eşitliği ilkesidir. Yargılamada taraflar arasında adil, hakkaniyete uygun bir denge kurulması gerekir.
Anayasa’nın 2. maddesiyle benimsenen hukuk devletinde, hukuki güvenliği sağlayan bir düzen kurulması asıldır. Böyle bir düzende devlete güven ilkesi vazgeçilmez temel unsurlardandır. Hukuk devletinde yasama, yürütme ve yargının hukuka bağlı olması gerekir. Yargısı hukuka bağlı olmayan bir devlette vatandaşların kendilerini güvencede hissedebileceklerini söylemek mümkün değildir.
Hukuk devletinde bireyler devlete güven duyabilmeli aynı şekilde devlet de bu güveni vatandaşa verebilmelidir.
Kesin hükme saygı uluslar arası hukuk düzenine özgü hukukun genel ilkelerinden biri olarak da kabul görmektedir. . Eğer bir hukuk sistemi içerisinde yargının verdiği ve bağlayıcı olan bir kesin hüküm işlevsiz bir duruma getirilmiş ise adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden söz edemeyiz.
Somut olayda, Mahkemece verilen karar esas yönünden, Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nce onanarak kesinleşmiştir. Kesin hüküm gücü kazanan bir kararın, bozmaya konu edilmesi, kamu düzenini bozacak bir sonuç yaratır. Mahkemece verilen davanın reddine ilişkin karar esas yönünden onanıp kesinleştiğine göre, kesin hüküm gücü kazanan bir kararın bozulması uluslararası hukuk düzeninde kabul görmüş ilkelere, T.C Anayasası’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti ilkesine, hukuki güvenlik ilkesine, adil yargılanma hakkına aykırılık teşkil eder.Devlete ve yargıya güveni ciddi bir şekilde sarsar. Açıkladığım nedenlerden dolayı Mahkemece verilen hüküm esas yönünden daha önce kesinleştiği için bozmaya konu edilmemesi kanaatinde olduğumdan sayın çoğunluğun, bozmaya yönelik görüşlerine katılmıyorum. 11.04.2014