
Esas No: 2017/59
Karar No: 2018/534
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2017/59 Esas 2018/534 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
Kararı veren
Yargıtay Dairesi : 13. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Asliye Ceza
Sayısı : 637-110
Hırsızlık suçundan sanık ..."nun beraatine ilişkin Samsun 4. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 16.06.2009 tarihli ve 204-549 sayılı hükmün, Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 13. Ceza Dairesince 06.06.2013 tarih ve 8554-17587 sayı ile;
"...Müştekinin, sanığı olay günü fotoğraftan teşhisi ile, usulüne uygun canlı teşhisi ve buna ilişkin beyanı ile sanığı tanımayan müştekinin sanık hakkında iftirada bulunmayı gerektirir herhangi bir nedeni de bulunmaması karşısında, sanığın cezalandırılmasına yeterli delil bulunduğu gözetilmeden, sanığın suçtan kurtulmaya yönelik savunmalarına itibar edilerek yazılı şekilde hırsızlık suçundan beraatine karar verilmesi” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Samsun 4. Asliye Ceza Mahkemesi ise 27.02.2014 tarih ve 637-110 sayı ile;
"...Sanığın atılı suçu işlediği konusunda 1944 doğumlu ve olay tarihi itibarıyla yaklaşık 70 yaşında olan katılanın soyut iddiasından başka delil bulunmamaktadır. Katılan olay tarihinde cebinde 250,00 TL parasının olduğunu, dolmuşa bindiğini, dolmuştan inince pantalonun ön cebini kontrol ettiğinde parasının yerinde olmadığını anlayıp dolmuştan indiğini, şüphelendiği şahsın araçta yanına oturan kişi olduğunu, bu kişinin başka bir araca binerek gittiğini, aracı durdurup şahsı minibüsten aşağıya çektiğini, ancak elinden kurtularak kaçtığını, bu kişinin de sanık olduğunu fotoğraflardan ve aynı zamanda canlı olarak teşhis ettiğini beyan etmiştir. Katılan sanığın yalnızca yanına oturduğunu, indikten sonra şüphelendiğini beyan etmiştir. Oturduklarında sanığın cebine doğru hamle yaptığını veya başka bir eylemde bulunduğunu belirtmemiştir. Bu hâliyle sanığın suç işlediği konusunda şüpheden başka delil yoktur. Bu konuda katılanın soyut iddiası söz konusudur. Şüpheden sanık yararlanır ilkesi gereğince beraatine karar vermek gerektiğinden aşağıdaki şekilde karar verilmiştir.
Kaldı ki, Yargıtay bozma ilamında katılanın sanık hakkında iftirada bulunmasını gerektirir bir nedeninin olmaması, fotoğraftan ve canlı teşhis ettiği belirtilerek mahkûmiyetine karar verilmesi gerektiğine karar verilmesi belirtilmiş ise de, bu değerlendirme de yerinde görülmemiştir. Böyle olması durumunda sanığın yerinde her kim olursa olsun şikâyetçinin teşhisini yeterli görüp mahkûm etmek yoluna gidilecektir ki bu ceza hukukunun evrensel ilkeleri ile bağdaşmaz." gerekçesiyle bozmaya direnerek önceki hüküm gibi sanığın beraatine karar vermiştir.
Direnme kararına konu bu hükmün de Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 20.10.2014 tarihli ve 141826 sayılı “bozma” istekli tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gelen dosya, Ceza Genel Kurulunca 14.12.2016 tarih ve 650-1258 sayı ile; 6763 sayılı Kanun"un 38. maddesi ile 5320 sayılı Kanun"a eklenen geçici 10. madde uyarınca kararına direnilen daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 13. Ceza Dairesince 13.02.2017 tarih ve 346-1158 sayı ile, direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına iade edilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözülmesi gereken uyuşmazlık; sanığa atılı suçun sabit olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Katılan ..."ün, 19.01.2009 tarihinde dolmuşta yolculuk yaptığı sırada sol cebinde bulunan 250 TL"sinin çalındığı yönündeki müracaatı üzerine soruşturmaya başlanıldığı,
Soruşturma aşamasında Cumhuriyet savcısının, şikâyetçiye fotoğraf teşhisi yaptırılması ve PVSK"nın ek 6. maddesindeki usule uygun şekilde teşhis tutanağının hazırlanması yönündeki 19.01.2009 tarihli talimatı doğrultusunda düzenlenen aynı tarihli fotoğraf teşhis tutanağında; katılanın, hırsızlık olayını gerçekleştiren şahsın, 30-35 yaşlarında, siyah saçlı, 1.65-1.70 cm boylarında, yaklaşık 65-70 kilo ağırlığında erkek bir şahıs olduğunu beyan ederek sabıkalılar albümünden gösterilen fotoğraflardan sanığı teşhis ettiği bilgilerine yer verildiği,
Sanığın 22.01.2009 tarihinde yakalanması üzerine yaptırılan çoklu teşhis işleminde, katılan tarafından canlı olarak da teşhis edildiği belirtilerek buna ilişkin canlı teşhis tutanağının tanzim edildiği,
Anlaşılmıştır.
Katılan kollukta; Ünye"de ikamet ettiğini, eşinin tedavisi için On Dokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi"ne geldiklerini, hastanedeki işlerinin bitmesi nedeniyle aynı gün saat 14.00 sıralarında otogara gitmek için dolmuşa bindiğini, Atakum"da bulunan İş Bankasını geçtikten sonra yanına oturan 30-35 yaşlarında, esmer, kısa saçlı, bıyıksız, siyah takım elbise giyen şahsın dolmuştan indiğini, bu şahıstan şüphelenerek pantolonunun sol ön cebini kontrol ettiğini, cebinde bulunan 250 TL"nin olmadığını görmesi üzerine şahsın ardından kendisinin de hemen dolmuştan indiğini, şahsın yol kenarında beklediğini görerek ona doğru yaklaştığını, kendisini gören şahsın başka bir minübüse bindiğini, bu minibüsü durdurarak şahsı minübüsten aşağıya doğru çektiğini, elinden kurtulan şahsın yaya olarak kaçtığını, etraftan yardım istediğini ancak kimsenin yardım etmediğini, üzerini tekrar kontrol ettiğinde pantolonunun sağ arka cebinde bulunan siyah renkli cüzdanının da olmadığını fark ettiğini, yakaladığı ancak elinden kaçırdığı şahsı görürse tanıyabileceğini,
Mahkemede; dolmuşta gittiği sırada yanındaki koltuğa oturan sanığın, bir süre sonra dolmuştan indiğini, şüphelenerek on metre kadar sonra kendisinin de sanığın arkasından indiğini, ceplerini kontrol ettiğinde cebindeki 250 TL ile cüzdanının olmadığını fark ettiğini, sanığı başka bir dolmuşa binerken yakaladığını, ancak sanığın kendisine bıçak çekerek elinden kurtulduğunu, sanığı hem fotoğraftan hem de canlı olarak teşhis ettiğini,
Bozma sonrası 06.11.2013 tarihli oturumda; dolmuşun en arkasında oturduğu sırada sağ ve sol tarafına iki kişinin daha oturduğunu, sanığın sol tarafında oturduğunu, sanığın sol cebinde bulunan 250 TL"yi, sağ tarafına oturan şahsın ise cüzdanını çaldığını,
Tanık.....; sanığın eşi olduğunu, Gürcü olması nedeniyle kendilerine özgü bir takım özel günlerinin bulunduğunu, olay tarihinin de özel bir güne rastladığını, bu nedenle sanığın evden dışarı çıkmadığını, komşuları....."ün de kendileri ile birlikte olduğunu,
Tanık .....; tanık Zoıa"yı önceden tanıdığını, 19 Ocak 2009 tarihinin Gürcülerin ölen yakınlarını anmak günü olması nedeniyle evde olduklarını,
Tanık......; sanığın karşı komşusu olduğunu, sanığın eşinin, çocuğuna baktığını, olay günü sanığın eşinin ölmüş yakınları ile ilgili özel günleri olduğunu, kendisini de çağırdıklarını, evlerine gidip müzik sistemi ile ilgilendiğini, saat 19.00"a kadar sanığın evinde bulunduğunu, bu zaman içerisinde sanığın hiç dışarı çıkmadığını,
İfade etmişlerdir.
Sanık kollukta; iki aydır evden dışarı çıkmadığını, hırsızlık olayına karışmadığını,
Savcılıkta; yapılan teşhisi kabul etmediğini, suç tarihinde evde olduğunu, eşinin ve baldızının Gürcü olması nedeniyle her yılın 19"unda ölü günü tertip ettiklerini, bu nedenle evde hazırlık yapıldığını, iki aydır evden dışarı çıkmadığını, daha önce de fotoğraf teşhisi sonucunda yağma suçu ile suçlandığını, bunun gibi haksızlıklara uğradığı için evden çıkmamaya başladığını, katılanın eşgal bilgilerini verdiği şahsın kendisi olmadığını, hiç takım elbise giymediğini, 95 kilo olduğunu,
Mahkemede; bel fıtığı ameliyatı olduğunu, bu nedenle katılanın belirttiği şekilde kaçmasının mümkün olmadığını, katılanın parasını alan şahsın kısa saçlı ve siyah gözlü olduğunu beyan ettiğini, halbuki kendisinin yeşil gözlü olduğunu, saçlarının da olmadığını, polislerin kendisi ile husumetli olduğunu bu nedenle suçlandığını,
Savunmuştur.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Katılanın dolmuşta yolculuk yaptığı sırada cebinde bulunan 250 TL"sinin çalındığı olayda; her ne kadar sanık, katılanın kendisini kısa saçlı ve 65-70 kilo şeklinde tarif ettiği, ancak saçlarının olmadığı, 95 kilo olduğu, ayrıca suç tarihi olan 19.01.2009 tarihinde Gürcü olan eşinin ölüleri anma günü nedeniyle eşi ile birlikte evden dışarı çıkmadığını savunmuş ise de, suç tarihinin, Gürcülerin ölen yakınlarını anma günü olmadığı gibi dosya içinde mevcut ve kimlik tespitine elverişli olan fotoğrafta sanığın seyrek olmakla birlikte saçlarının olduğunun görülmesi, sonradan değişmesi ya da değiştirilmesi mümkün olan kilo, saç rengi, göz rengi gibi fiziki özelliklerin, hırsızlık olayının meydana geliş şekli de gözetildiğinde, katılan tarafından kesin bir şekilde tarif edilememesinin mümkün olması ve sanığa iftira etmesi için herhangi bir neden bulunmayan katılanın, olaydan hemen sonra verdiği ve aşamalarda da özde değişmeyen birbiriyle uyumlu anlatımlarında, dolmuşta bulunduğu sırada eşgal bilgilerini verdiği bir şahsın yanına oturduğunu, bir müddet sonra da dolmuştan indiğini, şüphelenmesi üzerine cebini kontrol edip parasının yerinde olmadığını fark edince kendisinin de dolmuştan inerek şahsı takip ettiğini, ancak başka bir dolmuşa binen şahsı yakalayamadığını, bu şahsı görürse tanıyabileceğini beyan etmesi, hemen akabinde de Cumhuriyet savcısının talimatı doğrultusunda usulüne uygun olarak yaptırılan teşhislerde dolmuşta yanına oturan şahsın, sanık olduğunu tereddütsüz bir şekilde teşhis etmesi karşısında, sanığın savunmasının kendisini suçtan kurtarmaya yönelik olduğu, katılanın beyanlarına üstünlük tanınmak gerektiği, buna göre sanığın, katılanın üzerinde taşıdığı 250 TL para ile cüzdanını çekip almak suretiyle atılı nitelikli hırsızlık suçunun sübut bulduğu kabul edilmelidir.
Bu itibarla yerel mahkemenin direnme kararına konu hükmünün sanığın atılı suçtan mahkûmiyeti yerine beraatine karar verilmesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Ceza Genel Kurul Üyesi ...; "Sanık ... hakkında, Samsun 4. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından yapılan yargılama sonucunda; beraat kararına hükmedilmiş, anılan kararın o yer Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 13. Ceza Dairesinin 06.06.2013 tarih ve 2013/17587 karar sayılı ilamı ile; sanığın yüklenen suçu işlediğinin anlaşılması karşısında; mahkûmiyeti yerine beraatine karar verildiğinden bahisle hükmün bozulmasına karar verilmiş, Yerel Mahkeme tarafından yeniden yapılan yargılama sonucunda direnme kararı verilmesi üzerine Yargıtay Yüksek 13. Ceza Dairesinin 13.02.2017 tarih ve 2017/1158 karar sayılı ilamı ile direnme yerinde olmadığından, dosya Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kuruluna gönderilmiştir.
Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun, direnme kararının yerinde olmadığına dair kararına aşağıda arz ve izah edilecek sebeplerle iştirak edilmemiştir.
Sanık ... hakkında; Yerel Mahkemece verilen beraat hükmünün bozulmasına dair kararda, sanığa isnat edilen eylemin sübutu konusunda Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun sayın çoğunluğu ile aramızda uyuşmazlık doğmuştur.
Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle sanığa isnat edilen eylemin sübuta erip ermediğinin toplanan deliller ışığında yeniden irdelenerek benzer olaylardaki yargı kararlarından yararlanılarak belirlenmesi gerekmektedir.
Toplanan delillerin irdelenmesi:
1-) Sanık bütün aşamalarda yüklenen suçu işlemediğini beyan eylemiştir.
2-) Müşteki ise aşamalarda kısmi değişiklikler olsa da, sanığın yanına oturduktan bir süre sonra araçtan indiğinde şüphelendiği için ceplerine baktığında, bir miktar parası ile birlikte, arka cebinde bulunan kredi kartı ile nüfus cüzdanının bulunduğu cüzdanın çalındığını fark ederek aşağı inip başka bir araca binmek isteyen sanığı yakaladığını, ancak sanığın elinden kurtularak kaçtığını beyan eylemiştir.
Yukarıda açıklandığı üzere bindiği araçta yanında oturan şahıstan şüphelenen müştekinin parasının ya da cüzdanının bu kişi tarafından alınmaya çalışıldığını gördüğüne dair herhangi bir beyanı mevcut değildir. Olayın aynı zamanda tek tanığı konumundaki müştekinin, sanıktan şüphelenmesine rağmen parası ile cüzdanının hangi süreçte çalındığına dair bir bilgisinin bulunmadığı dosya içeriğinden net bir şekilde anlaşılmaktadır. Dolayısıyla suça konu para ve eşyaların sanık ile aynı araca binmeden önce kaybedilme ya da başkası tarafından çalınması ihtimali de mevcuttur. Zira, müştekinin araca binerken çalınan para ve eşyaların cebinde olduğuna dair herhangi bir beyanı mevcut değildir.
Bu aşamadan sonra müştekinin araca binerken para ve eşyalarının cebinde olup olmadığı hususunun araştırılmasının da sonuca etkili olamayacağı dosya içeriğinden anlaşılmaktadır.
Dosyadaki mevcut deliller irdelendiğinde suça konu para ve eşyaların sanık tarafından çalındığı konusu oldukça şüphelidir.
Yerel mahkemece direnme kararında dayanılan ve ceza hukukunun olmazsa olmazını teşkil eden "şüpheden sanık yararlanır" ilkesi; özenle yapılmış bir hazırlık soruşturmasına, her türlü araştırma soruşturma sonucu toplanmış ve değerlendirilmiş bütün delillere rağmen sanığın suçluluğu veya aleyhe durum konusunda var olan makul şüphenin giderilmemesi hâlinde uygulanmalıdır. Bu durumun aksi, bu kez de mağdur tarafın, adaletin ve toplumun zarar görmesine sebep olacaktır. Uygulama alanı çok geniş ve hukukumuzda da vazgeçilmez bir yere sahip olan şüpheden sanık yararlanır ilkesi doğru uygulandığı ve doğru anlaşıldığı takdirde adalet sistemine ve hukuka hizmet edebilir.
Uyuşmazlığın çözümü için "Ceza Muhakemesi Hukuku" nun en temel ilkelerinden birisi olan ‘Şüpheden sanık yararlanır ilkesinden’ ne anlaşılması gerektiğinin uygulamada ve teoride benimsenen görüşler ışığında açıklanması gerekmektedir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 26.10.2010 tarih, 2010/8-134 esas ve 2010/217 karar sayılı içtihadında; ‘Şüpheden sanık yararlanır ilkesi’ özet olarak aşağıdaki şekilde açıklanmıştır.
Latince ‘in dubio pro reo’ olarak ifade edilen ve masumiyet (suçsuzluk) karinesinin bir uzantısı olan ‘şüpheden sanık yararlanır ilkesi’ ceza yargılaması hukukunun evrensel nitelikteki önemli ilkelerinden biridir. Sanığın bir suçtan cezalandırılmasının temel koşulu, suçun kuşkuya yer vermeyen bir kesinlikle ispat edilmesine bağlıdır. Şüpheli ve aydınlatılamamış olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak hüküm tesis edilemez. Ceza mahkûmiyeti bir ihtimale değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalıdır. Bu ispat, teorikte olsa hiçbir kuşku ve başka türlü bir oluşa olanak vermemelidir. Yüksek de olsa bir ihtimale dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza yargılamasının en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan hüküm vermektir.
Anayasanın 38/4. ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6/2. maddelerinde düzenlenmiş bulunan suçsuzluk karinesi, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kişinin suçsuz sayılması gerektiğini ifade etmektedir. Bu karine uyarınca, suçsuz olduğu varsayılan kişinin suçlu kabul edilmesi için kesin hükümle mahkum olması, mahkumiyet için de fiilin ispatlanması, yani şüphenin bertaraf edilmesi gerektiğinden, şüpheden sanık yararlanır ilkesi suçsuzluk karinesinin bir uzantısı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Prof. Dr. Hakan Hakeri; şüpheden sanığın istifade etmesi ilkesini; ‘Mahkeme, Muhakeme Hukuku açısından kullanılmasına izin verilen bütün delilleri dinlediği hâlde, maddi mesele hakkındaki şüphesini yenemezse, suç fiilini sanığın lehine olacak şekilde karara bağlar. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6/2 maddesindeki ‘suçsuzluk karinesi’, şüpheden sanığın faydalanmasını gerektirir’ şeklinde özetledikten sonra; şüpheden sanık yararlanır kuralının anlamını şu şekilde açıklamıştır.
Şüpheden sanık yararlanır ilkesi, ceza yargılaması hukukunda geçerli olan ve mevzuatımızda yazılı olarak hükme bağlanmamış bulunan bir ispat kuralıdır. Buna göre, bir suç işlediği iddiasıyla yargılanan kimse hakkında mahkûmiyet kararının verilebilmesi için, o kimsenin o suçu işlediğinin yüzde yüz oranında kesin olması, ispatlanmış bulunması gerekir. Bu noktadaki yüzde birlik şüphe dahi, sanığın beraat etmesine yol açar.
Böylece masum bir kimsenin cezalandırılmasındansa, suçlu bir kimsenin serbest bırakılması daha üstün tutulmaktadır. Nitekim jüri sisteminin bulunduğu Amerika Birleşik Devletleri"nde jürinin tek görevi, sanığın suçu işleyip işlemediği konusunda, yani ispat hususunda karar vermektir. Jüri 11 üyeden oluşmaktadır ve bir kimsenin suçu işlediğine karar verilebilmesi için 11 üyeden, 11"inin de sanığın suçu işlediğine kanaat getirmesi gerekir. 10 üye sanığın suçu işlediği; ancak bir üye işlemediği yönünde oy kullandığı takdirde, sanığın beraatına karar verilir. Bu örnek, şüphenin yüzde yüz oranında yenilmemesi dolayısıyla, sanığın beraatına karar verilmesi gerektiğini göstermektedir.
Yargıtayın da benzer olaylardaki pek çok kararlarında bu ilkeye gerekli önemi verdiği açıkça görülmektedir. Çeşitli kararlarda bu husus şöyle ifade edilmiştir:
Ceza yargılamalarında amaç, gerçeğin hiçbir şüpheye yer bırakılmaksızın ortaya çıkarılmasıdır; şüphenin bulunması hâlinde, mahkûmiyet kararı verilmesi ceza yargılaması hukukunun genel ilkelerine aykırıdır; şüpheden sanığın yararlanacağı evrensel bir ceza yargılaması hukuku ilkesidir ve varsayımlara dayanılarak mahkûmiyet hükmü kurulamaz.
Yargıtay Yüksek 6. Ceza Dairesinin 24.10.2011 tarih, 2008/15060 esas ve 2011/44361 karar sayılı ilamında;
Sanığın aşamalarda yüklenen suçu kabul etmemesi, sanıklardan Harun Çenet’in soruşturma aşamasında sanıktan hiç bahsetmediği hâlde, kovuşturma aşamasında suça konu eşyaları sanık Bekir Güzel tarafından getirilen araç ile götürüldüğü yönündeki beyanı arasında kısmi çelişkinin bulunması ve yüklenen suçu işlemediğini beyan eden sanığın savunmasının aksine hakkında beraat kararı verilen Ömer Faruk Sezer’in atfı cürüm niteliğindeki beyanı ile tüm dosya içeriği karşısında; sanığın yüklenen suçu işlediğine dair suç isnadı dışında mahkûmiyetine yeterli, kesin kanıtlar bulunmadığı gözetilmeden, beraatı yerine yazılı şekilde mahkûmiyetine karar verildiğinden bahisle yerel mahkeme tarafından verilen mahkûmiyet kararının bozulmasına karar verilmiştir.
30.09.2010 tarih, 2006/11735 esas ve 2010/15175 karar sayılı ilamında;
Sanık Bülent Çaça’nın, yüklenen hırsızlık suçunu işlediğini gösterir, diğer sanık Emin Çetinbaş’ın aşamalardaki soyut suç atması dışında, savunmasının aksini ispatlayan, her türlü kuşkudan uzak, hükümlülüğüne yeterli, kesin ve inandırıcı hukuka uygun kanıt bulunmadığı gözetilerek, beraatına karar verilmesi gerektiği düşünülmeden, yasal ve yerinde olmayan gerekçeyle yazılı şekilde hükümlülüğüne karar verildiğinden bahisle yerel mahkeme tarafından verilen mahkumiyet kararının bozulmasına karar verilmiştir.
Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 22.05.1996 tarih, 1996/3748 esas ve 1996/4759 karar sayılı içtihadında;
Mahkeme kararının dayandığı tüm verilerin, bu verilere ait mahkemenin ulaştığı sonuçların, iddianın savunma ve varsa tanık anlatımlarına ilişkin değerlendirmelerin açık olarak gerekçeye yansıtılması, Anayasanın 141. ve CYUY"nın 32, 260 ve 308/7. maddeleri uyarınca sanıkları, mağdurları, Cumhuriyet savcısını ve de herkesi inandıracak ve Yargıtay denetimine olanak verecek biçimde olması gerekir.
Şüpheden sanık yararlanır ilkesi; özenle yapılmış bir hazırlık soruşturmasına, her türlü araştırma soruşturma sonucu toplanmış ve değerlendirilmiş bütün delillere rağmen sanığın suçluluğu veya aleyhe durum konusunda var olan makul şüphenin giderilmemesi halinde uygulanmalıdır. Bu durumun aksi, bu kez de mağdur tarafın, adaletin ve toplumun zarar görmesine sebep olacaktır. Uygulama alanı çok geniş ve hukukumuzda da vazgeçilmez bir yere sahip olan şüpheden sanık yararlanır ilkesi doğru uygulandığı ve doğru anlaşıldığı takdirde adalet sistemine ve hukuka hizmet edebilir.
Ceza muhakemesinin en temel ilkelerinden birisi olan "şüpheden sanık yararlanır" kuralı gereğince; somut olayımızda suça konu eşyaların sanık tarafından alındığına dair savunmanın aksini ispatlayacak şüpheden arındırılmış kesin kanıtların elde olunamadığı gibi bu aşamadan sonra toplanacak herhangi bir delilinde sonuca etkili olamayacağı hususu tartışmayı gerektirmeyecek kadar açıktır. Eylemin sübutu konusunda en küçük bir şüpheyi dahi sanık lehine yorumlayan yerleşik uygulamaların, araca binerken parasının ve suça konu eşyaların cebinde olduğunu kontrol ettiğine dair açık bir beyanı mevcut olmayan müştekinin aşamalarda kısmi değişiklik gösteren ifadelerine istinaden; şüpheli durumun sanık aleyhine yorumlanarak sorumluluk yüklenmesine kayıtsız kalması beklenemez. Bu duruma çağdaş herhangi bir hukuk sisteminin izin vermesi düşünülemez.
Yukarıda ayrıntılı bir şekilde açıklanan bilgi ve belgeler ile benzer olaylarda benimsenen içtihatlar ışığında somut olayımıza baktığımızda; gerek hazırlık aşamasında gerekse yargılama aşamasında yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğine dair mahkumiyete yeterli ve inandırıcı şüpheden arındırılmış kesin kanıtlara ulaşılamamıştır. Toplanan delillere ve yerleşik uygulamalara göre sanık hakkında verilen beraat kararının onanması gerekirken, Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun sayın çoğunluğunun yerel mahkemece verilen beraat kararının bozulmasına, dair kararına yukarıda arz ve izah edilen nedenlerle iştirak edilmemiştir." açıklamasıyla,
Çoğunluk görüşüne katılmayan Ceza Genel Kurul Üyesi ...; "Sanık hakkında katılanın parasını hırsızladığı iddiası ile Samsun Asliye Ceza Mahkemesine açılan kamu davasında Yerel Mahkemece deliller toplandıktan sonra sanığın müsnet suçu işlediğine dair yeterli delil bulunmadığından CMK.nin 223/2-e maddesi gereğince beraatine dair verilen kararın Cumhuriyet savcısı tarafından temyizi üzerine Yargıtay 13. Ceza Dairesi tarafından eylemin sübuta ermesi nedeniyle sanığın cezalandırılması gerekirken beraatine karar verilmesinden bahisle bozulduğu, yerel mahkemece ilk kararda direnilmesi üzerine dosya Yargıtay 13. Ceza Dairesi tarafından direnme yerinde görülmeyerek Ceza Genel Kuruluna gönderilmiş olup Ceza Genel Kurulunun çoğunluk Üyelerinin sanığın eyleminin sübuta erdiğinden bahisle direnme kararının oy çokluğu ile bozulmasına dair kararına katılmıyorum.
Şöyle ki; katılan ... 1944 doğumlu olup olay tarihinde 66 yaşındadır. Olay günü otogara giden dolmuşa binen ve sanığın yanında oturan katılan bir süre sonra sanığın minibüsten indiğini ancak o ana kadar bir şeyden şüphelenmediğini sanık minübüsten inerken kendisinin de şüphelenerek sol ön cebini kontrol ettiğinde 250 TL parasının olmadığını anlayıp kendisinin de dolmuştan indiğini ve bu sırada sanığın başka bir dolmuşa bindiğini görerek bu dolmuşu durdurup sanığı minibüsten aşağıya çektiğini ve indirdiğini ancak sanığın elinden kaçarak kurtulduğunu bu arada pantolonunun arka sağ cebini kontrol ettiğinde içinde kredi kartı ve nüfus cüzdanı da olan cüzdanının yerinde olmadığını anladığını, karakola şikâyet ettiğini önce fotoğraftan sonra da karakolda sanığı teşhis ettiğini söylemiştir.
Sanık savunmasında olay günü evinden çıkmadığını, hırsızlık yapmadığını savunmuştur.
Sanığın eşi Zosa ve yakını Meri ile herhangi bir akrabalığı olmayan ve polis eşi olduğunu söyleyen..... tanık olarak verdikleri ifadelerde sanığın olay günü eşinin bir yakınının ölümü nedeniyle özel günleri olduğunu bu nedenle evden günboyu ayrılmadığını söylemişler ancak genel kurulumuzun çoğunluğu mekan tanıklarının bu beyanlarına itibar etmemiştir.
Dosyada bulunan katılanın ihbarı üzerine olay mahalline intikal eden kolluk görevlilerince düzenlenen katılanında imzasının bulunduğu 19.01.2009 tarihli saat 15.00’de düzenlenen tutanaktan sanığın 30 yaşlarında, 1.70 boylarında, zayıf, esmer yapılı, üzerinde siyah takım elbise bulunan bir kişi olduğunun belirlenerek yapılan araştırmadan bulunamadığı anlaşılmıştır. Katılanın aynı gün saat 15.26’da kollukta verdiği ifadede sanığın görüntüsünü tarif ederken 30-35 yaşlarında, esmer, bıyıksız, siyah takım elbiseli, kısa saçlı olduğunu, görse tanıyabileceğini, minibüste şahısla otururken cebinde bir el hissetmediğini söylemiştir.
Sanık savunmasında katılanın beyanlarına göre failin 30-35 yaşlarında, kısa saçlı, siyah gözlü, 65-70 kg civarında olduğunu halbuki kendisinin 30-35 yaşlarında değil 43 yaşında kısa saçlı olmayıp kel olduğu, siyah değil yeşil gözlü olduğu, 65-70 kg değil 96 kg olduğunu, kendisinin yargılandığı gasp suçundan beraat ettiğini, hakkında polise mukavemetten dava açıldığı için polislerin kendisine husumeti olduğunu bu nedenle hakkında sürekli yüzleştirme yaptırdıklarını savunmuştur.
Sanığın adli sicil kaydı incelendiğinde olay tarihinden önce birden çok suçtan sabıkalı olduğu anlaşılmıştır.
Ceza Muhakemesi hukukunda teşhis işlemi uygulamada sıklıkla başvurulan bir delil temini yöntemi olup düzenlenen tutanaklarda mahkemelerce itibar olunan önemli deliller olarak kabul edilmektedir. Gerçekten de olaydan sonra sıcağı sıcağına elde edilen ve teşhis tutanağı şeklinde ortaya çıkan bu delillerin nasıl temin edileceği konusunda 2559 sayılı PVSK’de 2.6.2007 tarih 5681 sayılı Kanun ile değişiklik yapılıncaya kadar yasal bir düzenleme olmayıp teşhis işlemi 5681 sayılı Kanun ile değişik 2559 sayılı Kanunun Ek 6/9. ve devamında ilk defa ayrıntılı olarak düzenlenmiştir.
PVSK Ek 6/9 "Polis, olaydaki failin gözaltına alınan şüpheli ile aynı kişi olup olmadığının belirlenmesi bakımından zorunlu olması halinde Cumhuriyet Savcısının talimatıyla teşhis yaptırabilir." şeklinde düzenleme yapmış ve yakalanan kişinin değil gözaltına alınmış kişinin teşhisinin yapılabileceğini düzenlemiştir.
Yakalama ve gözaltına alma kavramları farklı kavramlar olup farklı hukuki süreçleri ve durumları ifade etmektedirler.
CMK"nin 91. maddesine göre yakalanan kişi Cumhuriyet savcılığınca bırakılmazsa soruşturmanın tamamlanması için gözaltına alınmasına karar verilebilir. Yakalanan kişi otomatik olarak gözaltına alınmaz. Şüpheli önce yakalanır ve soruşturma yönünden zorunlu olması ve kişinin suçu işlediğini düşündürecek emarelerin varlığı halinde Cumhuriyet savcısının vereceği ayrı bir kararla gözaltına alınır. O hâlde teşhis işlemi yakalanan ve bu suretle ilgili emniyet biriminde bulunan şüpheliyi teşhise tabi tutabilmek için Cumhuriyet savcısının şüpheli hakkında ayrı bir gözaltı kararı vermiş olması gerekir. Zira kanun maddesinde Cumhuriyet savcısı tarafından gözaltına alınmış olmak gerektiği açıkça ifade edilmiştir.
Tüm bu belirlemeler ışığında somut dosyaya baktığımızda olayın tarafsız bir tanığı olmayıp sanık lehine bildirilen mekan tanıklarının beyanları yeterli görülmemiş ise de sanığın aleyhine dosyada sadece katılan beyanları ve olaydan sonra sıcağı sıcağına yapılan teşhis işlemi mevcuttur.
Olay tarihinde 66 yaşında olan katılan, minibüste yan yana oturduğu sanığın kendi cebinden bir şeyler karıştırdığını hissetmediğini, sanık minibüsten inerken şüphelenerek cebini kontrol ettiğini, parasının ön sol cebinde olmadığını anladığını bu nedenle kendisinin de indiğini, sanığın başka bir minibüse bindiğini görünce minibüsü durdurup sanığı tutup indirdiğini ancak sanığın elinden kaçtığını, çevreden yardım istediğini ancak yardım edilmediğini söylemiştir.
Dosya üzerinde müzakere tarihinden sonra şahsen yaptığım inceleme sonucunda, katılanın sanığı görse tanıyabileceğini söylemesi üzerine sanık yakalanarak 22.01.2009 günü saat 15:20"de canlı teşhis yaptırılmış ancak dosya kapsamından sanık hakkındaki gözaltı kararının 22.01.2009 günü saat 17:45"te alındığı yani sanığın gözaltına alınma kararından 2 saat 25 dakika önce (henüz gözaltı kararı verilmemiş iken) teşhis işleminin yaptırıldığı anlaşılmıştır.
1982 Anayasasının 38. maddesi, 5271 sayılı CMK"nin 206/2-a, 217/2, PVSK"nin Ek 6/9. maddeleri gereği şüpheli gözaltına alınmadan müştekiye teşhis yaptırılarak delil toplanması açıkça kanuna aykırılık teşkil etmekte olduğundan bu suretle elde edilen bulguların delil olarak kullanılması mümkün olmadığından (kaldı ki katılanın teşhis öncesi sanıkla ilgili tespitleri birebir sanıkla da örtüşmemektedir.) teşhis delili dışındaki tüm deliller ve dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde sanığın katılanın ön sol ve arka sağ cebinden para ve cüzdanını çalmasının hayatın olağan akışına da uygun olmadığı, katılanın pekala ilgili eşyalarını düşürmüş olabileceği sanığın olay günü evden çıkmadım savunmasına tereddütlü bakılsa dahi bunun sanığın katılanı hırsızladığının delili olamayacağı olayın şüpheyi aşar boyutta bir delilin de olmadığı şüphenin sanık lehine yorumlanması gerektiğinin ceza yargılamasının temel kurallarından olduğu da dikkate alınarak çoğunluğun sanığın müsnet suçtan cezalandırılmasına dair görüşüne, sanığın delil yetersizliğinden beraat etmesi görüşü ile muhalifim." düşüncesiyle,
Çoğunluk görüşüne katılmayan dört Ceza Genel Kurul Üyesi de; benzer düşüncelerle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Samsun 4. Asliye Ceza Mahkemesinin 27.02.2014 tarihli ve 637-110 sayılı direnme kararına konu hükmünün, sanığın atılı suçtan mahkûmiyeti yerine beraatine karar verilmesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 15.11.2018 tarihinde yapılan müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için destek@ictihatlar.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.