
Esas No: 2018/1529
Karar No: 2019/1207
Yargıtay 21. Hukuk Dairesi 2018/1529 Esas 2019/1207 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ: Bölge Adliye Mahkemesi 15. Hukuk Dairesi
TÜRK MİLLETİ ADINA
K A R A R
A) Davacı İstemi;
Davacı vekili vermiş olduğu dava dilekçesi ile özetle; davacının davalı şirkette 19/06/2000-26/08/2010 tarihleri arasında döner ustası olarak çalıştığını, davalının şirket bünyesinde çalışırken iş kazası geçirdiğini, sağlığının halen düzelmediğini, davacının iş kazası ile ilgili ... 8. İş Mahkemesi’nin 2011/557 Esas sayılı dosyasıyla maddi ve manevi tazminat davası açıldığını, verilen nihai kararda fazlaya ilişkin haklarının saklı kalmak kaydıyla maddi tazminat talebinin kabul edildiğini, manevi tazminat talebini ise kısmen kabulüne karar verildiğini, davacının tüm maddi zarar toplamının 54441,61 TL olduğunu ve ... 8. İş mahkemesinde bu zarar meblağının 1000,00 TL"lik kısmının hüküm altına alındığını kalan 53441,61 TL"nin tahsilini talep ve dava etmiştir.
B) Davalı Cevabı;
Davalı vekili vermiş olduğu cevap dilekçesinde özetle; açılan bu davanın 10 yıllık zamanaşımına uğradığını, ilk davanın açılmış olması ek dava için zamanaşımı süresini kesmeyeceğinden davanın zamanaşımından reddine karar verilmesi gerektiğini, dosyada tarafların kusuruna ilişkin 3 adet farklı rapor bulunduğunu, bu çelişki giderilmeksizin davacının % 70 oranında kusurlu olduğu görüşü ile hüküm kurulmasının hatalı olduğunu kabul edilerek temyiz gerekçesi yapıldığını zamanaşımı itirazının reddi ile davanın esasına girilmesi halinde kusur oranlarının tespiti yönünden yeni bir bilirkişi incelemesi yapılmasının gerektiğini, dosyada bulunan raporun hüküm kurmaya elverişli olmadığını, ayrıca maddi tazminat talebinin tek tek miktar olarak ne olduğunun belirtilmediğini yine hangi alacak kalemi için ne miktarda talepte bulunulduğunun da açıklanması gerektiğini beyan ederek davanın reddini talep etmiştir.
C) İlk Derece Mahkemesi Kararı ve Gerekçesi;
“...1- Davanın REDDİNE,
2- Harçlar Yasası’na göre belirlenen 29,20 -TL maktu harcın peşin yatırılan harçtan mahsup edilerek fazla yatırıldığı anlaşılan 153,33-TL"nin kararın kesinleşmesi ve talep halinde yatırana iadesine,
3- Karar tarihi itibariyle yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari ücret Tarifesi’ne göre kendisini vekile temsil ettiren davalı lehine 1.800,00-TL. vekalet ücreti takdirine,
4- Yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına, ..”
GEREKÇE
“...Tüm dosya muhteviyatı nazara alındığında; her ne kadar davacı vekili, müvekkilinin davalı şirkette döner ustası olarak 19/06/2000 - 26/08/2010 tarihleri arasında çalıştığını, 28/12/2003 tarihinde iş kazası geçirdiğini, ... 8. İş Mahkemesinin 2011/557 Esas sayılı dosya üzerinden maddi ve manevi tazminat davası açtıklarını, müvekkilinin %14,2 maluliyet oranının belirlendiği ve davalı işverenin %70 kusurlu olduğu tespit edilerek maddi tazminat taleplerinin kabulüne karar verildiğini, işbu davayla bakiye 53.441,61-TL maddi tazminatın tahsilini talep etmiş ise de; davalı vekilinin yasal süresinde sunduğu cevap dilekçesinde zamanaşımı definde bulunduğu, ... 8. İş Mahkemesinin 2011/557 Esas sayılı dosyasının bir örneği celbedilip tetkikinde davacı yönünden maluliyetin 16/05/2004 tarihinde kesinleştiği, bu tarihten sonra herhangi bir maluliyetin arttığı yönünde ve maddi tazminatın değişeceği yönünde bir iddianın da bulunmadığı, kaza tarihi itibariyle yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Yasasının 127. Maddesinde ve dava tarihi itibariyle yürürlükte bulunan 6198 sayılı Türk Borçlar Kanunun 146. Maddesindeki düzenlemeler doğrultusunda 10 yıllık zamanaşımı süresinin öngörüldüğü, uygulamada ve öğretide kabul edildiği üzere zamanaşımı failin ve zararın öğrenildiği tarihten başlayacağı, zarar görenin zarar öğrenmesi demek, zararın varlığı, mahiyeti ve esaslı unsurlar hakkında bir dava açma ve davanın gerekçelerini göstermeye elverişli bütün hal ve şartları öğrenmesi demek olduğu, vücut bütünlüğünün ihlalinden doğan zarar, ancak bakım ve tedavi sonucunda düzenlenen hekim raporunda belirli bir açıklığa kavuşacağı, bedensel zararın gelişim gösterdiği durumlarda, zamanaşımına başlangıç olarak hastalık seyrinin yani gelişimin tamamlandığı tarihin esas alınması gerektiği, somut olayda 16/05/2004 tarihinden itibaren değişen ve gelişen bir durumun söz konusu olmadığı ve zamanaşımı başlangıç tarihinin 16/05/2004 olarak kabulü gerektiği, dava tarihi olan 11/07/2016 tarihi itibariyle yasal 10 yıllık sürenin geçtiği ve maddi tazminat talebinin zamanaşımına uğradığı yönünde mahkememize kanaat geldiğinden davanın reddine dair aşağıdaki şekilde karar vermek gerekmiştir...”
D) Bölge Adliye Mahkemesi Kararı ve Gerekçesi;
“..1- Dosya kapsamı delil durumu, ... 5. İş Mahkemesinin 29/12/2016 tarih, 2016/403 Esas - 2016/635 Karar sayılı kararında mahkemenin vakıa ve hukuki değerlendirmesi bakımından usul ve esas yönünden yasaya aykırı bir durum bulunmamasına göre davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK 353/1-b.1 maddesi gereğince USULDEN REDDİNE, .. ”
GEREKÇE
“..Dosya içeriğinin incelenmesinden gerekçeli kararın davacı vekiline 19/01/2017 tarihinde tebliğ edildiği, davacı vekilince gerekçeli istinaf dilekçesinin 30/01/2017 tarihinde sunulduğu, sürenin 27/01/2017 cuma günü sona erdiği, davacı vekilince 11 günlük süre geçtikten sonra yukarıda belirtildiği gibi gerekçeli istinaf başvurusunda bulunulduğu dosya içeriğinden anlaşılmaktadır.Yukarıda belirtildiği gibi davacı tarafça 8 günlük istinaf süresi geçirilmiş olmakla sadece kamu düzenine ilişkin hususlar açısından inceleme yapılmış ve eksiklik tespit edilmemiştir.Davacı vekilince zamanaşımına yönelik olarak itiraz ileri sürülmüş olup zamanaşımı itirazı resen incelemeye tabi olmamakla ve istinaf süresi de geçirilmiş olmakla aşağıdaki şekilde karar vermesi gerektiği kanaatine varılmıştır.
E-)GEREKÇE;
Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, hukuki ilişkinin nitelendirilmesine, vakıa mahkemesi hakiminin objektif, mantıksal ve hayatın olağan akışına uygun dosyadaki verilerle çelişmeyen tespitlerine ve uyuşmazlığa uygulanması gereken hukuk kurallarına göre, HMK"nın 355. maddesi uyarınca istinaf sebepleri ile sınırlı olarak ve resen kamu düzeni yönünden yapılan inceleme sonucu, ilk derece mahkemesinin vakıa ve hukuki değerlendirmesinde usul ve yasa yönünden yasaya aykırılık bulunmadığı anlaşılmakla, davacı vekilinin istinaf başvurusunun usul yönünden reddine karar verilmesi gerektiği kanaatine varılmıştır...”
E) Davalı Temyiz Nedenleri;
... 8.İş Mahkemesi’nin 2011/557 esas sayılı dava dosyasında davacının maddi zararının 54441,61 TL olarak tespit edildiği, kararın 1000 TL üzerinden verildiği ve fazlaya dair haklarının saklı tutulduğu, maluliyetin derecesini kesin olarak belirleyen rapor ile zamanaşımının başladığı, sürenin 10 yıl olduğu, davacının maluliyetinin zaman içinde ve halen artmaya devam ettiği, iyileşme olmadığı, istinaf taleplerinin süresinde olmadığı gerekçesi ile reddedildiği, ancak kararın tefhimin yapıldığı gün (29.12.2016’da) süre tutum dilekçesi verildiği ve aynı tarihte harç yatırıldığı, istinafın süresinde olduğu ileri sürmüştür.
F) Delillerin Değerlendirilmesi ve Gerekçe;
Dava, iş kazasına dayalı bakiye maddi tazminat istemine ilişkindir.
Mahkemece, zamanaşımı nedeni ile davanın reddine karar verilmiştir.
Bilindiği üzere karar tarihinde yürürlükte bulunan 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 8/2.maddesinde “İstinaf yoluna başvurma süresi, karar yüze karşı verilmişse nihaî kararın taraflara tefhimi, yokluklarında verilmiş ise tebliği tarihinden itibaren sekiz gündür” ifadelerine yer verilmiştir. Aynı Kanunun 15. maddesine göre ise, bu Kanunda açıklık bulunmayan hallerde Hukuk Muhakemeleri Kanunun hükümleri uygulanacağına işaret edilmiştir.
01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK’nın 321.maddesinin 2.fıkrasına göre ise; kararın tefhimi için hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanamadığı ve bu nedenle zorunlu olarak hüküm özetinin tefhim edildiği hallerde, gerekçeli kararın en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması gerekir. Bu hüküm doğrultusunda, hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte tefhim edilmediği hallerde gerekçeli kararın taraflara tebliği zorunludur. (Anayasa Mahkemesi Başkanlığı’nın (İkinci Bölüm) 20.03.2014 gün ve 2012/1034 Başvuru sayılı kararı da aynı yöndedir).
Mahkemece, taraflara tefhim edilen kısa kararda (hüküm özeti) hükmün tüm unsurları yer almakla birlikte kararın gerekçesinin tefhim edilememesi halinde temyiz süresi gerekçeli kararın tebliğinden itibaren başlar. Ancak, hüküm tüm unsurları ve gerekçesi ile birlikte tefhim edilmiş ise artık hükmün HMK’nın 321/2. maddesine göre usulüne uygun ve eksiksiz bir biçimde tefhim edildiği kabul edilir ve temyiz süresi tefhim tarihinden itibaren başlar. 5521 sayılı Kanun‘un 8.maddesinde yer alan ve temyiz süresinin başlangıcına esas alınan tefhim kavramının “hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklandığı hal“ olarak anlaşılması zorunludur.Tarafların, gerekçeli karar tebliğ edilmeden önce, temyiz süre tutum dilekçesi veye gerekçeli temyiz dilekçesi sunmak suretiyle kararı temyiz ettikleri hallerde dahi, kararın gerekçesini dikkate alarak yeni temyiz gerekçelerine dayanmaları mümkün olduğundan, bu gibi hallerde bile gerekçeli kararın taraflara tebliği gerekir.
Davanın tümden kabul veya tümden reddedildiği hallerde, reddedilen bir talebi bulunmadığından davacının veya davacı yararına kurulan bir hüküm bulunmadığından davalının kararı temyizde ilke olarak hukuki yararı bulunmadığı kabul edilmekte ise de tarafların kararın gerekçesini temyiz etme hakları bulunduğundan gerekçeli karar taraflara tebliğ edilmelidir. Nitekim davacı vekilinin kararın tefhiminden itibaren yasal süresi içerisinde sundukları istinaf yoluna başvurusuna dair süre tutum dilekçesi ile kararı istinaf ettiğini beyan ettiği anlaşılmaktadır.Öte yandan 6100 sayılı HMK’da istinaf gerekçelerinin bildirilmesi için ve yine Bölge Adliye Mahkemesinin istinaf incelemesinin süresini sınırlandıran bir hukuki düzenleme yer almamaktadır.Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 19/09/2018 tarih ve 2018/9-584 E- 2018/1332 K.sayılı ilamında da belirtildiği üzere; 1982 Anayasası’nın “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36’ncı maddesi uyarınca, “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” düzenlemesi yer almaktadır. Ayrıca Anayasanın 90’ıncı maddesinin son fıkrasında, usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmaların kanun hükmünde olduğu, bunlar hakkında anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamayacağı, temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümlerinin esas alınacağı ifade edilmiştir.
Bu bağlamda ülkemizin de taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) 6’ncı maddesinde adil yargılanma hakkı ayrıntılı yer almış olup, gerek Anayasa gerekse AİHS düzenlemelerine koşut olarak da 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 27’nci maddesinde hukuki dinlenilme hakkı düzenlenmiştir.
HMK"nın 27’nci maddesinde;
"(1) Davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahiptirler.
(2) Bu hak;
a) Yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını,
b) Açıklama ve ispat hakkını,
c) Mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini, içerir" düzenlemesi yer almıştır.
Hukuki dinlenilme hakkı çoğunlukla "iddia ve savunma hakkı" olarak bilinmektedir. Ancak bu hak iddia ve savunma hakkı kavramına göre daha geniş ve üst bir kavramdır.
Hakkın temel unsurları maddede tek tek belirtilmiş, böylece uygulamada bu temel yargısal hak konusundaki tereddütlerin önüne geçilmesi amaçlanmıştır.Bunlardan ilki “bilgilenme hakkı”dır. Bu çerçevede, öncelikle tarafların gerek yargı organlarınca gerek karşı tarafça yapılan işlemler konusunda bilgilendirilmeleri zorunludur. Kişinin kendisinden habersiz yargılama yapılarak karar verilmesi, kural olarak mümkün değildir. Hak sahibinin kendisi ile ilgili yargılama ve yargılamanın içeriği hakkında tam bir şekilde bilgi sahibi olması sağlanmalıdır. Tarafın bilgi sahibi olmadığı işlemler, belge ve bilgiler yargılamada esas alınamaz. Bilgilenmenin şekli bakımından, hukuki dinlenilme hakkına uygun davranılmalı, ilgilinin bilgilenmesi şeklen değil, gerçek anlamda sağlanmaya çalışılmalıdır.
Bu hakkın ikinci unsuru, “açıklama ve ispat hakkı” dır. Taraflar, yargılamayla ilgili açıklamada bulunma, bu çerçevede iddia ve savunmalarını ileri sürme ve ispat etme hakkına sahiptirler. Her iki taraf da bu haktan eşit şekilde yararlanırlar. Bu durum "silahların eşitliği ilkesi" olarak da ifade edilmektedir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) adil yargılanma hakkını düzenleyen 6’ncı maddesinin birinci bendinin ilk cümlesinde yer alan silahların eşitliği ilkesi, yine AİHS’ne göre, mahkeme önünde sahip olunan hak ve vecibeler bakımından taraflar arasında tam bir eşitliğin bulunması ve bu dengenin bütün yargılama boyunca korunmasıdır. Başka bir deyişle, silahların eşitliği ilkesi, davanın taraflarından birini diğeri karşısında avantajsız bir duruma düşürmeyecek şekilde her iki tarafın deliller de dâhil olmak üzere, iddia ve savunmasını ortaya koymak için makul bir olanağa sahip olması, tarafların denge içinde olması demektir. Söz konusu ilke tarafların usulüne uygun olarak mahkemenin önüne gelmelerini sağlayan tebligat işlemi açısından da önemlidir. Çünkü ancak hukuka uygun bir usulde gerçekleşen tebligat üzerine, durumdan haberdar olan taraflar iddia ve savunmalarını eşit şekilde yapabileceklerdir.Hukuki dinlenilme hakkının üçüncü unsuru, “tarafların iddia ve savunmalarını yargı organlarının tam olarak dikkate alıp değerlendirmesi” dir. Bu değerlendirmenin de karar gerekçesinde yapılması gerekir. (6100 sayılı HMK’nın gerekçesi m. 32). Yargılama bakımından, sadece bir tarafın dinlenip diğerinin dinlenmemesi, tek yönlü karar verilmesi demektir. Yargılamada yer alan taraflar yargılamanın objesi değil, süjesidir. Hukukî dinlenilme hakkı doğru karar verilmesinin garantisidir; bu nedenle, haksızlığa karşı koyabilme imkânı tanır. Bu hak, hukuk devletinin, insan onurunun korunması ve eşitlik ilkesinin, hak arama özgürlüğünün, adil yargılanma hakkının bir gereğidir.
Bütün bu açıklamalar doğrultusunda, 29.12.2016 tarihli kısa kararın davacı ve davalı vekillerine tefhim edildiği, gerekçeli kararın 19.01.2017 tarihinde davacı vekiline tebliğ edildiği, davacı vekilinin 29.12.2016"da harçlandırmak sureti ile istinaf yoluna başvurduğu, 30.01.2017 tarihinde ise gerekçeli istinaf dilekçesini ibraz ettiği, evrak üzerinde aynı tarihli havale işleminin olduğu ve UYAP sisteminde istinaf başvuru dilekçesinin aynı tarihte kaydının yapıldığı anlaşıldığından, istinaf başvuru dilekçesinin 29.12.2016 tarihli olduğu gözetildiğinde Bölge Adliye Mahkemesince davacı vekilinin istinaf başvurusunun süresinde olmadığından usulden reddine karar verilmesi hatalı olmuştur.Davacı vekilinin istinaf başvurusuna karşı Bölge Adliye Mahkemesince istinaf incelemesi yapılması gerekirken başvurunun süresinde olmadığından usulden reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olduğundan temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesinin kararının bozulması gerekmiştir.
O halde davacının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.G) SONUÇ: Temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının, yukarıda yazılı sebeplerden dolayı 6100 sayılı HMK’nun 373/1. maddesi uyarınca BOZULMASINA, dosyanın davacı istinafı incelenmek üzere Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, temyiz harcının istek halinde temyiz eden davacıya iadesine 21.02.2019 gününde karar verildi.