Esas No: 2017/1459
Karar No: 2020/210
Karar Tarihi: 25.02.2020
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/1459 Esas 2020/210 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İzmir 5. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü.
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili 15.07.2011 harç tarihli dava dilekçesinde; müvekkilinin Balıkesir ili Burhaniye ilçesinde Atatürk Anadolu Sağlık Meslek Lisesinde 28.06.2010 tarihinden itibaren öğretmenlik yaptığını, 10.05.2011 tarihinde okulda nöbetçi öğretmen iken okul bahçesinde daha önceden tanıdığı bir öğrenciyi türbanlı olarak gördüğünü, kendisini yanına çağırarak “türbanını çıkar, okulu o şekilde terk et” dediğini, bu uyarı karşısında öğrencinin “okul müdürü karışmıyor sen niye karışıyorsun” demesi üzerine öğrenciyi okul müdürünün yanına götürürken iki öğrencinin daha türbanlı olduğunu gördüğünü, onları da yanına alarak okul müdürünün yanına gittiklerini ve okul müdürüne “Müdür bey, öğrencilerin okulda türbanlı dolaşıyor, neden izin veriyorsunuz” dediğini, okul müdürünün de “Çık dışarı, sen karışamazsın” şeklinde cevap verdiğini, bu sırada öğrencilerden birinin odadan çıktığını, müvekkilinin arkasından koşarak elini öğrencinin omzuna attığı sırada türbanının açıldığını, bunun üzerine orada bulunan kişilerin kendisine tehditlerde bulunduğunu, müvekkilinin bazı öğrencilerin kamusal alanda türban takması nedeniyle şikâyetlerde bulunduğunu, müvekkili hakkında da şikâyetlerde bulunulduğunu, dava konusu olay nedeniyle ifade vermekte iken tebliğ edilen 04.05.2011 tarihli kararname ile Balıkesir ili İvrindi ilçesi Anadolu Sağlık Meslek Lisesine atamasının yapıldığını öğrendiğini, davalı Sendikanın Balıkesir Şubesinin internet sitesinin 12.05.2011 tarihli yayınında “Burhaniye ilçesi Sağlık Meslek Lisesi öğretmeni ...’nun skandalları devam ediyor… Daha önce birçok kez soruşturma geçirerek görev yeri değişen ...’nun bu kez de Burhaniye Sağlık Meslek Lisesinde iki öğrencinin başını zorla açtığı ve kafalarını duvara vurduğu haberleri geliyor… Bu çağda bu derece ilkel kafa yapısına sahip insanların bulunması oldukça düşündürücüdür… Eğitim Bir-Sen Balıkesir Şubesi olarak bu çirkin davranışı şiddetle kınıyor, böyle bir kişinin öğretmen olması nedeni ile de ayrıca utanç duyuyoruz…” şeklinde haber yapıldığını, bu haberin yanında müvekkilinin fotoğrafının, fotoğrafın yanında iki türbanlı öğrencinin resminin arasında “Zavallı” biçimindeki büyük yazının altında “Başörtülü öğrencinin kafasını duvara vuran öğretmen Himmetoğlu ‘görevimi yaptım, Atatürk İnkılaplarına aykırı’ dedi” şeklinde yazının, bu yazının altında daha iri puntolarla “İvrindi’deki başörtülü öğrenciler yandı” şeklinde haber yayınlandığını, yapılan haberin gerek içerik gerekse olayların meydana gelişi itibariyle gerçeklere aykırı olduğunu, haber nedeniyle müvekkilinin küçük düşürüldüğünü ve hedef hâline getirildiğini, müvekkilinin daha önce birçok kez soruşturma geçirerek görev yerinin değiştirildiğinin doğru olmadığını, müvekkilinin kişiliğini, kimliğini yıpratan bu habere sebep olan davalının oluşturduğu üzüntü ve sıkıntının bir nebze olsun giderimi amacıyla bu davanın açılmasının zorunlu olduğunu ileri sürerek 10.000,00TL manevi tazminatın haberin yayın tarihi olan 12.05.2011 tarihinden itibaren işleyen yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı vekili 26.08.2011 havale tarihli cevap dilekçesinde; müvekkili Eğitimciler Birliği Sendikasının tüzüğü gereğince öğrencilerin ve eğitim dünyasının hak ve yararlarını gözeten ve demokratik toplumun oluşumu ve devamı için çalışan bir kamu görevlileri sendikası olduğunu, Sendikanın merkezinin Ankara olduğunu, bu nedenle yetkili mahkemenin Ankara asliye hukuk mahkemeleri olduğunu, dava konusu haberin davacının şahsına ve kişiliğine yönelik değil insan haklarına, hukuka ve görevinin gereklerine aykırı gerçekleştirdiği eylemlerine yönelik olduğunu, davacı tarafından da belirtildiği üzere dersleri bitmiş ve okuldan ayrılmakta olan öğrencinin başını örtmesine elle ve fiili saldırı ile müdahale eden, bu eylemini de görevini kötüye kullanarak yapan davacının haksız ve hukuksuz eylemini duyurmak ve eleştirmek amacına yönelik olduğunu, davacının, giyim kuşama müdahalenin yanında öğrencinin kafasını da duvara vurarak yaralanmasına neden olduğunu, haber içeriğinde gerçek dışı bir durumun olmadığını, meydana gelen olaylar yazılarak davacının hukuka aykırı eylemlerinin ağır bir şekilde eleştirildiğini, haberde yer alan değer yargılarının açık bir sövgü içermediğini ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini, haberin görünür gerçekliğe uygun olduğunu, haber ve eleştirilerin yayınlanmasında kamu yararının olduğunu, manevi tazminat isteme koşullarının bulunmadığını belirterek davanın reddini istemiştir.
Mahkeme Kararı
6. İzmir 5. Asliye Hukuk Mahkemesinin 26.10.2011 tarihli ve 2011/381 E., 2011/412 K. sayılı kararı ile; davalının bağlı bulunduğu genel merkezinin Ankara olduğu gerekçesiyle yetki yönünden davanın reddine, istek hâlinde dosyanın görevli ve yetkili Ankara Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiş, davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesince 27.12.2011 tarihli ve 2011/15158 E., 2011/14199 K. sayılı kararı ile; internet yayınının yapıldığı her yerde haksız eylemin gerçekleştiğinin ve zararın doğduğunun kabul edilmesi gerektiği gerekçesi ile karar bozulmuş, davalı vekilinin karar düzeltme istemi de Özel Dairece reddedilmiştir.
7. İzmir 5. Asliye Hukuk Mahkemesinin 04.04.2013 tarihli ve 2012/87 E., 2013/178 K. sayılı kararı ile; bozma ilamına uyularak, davalının yayınlanan yazıdaki olayların gerçeği yansıttığını iddia ederken ceza mahkemesindeki tanık anlatımlarını delil olarak gösterdiği, ancak yayınlanan yazıda olayın anlatılışı dışında davacıyı toplum nazarında küçük düşürücü ""Zavallı"", ""İlkel Kafalı"" şeklinde sözler de sarf edildiği, bu sözlerin tenkit sınırını aşan ve kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğu, olayın gerçek olmasının yayını yapan sendikaya davacıyı toplum nazarında küçük düşürtecek ve gideceği okulda infial yaratacak şekilde yayın yapmasını gerektirmediği, bu hâli ile davacının manevi tazminat isteme hakkının doğduğu gerekçesiyle tarafların sosyoekonomik durumları, yazının yazılmasında davacının olaya etkisi göz önünde tutularak 2.000,00TL manevi tazminatın yayının yapıldığı 12.05.2011 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
8. İzmir 5. Asliye Hukuk Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
9. Yargıtay 4. Hukuk Dairesince 19.09.2013 tarihli ve 2013/12453 E., 2013/14624 K. sayılı kararı ile; “…Basın özgürlüğü, Anayasanın 28. maddesi ile 5187 sayılı Basın Yasasının 1. ve 3. maddelerinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerde basının özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına sağlanan güvencenin amacı; toplumun sağlıklı, mutlu ve güvenlik içinde yaşayabilmesini gerçekleştirmektir. Bu durumda halkın dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ile olanaklıdır. Basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma ve yönlendirmede yetkili ve aynı zamanda sorumludur. Basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır. Bunun içindir ki, bu tür davaların çözüme kavuşturulmasında ayrı ölçütlerin koşul olarak aranması, genel durumlardaki hukuka aykırılık teşkil eden eylemlerin değerlendirilmesinden farklı bir yöntemin izlenmesi gerekmektedir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğunun kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir.
Ne var ki basın özgürlüğü sınırsız olmayıp, yayınlarında Anayasanın Temel Hak ve Özgürlükler bölümü ile Türk Medeni Kanununun 24 ve 25. maddesinde yer alan ve yine özel yasalarla güvence altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunulmaması da yasal ve hukuki bir zorunluluktur.
Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır.
Somut olaya gelince; davaya konu yazı eleştiri sınırlarındadır. Yazıda bahsi geçen olaya ilişkin ceza dosyası içeriğine göre, davacının yazıda anlatılan eylemi gözetildiğinde, kullanılan sözler kişilik haklarına saldırı niteliğinde kabul edilemez. Mahkemece bu husus gözetilerek istemin tümden reddedilmesi gerekirken, yerinde olmayan gerekçeyle davalının sorumlu tutulmuş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.” gerekçesi ile karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
10. İzmir 5. Asliye Hukuk Mahkemesinin 24.04.2014 tarihli ve 2014/2 E., 2014/247 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçeler genişletilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
11. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
12. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dava konusu yayının içeriği, kullanılan söz ve ifadeler itibariyle davacının kişilik haklarına saldırının söz konusu olup olmadığı, buradan varılacak sonuca göre davalının manevi tazminatla sorumlu tutulup tutulamayacağı noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
13. Uyuşmazlığın çözümü açısından konuyla ilgili yasal düzenlemelerin irdelenmesinde yarar vardır.
14. Manevi zarar, kişilik değerlerinde oluşan objektif eksilmedir. Duyulan acı, çekilen ızdırap manevi zarar değil, onun görüntüsü olarak ortaya çıkabilir. Acı ve elemin manevi zarar olarak nitelendirilmesi sonucu, tüzel kişileri ve bilinçsizleri; öte yandan, acılarını içlerinde gizleyenleri tazminat isteme haklarından yoksun bırakmamak için yasalar manevi tazminat verilebilecek bazı olguları özel olarak düzenlemiştir.
15. Bunlar kişilik değerlerinin zedelenmesi (Türk Medeni Kanunu m. 24), isme saldırı (TMK m. 26), nişan bozulması (TMK m. 121), evlenmenin butlanı (TMK m. 158/2), boşanma (TMK m. 174/2) bedensel zarar ve ölüme neden olma (818 sayılı Borçlar Kanunu m. 47, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK) m. 56) durumlarından biri ile kişilik haklarının zedelenmesi (818 sayılı Borçlar Kanunu (BK) m. 49, 6098 sayılı TBK m. 58) olarak sıralanabilir.
16. TMK’nin 24. maddesi ile 818 sayılı BK’nin 49. maddesi diğer yasal düzenlemelere nazaran daha kapsamlıdır.
17. TMK’nin 24. maddesinde;
“Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hakimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.
Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.” düzenlemesi mevcuttur.
18. Olay tarihinde yürürlükte bulunan mülga 818 sayılı BK’nin 49. maddesinde ise;
“Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebilir.
Hâkim, manevi tazminatın miktarını tayin ederken, tarafların sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate alır.
Hâkim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir tazmin sureti ikame veya ilave edebileceği gibi tecavüzü kınayan bir karar vermekle yetinebilir ve bu kararın basın yolu ile ilanına da hükmedebilir.” hükmü yer almaktadır.
19. TMK’nin 24 ve BK’nin 49. maddelerinde belirlenen kişisel haklar, bedensel ve ruhsal tamlık ve yaşam ile nesep gibi insanın, insan olmasından güç alan varlıklar ya da kişinin adı, onuru ve sır alanı gibi dolaylı varlıklar olarak iki kesimlidir.
20. Görüldüğü üzere BK"nin 49. maddesi gereğince kişilik hakları zarara uğrayanların manevi tazminat isteme hakları vardır.
21. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) 90. maddesinin son fıkrası; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” hükmünü içermektedir. Bu durumda, mahkemelerce önlerine gelen uyuşmazlıklarda usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar ile iç hukukun birlikte yorumlanması ve uygulanması gerekmektedir.
22. Hemen belirtelim ki, Türkiye’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi"nde (AİHS/Sözleşme) konunun nasıl düzenlendiğinin ve Sözleşme"nin uygulanmasını sağlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarında ifade özgürlüğünün nasıl yer aldığının incelenmesi yerinde olacaktır.
23. AİHS’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10. maddesinin 1. fıkrası; “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir.” hükmünü içermekte olup hangi hâllerde ifade özgürlüğünün sınırlandırılabileceği de aynı maddenin 2. fıkrasında düzenlenmiştir.
24. İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun en önemli temellerinden birisi olup, toplumsal ilerlemenin ve her bireyin gelişiminin başlıca koşullarından birini teşkil etmektedir. AİHS"nin 10. maddesinin 2. fıkrası saklı kalmak koşuluyla, ifade özgürlüğü yalnızca iyi karşılanan ya da zararsız veya önemsiz olduğu düşünülen değil, aynı zamanda kırıcı, hoş karşılanmayan ya da kaygı uyandıran “bilgiler” ya da “düşünceler” için de geçerlidir. Bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleri olup, bunlar olmaksızın "demokratik toplum" olmaz (Handyside/Birleşik Krallık/Başvuru No: 5493/72, 07.12.1976 § 49). AİHS"nin 10. maddesinde benimsenen ifade özgürlüğü bu şekilde olmakla birlikte, yine de dar bir yorum gerektiren istisnalar içermektedir ve bu hakkı kısıtlama ihtiyacının ikna edici bir biçimde ortaya konması gerekmektedir (Pakdemirli/Türkiye kararı, Başvuru No: 35839/97, 22.02.2005).
25. İfade özgürlüğü geniş bir şekilde yorumlanmakta ise de, sınırsız olmadığı da Sözleşme’nin 10. maddesinin 2. fıkrasında belirtilmiştir. Burada çözülmesi gereken temel sorun ifade özgürlüğü ile kişilik haklarına yönelik saldırı arasındaki sınırın hangi ölçütlere göre saptanacağıdır.
26. AİHM, önüne gelen uyuşmazlıklarda yapılan müdahalenin ifade özgürlüğünü ihlal edip etmediğini aşağıdaki kriterleri uygulayarak tespit etmektedir:
i. Müdahalelerin yasayla öngörülmesi:
AİHM, Sözleşme’nin 10. maddesinin 2. fıkrasında yer alan “yasayla öngörülme” ifadesinin, ilk olarak, itiraz konusunun iç hukukta bir dayanağı olması gerektiğini hatırlatır. Ancak söz konusu ifade hukuki normların ilgili kişinin erişiminde olmasını, sonuçlarının öngörülebilmesini ve hukukun üstünlüğü ilkesine uygun olmasını gerektiren kanun niteliğine de atıfta bulunmaktadır (Association Ekin/Fransa, Başvuru No: 39288/98; Ürper ve diğerleri/Türkiye kararı, Başvuru No: 14526/07, 14747/07, 15022/07, 15737/07, 36137/07, 47245/07, 50371/07, 50372/07 ve 54637/07, 20.10.2009).
ii. Müdahalelerin meşru bir amaç izleyip izlemediği:
Sözleşme’nin 10/2. maddesine göre, “…bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlâkın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.”
Görüldüğü üzere yasayla düzenlemek şartıyla ve “başkalarının şöhret ve haklarının korunması” amacıyla ifade özgürlüğünün sınırlandırılabileceği kabul edilmekte olup, sınırlama haklı olsa bile, bu kez sınırlamanın orantılılığı gündeme gelecektir (bkz. sınırlamanın orantısızlığı konusunda Pakdemirli/Türkiye kararı). Kişilik hakkının korunması ile ifade özgürlüğü arasındaki dengeyi iyi sağlamak gerekmektedir. Özellikle siyasetçilerin ve devlet görevlilerinin kişilik hakları ve şöhretleri söz konusu olduğunda bu dengede ifade özgürlüğünün ağır bastığı konusunda kuşku bulunmamaktadır. Diğer bir deyişle, terazide bir yanda siyasetçilerin ve devlet görevlilerinin kişilik hakları, diğer yanda ifade özgürlüğü bulunduğu durumlarda, tercihin daha çok ifade özgürlüğünden yana kullanıldığı söylenebilir (Doğru, O./ Nalbant, A.: İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi Açıklama ve Önemli Kararlar, C. 2, Ankara 2013, s. 232).
iii. Müdahalelerin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığı:
AİHM, ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumun temel yapılarından birini oluşturduğu ve toplumun gelişimi ve bireyin kendini gerçekleştirmesinin temel koşullarından biri olduğunu hatırlatır (Lingens/Avusturya, Başvuru No: 9815/82, 08.07.1986). İfade özgürlüğü istisnalara tabi olsa da, bu istisnalar dar bir biçimde yorumlanmalı ve sınırlama nedeni ikna edici bir biçimde ortaya konmalıdır (Observer ve Guardian/Birleşik Krallık, A Serisi no: 216, Başvuru No: 13585/88, 26.11.1991).
27. AİHM’nin yukarıda belirtilen kriterleri Hukuk Genel Kurulunun 09.04.2019 tarihli ve 2017/4-1687 E., 2019/427 K. sayılı kararında da benimsenmiştir.
28. Kamu görevlilerinin eleştirilmesi hususunda ise; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi, kamu görevlilerinin kabul edilebilir eleştiri sınırını, sade vatandaşlar gibi görmese de siyasetçiler için kabul edilen eleştiri sınırı kadar geniş olmadığını, kamu görevlilerinin görevlerini layıkıyla yerine getirebilmeleri için kamu güvenine sahip olmaları gerektiğini, bunun ise kamu görevlilerini asılsız suçlamalara karşı korumakla sağlanabileceğini vurgulamaktadır (Anayasa Mahkemesi, Emin Aydın, B. No: 2013/2602, 23.01.2014 § 59; Steur/Hollanda, B. No: 39657/98, 28.10.2003, § 40; Lesnik/Slovakya, B. No: 35640/97, 11.03.2003, § 53). Ancak, kamu görevlilerinin görevlerini yerine getirirken hoşgörü göstermeleri gereken eleştiri sınırının diğer insanlara göre daha geniş olması gerektiği AİHM"nin yerleşmiş kararlarındandır.
29. Konunun iç hukukumuzda nasıl yer aldığına gelince;
Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sının 25. maddesinde “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.”
30. Anayasa’nın 26. maddesinde de “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar… Bu hürriyetlerin kullanılması, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.”
Düzenlemeleri yer almaktadır.
31. Tüm bu açıklamalar ve yasal düzenlemeler ışığında somut olay incelendiğinde; davacının okulda nöbetçi öğretmen iken okul bahçesinde bir öğrenciyi başörtülü olarak gördüğü, kendisine başörtüsünü çıkarması ve okulu o şekilde terk etmesini söylediği, öğrencinin “okul müdürü karışmıyor sen niye karışıyorsun” demesi üzerine öğrenciyi okul müdürünün yanına götürürken iki öğrencinin daha başörtülü olduğunu gördüğü, bu öğrencileri de yanına alarak okul müdürüne durumu anlattığı sırada öğrencilerden birinin odadan çıktığı, davacının da arkasından koşarak öğrenciye müdahalede bulunduğu iddiası üzerine davalı Sendikanın internet sitesinde dava konusu haber/yazının yayınlandığı anlaşılmaktadır.
32. İfade özgürlüğü anayasal güvence altında olduğu gibi ülkemizin tarafı olduğu sözleşmeler kapsamında uluslararası hukuk kuralları ve AİHS ile de koruma altındadır. Düşünce ve kanaatler yalnızca olumluyu değil olumsuzu da içerebildiği gibi incitici ve aykırı da olabilirler. Önemli olan değer yargılarına ilişkin düşünce ve kanaatlerin serbestçe ifade edilebilmesidir. Bu noktada belirtmek gerekir ki dava konusu haber/yazıdaki ifadelerin değer yargısı niteliğinde olduğu sonucuna varılmıştır.
33. Dava konusu haber/yazı bir bütün olarak ele alındığında, kullanılan ifadeler, Özel Daire bozma kararında belirtildiği üzere ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gereken eleştiri mahiyetindedir. Yazı içeriğinde davalı Sendika tarafından davacı hakkında kullanılan sözcüklerin küçültücü veya hakaret teşkil edecek mahiyette bulunmadığı, yukarıda vurgulanan yasal düzenlemeler ve AİHM içtihatları karşısında ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiği, davacının kişilik haklarına saldırı teşkil etmediği kabul edilmelidir.
34. Hâl böyle olunca yerel mahkemece verilen direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı bozulması gerekir.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine
HUMK’nın 440/III-1. maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 25.02.2020 tarihinde oy birliği ile ve kesin olarak karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.