12. Ceza Dairesi 2016/453 E. , 2016/4564 K.
"İçtihat Metni"Mahkemesi :Ağır Ceza Mahkemesi
Dava : Koruma tedbirleri nedeniyle tazminat
Hüküm : Davanın reddi
Davacının tazminat talebinin reddine ilişkin hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü;
Bozma ilamı üzerine yapılan incelemeye, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, davacı vekilinin davanın reddine karar verilmesinin hukuka aykırı olduğuna ilişkin temyiz itirazlarının reddiyle, hükmün isteme uygun olarak ONANMASINA, 21.03.2016 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
MUHALEFET ŞERHİ
1-Davacı hakkında TCK"nın 81/1 ve 29. maddeleri gereğince kamu davası açılmış, bu suç dolayısıyla 3 yıl 5 ay 4 gün gün tutuklu kaldıktan sonra yargılama sonunda TCK"nın 27/2. maddesi gereğince ceza tertibine yer olmadığına ve beraatine karar verilerek kamu davası sonuçlanmıştır.
CMK"nın 141. maddesi koruma tedbirleri nedeniyle tazminat verilecek kişilerin beraat veya kovuşturmaya yer olmadığı kararı ile davanın sonuçlanmasını öngörse bile maddenin birinci fıkrasına 6459 sayılı Kanunla eklenen (k) bendi ve 6545 sayılı Kanunla maddeye eklenen 3. fıkra hükmü ve Yargıtay 12.Ceza Dairesi uygulamalarında hukuk devleti olmanın en önemli belirtisi olan devletin fertlere verdiği zararları tazmin etmesini öngören Anayasa 19/son, 40/son hükümleri ile yine Anayasanın 90. maddeleri gereğince iç hukuk kapsamında kanun hükmünde bağlayıcılığı olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları da nazara alınarak birey mağduriyetlerinin giderilmesi amaçlanmıştır.
Bu kapsamda şartla tahliyeden fazla tutuklu kalınan süreler (12.CD, 24.01.2013/24083-1) ve yol tutuklamasında makul sürede hakim önüne çıkarılmama (12.CD, 15.05.2012/20114-12183) gibi hallerde mağdur olanların zararlarının giderilmesinin kabul edilmesi karşısında davacının haksız yere tutuklu kaldığı 3 yıl 5 ay 4 gün için maddi ve manevi zararlarının giderilmesi gerekir.
2-CMK’nın 144. maddesinde tazminat isteyemeyecek kişiler arasında “kusur yeteneğinin bulunmaması nedeniyle hakkında ceza verilmesine yer olmadığına karar verilenler” de sayılmıştır.
Bir kimsenin kusurluluğundan söz edebilmek için o kişinin kusur yeteneğinin bulunması, yani failin kusurlu davranabilme kabiliyetine sahip olması gerekir.
Kusur yeteneği (isnat kabiliyeti) doğruyu yanlıştan, haklıyı haksızdan ayırabilme ve buna göre davranabilme kabiliyetidir. Yani haksızlığı anlayabilme ve bu anlayışa göre davranabilme yeteneğinin bulunması gerekir. Bütün insanların kusur yeteneğine (isnat kabiliyetine) sahip olduğu kanuni karine olarak kabul edilmiştir. Bunun yanında ise bu kusur yeteneğini doğrudan kaldırdığına inanılan olgularda kabul edilmiştir.
Bunlar;
1- Belirli bir yaşın altında olanlar (Yaş küçüklüğü).
2- Akıl hastalığı olanlar.
3- Sağır dilsizler.
4- Geçici nedenler altında olanlar.
5- Alkol-uyuşturucu madde etkisi altında olanlar.
Kusur yeteneğini hiçbir işleme gerek kalmadan kaldıran bu beş halden birisinin bulunması halinde, CMK’nın 223.maddesinin 3.fırka (a-son) bendinde ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmesini kabul etmiştir. Yine aynı fıkranın b, c ve d bentlerinde diğer ceza verilmemesini gerektiren haller sayılmıştır. CMK’nın 144. maddesi ise sadece isnat yeteneği ile ilgili olan CMK’nın 223/3-a maddesindeki “yüklenen suçla bağlantılı olarak yaş küçüklüğü, akıl hastalığı veya sağır ve dilsizlik hali ya da geçici nedenlerin bulunması” hallerde tazminat verilemeyeceğini kabul etmiştir. İşte CMK’nın 144/1-d. maddesinde belirtilen kusur yeteneğinin bulunmaması halleri olarak sayılan bu haller bakımından kanuna uygun olarak tutuklanan ve yakalanan kişiler hakkında ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmesi halinde tazminat istenemeyeceği öngörülmüştür. Kusur yeteneği olmayan kişinin eylemi suç vasfını korumakta, sadece ceza hukuku açısından kişiye ceza verilmemektedir.
Kusur yeteneğinin bulunmaması nedeniyle verilen nihai karar için tazminat verilmemesinin sebebi kusurluluğu kaldıran olguların olup olmadığı ancak yargılama aşamasında belli olacak olduğundan baştan koruma tedbirinin uygulanmasının haklı olduğu gerekçesi varıdır. Dava konusu olay bakımından baktığımızda da sanık tutuklandıktan sonra bu isnat yeteneklerinin yokluğu nedeniyle hakkında ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmemiştir. Davacı bakımından, yaşının küçüklüğü, akıl hastalığı, geçici nedenler altında olma, alkol veya uyuşturucu madde kullanma etkisi altında olma durumu yoktur.
Davacının yargılandığı ceza davasında ise TCK’nın 27/2. maddesi gereğince “meşru savunmada sınırın mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise faile ceza verilmez” hukuka uygunluk sebebi olan ceza sorumluluğunu kaldıran bir hukuka uygunluk hali bulunmaktadır. Bu haliyle baştan beri hukuka uygunluk sebebi içinde bulunan tutuklanması ve yakalanması söz konusudur. Nitekim mahkemede burada hukuka uygunluk sebebinin daha ağır bastığını düşünerek "ceza verilmesine yer olmadığına", yanında ayrıca "beraat" kararı kelimesini de kullanmıştır.
3-Eğer davacı soruşturma aşamasında tutuklanmamış olsaydı, yargılama sonunda ceza almadığından cezaevine alınması söz konusu olmayacaktı. Bu haliyle zarar doğuran bir adli işlem söz konusudur.
4-28. 06. 2014 tarihinde yürürlüğe giren 6545 sayılı Kanunla CMK’nın 141.maddesine eklenen üçüncü fıkra gereğince “Birinci fıkrada yazan hâller dışında, suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davaları ancak Devlet aleyhine açılabilir.” hükmü getirilmiştir. Bu düzenleme ile koruma tedbirleri dışında yapılan işlemlerden zarar görenlerin zararlarının giderilmesi amaçlanmıştır. Davacı, dava konusu olayda ceza hâkiminin hakkında meşru savunma uygulanacak kişiyi tutuklaması söz konusu olup fıkrada belirtilen hakim ve savcıların “yaptıkları işlemler” den zarar gören kişi durumundadır. Bu gibi hukuka aykırılıkların giderilmesi için bu hüküm getirilmiştir.
Manevi tazminat miktarının azlığı nedeniyle hükmün bozulması gerekirken hiç tazminat alamayacağının kabulü hukuka aykırıdır. Çünkü hükmedilen 15.000 lira manevi tazminat miktarına faiz işletildiğinde davacının eline geçecek miktar 22.500 liradır. Dairemiz uygulamalarına göre davacının 2015 yılı itibariyle yıllık 15.000 lira tazminat makul kabul edildiğinden mahkemenin en az 33.000 lira manevi tazminata hükmetmesi gerekirdi.
Kısaca davacının 6216 sayılı Kanunun 45-50.maddeleri gereğince hak arama yolu açık olmakla birlikte, yargılama sonunda kanaatimce meşru savunmadan beraat kararı verilmesi gerekirken ceza verilmesine yer olmadığına karar verilerek davacı aleyhine bir durum oluşturulmuştur.
Sonuç olarak;
Tüm açıkladığımız nedenlerden dolayı davacının uğradığı haksızlık nedeniyle maddi ve manevi zararlarının giderilmesi gerektiğini düşündüğümüzden tazminat verilmesini kabul eden mahalli mahkemenin ilk kararının isabetli olduğunu, ancak manevi tazminatın az olması sebebiyle hükmün bozulması gerektiğini savunduğumuz önceki görüşlerimiz devam ettiğinden tazminat talebini reddeden mahalli mahkeme hükmünün tekrar bozulması gerektiğini düşündüğümüzden sayın çoğunluğun onama yönündeki görüşlerine katılmıyoruz.