
Esas No: 2009/12310
Karar No: 2010/1327
Karar Tarihi: 09.02.2010
Yargıtay 10. Hukuk Dairesi 2009/12310 Esas 2010/1327 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
......
Davacı Kurum, iş kazası sonucu sürekli işgöremezlik durumuna giren sigortalıya bağlanan gelirlerde oluşan artış ile, ilk rücu davasında istem konusu yapılamamış olan gelirler ile harcama ve ödemelerin kusur farkına ilişkin kısmının 506 sayılı Yasanın 26. maddesi uyarınca tazminine karar verilmesini istemiş; ... tarafından açılıp birleştirilerek hükme bağlanan davada ise, Kurum tarafından açılan dava üzerine yatırılan meblağın gelir artışlarına ilişkin kısmının istirdadına karar verilmesi istenmiştir.
Mahkemece, taraflar avukatları tarafından açılan davada, asıl alacağa ilişkin kısmın konusuz kaldığına, ödeme tarihine kadar işlemiş yasal faizin tahsiline karar verilmiş; birleşen davadaki istemin ise reddine karar verilmiştir.
Hükmün, taraflar avukatları tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteklerinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi ... tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
Davacı Kurum tarafından, ilk davada istem konusu yapılmamış olan kusur farkından kaynaklanan miktar yanında, sigortalıya bağlanan peşin sermaye değerli gelirlerde oluşan artışların tavan sınırlaması dahilindeki kısmı gözetilerek belirlenen 49.871,82 TL"nin tazmini amacıyla 20.12.2006 tarihinde dava açılmış; istem konusu miktar, davalı ... tarafından 29.01.2007 tarihinde Kurum hesabına yatırılmıştır. Davacı Kurum vekili, ödeme üzerine sürdürülen yargılamanın 04.07.2007, 01.11.2007 ve 15.11.2007 tarihli oturumlarındaki beyanı ve sunduğu dilekçe içeriklerinde, Kurum zararının tümüyle karşılanmadığını belirterek, özellikle faiz ve masraflar yönünden alacağın hüküm altına alınmasını isterken, 03.07.2008 tarihli oturumda ise davayı takip etmediklerini beyan etmiş, davalının davayı takip
......
konusundaki beyanı üzerine yargılamaya devam edilmiştir. Ancak, 506 sayılı Yasanın gelir artışlarının rücuan tahsiline olanak veren düzenlemesinin iptaline ilişkin kararın yargılama sürerken yayınlanmasına ve dava dilekçesi üzerine yatırılmış olan miktarın gelir artışlarını da kapsamasına karşın; ihtirazi kayıt ileri sürülmediği gerekçesine dayanan mahkeme, artışlar nedeniyle yapılan ödemenin iade edilemiyeceğine karar vermiştir.
Davanın yasal dayanağını oluşturan 506 sayılı Yasanın 26. maddesindeki halefiyet ilkesi uyarınca, Kurumun rücu alacağı; hak sahiplerinin tazmin sorumlularından isteyebileceği maddi zarar (Tavan) miktarı ile sınırlı iken, ...... 21.03.2007 gün ve 26649 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan 23.11.2006 gün ve E:2003/10, K:2006/106 sayılı kararı ile 26. maddedeki “…sigortalı veya hak sahibi kimselerin işverenden isteyebilecekleri miktarla sınırlı olmak üzere…” bölümünün Anayasaya aykırılık nedeniyle iptaline karar verilmiştir.
Anayasanın 152 ve 153. maddelerinde öngörülen düzenlemelere göre; Anayasa Mahkemesi iptal kararlarının Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmesi ile birlikte, elde bulunan ve kesinleşmemiş tüm davalarda uygulanmasının zorunlu olması karşısında, “iptal kararının” Resmi Gazetede yayınlandığı 21.03.2007 tarihinden sonra; Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 76. maddesi uyarınca, yürürlükteki yasaları uygulamakla yükümlü bulunan mahkemelerin ve giderek Yargıtay’ın, iptal kararı ile keenlemyekun (yok hükmünde) olan ve böylece yürürlükten kalkan bir yasa maddesine dayanarak inceleme yapma ve karar verme yetkilerinin bulunmadığının kabulü doğal olup, bu yönde bir uygulama yapılmasına cevaz yoktur......
Gerçekten de, usuli kazanılmış hak gereğince uygulanması gereken bir kanun hükmü, sonradan (karar kesinleşmeden önce) Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilirse; artık usuli kazanılmış hakka göre değil; aksine, usuli kazanılmış hakkın istisnası olarak; iptal kararından sonra oluşan yeni hukuki duruma göre karar verilmesi gereği vardır. (Kuru, S.4784)
Şu hale göre; 26. maddede sayılan koşullarda, Kurumu sigortalının ardılı (halefi) olarak kabul eden anılan yasa maddesinin 1. fıkrasındaki “itiraz konusu” kuralın iptalinden sonra bu madde uyarınca açılan davalarda artık “halefiyet ilkesine” dayanılamayacağı, kurumun rücu hakkının hukuki temelinin (halefiyet değil) bundan böyle; yasadan doğan, sigortalı ya da hak sahibi kimselerin alacaklarından bağımsız, kendine özgü “Basit Rücu” hakkına dönüşmüş olmasının kabulüyle; bu aşamadan sonra; zararlandırıcı sigorta olayı nedeniyle, sigortalı veya hak sahiplerine kurum tarafından bağlanan gelirin (başladığı tarihteki ) ilk peşin sermaye değerinin, tazmin
......
sorumlularının kusuruna isabet eden miktarıyla sınırlı şekilde hüküm kurulması gereği doğmuştur. Nitekim bu yönler, ........ iptal kararının gerekçesine yansıdığı şekilde “...kanuna uymayan eylemi nedeniyle, hukuksal yaptırıma maruz kalan ve bunun sonucu olarak da bağlanan gelirlerin sermaye değerini kuruma ödeyen, böylece olayla bağlantısı (ilişkisi) kesilen işverenin; Kanun, Kanun hükmünde kararname ve kararlarla getirilen katsayılarla, sigortalıya önceden bağlanan gelirlerde sonradan yapılacak artışlardan ve bu artışların peşin sermaye değerinden sorumlu tutularak; sürekli dava tehdidi altında bulundurulması, ......ait olması gereken risklerin, işverene yükletilmesi; hakkaniyet ve sorumluluk ilkeleriyle bağdaşmadığı gibi “....” prensiplerine de aykırılık oluşturur...” denilerek; gelirlerdeki artışların tazmin sorumlularından istenemeyeceği; kesin bir anlatımla ortaya konulmuştur.
Anayasa Mahkemesi kararlarının gerekçeleriyle (konuyu açıklayıcı özelliği itibariyle, her kesimi bu arada mahkemeleri) de bağlayıcı olduğu hususu gözetildiğinde; iptal kararı ile birlikte ortaya çıkan, bu yeni hukuki durum itibariyle; öncelikle, Kurumun rücu hakkının hukuksal temeli halefiyete değil kanundan doğan (basit) rücu hakkına dayandığının kabul edilmesiyle birlikte; artık ilk peşin değerli gelirin tazmin sorumlularının kusuruna isabet eden miktarıyla sınırlı şekilde hüküm kurulması gereği doğduğundan, peşin sermaye değerli gelirlerdeki artışların tazminine yasal olanak bulunmamaktadır.
Davalı tarafından yargılama sürecinde yapılan ödeme, uyuşmazlığı sonlandıran bir yargısal işlem niteliğinde olmadığından; mahkemece hükmün kurulduğu tarihteki geçerli mevzuatın, yukarıda değinilen yerleşik içtihatlar uyarınca gözetilmesi; ilk peşin sermaye değerli gelirler ile harcama ve ödemelerin, davalının kusuru karşılığı tazmini mümkün kısmı hesaplanarak, ilk rücu davası sonucu hükmedilen kısmın da mahsubuyla tazmini mümkün kısmın belirlenmesi zorunluluğu bulunmaktadır. Ayrıca, davalı tarafından yatırılan meblağın ne kadarının eldeki davanın konusu Kurum alacağına karşılık oluşturduğu, Kurum tarafından açılan davanın yargılaması sonucunda belirlenebilecek bir durum olduğundan, bu konudaki yargılama sonuçlanmadan, yatırılan meblağın istirdadının ayrı bir dava konusu edilmesinin usulen mükün bulunmadığı ve dava tarihindeki mevzuat ve içtihatlara uygun olarak açılan tazminat davasının, anılan iptal hükmü nedeniyle oluşan hukuksal durum gereğince kısmen reddine karar verilmesinde, tarafların sorumluluğu bulunmadığından, davacı Kurumun davada haksız çıkan taraf olarak nitelenip vekalet ücretiyle sorumluluğuna hükmedilmesi olanağı bulunmadığı yönü de göz önünde bulundurulmalıdır.
.......
Mahkemece, yukarıda sıralanan maddi ve hukuki olgular ışığında yapılacak değerlindirmeyle Kurum yararına tahsili mümkün olan meblağ belirlenerek, davalı tarafından yersiz ödenen miktarın iadesine karar verilmesi gereğinin gözetilmemiş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O halde, taraflar vekillerinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ:Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davalı-birleşen dosya davacısına iadesine, 09.02.2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.
.........