
Esas No: 2017/4819
Karar No: 2017/15005
Karar Tarihi: 18.12.2017
Yargıtay 18. Ceza Dairesi 2017/4819 Esas 2017/15005 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
KARAR
Hakaret suçundan şüpheli ... hakkında yapılan soruşturma evresi sonucunda Karşıyaka Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen 22/02/2017 tarihli ve 2017/1787 soruşturma, 2017/1532 sayılı kovuşturmaya yer olmadığına dair karara karşı yapılan itirazın reddine ilişkin Karşıyaka 1. Sulh Ceza Hâkimliğinin 03/03/2017 tarihli ve 2017/514 değişik iş sayılı kararının Adalet Bakanlığı tarafından kanun yararına bozulmasının istenilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının, 19/06/2017 gün ve 38090 sayılı istem yazısıyla Dairemize gönderilen dava dosyası incelendi.
İstem yazısında; “Dosya kapsamına göre, müşteki tanığı .....ile şüpheli tanıkları...,....,.... Yardımcı beyanları dikkate alındığında toplanan delillerin kamu davası açılmasını gerektirir nitelikte bulunduğu ve bu delillerin mahkemesince değerlendirilmesi gerektiği gözetilmeksizin, itirazın kabulü yerine, yazılı şekilde reddine karar verilmesinde isabet görülmemiştir.” denilmektedir.
I- Olay:
İncelenen dosyada, müşteki ..."nin 30/01/2017 havale tarihli şikayet dilekçesi ile Karşıyaka Cumhuriyet başsavcılığına müracaat ettiği, dilekçesinde ve bilahare Cumhuriyet başsavcılığınca alınan ifadesinde; bir işi nedeni ile adliye binasında olduğu sırada sonradan ismini öğrendiği şüpheli Yasin isimli kişinin telefonla konuşurken küfürlü konuştuğunu duyduğunu, kendisini “ayıp değil mi” diyerek uyardığını, bunun üzerine şüphelinin kendisine hitaben “si...r git” dediğini ve akabinde de sinkaflı hakaretlerine devam ettiğini bu olaya olay yerinde bulunan tanımadığı ismini orada ......olarak öğrendiği tanığın da şahit olduğunu, kendisine hakaret eden bu kişiden şikayetçi olduğunu belirttiği, Cumhuriyet başsavcılığınca tanık ..... ifadesine başvurulduğu, tanık ifadesinde özetle; müştekinin ifadelerini doğrular yönde beyanda bulunduğu, şüpheli ..."ın alınan beyanında özetle; olay günü ailevi bir telefon görüşmesi esnasında küfürlü konuştuğunu, bir bayanın kendisini ısrarla uyardığını, bunun üzerine bu bayana “sana ne sen kimsin, anam mısın, babam mısın” dediğini ancak hakaret etmediğini, bu olayı orada bulunan mübaşir Veli Salgın, avukat ..... ve o avukatın müvekkilinin duyduğunu savunduğu, savunma gereği bu üç tanığın da ifadesine başvurulduğu, bu üç tanığın da ifadelerinde özetle; şüphelinin ifadelerini doğruladığı, toplanan bu delillerin yeterli ve kesin delil oluşturmadığı gerekçesi ile Karşıyaka Cumhuriyet başsavcılığınca kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği görülmüştür.
Yapılan itiraz üzerine değerlendirme yapan Karşıyaka 1. Sulh Ceza Hakimliğinin 2017/514 değişik iş numaralı kararıyla, soruşturma evrakının incelenmesinde, Cumhuriyet başsavcılığınca verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda yasaya, oluşa aykırılık ve usulsüzlük tespit edilmediği gerekçeleri ile itirazın reddine karar verilmiştir.
II- Kanun Yararına Bozma İstemine İlişkin Uyuşmazlığın Kapsamı:
Soruşturma dosyası kapsamında, müşteki ve şüphelinin ifadesinin çelişmesi ile her iki tarafın gösterdiği tanık ifadelerinin temininden sonra bir tanık ifadesinin müştekiyi doğrulaması, diğer üç tanık ifadesinin ise şüpheliyi doğrulaması karşısında; elde edilen bu delillerden CMK"nın 170/2. maddesinde iddianame tanzimi için gereken “yeterli şüphe” ye ulaşılıp ulaşılamadığı sorunudur.
III- Hukuksal Değerlendirme:
A. Kamu Davasının Açılması, Mecburilik ve Takdirilik Sistemleri:
5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 1’nci maddesinde, kanun koyucu, kanunun kapsamını; ceza muhakemesinin nasıl yapılacağı hususundaki kurallar ile bu sürece katılan kişilerin hak, yetki ve yükümlülüklerini düzenlemek şeklinde belirtmiştir. Ceza yargılaması içerisinde iddia faaliyetini yürüten savcılık makamını ülkemizde Cumhuriyet başsavcılıkları temsil etmektedir. Cumhuriyet savcısının soruşturma aşamasındaki bazı görev ve yetkileri de CMK"nın 160 vd maddelerinde düzenlenmiştir. Cumhuriyet savcısının yürüttüğü soruşturmadan bir sonuç çıkartmak görevlerinden bir tanesidir. CMK"nın 170/2. maddesine göre “soruşturma evresi sonunda toplanan deliller, suçun işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşturuyorsa; Cumhuriyet savcısı bir iddianame düzenler” şeklindeki düzenlemeden Cumhuriyet savcısının yaptığı soruşturma neticesinde çıkardığı sonuçlardan birinin İddianame düzenlemek olduğu anlaşılmaktadır. (..., Kamu Davasının Açılması ve İddianamenin İadesi, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2007, ss.3-7)
Soruşturma evresinin asıl yetkilisi olan Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez ceza yargılamasının temel amacı olan maddi gerçeğin ortaya çıkarılması için soruşturmaya başlayacaktır.
Kamu davasının açılmasında ceza siyaseti açısından ana hatları ile iki prensip bulunmaktadır. Bunlar mecburilik ve takdirilik sistemleridir. (Nurullah Kunter, Feridun Yenisey, Ayşe Nuhoğlu, Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, İstanbul, Arıkan Kitap, 2006. -14.Bası, ss.174-175, Feridun Yenisey, Ayşe Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, Ankara, Seçkin Yayıncılık, 2015. - 3.Bası, s.689). Mecburilik ilkesi kabul edilen sistemlerde soruşturma yapmak ile yetkili makamların suç şüphesi olan durumlarda, soruşturmaya başlamak, delilleri toplamak, işin aslını aydınlatmak, soruşturma sonucunda fiilin ve failin belli olması ve suç işlendiği yönünde yeterli şüphe olması durumunda, iddianame tanzim edip kamu davasını açmak mecburidir. Ceza Adalet sistemimizde mecburilik sistemi kabul edilmiştir. Bazı durumlarda istisna olarak da takdirilik (maslahata uygunluk) ilkesine de yer vermiştir. (Nur Centel, Hamide Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, İstanbul, Beta Basım, 2015. - 12.Bası, s.495). CMK 170/2’ye göre “soruşturma evresi sonunda toplanan deliller, suçun işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşturuyorsa; Cumhuriyet savcısı bir iddianame düzenler” yüklemdeki emir kipinden de anlaşılacağı üzere kamu davasının mecburiliği vurgulanmıştır. Mecburilik, araştırma mecburiyetini, kamu davası açmak mecburiyetini ve kamu davasını yürütmek mecburiyetini içerisinde barındırmaktadır. (Bahri Öztürk, Durmuş Tezcan, Mustafa Ruhan Erdem, Özge Sırma, Yasemin F. Saygılar Kırıt, Özdem Özaydın, Esra Alan Akcan, Efser Erdem, Nazari ve Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku, Ankara, Seçkin Yayınevi, 2012, s.143). Yine aynı ilke uyarınca soruşturmadan sonuç çıkaran savcının, yeterli şüpheye ulaşamaması durumunda kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermesi ve muhakeme şartları gibi maddi sebeplerin gerçekleşmediğinden bahisle kovuşturmama kararı verilmesi de mecburilik sisteminin bir gereğidir. (Burcu Ertem, Kamu Davasının Açılması ve İddianamenin İadesi, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2007, s.146). Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin Ceza Adaleti Sisteminde Savcılığın Rolü ile ilgili üye devletlere sunduğu 2000/19 sayılı tavsiye kararının 27’nci maddesinde de: “Savcılar, tarafsız bir araştırmanın suç isnadının mesnetsiz olduğunu gösterdiği durumlarda, soruşturmayı başlatmamalı ya da devam ettirmemelidir.” Denilmek sureti ile bu ilkeye vurgu yapılmıştır. (Burcu Ertem, s.146). Mecburilik sistemine örnek olarak CMK 172/3 hükmü de gösterilebilir. Bu hükme göre: “Kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın etkin soruşturma yapılmadan verildiğinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmesi üzerine, kararın kesinleşmesinden itibaren üç ay içinde talep edilmesi hâlinde yeniden soruşturma açılır.” denilmek sureti ile maddede yazan durumun gerçekleşmesi halinde savcıya kamu davası açılıp açılmayacağına karar verilmek üzere tekrar soruşturma yapması emredilmektedir. Bir suç şüphesi üzerine, soruşturma yapmakla görevli kişi ya da makamların soruşturmaya başlayıp başlamamakta, soruşturma sonucunda dava açıp açmamakta, davayı muhakeme sonuna kadar yürütüp yürütmemekte takdir yetkisi bulunduğunu kabul eden sisteme ise takdirilik (maslahata uygunluk) sistemi denilmektedir. (Veli Özer Özbek, Nihat M. Kambur, Koray Doğan, Pınar Bacaksız, İlker Tepe Ceza Muhakemesi Hukuku, Ankara, Seçkin Yayıncılık, 2011, s.184). Bazı suçlar bakımından savcının doğrudan kamu davasını açamaması kamu yararına olabilir. Soruşturma ve kovuşturmanın kamu yararına olması demek bazı hallerde soruşturmayı ve/veya kovuşturmayı şarta bağlı tutmaya engel değildir. (Feridun Yenisey, Ayşe Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, Ankara, Seçkin Yayıncılık, 2015, s.689). Hukukumuzda bazı suçlar bakımından her ne kadar takdir hakkı Cumhuriyet savcısında olmasa da, izin, şikâyet, talep gibi şartların soruşturma için zorunlu tutulması maslahata uygunluk esası ile açıklanmaktadır. Ayrıca CMK’nın 171’inci maddesinde düzenlenen cezayı ortadan kaldıran şahsi sebep olarak etkin pişmanlık ve şahsi cezasızlık sebepleri de takdirilik ilkesine örnek olarak gösterilebilecektir. Yukarıda da belirtildiği üzere Ceza Muhakemesi Hukukumuzda asıl mecburilik, istisna olarak da takdirilik sistemi uygulanmaktadır. (Feridun Yenisey, Ayşe Nuhoğlu, s.694; Bahri Öztürk, Mustafa Ruhan Erdem, Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku, Ankara, Seçkin Yayınevi, 2006. - 9.Bası, s.184; Nur Centel, Hamide Zafer, s.480; Yücel Ünver, Hakan Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku 2.Cilt, 6.Bası, Ankara, 2012, s.19, Burcu Ertem, s.161).
B. Şüphe Kavramı, Dereceleri ve Ceza Muhakemesindeki Yeri:
Şüphe bir olay hakkında duyulan kuşku ve belirsizlik duygusudur. Şüphe her şeyden evvel, insani bir duygudur. İnsanın genel hayat tecrübelerine göre, olaylar hakkında aldığı tavırdır. Şüphe kavramının, ceza muhakemesi açısından yeri çok önemlidir. Birçok ceza muhakemesi kurumunun temelinde, şüphe olgusu yatmaktadır. Şüphe kavramının dereceleri ile maddi gerçeğin ne olduğu hususunda belirsizliğin aşamaları belirtilmektedir.(Gültekin Özkan, Öğreti ve Uygulamada İddianame ve İddianamenin İadesi, Ankara, Seçkin Yayıncılık, 2011. - 1.Bası, s.117) Mülga CMUK döneminde şüphe kavramına yer verilirken derecelerine yer verilmemiştir. CMK’da ise şüphe kavramının şüphe (basit şüphe) (Feridun Yenisey, Uygulanan ve Olması Gereken Ceza Muhakemesi Hukuku Hazırlık Soruşturması ve Polis, İstanbul, Beta Basım, 1987. - 1.Bası, s.45), makul şüphe, yeterli şüphe ve kuvvetli şüphe gibi derecelerine yer verildiğini görmekteyiz. Bu derecelendirilmiş şüphe kavramları, delillerin ortaya çıkardığı kavramlardır. Deliller şüpheyi kuvvetlendirecek ya da zayıflatacaktır. Kesin matematiksel ölçütler taşımayan bu durum, her olayın özelliğine göre değerlendirilecektir. (Erdener Yurtcan, Ceza Avukatının El Kitabı, İstanbul, Beta Basım, 2009. - 9.Bası, s.14) Yapılan her muhakeme bir şüpheyi yenmektedir. (Nurullah Kunter, Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, İstanbul, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Fakülteler Matbaası, 1978, s.196) Ceza muhakemesinin en önemli üç süjesinin birine de aslında ismini şüphe kavramı vermektedir. Şöyle ki, şüphe kelimesine “li” eki eklenerek “şüpheli” tabiri oluşturulmuştur. Bu noktada da, şüphenin ceza muhakemesinin ana yapı taşı olduğu söylenebilir. (..., s.12) Soruşturma evresi suç teşkil eden bir durumun olup olmadığı yönündeki şüphe ile başlamaktadır. Bu şüphe tahmine değil, olaylar ve maddi olgulara dayanacaktır. (Feridun Yenisey, Ayşe Nuhoğlu, s.570) CMK 160’ncı maddesinde belirtilen “şüphe-izlenim” kavramının kuvvet derecesini belirtir bir sıfat olmadığı için buradaki izlenim (şüphe) basit derecededir denilebilir. (Nur Centel, Hamde Zafer, s.81) Basit şüphe, şüphenin derecelendirilmesinde en alt derecesidir. Doktrinde “başlangıç şüphesi” olarak da adlandırılmaktadır. (A. Caner Yenidünya, prg. 71) Bunun altında zaten şüpheden bahsedilemeyecektir, dolayısı ile soruşturma başlatılamayacaktır. CMK 116’ncı maddede düzenlenen, arama kurumunda, makul şüpheden bahsedilmiştir. Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliğinin 6’ncı maddesinde: “Makul şüphe, hayatın akışına göre somut olaylar karşısında genellikle duyulan şüphedir. Makul şüphe, aramanın yapılacağı zaman, yer ve ilgili kişinin veya onunla birlikte olanların davranış tutum ve biçimleri, kolluk memurunun taşındığından şüphe ettiği eşyanın niteliği gibi sebepler göz önünde tutularak belirlenir. Makul şüphede, ihbar veya şikâyeti destekleyen emarelerin var olması gerekir. Belirtilen konularda şüphenin somut olgulara dayanması şarttır. Arama sonunda belirli bir şeyin bulunacağını veya belirli bir kişinin yakalanacağını öngörmeyi gerektiren somut olgular mevcut bulunmalıdır.” denilmek sureti ile makul şüphenin tanımı yapılmıştır. Buradaki şüphe her durumda bir suça isabet etmelidir. (Faruk Erem, Ceza Usulü Hukuku, Ankara, Sevinç Matbaası, 1970. - 3.Bası, s.468) CMK’nın 170/2’nci maddesinde ise, iddianame tanzimi için, yeterli şüphe aranacağı belirtilmektedir. Yeterli şüphenin oluşması için bunu haklı gösterecek delil, emare ve olgulara ihtiyaç duyulacaktır. (Hasan Tahsin Gökcan, Cumhuriyet Savcısının Delilleri Değerlendirme Yetkisi ve Yargıtay Uygulaması, Ankara Barosu Dergisi, Ankara, 2012/1. - s. 195-206. - Yıl:70) Soyut tahminler, hipotezler ve olasılıklar somut vakıalarla desteklenmediyse, şüpheye vücut veremeyecektir. (Yücel Ünver, Hakan Hakeri, s.13) Savcının takdir hakkı kamu davası açmaya yeter şüphenin bulunup bulunmadığına yönelik olup açılan davayı geri alma hakkını kapsamamaktadır. (Faruk Erem, s.227) Eldeki delillerle şüpheli/sanığın mahkûm olma ihtimali, beraat etme ihtimalinden daha yüksek olduğu durumda, yeterli şüpheden bahsedilecektir. (Nur Centel, Hamde Zafer, s.83; Bahri Öztürk, Mustafa Ruhan Erdem, s.485) Yeterli şüphe bir bakıma orta yoğunlukta bir şüphe demektir. (Feridun Yenisey, Ayşe Nuhoğlu, s.571) Soruşturmanın baştılabilmesi için aranan basit şüphe, daha kuvvetlenerek, yoğunluğu artarak artık yargılama neticesinde sanığın mahkum olma ihtimali, beraat etme ihtimaline oranla ağır basar duruma geliyorsa burada yeterli şüpheden bahsedilebilecektir. Diğer bir söyleyişle, mevcut delillerle bir mahkumiyet kararının çıkması orta yoğunlukta muhtemel olması durumu yeterli şüphe olarak tariflenebilir. “Alman doktrininde yeterli şüphenin ölçütünün yüzde doksan mahkûmiyet olasılığı verecek şekilde hukuka uygun şüphe sebebi elde etmek” olduğu doktrinde belirtilmiştir. (Feridun Yenisey, “Adalet Ve Kolluk İlişkilerinin Ceza Muhakemesi Kanunu Açısından Değerlendirilmesi”, Avrupa’da ve Türkiye’de Kolluk-Adalet İlişkileri, Editör: Araş. Gör. Burcu Ertem, Ankara, 2006, s. 28) Doktrinde bir eserde; “Şüphenin kuvvet dereceleri açısından Alman Hukukunda; a)Anfangsverdacht, b)dringender Verdacht ve c)hinreichender Verdacht ayrımları vardır. Failin suçu işlemiş olma olasılığının, mevcut olgulara yapılarak değerlendirmesinde, 0 ile 100 arasında bir skalada, yazı ile yüzde elli ile yüzde yüz arasında bir değer bulunuyorsa “yeterli şüphe” (hinreichender Verdacht) vardır denilebilir. Yüzde ellinin altındaki, somut olgulara dayanan şüphe (dringender Verdacht) ise Devletin koruma tedbirlerine karar vermesinin sebebi olur.” (Feridun Yenisey, Ayşe Nuhoğlu, s.570) “Eldeki delillerin değerlendirmesi ile sanığın mahkûm olma ihtimali kuvvetle muhtemel ise bu durumda kuvvetli şüphe olgusunun o olayda varlığından söz edilecektir.” demek sureti ile kuvvetli şüpheden bahsetmiştir. Kuvvetli şüpheyi, koruma tedbirleri için ön şart olarak arandığını CMK’dan görmekteyiz. (Nur Centel, Hamide Zafer, s.84) Eldeki delillerin değerlendirmesi ile sanığın mahkûm olma ihtimali kuvvetle muhtemel ise, bu durumda kuvvetli şüphe olgusunun o olayda varlığından söz edilecektir. (Bahri Öztürk, Mustafa Ruhan Erdem, s.468; Nur Centel, Hamide Zafer, s.84; Haluk Çolak, Mustafa Taşkın, Ceza Muhakemesi Kanunu Şerhi, Ankara, Seçkin Yayıncılık, 2007. - 2.Bası, 113) Konuyu bir örnekle açıklamaya çalışırsak; (x) isimli kişinin konutuna hırsız girdiğini, evden bir takım eşyaları çaldığını, ev sahibi (x)’in bunu eve girince anladığını ve 155 polis ihbar hattını arayarak şikâyetçi olduğunu varsayalım. Polise yapılan ihbarla, suç işlendiğine ilişkin başlangıç şüphesi olup, soruşturma başlamış olacağından polis derhal nöbetçi Cumhuriyet savcısından konu ile ilgili sonradan yazıya dökülmek üzere (muhtemelen telefon aracılığı ile) sözlü talimat alacaktır. Cumhuriyet savcısının olay yerinde olay yeri inceleme ekibi tarafından çalışma yapılması talimatını verdiğini düşünelim. Yapılan çalışmada, evden elde edilen parmak izleri ile karşılaştırmaya esas olmak üzere ev sakinlerinden ve evde parmak izinin kalması doğal olan kişilerden parmak izi alındığını, yapılan karşılaştırmada olay yerinden elde edilen parmak izinin, örnek parmak izi sahiplerine ait olmadığı, veri tabanında (y) isimli kişi ile eşleştiğini düşünelim. Parmak izinin (y) ile eşleşmesi durumunda (y) bakımından, “makul şüphe” den bahsedilecektir. Öncelikle müşteki (x)’in ek ifadesi alınarak (y)’yi tanıyıp tanımadığı sorulacaktır. (x), ifadesinde (y)’yi tanımadığını beyan ederse (y) hakkındaki şüphe bu defa “yeterli şüphe” konumunu alacaktır. (y), yakalanıp ifadesi alınacak, ifadesinde halı yıkama fabrikasında çalıştığını, (x)’in evine olay tarihinden yaklaşık bir hafta önce halı teslimi için geldiğini, o nedenle olay yerinde parmak izinin çıkmasının doğal olduğunu savunursa, şüphenin seviyesi yeterli şüpheden makul şüpheye düşecektir. (x)’e (y)’nin ifadesi sorulacak (y)’nin anlattığını doğrularsa ve makul şüphe nedeni ile yapılan aramada (y)’den hırsızlığa konu eşyalar elde edilemezse (y) hakkında sadece makul şüphe olduğu için iddianame tanzimine gidilemeyecektir. Fakat savunmasında olay yerinde parmak izi çıkmasını, hayatın olağan akışı çerçevesinde açıklayamazsa ya da (x), (y)’nin ifadesini doğrulamazsa bununla şüphe yeterli şüpheden kuvvetli şüphe seviyesine çıkabilecektir. Bu defa (y) hakkında iddianame tanzim edilebilecek, kanunda kuvvetli şüphe arayan güvenlik tedbirleri de uygulanabilecektir. (..., ss.11-14)
Şüphenin derecelendirilmesi ve neticesinde iddianame tanzimi için basit şüphenin yeterli olmayıp yeterli şüphenin aranması kuralı ve buna bağlı olarak yeterli şüphe içermeyen iddianamenin CMK"nın 174. maddesi kapsamında iade edilmesi gerektiği kuralı ile kişilerin lekelenmeme hakkına da hizmet edilmektedir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6/1. maddesinde düzenlenen “adil yargılanma hakkının” alt başlıklarından olan ve özellikle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince de adil yargılanmama hakkının bir unsuru olan lekelenmeme hakkının, soruşturmadan sonuç çıkartma aşamasındaki görünümlerinden birisi de, iddianame düzenlenmesi için gereken yeterli şüphenin olmadığı durumlarda kovuşturmaya yer olmadığına dair karar alma hakkıdır. Öyle ki, kişi, yersiz, dayanaksız, soyut, yeterli şüphe barındırmayan iddialarla şüpheli sıfatından çıkıp daha ağır bir sıfat olan sanık sıfatına geçmekle aynı zamanda gizli olan soruşturma işlemleri de aleniyete bürüneceğinden, kişinin lekelenmeme hakkı da zedelenecektir. Bu bakımdan, 5271 sayılı CMK’da 5353 sayılı yasa ile yapılan değişiklikte, 171’nci maddeye yapılan ekleme gerekçesi olarak şu husus vurgulanmıştır: “Ceza Muhakemesi Kanununun temel amacı yargılamanın, adil yargılama ilkesine tam sadık kalınarak sür"atlendirilmesi ve kovuşturmanın duruşmadan duruşmaya sürüklenmesini ve böylece parçalı adaleti önlemek olduğundan ve bu amaca ulaşmanın bir çaresi de ceza adalet sistemini, olanak ölçüsünde boşaltmak, soruşturma evresindeki filtreyi etkinleştirmek olduğundan değişik hükümler getirilmiş ve bunlardan önemli birisini de bu madde oluşturmuştur.” Öte yandan, ceza adalet sistemindeki iş yoğunluğuna bağlı tıkanıklıkların da önüne geçilmek bakımından da iddianamenin yeterli şüpheyi içermesi, daha doğrusu, soruşturma sonucunda toplanan delillerden yeterli şüpheye ulaşılması durumunda iddianamenin düzenlenmesi, aksi takdirde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesi gerekmektedir.
C. Kanun Yararına Bozmaya Konu Uyuşmazlık Açısından Değerlendirme:
Soruşturma dosyası kapsamında, müştekinin şüphelinin kendisine hakaret ettiği yönündeki iddiası her ne kadar gösterdiği tanık tarafından doğrulansa da, olay yerinde olduğu iddiası olan ve şüpheli tarafından tanık olarak gösterilip Cumhuriyet başsavcılığınca yeminli ifadeleri alınan diğer üç tanığın, şüphelinin müştekiye hakaret ifadesi içerir sözlerinin olmadığını beyan etmeleri dolayısıyla şüphenin orta yoğunluğa yani yeterli seviyeye erişememesi karşısında; şüphelinin itham olunduğu hakaret suçunu işlediğine yönelik delillerin değerlendirilmesinden yukarıda ayrıntısıyla izah edilen yeterli şüpheye ulaşılamaması ve bu bağlamda Cumhuriyet başsavcılığınca verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karar ile bu karara yapılan itiraz üzerine Sulh Ceza Hakimliğince verilen itirazın reddine yönelik kararda bir isabetsizlik görülmemiştir. İstem yazısında belirtilen, delillerin mahkemesince değerlendirilmesine ilişkin düşünceye; soruşturmanın yöneticisi olan Cumhuriyet savcısının, CMK"nın 170/2. maddesinde kendisine verilen yeterli şüphenin oluşup oluşturmadığını takdiri yetkisinin, ancak delillerin takdir edilip değerlendirilmesi sonucunda ulaşılabilecek bir durum olduğu gerekçesiyle iştirak edilmemiştir.
IV- Sonuç ve Karar:
Yukarıda açıklanan nedenlerle;
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının düzenlediği tebliğnamedeki düşünce yerinde görülmediğinden, CMk"nın 309. maddesi uyarınca KANUN YARARINA BOZMA İSTEĞİNİN REDDİNE, 18/12/2017 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.