
Esas No: 2017/1177
Karar No: 2020/182
Karar Tarihi: 18.02.2020
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/1177 Esas 2020/182 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki "ödeme emrinin ve Kurum işleminin iptali" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Sakarya 2. İş Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 21. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili 05.06.2014 tarihli dava dilekçesinde; müvekkilinin davalı Kurumdan aldığı emekli aylığından Kasım-2013 döneminden itibaren "şube kesintisi" adı altında 335,86TL kesinti yapıldığını emekli maaşını banka vasıtasıyla alırken anladığını, yaptıkları araştırma neticesinde Sakarya Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğünün 2007/660-661-662 sayılı takip dosyalarında emekli maaşından kesinti yapıldığını öğrendiklerini, bunun üzerine ilgili birime 15.01.2014 tarihli ve 287229 kayıt nolu dilekçe ile başvuruda bulunarak hukuksuz işlemin düzeltilmesini talep ettiklerini, Kurumun 03.06.2014 tarihli ve 2873282 sayılı yazısıyla 2007/660-661-662 sayılı dosyalardan takibe devam edileceğini bildirerek taleplerinin reddedildiğini, davaya konu işlemden önce Adapazarı Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğü tarafından gönderilen 2012/28014, 2012/28015 ve 2012/28016 takip nolu ödeme emirlerine karşı müvekkilinin süresi içerisinde Sakarya İş Mahkemesinin 2013/410 E. sayılı dosyasında ödeme emrinin iptali istemiyle dava açtığını, mahkemece yapılan yargılama neticesinde ödeme emirlerinin zamanaşımı sebebiyle iptaline karar verildiğini ve kararın Özel Dairenin 30.12.2013 tarihli ve 2013/22265 E., 2013/25114 K. sayılı kararıyla onandığını, davalı Kurum tarafından Sakarya İş Mahkemesinin 2013/410 E. sayılı dosyası kapsamında iptal edilen ödeme emirlerinin dayanağı olan aynı borç sebebiyle bu kez 2007/660-661-662 sayılı takip dosyalarından kesinti yapıldığını, takip dosyalarına konu prim borçları ve feri alacakların tahsil zamanaşımına uğradığını ileri sürerek davalı Kurumun 03.06.2014 tarihli ve 2873282 sayılı yazıya konu işleminin iptaline, dava konusu takip dosyalarında kesilen maaş tutarlarının Kurumca tahsil edildiği tarihten fiilen müvekkiline iade edileceği süreye kadar işleyecek yasal faiziyle müvekkiline iadesine, müvekkilinin davalı kurumun mahkeme kararlarına rağmen uyguladığı işlem sebebiyle uğradığı manevi zararının giderilmesini teminen 100,00TL tazminatın kuruma müracaat tarihinden itibaren yasal faiziyle kurumdan tahsili ile müvekkiline ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı ... vekili 09.07.2014 tarihli cevap dilekçesinde; davanın hak düşürücü süre içinde açılmadığını, davacının 2007/660-661-662 nolu takip dosyalarda 2008 yılında 5510 sayılı Sosyal Sigortalar Ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu kapsamında, 2011 yılında da 6111 sayılı Kanun"dan yararlanarak taksitlendirme yaptığını, işverenin (davacının) 31.12.2008 tarihinde 5510 sayılı Kanun kapsamında 1069,97TL ödeme yaptığını, ayrıca 09.10.2013 tarihinde maaş, gayrimenkul ve araç haczi yapıldığını, davacının borcun varlığını bizzat kendisinin taksitlendirme anlaşması yaparak kabul ettiğini, yapılan taksitlendirme ve ödeme işlemlerinin zamanaşımını kestiğini ayrıca manevi tazminatın şartları oluşmadığından bu talebin de reddi gerektiğini savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme Kararı:
6. Sakarya 2. İş Mahkemesinin 08.09.2015 tarihli ve 2015/595 E., 2015/487 K. sayılı kararı ile; davanın yasal dayanağını oluşturan 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun"un 58. maddesinde ödeme emrine karşı dava açma süresinin 7 gün ile sınırlandırıldığı, itiraz davası için öngörülen 7 günlük sürenin hak düşürücü nitelikte olduğu konusunda kuşku bulunmadığı, ödeme emrinin iptaline yönelik dava “menfi tespit” niteliğinde olup maddede belirtilen; “böyle bir borcu olmadığı”, “kısmen ödendiği” veya “zamanaşımına uğradığı” yönündeki iddialar dışında yeni ve ayrı bir itiraz nedeni ileri sürülemeyeceği, İcra ve İflas Kanunu"nun 72. maddesine koşut bir düzenlemeye 6183 sayılı Kanun"da yer verilmemiş olması karşısında 7 günlük hak düşürücü süreyi geçiren borçlunun, aynı konuda yeni bir menfi tespit davası açma olanağı bulunmadığı, somut olayda davaya konu ödeme emrinin davacıya 07.09.2007 tarihinde tebliğ edildiği, davanın ise 05.06.2014 tarihinde açılmış olduğundan 6183 sayılı Kanun"un 58. maddesi gereği 7 günlük hak düşürücü süre içerisinde açılmayan davanın reddine karar verilmesi gerektiği, yasal 7 günlük süre içerisinde iptali yönünde dava açılmayan ödeme emrine konu borcun kesinleşmesi nedeni ile aynı borç nedeni ile Kurum tarafından sehven daha sonraki tarihte yapılan takipler nedeniyle açılan dava sonucunda zamanaşımı nedeni ile takiplerin iptaline yönelik kararın ancak ilgili takipler yönünden hüküm ifade edeceği, dava konusu yapılan takibe ilişkin borcun kesinleşmesi nedeni ile bu dava yönünden sonuca etkisi olmadığı, ayrıca takip tarihinden sonra davacı tarafından yapılan ödeme ve Kurum tarafından haciz işlemlerinin zamanaşımını kesen işlemler olduğu ve ilgili işlemlerden sonra zamanaşımının yeniden işlemeye başladığı, takip tarihinden sonraki dönem yönünden borcun zamanaşımına uğramadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Mahkeme kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 21. Hukuk Dairesince 15.12.2015 tarihli ve 2015/19242 E., 2015/22540 K. sayılı kararı ile;
"...1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı gerektirici nedenlere, temyiz kapsam ve nedenlerine göre ve özellikle Kurum alacağının tahsiline yönelik takip ve icra işlemleri sonucunda davacının manevi zarara uğradığı kanıtlanamadığından manevi tazminat talebinin reddine dair hükmün yerinde olduğu anlaşılmakla; davacı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki diğer temyiz itirazlarının reddine,
2-Dava, davacının, ödeme emrinin iptali, davacının aylığında yapılan kesinti işleminin iptali ile yapılan kesintilerin faiziyle birlikte iadesi ve Kurum"un uğrattığı manevi zararının giderilmesi istemine ilişkindir.
Mahkemece; davanın 6183 sayılı Kanun"un 58. maddesi gereğince 7 günlük hak düşürücü süre içerisinde açılmadığı, 7 günlük hak düşürücü süreyi geçiren borçlunun, aynı konuda yeni bir menfi tespit davası açma olanağı bulunmadığı, yasal yedi günlük süre içerisinde iptali yönünde dava açılmayan ödeme emrine konu borcun kesinleşmesi nedeni ile aynı borç nedeni ile Kurum tarafından sehven daha sonraki tarihte yapılan takipler nedeniyle açılan dava sonucunda zamanaşımı nedeni ile takiplerin iptaline yönelik kararın ancak ilgili takipler yönünden söz konusu olacağı, dava konusu yapılan takibe ilişkin borcun kesinleşmesi nedeni ile iş bu dava yönünden sonuca etkisi olmadığı, takip tarihinden sonra davacı tarafından yapılan ödeme ve Kurum tarafından haciz işlemleri zamanaşımını kesen işlemler olması ve ilgili işlemlerden sonra zamanaşımı yeniden işlemeye başladığından takip tarihinden sonraki dönem yönünden borcun zamanaşımına uğramadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Uyuşmazlık, davanın süresinde açılıp açılmadığı ve söz konusu aylara ait borçların 6183 sayılı Yasa"nın 102. maddesi gereğince zamanaşımına uğrayıp uğramadığına ilişkindir.
Dosyadaki kayıt ve belgelerden, davaya konu ödeme emirlerinin davacının "aynı konutta oturan kardeşi ..." imzasına 07/09/2007 tarihinde tebliğ edildiği, davanın ise 05/06/2014 tarihinde açıldığı anlaşılmaktadır.
7201 sayılı Tebligat Kanunu"nun "Muhatabın muvakkaten başka yere gitmesi" başlıklı 20. maddesi," 13, 14, 16, 17 ve 18 inci maddelerde yazılı şahıslar, kendisine tebliğ yapılacak kimsenin muvakkaten başka yere gittiğini belirtirlerse; keyfiyet ve beyanda bulunanın adı ve soyadı tebliğ mazbatasına yazılarak altı beyan yapan tarafından imzalanır ve tebliğ memuru tebliğ evrakını bu kişilere verir. Bu kişiler tebliğ evrakını kabule mecburdurlar. Kendisine tebliğ yapılacak kimsenin muvakkaten başka bir yere gittiğini belirten kimse, beyanını imzadan imtina ederse, tebliğ eden bu beyanı şerh ve imza eder. Bu durumda ve tebliğ evrakının kabulden çekinme hâlinde tebligat, 21 inci maddeye göre yapılır (Değişik son cümle: 19/3/2003-4829/4 md.). Bu maddeye göre yapılacak tebligatlarda tebliğ, tebliğ evrakının 13, 14, 16, 17 ve 18 inci maddelerde yazılı kişilere verildiği tarihte veya ihbarname kapıya yapıştırılmışsa bu tarihten itibaren onbeş gün sonra yapılmış sayılır." hükmünü içermektedir. Bu durumda muhatabın geçici olarak tebligat evrakında yazılı adreste bulunmaması hâlinde muhatabın geçici olarak başka bir yerde olduğu ve bu durum hakkında beyanda bulunanın adı ve soyadının da tebliğ mazbatasına yazılması gerekmektedir. Somut olayda, davacı hakkında çıkartılan ödeme emirlerine ilişkin tebliğ evrakında davacının adreste bulunup bulunmadığı, belirtilen adreste bulunmaması hâlinde bu durumun tebliğ mazbatasına yazılmadığı, bu hâliyle davacı hakkında çıkartılan ödeme emri tebliğinin usulüne uygun olmadığı açıktır. Bu durumda davanın süresinde açıldığının kabulü gerekir.
Öte yandan; 3917 sayılı Kanun"un yürürlüğe girdiği 08.12.1993 tarihi ve bundan sonraya ilişkin prim ve gecikme zamları yönünden 6183 sayılı Kanun"un zamanaşımına ilişkin 102. madde ve ardından gelen maddeleri geçerlidir. Bu yönde 102. madde hükmüne göre zamanaşımı süresi 5 yıl olup zamanaşımı süresinin başlangıcı ise alacağın vadesinin rastladığı takvim yılını takip eden yıl başıdır. 5198 sayılı Kanun"un 11. maddesi ile değişik 506 sayılı Kanun"un 80. maddesinin 5.fıkrasına göre, 6183 sayılı Kanun"un zamanaşımını düzenleyen 102. maddesinin prim alacaklarının tahsilinde uygulanmayacağı belirtilmiş ise de bu değişiklik, yürürlük tarihi olan 06.07.2004 tarihinden sonra tahakkuk edecek prim borçlarına uygulanabilecektir.
6183 sayılı Kanun"un 103. maddesinde zamanaşımını kesen hâller sayılmış olup kesilmenin rastladığı takvim yılını takip eden takvim yılı başından itibaren zamanaşımı yeniden işlemeye başlar. Amme alacağının özel kanunlara göre ödenmek üzere müracaatta bulunulması ve/veya ödeme planına bağlanması da zamanaşımını kesen hâller içinde yer almaktadır.
Somut olayda; davanın süresinde açıldığı, davacının Kuruma davaya konu ödeme emirlerinin yapılandırılması talebiyle davalı Kurum"a 2008 ve 2011 tarihlerinde başvuruda bulunduğu, davacının davalı Kurum"a 10.069,97 TL ödemede bulunduğu, 09/10/2013 tarihinde ise davacının almış olduğu aylığının 1/3"üne haciz tatbik edildiği, 1997/10 ila 1998/12 ve 1999/2, 4 ila 12. aylar ve 2000/2 ila 12. ay dönemlerine ilişkin sırasıyla prim, İSP ve damga vergisi borçlarıyla ilgili 2007/660, 661 ve 662 takip numaralı ödeme emirlerinin davacıya usulsüz olarak 07/09/2007 tarihinde tebliğ edildiği, bilahare davacıya mükerrer takip yapılmak suretiyle 2012/28014, 28015 ve 28016 takip sayılı ödeme emirlerinin de tebliğ edildiği, davacının aylığı üzerine konulan haczin de bu ödeme emirlerine istinaden koyulduğu, mükerrer çıkartılan takiplerin Kurum"un 25/06/2014 tarih ve 3293610 sayılı yazısıyla sehven çıkartıldığı belirtilerek resen iptal edildiği, davacının açtığı dava neticesinde mükerrer olarak çıkartılan 2012/28014, 28015 ve 28016 takip sayılı ödeme emirlerinin zamanaşımı nedeniyle iptallerine karar verildiği ve kararın dairemizin 30/12/2013 tarihli ilamıyla onanarak kesinleştiği anlaşılmaktadır. Her ne kadar, zamanaşımı nenediyle iptal edilen mükerrer ödeme emirleri, davaya ve hacze konu ödeme emirlerinden sonra çıkartılmış ise de; mükerrer olarak çıkartılan ödeme emirleri zamanaşımı nedeniyle iptal edildiğinden, asıl olan davaya ve hacze konu ödeme emirlerinin de aynı gerekçe ile iptali gerekir.
Yukarıda anlatılan maddi ve hukuki olgular çerçevesinde, Kurum alacağının zamanaşımına uğradığı anlaşılmakla davaya konu ödeme emirlerinin iptaline karar verilmeli ve davacının aylığında yapılan yersiz kesinti miktarı belirlenerek, zamanaşımı hükümleri göz önünde bulundurularak, haksız yapılan kesinti işleminin iptali ile yapılan kesintilerin yasal faiz miktarı da belirlendikten sonra davacıya ödenmesi gerekmektedir.
Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular gözetilmeksizin ve yukarıda belirtilen hususlar göz önünde bulundurulmadan yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O hâlde, davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır..." gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. Sakarya 2. İş Mahkemesinin 10.03.2016 tarihli ve 2016/62 E., 2016/212 K. sayılı kararı ile; Özel Dairece davacı hakkında çıkartılan ödeme emri tebliği usulüne uygun olmadığından davanın süresinde açıldığı kabul edilmiş ise de; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)"nun 25. maddesinin 1. fıkrasında düzenlendiği gibi hâkimin iki taraftan birinin ileri sürmediği hususları kendiliğinden dikkate almasının mümkün olmadığı, HMK"nın 26. maddesinin 1. fıkrasında da hâkimin tarafların talep sonuçları ile bağlı olup fazlasına veya başka bir şeye karar verilemeyeceğinin belirtildiği, davacı vekilinin dava dilekçesinde ve yargılama aşamasında ödeme emrinin tebliğinin usulsüz olduğuna ilişkin herhangi bir iddia ve talebinin bulunmadığı, ödeme emri tebliğinin usulüne uygun olarak yapılıp yapılmadığı hususunun maddi hukuka dayalı bir sebepten kaynaklanmadığı, takip hukukuna ilişkin olduğu, bu nedenle bu yöndeki irdelemenin mahkeme tarafından resen yapılmasının mümkün olmadığı, ödeme emrinin tebliğinin usulsüzlüğünün kamu düzenine ilişkin hususlardan da olmadığı, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 27.01.2010 tarihli ve 2009/12-540 E., 2010/17 K. sayılı kararında belirtildiği şekilde "Tebligatın usulsüzlüğüne dair şikâyeti bulunmayan borçluya ödeme emrinin 07.04.2008 tarihinde tebliğine ilişkin işlemin usulüne uygun olarak yapılıp yapılmadığının mahkemece kendiliğinden değerlendirilmesi ve incelenmesi olanaklı değildir." şeklinde ödeme emri tebliği usulsüzlüğünün resen nazara alınamayacağının açıkça belirtildiği, Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin kararlarında bu hususun benimsendiği gerekçeleriyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; ödeme emri tebliğ işleminin usulsüzlüğü iddiasının yerel mahkemece resen dikkate alınıp alınamayacağı, burada varılacak sonuca göre ödeme emirlerinin iptali istemli davanın 6183 sayılı Kanun"un ödeme emri tebliğ tarihinde yürürlükte bulunan 58. maddesinde öngörülen 7 günlük süre içerisinde açılıp açılmadığı noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
12. Bilindiği üzere, “Türk Sosyal Sigortalar Sistemi” ağırlıklı olarak primli rejime dayanmaktadır. Kurumun sosyal sigorta yardımlarını sağlaması, en önemli gelir kaynağı olan sigorta primlerinin zamanında ve eksiksiz olarak ödenmesine bağlıdır.
13. Bu konudaki ilk yasal düzenlemeyi içeren mülga 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 80. maddesinin ilk şeklinde prim alacağının tahsili İcra ve İflas Kanunu hükümlerine göre yapılmakta iken, 01.12.1993 tarihli ve 3917 sayılı Kanun"un 1. maddesi uyarınca yapılan değişiklik ile 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkında Kanun hükümlerine tabi kılınmış; 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 88. maddesinde de Kurumun prim ve diğer alacaklarını 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkındaki Kanun uyarınca takip ve tahsil edeceği düzenlemesine yer verilmiştir.
14. Prim borçları, bu düzenlemeler ile kamu alacağı derecesine getirilerek, takip ve tahsilinde, icra ve iflas hukukuna göre çabukluk ve sadelik sağlanmak istenmiştir. Gerek 506 sayılı Kanun, gerekse yürürlükte bulunan 5510 sayılı Kanun"da yer alan aynı yöndeki düzenlemeler primlerin zamanında ve düzenli olarak tahsilini sağlamaya yöneliktir. Takip yetkisinin bizzat Kuruma tanınmış olması da aynı amaca hizmet etmektedir.
15. Davanın yasal dayanağını oluşturan 6183 sayılı Kanun"un dava konusu ödeme emri tebliğ tarihinde yürürlükte bulunan 58. maddesine göre; kendisine ödeme emri tebliğ olunan şahıs, böyle bir borcu olmadığı veya kısmen ödediği veya zamanaşımına uğradığı hakkında tebliğ tarihinden itibaren yedi (7) gün içinde alacaklı tahsil dairesine ait itiraz işlerine bakan vergi itiraz komisyonu nezdinde itirazda bulunabilir. İtiraz etmezse borç kesinleşmiş olur.
16. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 10.04.2001 tarihli ve 2002/21-201 E., 2002/297 K. ile 24.03.2004 tarihli ve 2004/10-164 E., 2004/170 K. sayılı kararlarında da benimsendiği üzere itiraz davası için öngörülen yedi (7) günlük sürenin hak düşürücü nitelikte olduğu konusunda kuşku bulunmamaktadır.
17. Hak düşürücü süre hak sahibinin hakkın korunması için kanun veya sözleşme ile belirlenen süre içerisinde belirlenen eylem veya işlemleri yapmaması nedeniyle hakkın sona ermesi sonucunu doğuran süredir.
18. Hak düşürücü sürelerin kanunla düzenlenmesi asıldır. Tarafların sözleşme ile hak düşürücü süreleri belirlemeleri, bu süreleri değiştirmeleri veya ortadan kaldırmaları mümkün değildir. Hak düşürücü süreler hakkı tamamen sona erdiren, yok eden, düşüren sürelerdir. Hak sahibi alacaklı kanunla veya sözleşme ile belirlenen süre içerisinde öngörülen eylem veya işlemleri yapmadığı takdirde o hak tamamen ortadan kalkmakta, silinmekte, düşmektedir. Artık o hakkın istenmesi, dava ve takip edilmesi mümkün değildir.
19. Hak düşürücü sürenin sonunda hakkın sona ermesi için karşı tarafın borçlunun bir eylem veya işlem yapmasına gerek yoktur. Hak düşürücü süre geçmekle kendiliğinden son bulur (Tekinay/Akman/ Burcuoğlu/Altop: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, C. 2, İstanbul 1985-1988, s. 1385 vd, Reisoğlu, S.: Genel Hükümler, İstanbul 2002, s. 348).
20. Hak düşürücü süreler itiraz niteliği taşırlar. Taraflar hak düşürücü süreyi davanın her aşamasında hatta kararın bozulmasından sonra da ileri sürülebilirler. Ayrıca hak düşürücü sürelerin incelenmesi tarafların iradelerine bırakılmamıştır. Hâkim tarafından kendiliğinden göz önünde tutulması, araştırma ve inceleme konusu yapılması gerekmektedir (Feyzioğlu, N. F.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, C. 1-2, İstanbul 1976, s. 521).
21. 6183 sayılı Kanun açısından ödeme emrinin tebliği ise özellik arz etmektedir. Kanunun 8. maddesine göre, aksine hüküm bulunmadıkça bu kanunda yazılı tebliğlerin yapılmasında 213 sayılı Vergi Usul Kanunu hükümlerinin uygulanması gerekmektedir ve tebliğe ilişkin hükümler 213 sayılı Kanunun 93 vd. maddelerinde düzenlenmiştir.
22. Dava konusu ödeme emirlerinin tebliğine ilişkin olarak 213 sayılı Kanun"un 94. maddesinin 3. fıkrasında; “Tebliğ, kendisine tebligat yapılacak kimsenin bulunmaması hâlinde ikametgâh adresinde bulunanlardan veya işyerlerinde memur ya da müsdahdemlerinden birine yapılır. (Muhatap yerine bu şekilde kendisine tebliğ yapılacak kimsenin görüşüne nazaran 18 yaşından aşağı olmaması ve bariz bir surette ehliyetsiz bulunmaması gerekir.)” düzenlemesine yer verilmiştir.
23. Ancak, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu"nun 132. maddesinde, “Bu kanun gereğince yapılacak bildiriler hakkında 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümleri uygulanır.” hükmü yer almaktadır. Benzer bir düzenlemeye 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu"nun 01.07.2008 tarihinde yürürlüğe giren 99. maddesinde yer verilmiş olup “Bu kanun gereğince yapılacak bildiriler hakkında 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümleri uygulanır.” denilmiştir.
24. Ayrıca 7201 sayılı Tebligat Kanunu"nun 1. maddesi "... (IV) sayılı cetvelde yer alan sosyal güvenlik kurumları ... tarafından yapılacak elektronik ortam da dâhil tüm tebligat, bu Kanun hükümlerine göre Posta ve Telgraf Teşkilatı Genel Müdürlüğü veya memur vasıtasıyla yapılır" şeklindedir. (IV) sayılı cetvelde de Sosyal Güvenlik Kurumu yer almaktadır.
25. Söz konusu Kanun hükümleri dikkate alındığında, 506 sayılı ve 5510 sayılı Kanunlardan kaynaklanan ve dolayısıyla iş mahkemesinde görülmesi gereken prim alacağına ilişkin eldeki uyuşmazlıkta 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerinin uygulanması ve prim alacağına ilişkin olarak yapılan takipler nedeniyle düzenlenecek ödeme emirlerinin 7201 sayılı Kanun hükümlerine göre tebliğ edilmesi gerekmektedir.
26. Yeri gelmişken tebligat kavramının da açıklanmasında fayda vardır. Tebligat bilgilendirme yanında belgelendirme özelliği de bulunan bir usul işlemidir. Gerek tebliğ işlemi ve gerekse tebliğ tarihi ancak yasa ve yönetmelikte emredilen şekillerle tevsik ve dolayısıyla ispat olunabilir. Tebligat ile ilgili 7201 sayılı Tebligat Kanunu ve buna bağlı olarak çıkarılan yönetmelik hükümleri tamamen şeklidir. Kanun ve yönetmeliğin amacı, tebligatın muhatabına en kısa zamanda ulaşması, konusu ile ilgili olan kişilerin bilgilendirilmesi ve bu hususların belgeye bağlanmasıdır. Hâl böyle olunca, yasa ve yönetmelik hükümlerinin en ufak ayrıntılarına kadar uygulanması zorunludur. Kanunun ve yönetmeliğin belirlediği şekilde yapılmamış ve belgelendirilmemiş olan tebligatların geçerli olmayacağı Yargıtay içtihatlarında açıkça vurgulanmıştır.
27. İcra işlerinde tebligatın büyük önemi vardır. İcra takibinin kesinleşmesi, haciz yapılabilmesi, borçlunun itiraz haklarını kullanabilmesi için ödeme emrinin borçluya tebliği gerekir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 30.12.2009 tarihli ve 2009/12-563 E., 2009/600 K. sayılı kararında da açıkça vurgulandığı üzere; tıpkı yargılamada olduğu gibi, icra takibinin sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi, itirazların yapılabilmesi ve takibin süratle sonuçlandırılabilmesi, ancak, tarafların icra takibinden usulünce haberdar edilmesi ile olanaklıdır. Zira, takip borçlusunun hangi icra dairesinde aleyhine takipte bulunduğunu, hakkındaki taleplerin nelerden ibaret olduğunu bilmesi ve varsa itirazlarını zamanında ve doğru merciiye yöneltebilmesi Tebligat Kanununda ve Tüzükte (Yönetmelik) açıklanan usule uygun tebligat yapılması ile sağlanabilir. Dolayısıyla, davetiyenin ve tebliğ bilgilerini içeren zarfın takipteki önemi büyüktür.
28. Tebligat, savunma hakkı ile de sıkı sıkıya bağlıdır. Savunma hakkını güvence altına alan 6100 sayılı HMK"nın 27. maddesinde açıkça belirtildiği üzere davanın tarafları, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahip olup, bu hak yargılama ile ilgili bilgi sahibi olunmasını da içerir. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası"nın 36. maddesine göre teminat altına alınan iddia ve savunma hakkı ile adil yargılanma hakkı, hukuki dinlenilme hakkını da içermektedir. Yine İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi"nde de hukuki dinlenilme hakkı, adil yargılanma hakkı içinde teminat altına alınmıştır. Bu hakka, tarafın hâkime meramını anlatma hakkı ya da iddia ve savunma hakkı da denilmektedir.
29. Uyuşmazlığın çözümü bakımından usulsüz tebligat kavramının da açıklanması gerekmektedir. Tebligatların, Tebligat Kanunu"na ve yönetmelik hükümlerine uygun olarak düzenlenip tebliğe çıkarılması gerektiğinden, Kanun veya yönetmeliğe uygun düzenlenmeyen veya tebliğ edilmeyen tebligat usulsüz tebligattır.
30. Önemle belirtilmelidir ki tebligatın, 7201 sayılı Kanun ile Tebligat Tüzüğünde (Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelikte) emredildiği gibi yapılmasına yönelik şekli özelliği nedeniyle usulüne uygun yapılıp yapılmadığının resen dikkate alınması gerekmektedir.
31. Nitekim aynı ilkeler Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 21.03.2019 tarihli ve 2015/21-781 E., 2019/338 K. ile 15.10.2019 tarihli ve 2017/21-243 E., 2019/1061 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
32. Somut olayda, ..."a ait 1008895.54 28 sicil numaralı iş yerinin 1997 ile 2000 yılları arasındaki çeşitli dönemlere ait prim, eğitime katkı payı ve özel iletişim vergisi borçları nedeniyle Kurum tarafından 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun kapsamında takip başlatıldığı, söz konusu takip nedeniyle düzenlenen 2007/660, 2007/661 ve 2007/662 takip nolu ödeme emirlerinin davacıya 07.09.2007 tarihinde tebliğ edildiği, davanın 05.06.2014 tarihinde açıldığı, Özel Dairenin bozma kararında ödeme emri tebligatları usulsüz olduğundan davanın süresinde açıldığı ve Kurum alacağı zamanaşımına uğradığından ödeme emirlerinin iptaline karar verilmesi gerektiğinin belirtildiği, yerel mahkemece direnme kararında ödeme emri tebliğ işleminin usulsüzlüğü iddiasının mahkemece resen dikkate alınamayacağı gerekçesiyle hak düşürücü süre içinde açılmayan davanın reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.
33. 7201 sayılı Tebligat Kanunu"nun muhatabın muvakkaten başka yere gitmesi başlıklı 20. maddesi "13, 14, 16, 17 ve 18 inci maddelerde yazılı şahıslar, kendisine tebliğ yapılacak kimsenin muvakkaten başka yere gittiğini belirtirlerse; keyfiyet ve beyanda bulunanın adı ve soyadı tebliğ mazbatasına yazılarak altı beyan yapan tarafından imzalanır ve tebliğ memuru tebliğ evrakını bu kişilere verir. Bu kişiler tebliğ evrakını kabule mecburdurlar. Kendisine tebliğ yapılacak kimsenin muvakkaten başka bir yere gittiğini belirten kimse, beyanını imzadan imtina ederse, tebliğ eden bu beyanı şerh ve imza eder. Bu durumda ve tebliğ evrakının kabulden çekinme hâlinde tebligat, 21 inci maddeye göre yapılır (Değişik son cümle: 19/3/2003-4829/4 md.). Bu maddeye göre yapılacak tebligatlarda tebliğ, tebliğ evrakının 13, 14, 16, 17 ve 18 inci maddelerde yazılı kişilere verildiği tarihte veya ihbarname kapıya yapıştırılmışsa bu tarihten itibaren onbeş gün sonra yapılmış sayılır." hükmünü içermektedir. Bu durumda muhatabın geçici olarak tebligat evrakında yazılı adreste bulunmaması hâlinde muhatabın geçici olarak başka bir yerde olduğu ve bu durum hakkında beyanda bulunanın adı ve soyadının da tebliğ mazbatasına yazılması gerekmektedir.
34. Yapılan bu açıklamalar ışığında dava konusu 2007/660, 2007/661 ve 2007/661 takip nolu ödeme emri tebligatları incelendiğinde; Merkez Budaklar Köyü Sakarya adresine davacı adına çıkarılan tebligatların "muhatap ile birlikte aynı konutta beraber ve sürekli oturan kardeşi Sadi Eyican"a tebliğ edilmiştir" şerhiyle 07.09.2007 tarihinde tebliğ edildiği, ancak tebliğ evrakında davacının adreste bulunup bulunmadığı, belirtilen adreste bulunmaması hâlinde bu durumun tebliğ mazbatasına yazılmadığı görülmektedir.
35. Bu nedenle, 7201 sayılı Kanun"un 20. maddesi ile 6183 sayılı Kanun"un 8. maddesinde yer alan düzenleme kapsamında yapılan gönderme dolayısıyla 213 sayılı Kanun"un 94. maddesinde belirtildiği şekilde usulüne uygun bir tebligatın yapıldığını kabul etmek mümkün olmadığından, ödeme emirlerinin iptaline ilişkin eldeki davanın 6183 sayılı Kanun"un 58. maddesinde öngörülen hak düşürücü süre içerisinde açıldığının kabulü gerekir.
36. Diğer taraftan, 6183 sayılı Kanun İcra ve İflas Kanunu"ndaki belli özellik ve teknikleri bünyesinde toplamış ise de; bir hukuk dalı olarak kamu hukuku ve mali hukuk kapsamında olup, kamu hukuku ve mali hukukunun temel ilkelerine ve dolayısıyla “kıyas yasağı” na tabi bulunmaktadır.
37. 6183 sayılı Kanun"da boşluk bulunması durumunda İİK hükümleri kendiliğinden uygulanmaz; açık atıf yapılması hâlinde İİK hükümlerine gidilebilir. Açık atıf yoksa, 6183 sayılı yasa hükümlerinin uygulanmasını içtihat geliştirecektir (Öncel, M./Kumrulu, A./ Çağan, N.: Vergi Hukuku, Ankara 2019, 19. Baskı, s. 159). Bu nedenle; açıkça atıf yapılan durumlar dışında (Örneğin; 6183 SK. m; 21, 100) İcra ve İflas Kanunu hükümleri uygulanamaz.
38. 6183 sayılı Kanun"da ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu"nda, İcra ve İflas Kanunu"nun icra müdürlüğünün işlemlerine karşı şikâyeti düzenleyen 16. maddesi gibi herhangi bir düzenleme bulunmadığından, uyuşmazlığa konu eldeki davanın Kurumun ödeme emri tebliği işlemine karşı şikâyet olarak nitelendirilmesi ve davacının ödeme emri tebligatının usulsüzlüğüne dair şikâyeti bulunmadığından bahisle ödeme emrinin usulüne uygun tebliğ edilip edilmediğinin irdelenmemesi mümkün değildir. Aksi hâlde ( 26, 27, 28, 29, 30 ve 31, nolu paragraflar) adil yargılanma hakkının ihlali söz konusu olacağında kuşku bulunmamaktadır.
39. Hukuk Genel Kurulunca yapılan görüşmeler sırasında, 7 günlük hak düşürücü sürenin geçip geçmediğinin mahkemece kendiliğinden dikkate alınacağı, ancak tebligat usulsüzlüğü ileri sürülmemiş ise tebligatın usulsüz olduğunun kendiliğinden dikkate alınamayacağı gerekçesiyle direnme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
40. Hâl böyle olunca, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Dairenin davanın süresinde açıldığına ilişkin bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
41. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 18.02.2020 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.