1. Hukuk Dairesi 2013/17072 E. , 2014/1728 K.- VEKALET GÖREVİNİN KÖTÜYE KULLANILMASI NEDENİYLE TAPU İPTALİ
- VEKİLİN SADAKAT SORUMLULUĞU
- TÜRK MEDENİ KANUNU (TMK) (4721) Madde 2
- TÜRK MEDENİ KANUNU (TMK) (4721) Madde 3
- BORÇLAR KANUNU(MÜLGA) (818) Madde 390
"İçtihat Metni"Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davalı Zahide yönünden husumet yokluğu nedeniyle davanın reddine, davalı Mustafa yönünden ise davanın kısmen kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalılar vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hâkimi A.. Ç.."ın raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;
Dava, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescili isteğine ilişkindir.
Davacı, maliki olduğu 1114 parsel sayılı taşınmazın bir kısmının devri için kızı olan davalı Zahide"ye vekaletname verdiğini, ancak davalı Zahide"nin, iradesine aykırı olarak taşınmazın tamamını davalı Mustafa"ya satış suretiyle temlik ettiğini ileri sürerek, tapu kaydının iptali ile adına tescilini istemiştir.
Davalılar, satışın usule uygun olduğunu belirterek davanın reddini ileri sürmüşlerdir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden, çekişme konusu 1114 parsel sayılı 5.120,00 m²"lik tarla vasıflı taşınmazın ¾ payı davacı O.. K.. adına, ¼ payı ise dava dışı M.. S.. adına kayıtlı iken davacının 31.10.2007 tarihli ve 11761 yevmiye nolu, dava dışı M.. S.."nın 31.10.2007 tarihli ve 11748 yevmiye nolu vekaletnameler ile davalı Zahide"yi taşınmazın satışı için vekil atadıkları, davalı Zahide"nin bu vekaletnamelere istinaden 20.11.2007 tarihinde taşınmazın tamamını eşi olan davalı Mustafa"ya satış suretiyle temlik ettiği anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet aktini düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.
Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2. maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur.
Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Ne varki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir.
Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
Somut olaya gelince; davacı tarafından davalıya verilen vekaletnamenin içeriğinden anlaşıldığı üzere davacının taşınmazdaki hissesinin tamamını dilediği kişiye satma konusunda davalı Zahide"yi yetkilendirdiği, dava dışı M.. S.."nın da aynı tarihli farklı bir vekaletname ile taşınmazdaki hissesinin tamamını satma konusunda davalı Zahide"yi yetkilendirdiği anlaşılmaktadır. Davacının, iradesinin taşınmazın tamamının değil yalnızca 1000,00 m²"lik kısmını davalı Zahide"ye vermek yönünde olduğunu iddia etmesine ve davalı tanıklarının da benzer nitelikteki beyanlarına karşın, davacının taşınmazın ¼ hissesinin satışı hususunda vekaletname vermesi gerekirken hangi sebeple taşınmazdaki hissesinin tamamının satışı konusunda vekaletname verdiğinin açıklanamaması, bundan öte taşınmazda ¼ oranında payı bulunan dava dışı M.. S.."nın da taşınmazdaki hissesinin tamamının satışı için davalı Zahide"yi vekil tayin ettiği hususları ile diğer tanık ifadeleri yukarıdaki ilkelerle birlikte değerlendirildiğinde davalı Zahide"nin vekalet görevini kötüye kullandığı ispatlanamamıştır.
Hal böyle olunca, davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirmelerle yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.
Davalıların temyiz itirazları belirtilen nedenlerle yerindedir. Kabulüyle, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK"nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine,10.2.2014 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
-KARŞI OY-
Dava, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilşkindir.
Mahkemece, vekalet görevinin kötüye kullanıldığı gerekçesiyle, davalı Mustafa hakkındaki davanın kabulüne, vekil davalı zahide hakkındaki davanın davalı sıfat yokluğundan reddine karar verilmiştir.
Davacı, çekişme konusu 5120 m2 miktarlı tarla cinsiyle tapuya kayıtlı 1114 parsel sayılı taşınmazda (¾) paydaş olduğunu, taşınmazdaki payını beş çocuğuna paylaştırmak istediğinden kızı davalı Zahide ve diğer davalı damadının ev yaptıkları kısımdan 1000 m2 lik bölümün tapuda devri için kızı Zahide"ye 31.10.2007 tarihli özel vekalet verdiğini, vekilin kendisine verilen yetki ve talimatı aşarak taşınmazdaki tüm payı eşi olan davalı Mustafa"ya 20.11.2007 tarihinde satış suretiyle devrettiğini, davalıların birlikte haraket ederek kendisini zararlandırdıklarını ve vekile verdiği yetkinin iradesine aykırı olarak kötüye kullanıldığını ileri sürmüştür.
İddianın ileri sürülüş biçimi ve içeriğinden; davanın, taşınmazın 1000m2 lik kısmının tapusunun devri için vekile vekaletname verildiği, vekil ve diğer davalının birlikte hareket ederek davacı vekil edeni zararlandırdıkları ve vekalet görevinin kötüye kullanıldığı iddiasına dayanmaktadır.
Türk Borçlar Kanunun gerek temsile gerekse vekalet sözleşmesine ilişkin hükümlerine göre; vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkilerinin sınırları içinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma yetkisi vermez. Vekil, temsil yetkisini kasten vekalet verenin zararına kendisi veya iş ve elbirliği yaptığı kişi yararına kullanmışsa yapılan işlem temsil yetkisinin sınırları içinde kalsa dahi vekalet vereni bağlamaz. Ayrıca, vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilerek vekil ile sözleşme yapan kimse hakkını kötüye kullanan kötü niyetli kişi durumundadır.
Davanın dayanağı olan 31.10.2007 tarihli vekaletname “ ...1114 parsel nolu gayrimenkul üzerindeki hak ve hissenin tamamını dilediği bedel ve koşullarda toptan veya parça parça, hisseli veya hissesiz olarak satma ...gayrimenkul satış vaadi sözleşmesi yapma...” yetkilerini içermekte olup davacı, asıl irade ve yetkisinin taşınmazın 1000 m2 lik kısmının satışına ilişkin olduğunu ileri sürmüş, davacı tanıkları, davalıların evinin bulunduğu bölümü davacının devretmek istediğini, kalan kısmı diğer çocuklarına paylaştıracağını, satış bedeli de ödenmediğini bildirmişler, davalılar da satış bedeli ödediklerini savunmamışlardır. Vekaletnamenin davacı payının tamamının satışı için düzenlendiğini davalılar kanıtlayamamıştır.
Somut olayda, davacının iradesinin, maliki bulunduğu taşınmazın, davalının üzerine ev yaptığı kısmını devir yönünde olduğu, bu amaçla “ toptan veya parça parça,hisseli veya hissesiz “ şekilde temlik için davalı kızına vekalet verdiği, davalı Zahide"nin ise vekil edenin iradesini aşmak suretiyle davacının taşınmazının tamamını kocasına sattığı, bu suretle vekaletin kötüye kullanıldığı, davalı Mustafa"nın aynı anda taşınmazın ¼ pay maliki dava dışı Mustafa"dan pay satın alınmış olmasının vekil edenin iradesine ve verdiği yetkiye aykırı davranılmadığını göstermeyeceği, vekilin, müvekkili yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğünü yerine getirmediği, vekil edeni zararlandırmak suretiyle vekalet görevinin kötüye kullanıldığı sonucuna varılarak davanın kabulüne karar verilmiş olması doğrudur.
Belirlenen olgular, açıklanan ilkeler birlikte değerlendirildiğinde, vekilin taşınmazın 1000m2 lik bir bölümünün devri için verilen temsil yetkisini aşarak diğer davalı eşi ile birlikte el ve işbirliği içinde kendi yararlarına hareket edip davacıyı zararlandırdıkları saptanarak davanın kabulüne karar verilmesinin doğru olduğu, mahkeme kararının onanması gerektiği görüşünde olduğumuzdan, çoğunluğun mahkeme kararının bozulması yönündeki görüşüne belirttiğimiz gerekçelerle katılmıyoruz.