Esas No: 2015/172
Karar No: 2018/435
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2015/172 Esas 2018/435 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 9. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Asliye Ceza
Sayısı : 170-418
Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçundan sanıklar ... ve ..."in beraatlerine ilişkin Gaziantep 14. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 04.10.2011 tarihli ve 170-418 sayılı hükümlerin, katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 9. Ceza Dairesince 22.04.2014 tarih ve 16874-4821 sayı ile;
"Sanıklara atılı suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçunun niteliği itibarıyla suçtan doğrudan zarar görmeyen ve bu nedenle de davaya katılma hakkı bulunmayan Maliye Bakanlığının davaya katılmasına ilişkin verilen karar hukuki değerden yoksun olup hükmü temyiz yetkisi vermeyeceğinden, Hazine vekilinin temyiz isteminin 1412 sayılı CMUK"nun 317. maddesi gereğince reddine" karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 03.07.2014 tarih ve 42546 sayı ile;
"5271 sayılı CMK’nın 237. maddesinin 1. fıkrasında; "Mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanlar ... şikâyetçi olduklarını bildirerek kamu davasına katılabilirler" hükmü ile kamu davasına katılma hak ve yetkisi bulunanlar üç grup hâlinde belirtilmiştir. Anılan düzenleme, 1412 sayılı CMUK’nun 365. maddesindeki, "suçtan zarar görenler, soruşturmanın her aşamasında kamu davasına müdahale yolu ile katılabilirler" hükmü ile benzerlik arzetmekte olup, yeni hükme, önceki Kanunda yer almayan malen sorumlu ve dar anlamda suçtan zarar göreni ifade eden mağdur eklenmiş, bu şekilde madde, öğreti ve uygulamadaki görüşlere uygun olarak, katılma hak ve yetkisi bulunduğu kabul edilenleri kapsayacak şekilde düzenlenmiştir.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununda gerek 1412 sayılı Ceza Muhakemesi Usulü Kanununda kamu davasına katılma konusunda suç bakımından bir sınırlama getirilmemiş, ilke olarak şartların varlığı hâlinde tüm suçlar yönünden kamu davasına katılma kabul edilmiştir. Öğreti ve uygulamada kamu davasına katılma yetkisi bulunan kişinin "suçtan zarar görmesi" şartı aranmış, ancak kanunda "suçtan zarar gören" ve "mağdur" kavramlarının tanımı yapılmadığı gibi, zararın maddi ya da manevi olduğu hususu bir ayrıma tâbi tutulmamış ve sınırlandırılmamıştır.
Malen sorumlu; işlenmiş olan suçun hükme bağlanması ve bunun kesinleşmesinden sonra, maddî ve malî sorumluluk taşıyarak hükmün sonuçlarından etkilenecek veya bunlara katlanacak kişidir.
Mağdur; kelime anlamı itibarıyla "haksızlığa uğramış kişi" olarak tanımlanmaktadır. Ceza hukukunda ise mağdur kavramı, suçun konusunun ait olduğu kişi ya da kişilerdir. 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun hazırlanmasında esas alınan suç teorisinde suçun maddi unsurları arasında yer alan mağdur, ancak gerçek bir kişi olabilecek, tüzel kişilerin suçtan zarar görmeleri mümkün ise de bunlar mağdur olamayacaklardır. Suçtan zarar gören ile mağdur kavramları da aynı şeyi ifade etmemektedir. Mağdur suçun işlenmesiyle her zaman zarar görmekte ise de, suçtan zarar gören kişi her zaman suçun mağduru olmayabilecektir. Bazı suçlarda mağdur belirli bir kişi olmayıp, toplumu oluşturan herkes (geniş anlamda mağdur) olabilecektir.
Kamu davasına katılmak için aranan "suçtan zarar görme" kavramı kanunda açıkça tanımlanmamış, gerek Ceza Genel Kurulu, gerekse Özel Dairelerin yerleşmiş kararlarında bu kavram "suçtan zarar görmüş bulunma hâli" olarak anlaşılıp uygulanmıştır.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
TCK"nın 282/1. maddesinde tanımlanan suçtan kaynaklanan malvarlığının değerlerini aklama suçunda korunan hukuki yarar suçtan elde edilen kara paranın aklamasını engelleme ve suçtan kaynaklanan malvarlığının, ekonomik sisteme katılmasını önlemektir. Bu şekilde, suç işlenerek elde edilen gayrimeşru kazancın engellenmesi suçla mücadele edilerek toplumsal adelet duygusunun tatmini ve suç faillerinin yaptıklarının yanına kâr olarak kalmaması düşüncesiyle eylemler müeyyide altına alınmıştır.
Maddi olayda, sanıkların gerçek sahibi ve sorumlusu oldukları, üç şirket aracılığıyla soruşturma raporunda incelemeye tabi tutulan ve gerçek olmadığı tespit edilen ihracatlar dolayısıyla, T.C. Ziraat Bankası Gaziantep Şubesinden nakden tahsil ettikleri haksız katma değer vergi iadelerinden toplam 1,540,681,710,000 TL gelir elde edip şirket hesaplarına aktardıkları, işledikleri teşekkül halinde kaçakçılık ve resmi belgede sahtecilik öncül suçları ile, devletten haksız yere katma değer vergi iadesi almak şeklinde gerçekleşen eylemlerde vergileri tahsil eden Maliye Bakanlığının haksız yere ödenen vergi iadelerinden dolayı zarara uğradıkları ve suçtan doğrudan zarar gördüğü konusunda bir tereddüt bulunmamaktadır.
Maliye Bakanlığı adına Hazine vekilinin, TCK"nın 282. maddesinde yazılı suçtan doğrudan zarar gördüğü ve buna bağlı olarak davaya katılma ve hükmü temyiz etme hak ve yetkisinin bulunduğu" görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK"nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 9. Ceza Dairesince 20.01.2015 tarih ve 5856-204 sayı ile, itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sonradan Hazine ve Maliye Bakanlığı adını alan Maliye Bakanlığının, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçundan açılan kamu davasına katılma ve hükmü temyiz etme hak ve yetkisinin bulunup bulunmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Sanıklar ... ve ..."in sahibi ve sorumlusu oldukları şirketleri aracılığıyla gerçeği yansıtmayan ihracat işlemleri yapmak suretiyle teşekkül halinde kaçakçılık ve resmi belgede sahtecilik suçlarını işledikleri, sanıkların bu öncül suçlar aracılığıyla T. C. Ziraat Bankası Gaziantep Şubesinden nakden tahsil ettikleri KDV iadesini devletten haksız yere alarak toplam 1.540.681.710,000 TL gelir elde edip şirket hesaplarına aktardıkları, bu miktarın 609.947.587,715 TL"sini şirket banka hesaplarında, bir bölümünü de şirkette çaycı olarak çalışan Alişan Başar adına ve onun bilgisi olmadan açtıkları hesap üzerinden takip ettikleri, bu işlemi de suç gelirlerinin izini kaybettirmek suretiyle aklanmak kastıyla yaptıkları iddialarıyla suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçundan cezalandırılmaları talebiyle haklarında kamu davası açıldığı; yargılama sırasında Maliye Bakanlığı adına Hazine Müsteşarlığının “katılan” sıfatıyla duruşmalara kabulüne karar verildiği, yapılan yargılama sonucunda; sanıklara atılı suçun unsurlarının oluşmadığı gerekçesiyle beraatlerine hükmolunduğu, katılan vekilinin yasal süresi içerisinde temyiz talebinde bulunduğu,
Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan sorgulamaya göre; sanıklar hakkında öncül suçlar niteliğindeki nitelikli dolandırıcılık ve resmi belgede sahtecilik suçları ile teşekkül halinde ihracat kaçakçılığı suçundan ayrı açılan kamu davalarında Maliye Bakanlığının katılan sıfatıyla duruşmalara kabulüne karar verildiği,
Anlaşılmaktadır.
Karaparanın tanımı ve karapara aklama fiillerinin suç olarak düzenlenmesi hukukumuza ilk olarak 19.11.1996 tarihli Resmi Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren 4208 sayılı Karaparanın Aklanmasının Önlenmesine Dair Kanun ile girmiş, anılan Kanun"un 2. maddesinde karapara ve karapara aklama suçunun tanımı yapılarak, 7. maddesinde yaptırım öngörülmüştür.
18.10.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5549 sayılı Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkındaki Kanun"un 26. maddesiyle 4208 sayılı Kanun"un 2 ve 7. maddeleri de dâhil olmak üzere bir çok maddesi yürürlükten kaldırılmış, Kanun"un adından da anlaşılacağı üzere karapara terimi yerine suçtan kaynaklanan malvarlığı değerini ifade eden "suç geliri" terimi kullanılmış, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerinin aklanması anlamına gelen "aklama suçunun" 5237 sayılı TCK"nın 282. maddesinde düzenlenmiş olan suçu ifade ettiği belirtilmiş, sözü edilen 5549 sayılı Kanun"un 26. maddesinin üçüncü fıkrasında da “Diğer mevzuatta yer alan ‘karapara’ ibaresinden ‘suçtan kaynaklanan malvarlığı değeri’, ‘karapara aklama suçu’ ibaresinden ‘aklama suçu’ anlaşılır" düzenlemesine yer verilmiştir.
Sanıklara atılı suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçu; 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu"nun ikinci kitabının "Millete ve Devlete Karşı Suçlar ve Son Hükümler" başlıklı dördüncü kısmının "Adliyeye Karşı Suçlar" başlıklı ikinci bölümünde yer alan 282. maddesinde;
“(1) Alt sınırı bir yıl veya daha fazla hapis cezasını gerektiren bir suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini, yurt dışına çıkaran veya bunların gayrimeşru kaynağını gizlemek ve meşru bir yolla elde edildiği konusunda kanaat uyandırmak maksadıyla, çeşitli işlemlere tabi tutan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis ve yirmibin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.
(2) Bu suçun, kamu görevlisi tarafından veya belli bir meslek sahibi kişi tarafından bu mesleğin icrası sırasında işlenmesi hâlinde, verilecek hapis cezası yarı oranında artırılır.
(3) Bu suçun, suç işlemek için teşkil edilmiş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi hâlinde, verilecek ceza bir kat artırılır.
(4) Bu suçun işlenmesi dolayısıyla tüzel kişiler hakkında bunlara özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunur.
(5) Bu suç nedeniyle kovuşturma başlamadan önce suç konusu malvarlığı değerlerinin ele geçirilmesini sağlayan veya bulunduğu yeri yetkili makamlara haber vererek ele geçirilmesini kolaylaştıran kişi hakkında bu maddede tanımlanan suç nedeniyle cezaya hükmolunmaz” şeklinde düzenlenmişken, 09.07.2009 tarihli Resmi Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren 5918 sayılı Türk Ceza Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun"un 5. maddesiyle, 282. maddenin birinci fıkrası;
“(1) Alt sınırı altı ay veya daha fazla hapis cezasını gerektiren bir suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini, yurt dışına çıkaran veya bunların gayrimeşru kaynağını gizlemek veya meşru bir yolla elde edildiği konusunda kanaat uyandırmak maksadıyla, çeşitli işlemlere tâbi tutan kişi, üç yıldan yedi yıla kadar hapis ve yirmibin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır." şeklinde değiştirilmiş, maddeye birinci fıkradan sonra gelmek üzere;
(2) Birinci fıkradaki suçun işlenmesine iştirak etmeksizin, bu suçun konusunu oluşturan malvarlığı değerini, bu özelliğini bilerek satın alan, kabul eden, bulunduran veya kullanan kişi iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır." biçiminde ikinci fıkra düzenlenmiş ve diğer fıkralar buna göre teselsül ettirilmiştir.
Bu düzenlemeyle suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerinin yurt dışına transfer edilmesi veya bunların gayrimeşru kaynağını gizlemek ve meşru bir yolla elde edildiği konusunda kanaat uyandırmak maksadıyla çeşitli işlemlere tabi tutulması ayrı bir suç olarak tanımlanmıştır.
Madde gerekçesinde;
“Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerine meşruiyet görüntüsü verilerek ekonomik sisteme sokulması, suç işlemenin kazanç elde etme açısından cazip bir yol olarak görülmesine neden olmaktadır.
Suç işlemek suretiyle veya dolayısıyla elde edilmiş olan ekonomik değerlerin meşruiyet görüntüsü kazandırılarak ekonomik sisteme sokulması, aynı zamanda suç delillerinin değiştirilmesi, gizlenmesi ve dolayısıyla, suçlunun kayrılması sonucunu doğurmaktadır.
Bu düşüncelerle, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerinin, yurt dışına transfer edilmesi veya bunların gayrimeşru kaynağını gizlemek ve meşru bir yolla elde edildiği konusunda kanaat uyandırmak maksadıyla çeşitli işlemlere tabi tutulması, ayrı bir suç olarak tanımlanmıştır.
Bu suçun konusunu suçtan kaynaklanan malvarlığı değerleri oluşturmaktadır. Bu malvarlığı değerlerinin elde edildiği suçun türü veya mahiyeti önemli değildir. Önemli olan, bu suçun konusunu oluşturan ekonomik değerlerin, başka bir suçun işlenmesi suretiyle veya dolayısıyla elde edilmiş olmasıdır.
Söz konusu suç, seçimlik hareketli bir suç olarak tanımlanmıştır. Birinci seçimlik hareket, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerinin yurt dışına transfer edilmesidir. Bu seçimlik hareketin gerçekleştirilişi sırasında, yurt dışına transfer edilen malvarlığı değerlerinin suçtan elde edilmiş olduğunun bilinmesi gerekir. Başka bir deyişle, bu seçimlik hareket açısından kastın varlığı yeterlidir.
İkinci seçimlik hareket ise, serbest hareket olarak belirlenmiştir. Bu hareketler açısından önemli olan, bunların gerçekleştirilişi sırasında güdülen amaçtır. Başka bir deyişle, suçtan elde edilen malvarlığı değerlerinin, gayrimeşru kaynağını gizlemek ve meşru bir yolla elde edildiği konusunda kanaat uyandırmak maksadıyla çeşitli işlemlere tabi tutulması gerekir. Bu işlemler, değişik şekillerde gerçekleşebilir. Örneğin, yurt dışında işlenmiş olan bir suçtan kaynaklanan gelirin, meşru yolla elde edilmiş bir para görüntüsüyle yabancı sermayeyi teşvik mevzuatı çerçevesinde ülkeye sokulması hâlinde de bu suçun oluştuğunu kabul etmek gerekir...” açıklamalarına yer verilmiştir.
Devletin adli çıkarlarına karşı işlenen bir suç olma özelliği gösteren bu suçun hukukî konusunu adil yargılanma hakkı oluşturmaktadır. Zira bu suçu oluşturan eylemler soruşturma ve kovuşturma makamlarının öncül suçlardan elde edilen malvarlığı değerlerine ulaşmasını ve etkin biçimde soruşturma ve kovuşturma yapılmasını engellemekte, böylece bu suçla gizlenen öncül suçların ve faillerinin ortaya çıkarılmasını güçleştirmektedir. Dolayısıyla aklama eylemlerinin suç haline getirilmesiyle adalet sistemi korunmuş olmaktadır. Madde gerekçesinde yer alan “Suç işlemek suretiyle veya dolayısıyla elde edilmiş olan ekonomik değerlerin meşruiyet görüntüsü kazandırılarak ekonomik sisteme sokulması, aynı zamanda suç delillerinin değiştirilmesi, gizlenmesi ve dolayısıyla, suçlunun kayrılması sonucunu doğurmaktadır” ifadesi de bu hususu destekleyici niteliktedir. Nitekim, kanun koyucu bu suçu hukuki konusu itibarıyla "Adliyeye karşı suçlar" arasında düzenleyerek suçla mücadeleye ilişkin toplumsal yararın adli yararlarla temsil edildiği düşüncesini ortaya koymaktadır. Bu bakımdan anılan suç, adil yargılanma hakkının yanı sıra adliyeye ilişkin yararları da korumakta ve aslında suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme suçunun özel bir şeklini oluşturmaktadır (Veli Özer Özbek-Koray Doğan-Pınar Bacaksız-İlker Tepe, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 11. Baskı, Ankara, 2016, s. 1174-1175, Zeki Hafızoğulları-Muharrem Özen; Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, 5. Baskı, US-A Yayınları, Ankara 2016, s. 203, Osman Yaşar-Hasan Tahsin Gökcan-Mustafa Artuç, Türk Ceza Kanunu, 6. Cilt, Ankara, 2010, s. 8061-8062).
Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle suç gelirlerinin aklanmasının önlenmesine ilişkin düzenlemelerle Hazine ve Maliye Bakanlığının bu husustaki görev ve yetkilerinin açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.
Suç tarihinde yürürlükte bulunan 178 sayılı Maliye Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname"nin;
“Görev başlıklı" 2. maddesi;
“Maliye Bakanlığının görevleri şunlardır:
...
r) (Ek: 13/11/1996 - 4208/17 md.; Değişik: 11/10/2006-5549/24 md.)
Suç gelirlerinin aklanmasının önlenmesine ilişkin usûl ve esasları belirlemek
...",
Aynı KHK"nın "Başhukuk Müşavirliği ve Muhakemat Genel Müdürlüğü" başlıklı 9. maddesi;
“Başhukuk Müşavirliği ve Muhakemat Genel Müdürlüğünün görevleri şunlardır:
a) Bakanlığın ve talep halinde genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri ve özel bütçeli idarelerin hukuk danışmanlığını ve muhakemat hizmetlerini yapmak,
...
e) Gerekli koordinasyonu sağlamak suretiyle Maliye Bakanlığına veya Maliye Hazinesine ait her türlü davayı açmak ve takip etmek, Maliye Bakanlığı veya Maliye Hazinesi aleyhine açılan her türlü davayı takip etmek ve icra takibini yapmak” şeklinde düzenlenmiştir.
Suç tarihinden sonra 02.11.2011 tarihli ve 28103 sayılı Resmî Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname"nin;
“Amaç ve kapsam" başlıklı 1. maddesi;
"Bu Kanun Hükmünde Kararnamenin amacı; genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri (Türkiye Büyük Millet Meclisi, Cumhurbaşkanlığı, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ve Sayıştay dâhil) ve özel bütçeli idarelerin hukuk hizmetlerinin etkili, verimli ve usul ekonomisine uygun şekilde yerine getirilmesine ve bu hizmetlerin yürütülmesinde uygulama birliğinin sağlanmasına yönelik usul ve esasların belirlenmesidir.”
Aynı KHK"nın “Hukuk birimlerinin görevleri" başlıklı 4. maddesi;
"(1) Hukuk birimleri; idarelerde muhakemat hizmetleri ile hukuk danışmanlığına ilişkin iş ve işlemleri yürütmekle görevli ve sorumludur.
(2) Hukuk birimleri muhakemat hizmetleri kapsamında;
a) İdarenin taraf olduğu adli ve idari davalarda, iç ve dış tahkim yargılamasında, icra işlemlerinde ve yargıya intikal eden diğer her türlü hukuki uyuşmazlıklarda idareyi temsil eder, dava ve icra işlemlerini vekil sıfatı ile takip eder.” biçiminde düzenlenmiştir.
Suç tarihinden sonra 18.10.2006 tarihli ve 26323 sayılı Resmî Gazete"de yayımlanarak aynı gün yürürlüğe giren 5549 sayılı Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanun"un "Tanımlar" başlıklı 2. maddesi;
"(1) Bu Kanunda geçen;
a) Bakanlık: Maliye Bakanlığını,
b) Bakan: Maliye Bakanını,
c) Başkanlık: Malî Suçları Araştırma Kurulu Başkanlığını,
...
f) Suç geliri: Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerini,
g) Aklama suçu: 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 282 nci maddesinde düzenlenen suçu, ifade eder”
Aynı Kanun"un “Kararların bildirimi" başlıklı 18. maddesi;
“(1) Aklama ve terörün finansmanı suçundan dolayı yapılan soruşturma sonucunda verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karar veya düzenlenen iddianame, kovuşturma sonucunda verilen hüküm ve bu Kanunun 17 nci maddesine göre verilen elkoyma kararının bir örneği izleyen ayın sonuna kadar ilgili Cumhuriyet savcılıkları ve mahkemelerce Başkanlığa gönderilir”
Düzenlemelerini içermektedir.
Suçluların suç gelirlerine sahip olmalarının, yeni suçları işlemek için finans kaynakları elde etmelerinin ve suç gelirlerini kullanarak ekonomik sisteme dâhil etmelerinin engellenmesinde ekonomik düzenin ve toplumun yararı bulunmaktadır. Bu bağlamda söz konusu yarar ile yukarıda yer verilen kanuni düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde; suç gelirlerinin aklanmasının önlenmesine ilişkin usûl ve esasları belirleme yetkisi bulunan ve sonradan Hazine ve Maliye Bakanlığı adını alan Maliye Bakanlığının, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçunun işlenmesinin önlenmesine ilişkin yükümlülüklerinin bulunduğu açıktır.
Bununla birlikte, suç tarihinden sonra 04.08.2007 tarihli ve 26603 sayılı Resmî Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren Aklama Suçu İncelemesi Hakkında Yönetmeliğin,
“Tanımlar” başlıklı 3. maddesi;
(1) Bu Yönetmelikte geçen;
a) Aklama suçu: 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 282 nci maddesinde düzenlenen suçu,
...
c) Bakanlık: Maliye Bakanlığını,
...
d) Başkanlık: Malî Suçları Araştırma Kurulu Başkanlığını,
... ifade eder”
"Raporlar üzerine yapılacak işlemler" başlıklı 15. maddesi ise;
"(1) Aklama suçunun işlendiğine dair ciddi şüphe ve olguların tespitini içeren aklama suçu inceleme raporları gereği yapılmak üzere yetkili ve görevli Cumhuriyet savcılığına intikal ettirilir.
(2) Cumhuriyet savcılıklarının talebi üzerine başlatılan inceleme sonucunda düzenlenen raporlar ilgili Cumhuriyet savcılığına gönderilir.
(3) Aklama suçunun işlendiğine dair ciddi şüphe ve olguların tespitini içeren raporların ve el koyma taleplerinin bir örneği Maliye Bakanlığı Baş Hukuk Müşavirliği ve Muhakemat Genel Müdürlüğüne gönderilir.
(4) (Değişik: 9/5/2014-2014/6381 K.) Raporların ve elkoyma taleplerinin cumhuriyet savcılıkları nezdinde izlenmesi ve davaların takibi ile ilgili diğer usule ilişkin işlemler 13/12/1983 tarihli ve 178 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile 26/9/2011 tarihli ve 659 sayılı Kanun Hükmünde Kararname gereğince yapılır” biçiminde düzenlenerek suçtan kaynaklanan malvarlığı değerini aklama suçuna ilişkin inceleme raporları ve elkoyma taleplerinin Cumhuriyet savcılıkları nezdinde izlenmesi öngörülmüş ve sonradan Hazine ve Maliye Bakanlığı adını alan Maliye Bakanlığına bu Yönetmelik"le, söz konusu suçtan açılan kamu davalarının takibi görevi de verilmiştir.
Uyuşmazlığın sağlıklı bir çözüme kavuşturulabilmesi için "mağdur", "suçtan zarar gören" ve "malen sorumlu" kavramları ile "kamu davasına katılma" kurumu üzerinde de durulması gerekmektedir.
5271 sayılı CMK"nın 237/1. maddesinde; “Mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanlar, ilk derece mahkemesindeki kovuşturma evresinin her aşamasında hüküm verilinceye kadar şikâyetçi olduklarını bildirerek kamu davasına katılabilirler” hükmü ile kamu davasına katılma hak ve yetkisi bulunanlar üç grup halinde belirtilmiştir. Bu düzenleme, 1412 sayılı CMUK"un 365. maddesindeki; “Suçtan zarar gören herkes, soruşturmanın her aşamasında kamu davasına müdahale yolu ile katılabilir” hükmü ile benzerlik göstermekte ise de yeni hükme, önceki kanunda yer almayan malen sorumlu ve dar anlamda suçtan zarar göreni ifade eden mağdur da eklenmek suretiyle, madde; öğreti ve uygulamadaki görüşlere uygun olarak, katılma hak ve yetkisi bulunduğu kabul edilenleri kapsayacak şekilde düzenlenmiştir.
Mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanların kanunun kendilerine tanıdığı hak ve yetkileri haiz olarak davada Cumhuriyet savcısının yanında yer almasına öğreti ve uygulamada “davaya katılma” veya “müdahale” denilmekte, davaya katılma talebinin kabul edilmesi hâlinde ise davaya katılma isteminde bulunan kişi “katılan” ya da “müdahil” sıfatını almaktadır.
Gerek 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu"nda, gerekse 1412 sayılı Ceza Muhakemesi Usulü Kanunu"nda kamu davasına katılma konusunda suç bakımından bir sınırlama getirilmemiş, ilke olarak şartların varlığı hâlinde tüm suçlar yönünden kamu davasına katılma kabul edilmiştir. Öğretide ve uygulamada kamu davasına katılma yetkisi bulunan kişinin “suçtan zarar görmesi” şartı aranmış, ancak kanunda “suçtan zarar gören” ve “mağdur” kavramlarının tanımı yapılmadığı gibi, zararın maddi ya da manevi olduğu hususu bir ayrıma tâbi tutulmamış ve sınırlandırılmamıştır. Bu nedenle konuya açıklık kazandırılırken öğretideki görüşlerden de yararlanılarak, maddede katılma yetkisi kabul edilen, “mağdur”, “suçtan zarar gören” ve “malen sorumlu olan” kavramlarının, kamu davasına katılma hususundaki uygulamaya ışık tutacak biçimde tanımlanması gerekmektedir.
Malen sorumlu; işlenmiş olan suçun hükme bağlanması ve bunun kesinleşmesinden sonra, maddî ve malî sorumluluk taşıyarak hükmün sonuçlarından etkilenecek veya bunlara katlanacak kişidir.
Mağdur; Türk Dil Kurumu Büyük Türkçe Sözlüğünde, “haksızlığa uğramış kişi” olarak tanımlanmaktadır. Ceza hukukunda ise mağdur kavramı, suçun konusunun ait olduğu kişi ya da kişilerdir. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu"nun hazırlanmasında esas alınan suç teorisinde suçun maddi unsurları arasında yer alan mağdur, ancak gerçek bir kişi olabilecek, tüzel kişilerin suçtan zarar görmeleri mümkün ise de, bunlar mağdur olamayacaklardır. Suçtan zarar gören ile mağdur kavramları da aynı şeyi ifade etmemektedir. Mağdur suçun işlenmesiyle her zaman zarar görmekte ise de, suçtan zarar gören kişi her zaman suçun mağduru olmayabilir. Bazı suçlarda mağdur belli bir kişi olmayıp; toplumu oluşturan herkes (geniş anlamda mağdur) olabilecektir (Mehmet Emin Artuk-Ahmet Gökcen–A. Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 9. Bası, Adalet Yayınevi, Ankara, 2015, s. 289; İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 11. Bası, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2015, s. 214-217; Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 8. Bası, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2015, s.106-107; Osman Yaşar-Hasan Tahsin Gökcan-Mustafa Artuç, Türk Ceza Kanunu, 6. cilt, Ankara, 2010, s.7702-7703)
Kamu davasına katılmak için aranan “suçtan zarar görme” kavramı kanunda açıkça tanımlanmamış, gerek Ceza Genel Kurulu, gerekse Özel Dairelerin yerleşmiş kararlarında; “suçtan doğrudan doğruya zarar görmüş bulunma hâli” olarak anlaşılıp uygulanmış, buna bağlı olarak da dolaylı veya muhtemel zararların, davaya katılma hakkı vermeyeceği kabul edilmiştir. Nitekim bu husus, Ceza Genel Kurulunun 03.05.2011 tarihli ve 155–80, 04.07.2006 tarihli ve 127–180, 22.10.2002 tarihli ve 234–366 ile 11.04.2000 tarihli ve 65–69 sayılı kararlarında; “dolaylı veya muhtemel zarar, davaya katılma hakkı vermez” şeklinde açıkça ifade edilmiştir.
Uyuşmazlık konusuna ilişkin olarak, bir tüzel kişinin kamu davasına katılabilmesi için CMK"nın davaya katılmayı düzenleyen genel kural niteliğindeki 237. maddesinde belirtilen şartın gerçekleşmesi, başka bir deyişle suçtan doğrudan zarar görmüş olması veya herhangi bir kanunda, belirli bir tüzel kişinin bazı suçlardan açılan kamu davalarına katılmasını özel olarak düzenleyen bir hükmün bulunması gerekir. Örneğin 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu"nun davaya katılmayı düzenleyen 18. maddesi uyarınca Gümrük İdaresinin, 3628 sayılı Mal Bildiriminde Bulunulması Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu"nun 18. maddesi uyarınca Maliye Bakanlığının, 5411 sayılı Bankacılık Kanunu"nun 162. maddesi uyarınca Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu ile Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun usulüne uygun başvuruda bulunmaları hâlinde kamu davasına katılacakları açıkça hükme bağlanmıştır. Özel kanun hükümleri uyarınca davaya katılmanın kabul edildiği bu gibi durumlarda, belirtilen kurumların suçtan zarar görüp görmediklerini ayrıca araştırmaya gerek bulunmamaktadır. Ceza Genel Kurulunun 03.05.2011 tarihli ve 155-80, 22.10.2002 tarihli ve 234-366, 21.02.2012 tarihli ve 279–55 ile 15.04.2014 tarihli ve 599-190 sayılı kararlarında da aynı sonuca ulaşılmıştır.
Buna göre; her ne kadar Aklama Suçu İncelemesi Hakkında Yönetmeliğin 15. maddesi uyarınca Hazine ve Maliye Bakanlığına suçtan kaynaklanan malvarlığı değerini aklama suçundan açılan kamu davalarının takibi görevi verilmiş ise de, anılan suçtan açılan kamu davasına Hazine ve Maliye Bakanlığının katılmasını özel olarak düzenleyen bir kanun hükmü bulunmayıp ceza muhakemesi hukukunda davaya katılmanın kural olarak CMK"nın 237. maddesinde kanun hükmüyle düzenlendiği gözetildiğinde, söz konusu Yönetmelik hükümlerinin anılan suçtan Hazine ve Maliye Bakanlığına davaya katılma hakkı vermeyeceği anlaşılmaktadır.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçunda korunan hukuki yarar, soruşturma ve kovuşturma makamlarınca öncül suçlardan elde edilen malvarlığı değerlerine ulaşılarak bu suçların ve faillerinin ortaya çıkarılmasına, böylelikle adil yargılanma hakkının sağlanmasına ve adliyeye ilişkin yarar olup suçun mağduru toplumu oluşturan herkestir. Suç gelirlerinin aklanmasının önlenmesine ilişkin usul ve esasların belirlenmesinde, sonradan Hazine ve Maliye Bakanlığı adını alan Maliye Bakanlığı ile bağlı birimlerinin önemli görev ve yetkilere sahip olduğu ve suç gelirlerinin aklanmasının önlenmesi bakımından topluma karşı yükümlülükleri bulunduğunda kuşku bulunmasa da; söz konusu görev ve yetkilerin, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçu açısından ilgili Bakanlığa "suçtan doğrudan zarar gören" ve "malen sorumlu" sıfatlarını kazandırmayacağı, ilgili Bakanlığın sanıklara atılı resmi belgede sahtecilik ve nitelikli dolandırıcılık suçları ile teşekkül halinde ihracat kaçakçılığı suçundan ayrı açılan davalarda katılan olarak duruşmalara kabulüne karar verilmesinin, aynı Bakanlığa, sanıkların bu suçlardan kaynaklanan malvarlığı değerlerinin gayrimeşru kaynağını gizlemek veya meşru bir yolla elde edildiği konusunda kanaat uyandırmak maksadıyla çeşitli işlemlere tâbi tutmak suretiyle işledikleri iddia olunan ve öncül nitelikteki diğer suçlardan bağımsız ve farklı bir hukuki değerin korunmasına yönelen suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçundan açılan davaya katılma hakkı vermeyeceği, tazminat ödenmesi, itibar zedelenmesi ve güven kaybı gibi dolaylı zararlara dayanılarak kamu davasına katılmanın mümkün olmadığı, aynı Bakanlık ve bağlı birimlerinin kamu davasına katılmasını özel olarak düzenleyen bir kanun hükmünün bulunmadığı, yine Devletin tüzel kişi oluşu nedeniyle suçun mağduru da olmadığı göz önüne alındığında; anılan Bakanlığın yargılamaya konu suç yönünden kamu davasına katılma hak ve yetkisinin olmadığı, bu nedenle Yerel Mahkemece yanılgılı biçimde verilen hukuki değerden yoksun olan katılma kararının CMK"nın 260. maddesi uyarınca kanun yollarına başvurma ve dolayısıyla hükmü temyiz etme hakkı vermeyeceği ve Özel Dairenin temyiz isteminin reddine ilişkin kararının usul ve kanuna uygun olduğu kabul edilmelidir.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının reddine karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının REDDİNE,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 16.10.2018 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.