Esas No: 2017/2338
Karar No: 2020/140
Karar Tarihi: 13.02.2020
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/2338 Esas 2020/140 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Ankara 2. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü.
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili; müvekkilinin Erzincan Cumhuriyet Başsavcılığı görevini yürütürken Erzincan Valiliğinde rutin olarak yapılan güvenlik toplantılarında İsmail Ağa Tarikatı üyelerinin etkinliklerini artırdıklarına yönelik bilgi üzerine 2007 yılında kolluktan bu konuda ayrıntılı inceleme talep ettiğini, yapılan araştırma sonucunda yasaya aykırı yardım toplamak, Kimlik Bildirme Kanunu’na muhalefet, Kılık Kıyafet Kanunu’na aykırı davranmak ve okul öncesi yaş grubundaki çocuklara izinsiz dinî eğitim veren kurum açmak gibi faaliyetleri tespit edilen tarikat üyeleri hakkında Erzincan Cumhuriyet Başsavcılığının 2007/6526 Hazırlık sayılı dosyası ile soruşturma açıldığını, soruşturma ile ilgili şüpheli konumundaki kişiler hakkında operasyon yapılmasına karar verilerek, suçüstü yapılıp şüphelilerin sorguya sevk edildiğini, gözaltına alınma üzerine dönemin başbakan yardımcısı ve Adalet Bakanlığındaki üst düzey bir bürokratın müvekkilini arayarak şüphelilerin serbest bırakılmasını, soruşturmanın sonlandırılmasını talep ettiğini, müvekkilinin ise Cumhuriyet Başsavcısı olarak görevini yerine getirdiğini bildirdiğini, daha sonra soruşturma dosyasının isimsiz bir ihbar mektubu gerekçe gösterilerek CMK’nin 250. maddesi uyarınca yetkili Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından istenmesi üzerine fezleke düzenlenerek gönderildiğini, medyada müvekkili aleyhine yayınlar yapıldığını, bu yayınlardan ilkinin Yeni Şafak Gazetesinin 20.07.2009 tarihli sayısında "İşte Andıç"ın İşaret Fişeği" başlığı ile yapıldığını, aynı gazetenin davaya konu 06.12.2009 tarihli sayısının 12. sayfasında yer alan "MİT müdürüne" sahte tanık ve delil gözaltısı başlıklı yayında ise Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından gözaltına alınan MİT mensuplarının darbe andıcını 16 ilde uygulamaya kalkıştığı iddia edilen müvekkili Erzincan Cumhuriyet Başsavcısına sahte delil ve tanık üretmekle suçlandığını, “İstediğim cevabı vereceksiniz” ara başlığında müvekkilinin Erzincan"da bazı cemaat ve vakıfları terör örgütü göstermek için sahte tanık ve delillerle soruşturma açtığı, soruşturmanın her aşamasında hukukun çiğnendiği, sorguda şüphelilere dosya fırlatarak, “İstediğim cevabı vereceksiniz” diyerek tehdit ettiği, soruşturmanın irticayla mücadele eylem planı içerisinde gerçekleştirildiği, soruşturmanın 2 yıl Bakanlıktan gizlendiği, gözaltına alınan zanlıların 48 saat aç ve susuz bırakıldığı, hamile olan S.G isimli kişiye psikolojik baskı yaparak bebeğini düşürdüğü, operasyonun Ergenekonla bağlantılı olduğu ileri sürülerek gerçek dışı iddialara yer verildiğini; 03.12.2009 tarihli gazetenin "Bursa Andıç"ın ikinci pilot bölgesi" sür manşetiyle çıktığını, benzer haberin davaya konu yayında da yer aldığını, Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen ihale yolsuzluğu soruşturmasında gazetenin sahibi olan ..."ın sanık konumunda bulunduğunu, müvekkilinin yürüttüğü soruşturmada da ..."ın suç oluşturabilecek çeşitli eylemlerinin geçmesinden sonra bu yayınların yapıldığını, dava konusu edilen yayının suç ve gerçek dışı olduğunu, 2007 yılında başlatılan soruşturmanın 2009 yılında hazırlandığı iddia edilen ve irticayla mücadele eylem planı olarak bilinen belgeyle herhangi bir ilgisinin bulunmadığını, soruşturma dosyasının Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesinden sonra 2009/350 numaralı soruşturma ile 16 kişi hakkında Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve kanuna aykırı eğitim kurumu açma gerekçesiyle hazırlanan iddianamenin Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 29.06.2009 tarihinde kabul edilerek yargılanmaları konusunda 2009/547 E. sayılı dosya ile dava açıldığını, yayının güncel olmadığı gibi kamu yararının bulunmadığını, bu yayınlardan yaklaşık 3 ay sonra müvekkilinin soruşturmaya tabi tutularak 17.02.2010 tarihinden itibaren yaklaşık 4 ay boyunca görevsiz mahkemenin kararıyla tutuklu kaldığını, davalının imtiyaz sahibi olması nedeniyle bu yayınlardan sorumlu olduğunu, yayın tarihinden yaklaşık 3 ay sonra müvekkili aleyhine düzenlenen iddianamede kanıt olarak gösterildiğini, müvekkilinin kişilik haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek 20.000,00TL manevi tazminatın 06.12.2009 tarihinden itibaren işleyecek faizi ile birlikte tahsili ile verilecek kararın en yüksek tirajlı 3 ulusal gazetede yayınlanmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı vekili; dava konusu haberde davacının kişilik haklarına herhangi bir saldırı söz konusu olmayıp hakaret, iftira niteliği taşıyan gerçeğe aykırı beyanlarda bulunulmadığı gibi konusunun bizzat davacı bile olmadığını, yayının tamamen basının haber verme özgürlüğü sınırları içerisinde kalınarak gerçeklik, güncellik, kamu yararı, toplumsal ilgi ve konu ile ifade arasında düşünsel bağ kuralları çerçevesinde yapıldığını, haberlerin sadece bir durum ifade edilmesinden ibaret olup, bir iddia ve itham içermediğini, haber konusu edilen iddiaların Albay... imzalı olduğu ileri sürülen belge ile ortaya çıktığını, gizlilik vasfı kalmadığını, bu olaylar karşısında basının duyarsız kalmasının söz konusu olamayacağını, kaldı ki davaya konu haberdeki olayla ilgili Erzurum Özel Yetkili Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen Ergenekon soruşturmasına ilişkin hazırlanan iddianamenin Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilerek davacının “Ergenekon silahlı terör örgütü soruşturmaları kapsamında ele geçirilen silahların kolluk güçleri tarafından konulduğu biçimindeki Ergenekon silahlı terör örgütü iddialarını güçlendirmek ve elde edilen yasal delilleri zayıflatmak maksadıyla örgütün Erzincan yapılanmasına dâhil olduğu” şeklindeki iddialar ile şüpheli olarak yer aldığını, müfettiş raporunda davacı tarafından 2007 yılında yapılan soruşturmanın gecikmeli olarak 2009 yılında Bakanlığa bildirildiğinin açıkça ifade edildiğini, müfettişlerce bunun gecikme olarak kabul edildiğini, haberde kamu yararının bulunduğunu ve güncel olduğunu, davacı olumsuz yönde etkilenmiş olsa bile bu durumun haberi haksız ve hukuka aykırı hâle getirmeyeceğini, manevi tazminat şartlarının gerçekleşmediğini, hem manevi tazminat hem de hükmün ilanını talebinin hukuka uygun olmadığını savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
İlk Derece Mahkemesi 1. Kararı:
6. Ankara 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 06.07.2011 tarihli ve 2010/502 E., 2011/356 K. sayılı kararı ile;davalının davacı hakkındaki yayınlarının şahsiyet haklarının ihlâli sayılacak şekilde devam ettiği ancak fiilin muhtelif günlerde tekrar ettiği 05.12.2009 tarihli yayın sebebiyle Ankara 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2010/501 E. sayılı davasında manevi tazminata hükmedildiği, aynı iradenin sonucu olan 06.12.2009 tarihli yayın sebebiyle manevi tazminat şartlarının oluşmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Özel Daire 1. Bozma Kararı:
7. Ankara 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 4. Hukuk Dairesince 01.11.2012 tarihli ve 2011/14515 E., 2012/15945 K.sayılı kararı ile;
“…Dosya kapsamından davalı gazetede 05/12/2009 ve 06/12/2009 tarihinde davacı hakkında yayınlar yapıldığı anlaşılmaktadır. Kişilik haklarına yönelik her bir yayın ayrı bir haksız fiil niteliğindedir. Şu halde, davacının farklı tarihlerde yayınlanan haberler nedeniyle kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu iddiasıyla dava açabileceği ve şartları oluştuğu takdirde tazminata hükmedilebileceği kabul edilmelidir. Mahkemece bu husus gözetilmeksizin dava konusu yayının aynı irade ile devam eden tek bir haksız fiil şeklindeki gerekçesi uygun görülmemiş…” gerekçesi ile karar bozulmuştur.
İlk Derece Mahkemesi 2. Kararı:
9. Ankara 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 12.03.2013 tarihli ve 2013/131 E., 2013/112 K.sayılı kararı ile; Özel Daire bozma kararına uyulduktan sonra, davacı ile ilgili yayınlarda hasmane tavır takınıldığı, davacının yürüttüğü soruşturmalardan duyulan rahatsızlığın şahsî kaygılarla kamuoyu ile paylaşılmış olduğu, ancak bu paylaşımda, davacı ile dava dışı ... ..."nun Ergenekon dayanışması içinde oldukları, akıl hocalığını "Koçum Ömer" olarak isimlendirilen ... ..."nun yaptığı, İsmail Ağa Cemaatini hedef hâline getirdiği, illegal savcı olduğu, Albay..."e izafe edilen ve ıslak imzalı olup olmadığı tartışılan Andıç adındaki belgenin davacı tarafından Erzincan’da uygulandığı ithamlarında bulunulduğu, davacı hakkında görevini kötüye kullandığı iddiası ile açılan davadaki ithamların iddia olarak değil, kamuoyunda davacının iddia edilen fiilleri gerçekleştirdiği kanaati doğacak şekilde haber ve yorumların yazıldığı, dava tarihinde yürürlükte olan mülga 818 Borçlar Kanunu’nun 49. maddesine göre davacının şahsiyet haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, 4.000TL manevi tazminatın 06.12.2009 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline, fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilmiştir.
Özel Daire 2. Bozma Kararı:
10. Ankara 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
11. Yargıtay 4. Hukuk Dairesince 20.02.2014 tarihli ve 2014/1838 E., 2014/2841 K. sayılı kararı ile;
“…davaya konu haber ve haberin içeriği ile ilgili idari ve adli soruşturmalar yapıldığı, davacı hakkında kamu davasının da açıldığı, haberin bu hali ile görünür gerçekliğe uygun olduğu, kamuoyu ilgisinin de bulunduğu, öz ile biçim dengesinin aşılmadığı, haberin bu hali ile hukuka uygunluk unsurlarını taşıdığı anlaşılmakla istemin tümden reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı gerekçe ile davanın kısmen kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiş…” gerekçesi ile karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
12. Ankara 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 09.12.2014 tarihli ve 2014/537 E., 2014/676 K. sayılı kararı ile;önceki karardaki gerekçeler tekrar edilerek ve“…Yargıtay Yüksek 4. Hukuk Dairesinin bozma gerekçesine itiraz etmek mümkün değildir yerindedir. Gerekçeye değil, bozma kararına direnilmiştir. Basın yolu ile yapılan hakaret ve iftira iddiası ile açılmış manevi tazminat davalarında bozma kararında açıklandığı gibi, basın hürriyeti ile kişilerin şahsiyet hakları çatışma hâlinde kalmaktadır. Haberin verilişinde kamuoyunun aydınlatılması yerine, haber konusu yapılan kişinin verdiği hizmet, siyasi düşüncesi beğenilmeyerek kamuoyunda küçük düşürülme, itibarsızlaştırma sonucu ortaya çıkmamalıdır. Davalı, dava konusu haberlerin yayınlandığı tarihte siyasi bir kişilik olmadığından kamu görevlisi olduğundan basın hürriyeti sınırları dışında yorum yapılmak veya hakir görülmesine yol açacak açıklamalar yapılmak suretiyle zarar verildiği kanaati ile dava tarihinde yürürlükte olan BK’nın 49. maddesinde tarif edildiği şekilde şahsiyet haklarının ihlal edildiği, hasmane tavırla zarar verecek yazılar yazıldığı, manevi tazminat şartlarının mevcut olduğu…” gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
13. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
14. Davaya konu yayın bir bütün olarak değerlendirildiğinde, içeriğinin görünür gerçekliğe uygun olup olmadığı, varılacak sonuca göre davacının kişilik haklarına saldırının bulunup bulunmadığı; diğer bir ifadeyle, davacı yararına manevi tazminat koşullarının oluşup oluşmadığı noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
15. Uyuşmazlığın çözümü açısından öncelikle konuyla ilgili yasal düzenlemelerin irdelenmesinde yarar vardır.
16. Manevi zarar, kişilik değerlerinde oluşan objektif eksilmedir. Duyulan acı, çekilen ızdırap manevi zarar değil, onun görüntüsü olarak ortaya çıkabilir. Acı ve elemin manevi zarar olarak nitelendirilmesi sonucu, tüzel kişileri ve bilinçsizleri; öte yandan, acılarını içlerinde gizleyenleri tazminat isteme haklarından yoksun bırakmamak için yasalar manevi tazminat verilebilecek bazı olguları özel olarak düzenlemiştir.
17. Bunlar kişilik değerlerinin zedelenmesi Türk Medeni Kanunu (TMK) m.24, isme saldırı (TMK m.26), nişan bozulması (TMK m.121), evlenmenin butlanı (TMK m.158/2), boşanma (TMK m.174/2) bedensel zarar ve ölüme neden olma (818 sayılı Borçlar Kanunu (BK) m.47, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK) m. 56) durumlarından biri ile kişilik haklarının zedelenmesi (818 sayılı BK m.49, 6098 sayılı TBK m. 58) olarak sıralanabilir.
18. 4721 sayılı TMK’nın 24. maddesi ile 818 sayılı BK’nın 49. maddesi diğer yasal düzenlemelere nazaran daha kapsamlıdır.
4721 sayılı TMK 24. maddesinde;
“Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hâkimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.
Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.”
19. Dava konusu yayının yapıldığı ve davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 49. maddesinde ise;
“Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebilir.
Hakim, manevi tazminatın miktarını tayin ederken, tarafların sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate alır.
Hakim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir tazmin sureti ikame veya ilave edebileceği gibi tecavüzü kınayan bir karar vermekle yetinebilir ve bu kararın basın yolu ile ilanına da hükmedebilir.”
hükümleri yer almaktadır.
20. TMK’nın 24 ve BK’nın 49. maddelerinde belirlenen kişisel haklar, bedensel ve ruhsal tamlık ve yaşam ile nesep gibi insanın, insan olmasından güç alan varlıklar ya da kişinin adı, onuru ve sır alanı gibi dolaylı varlıklar olarak iki kesimlidir.
21. Görüldüğü üzere BK’nın 49. maddesi gereğince kişilik hakları zarara uğrayanların manevi tazminat isteme hakları vardır.
22. Bu genel açıklamalardan sonra uluslararası metinlerde ifade özgürlüğünün nasıl yer aldığının da incelenmesinde yarar bulunmaktadır:
23. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) 90. maddesinin son fıkrası;
“Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır.”
hükmünü içermektedir. Bu durumda, mahkemelerce önlerine gelen uyuşmazlıklarda usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar ile iç hukukun birlikte yorumlanması ve uygulanması gerekmektedir.
24. Hâl böyle olunca, Türkiye’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde (AİHS) konunun nasıl düzenlendiğinin ve Sözleşme"nin uygulanmasını sağlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarının incelenmesi yerinde olacaktır.
25. AİHS’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10. maddesinin birinci fıkrası;
“Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir.”
hükmünü içermekte olup hangi hâllerde ifade özgürlüğünün sınırlandırılabileceği de aynı maddenin ikinci fıkrasında düzenlenmiştir.
26. İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun en önemli temellerinden birisi olup, toplumsal ilerlemenin ve her bireyin gelişiminin başlıca koşullarından birini teşkil etmektedir. AİHS’nin 10. maddesinin ikinci fıkrası saklı kalmak koşuluyla, ifade özgürlüğü yalnızca iyi karşılanan ya da zararsız veya önemsiz olduğu düşünülen değil, aynı zamanda kırıcı, hoş karşılanmayan ya da kaygı uyandıran “bilgiler” ya da “düşünceler” için de geçerlidir. Bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleri olup, bunlar olmaksızın "demokratik toplum" olmaz (Handyside, parag. 49, başvuru no: 5493/72, 07.12.1976). AİHS’nin 10. maddesinde benimsenen ifade özgürlüğü bu şekilde olmakla birlikte, yine de dar bir yorum gerektiren istisnalar içermektedir ve bu hakkı kısıtlama ihtiyacının ikna edici bir biçimde ortaya konması gerekmektedir (Pakdemirli/Türkiye kararı, başvuru no: 35839/97, 22.02.2005).
27. İfade özgürlüğü geniş bir şekilde yorumlanmakta ise de, sınırsız olmadığı da Sözleşme’nin 10. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilmiştir. Burada çözülmesi gereken temel sorun ifade özgürlüğü ile kişilik haklarına yönelik saldırı arasındaki sınırın hangi ölçütlere göre saptanacağıdır.
28. AİHM önüne gelen uyuşmazlıklarda yapılan müdahalenin ifade özgürlüğünü ihlal edip etmediğini aşağıdaki kriterleri uygulayarak tespit etmektedir:
1. Müdahalelerin yasayla öngörülmesi:
AİHM, Sözleşme’nin 10. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “yasayla öngörülme” ifadesinin, ilk olarak, itiraz konusunun iç hukukta bir dayanağı olması gerektiğini hatırlatır. Ancak söz konusu ifade hukuki normların ilgili kişinin erişiminde olmasını, sonuçlarının öngörülebilmesini ve hukukun üstünlüğü ilkesine uygun olmasını gerektiren kanun niteliğine de atıfta bulunmaktadır (Association Ekin/Fransa, başvuru no: 39288/98; Ürper ve diğerleri/Türkiye kararı, başvuru no: 14526/07, 14747/07, 15022/07, 15737/07, 36137/07, 47245/07, 50371/07, 50372/07 ve 54637/07, 20 Ekim 2009).
2. Müdahalelerin meşru bir amaç izleyip izlemediği:
AİHS’nin 10/2. maddesine göre, “… bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlâkın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.”
Görüldüğü üzere yasayla düzenlemek şartıyla ve “başkalarının şöhret ve haklarının korunması” amacıyla ifade özgürlüğünün sınırlandırılabileceği kabul edilmekte olup sınırlama haklı olsa bile, bu kez sınırlamanın orantılılığı gündeme gelecektir (bkz. sınırlamanın orantısızlığı konusunda Pakdemirli/Türkiye kararı). Kişilik hakkının korunması ile ifade özgürlüğü arasındaki dengeyi iyi sağlamak gerekmektedir. Özellikle siyasetçilerin ve devlet görevlilerinin kişilik hakları ve şöhretleri söz konusu olduğunda bu dengede ifade özgürlüğünün ağır bastığı konusunda kuşku yoktur. Diğer bir deyişle, terazide bir yanda siyasetçilerin ve devlet görevlilerinin kişilik hakları, diğer yanda ifade özgürlüğü bulunduğu durumlarda, tercihin daha çok ifade özgürlüğünden yana kullanıldığı söylenebilir (Doğru, O., Nalbant, A.:İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi Açıklama ve Önemli Kararlar, C. 2, Ankara 2013, s. 232).
3. Müdahalelerin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığı:
AİHM, ifade özgürlüğünün, demokratik bir toplumun temel yapılarından birini oluşturduğu ve toplumun gelişimi ve bireyin kendini gerçekleştirmesinin temel koşullarından biri olduğunu hatırlatır (Lingens/Avusturya, başvuru no: 9815/82, 08.07.1986). İfade özgürlüğü istisnalara tabi olsa da, bu istisnalar dar bir biçimde yorumlanmalı ve sınırlama nedeni ikna edici bir biçimde ortaya konmalıdır (Observer ve Guardian/Birleşik Krallık, A Serisi no: 216, başvuru no: 13585/88, 26.11.1991).
29. Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 25.04.2018 tarihli ve 2017/4-1320 E., 2018/986 K.; 30.05.2018 tarihli ve 2017/4-1470 E., 2018/1144 K.; 30.04.2019 tarihli ve 2017/4-1485 E., 2019/500 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
30. Basın özgürlüğü ise ifade özgürlüğünün en önemli unsurlarından birisidir. AİHM’nin basın ile ilgili kararlarında ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumun esaslı temellerinden birisini oluşturduğuna değinildikten sonra basına tanınması gereken güvencelerin özel bir öneme sahip bulunduğu belirtilmektedir. Basın ve diğer medya organlarının ifade özgürlüğü kamuoyuna yöneticilerin görüş ve davranışlarını tanıtmak ve yargılamak için en iyi araçlardan birisini sunmaktadır. Basına siyasal arenada ve kamunun ilgilendiği diğer alanlarda tartışma konusu olan bilgi ve görüşleri iletme görevi düşer. Basının bu görevi, kamuoyunun da bilgi ve görüşleri alma hakkı ile tanımlanır (Handyside/Birleşik Krallık, 07.12.1976, Başvuru No: 5493/72, 49, CentroEuropa 7 S.R.L. AndDıStefano/İtalya, Başvuru No: 38433/09, 131).
31. O hâlde basın özgürlüğü bir yönüyle halkı ilgilendiren haber ve görüşleri iletme özgürlüğü, diğer yönüyle de halkın bu bilgi ve görüşleri alma hakkıdır. Mahkeme’ye göre basın ancak bu şekilde, kamuoyunun bilgi edinme hakkı bakımından yaşamsal önemi bulunan “halkın gözcülüğü” ya da “bekçisi” görevi yapabilir. Basın özgürlüğü söz konusu olduğunda, ulusal makamlara tanınan takdir yetkisi demokratik bir toplumun yararı dikkate alınarak sınırlandırılır (ÉdıtıonsPlon/Fransa, Başvuru No: 58148/00, 44; BladetTromsøAndStensaas/Norveç, Başvuru No: 21980/93, 59).
32. Burada şu hususun da ifade edilmesi gerekir ki, AİHS’nin 10. maddesi sadece ifade edilen haber ve fikirlerin içeriğini değil, fakat aynı zamanda bunların nakledilme biçimlerini de korur. (Oberschlick/Avusturya, Başvuru No: 20834/92, 57). AİHM’nin yerleşik içtihadına göre; gazetecilik özgürlüğü ve mesleği, belirli ölçüde abartma, hatta kışkırtma unsurunu da içerir (PragerAndOberschlick/Avusturya, Başvuru No: 15974/90, 38).
33. Basının başkalarının itibarını korumak gibi çizilmiş sınırları aşmaması gerekmekle birlikte kamunun menfaatinin bulunduğu diğer alanlarda olduğu gibi, siyasi meselelerde de haber ve fikirleri iletmek yine basına düşen bir görevdir. Sadece basının bu tür haber ve fikirleri iletme görevi yoktur, halkın da bunları edinme hakkı da vardır (Sunday Times/Birleşik Krallık, parag. 30, başvuru no: 6538/74, 26.04.1979).
34. Öte yandan demokratik bir toplumun hayat mekanizmalarından olan yargı sisteminin işleyişine ilişkin konular kamusal menfaatlerin alanında kalır. Bu kapsamda yargının toplum için özel rolü dikkate alınmalıdır. Adaletin garantörü olan ve hukukun üstünlüğünün egemen olduğu bir devlette hayati bir işlev gören yargı, görevlerini başarıyla yapabilmek için kamu güvenine ihtiyaç duymaktadır. Bu nedenle bu güveni ciddi bir şekilde zarara uğratabilecek temelsiz saldırılara karşı - özellikle yargıçların kendilerini hedef alan eleştirilere karşı cevap vermelerine engel olan bir sağduyuya sahip olma yükümlülükleri göz önünde bulundurulduğunda- korumak gerekebilir. Ancak - temelsiz ve ağır biçimde yaralayıcı saldırılar bir kenara bırakılırsa- yargı görevlileri de kabul edilebilir sınırlar içindeki eleştirilere sadece teorik ve genel olarak değil şahsen de konu olabilirler. Bu kişilerin görevlerini ifa ederken kendilerine yönelik kabul edilebilir eleştirinin sınırları sıradan bir vatandaşa kıyasla daha geniştir (Morice/Fransa, Başvuru No: 29369/10, 23.04.2015).
35. Adalet sisteminin düzgün işlemesi için görev yapan kamu görevlileri olan hâkim ve savcılarla yüksek mahkeme üyeleri de diğer kamu görevlileri gibi kamunun güvenine sahip olmalıdırlar (benzer bir karar için bkz. Saday/Türkiye, B.No: 32458/96, 30.03.200). Bu sebeple adalet sisteminde görev alan hâkim ve savcılarla birlikte diğer yargı çalışanlarını asılsız suçlamalardan korumak Devletin görevlerindendir. Demokratik bir toplumda, bireylere, yargı sistemi ve ona dâhil olan kamu görevlilerini eleştirme ve onlar hakkında yorum yapma hakkı tanınmış olmakla birlikte, bu eleştirilerin kişilerin şeref ve itibarlarının korunmasını isteme haklarını ihlal eder boyuta ulaşmaması gerekir ( Anayasa Mahkemesi, Emin Aydın, B.No: 2013/3178, 25.06.2015).
36. Basın özgürlüğünün iç hukukumuzda nasıl yer aldığı konusuna gelince;
37. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “Basın hürriyeti” başlıklı 28. maddesi ile 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3. maddesi basın özgürlüğünü düzenlemiş ve bunun sınırlarını göstermiştir.
38. 5187 sayılı Kanunu’nun 3. maddesinde;
“Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.
Basın özgürlüğünün kullanılması ancak demokratik bir toplumun gereklerine uygun olarak; başkalarının şöhret ve haklarının, toplum sağlığının ve ahlâkının, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği ve toprak bütünlüğünün korunması, Devlet sırlarının açıklanmasının veya suç işlenmesinin önlenmesi, yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması amacıyla sınırlanabilir.”
hükmü yer almaktadır.
39. Bu hükümden de anlaşılacağı üzere; basın özgürlüğü, kişinin dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren olay ve olgular hakkında bilgi sahibi olmasını sağlamayı amaçlar.
40. Bunun gereği olarak basın; haber toplamak, fikir ve kanaatleri izleyerek bunları çözümlemek, yorumlamak, eleştirmek ve sonuçta kamuoyunu ilgilendiren konularda doğru ve gerçeğe uygun haber vermek hakkına sahip ve bununla görevlidir. Eş söyleyişle denetim, uyarma, eleştiri ve gerçekleri açıklama, basının doğal görevleridir.
41. Basın özgürlüğü ile bağlantılı kavramlar olarak; Anayasa’da düşünce ve kanaat (m. 25), düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti (m. 26) ayrıntılı şekilde düzenlenmiştir. Demokratik yaşamın gelişmesinde, ulusal birliğin sağlanmasında, kamuoyunun sağlıklı bir biçimde oluşmasında, sosyal ve siyasal ilerlemede basının çok önemli bir fonksiyonunun bulunduğu açık ve kuşkudan uzaktır.
42. Doğaldır ki basının bu ayrıcalıklı konumu ve hukuk düzeninin kendisine tanıdığı özgürlük, tüm özgürlükler gibi yine hukuk düzenince çizilen sınırlara tâbidir. Basın, yaptığı yayınlarda gerek Anayasanın “Temel Haklar ve Ödevler” bölümünde yer alan, gerekse de TMK"nın 24 ve 25. maddelerinde ve ayrıca özel yasalarda güvence altına alınmış olan kişilik haklarına saygı göstermek, bunlara saldırı niteliği taşıyabilecek tutum ve davranışlardan kaçınmak zorundadır.
43. Bu cümleden olarak basın, belirli bir kişinin fikrini tartışmak zorunda kaldığı durumlarda bile, objektif bilgi vermekle ve eleştirmekle yetinmeli, olayları tahrif etmek veya kuşkuları yaymak gibi hukukun izin vermeyeceği yollara başvurmamalıdır. Özellikle de hakaret niteliğinde ya da yersiz, onur kırıcı söz ve deyimlerin kullanılmasından kaçınmalıdır.
44. Basının kamu görevi yapmasında göz önünde tutulan amaçla, kişilik haklarına verilen zarar arasında açık bir oransızlık varsa, yayının hukuka aykırı olduğu kabul edilmelidir. Objektiflikten ayrılmak, haber sınırını aşmak, genişletici ve yanlış yorumlarda bulunmak, gerçek dışı haber vermek, yersiz şekilde onur kırıcı sözler kullanmak, dürüstlük kurallarına aykırı davranmak, kişisel nedenlerle salt sansasyon için yayın yapmak hukuka aykırıdır.
45. Bu açıklamalardan sonra, denilebilir ki, basın özgürlüğünün kişilik haklarına üstün tutulabilmesi için haberin gerçeğe uygun olması, gerçeğe uygun yayının haber niteliği taşıması, gerçeğe uygun haberlerin verilmesinde nesnel (objektif) ölçütlere uyulması, haberin veriliş biçimi yönünden özle biçim arasında ölçülülük bulunması gerekir. Bir yayının hukuka uygun olduğunun kabul edilebilmesi ancak açıklanan bütün bu koşulların birlikte varlığı hâlinde mümkündür. Yapılan bir yayın bu temel ilkelerden herhangi birine ters düşüyorsa hukuka aykırılık unsuru gerçekleşmiş olacaktır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 05.06.2015 tarihli ve 2014/4-33 E., 2015/1504 K., 08.05.2013 tarihli ve 2012/4-1162 E., 2013/631 K. sayılı kararları).
46. Önemle vurgulanmalıdır ki yayınlanmasında kamu yararı bulunan, gerçek ve güncel bir haberin veya eleştirinin, özle biçim arasında denge kurulmak suretiyle verildiği durumlarda manevi tazminat sorumluluğunun temel öğesi olan hukuka aykırılık gerçekleşmeyeceğinden basının sorumluluğu da söz konusu olamaz.
47. Basın objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle olay ve konu ile ilgili olan, görünen, bilinen her şeyi araştırma, inceleme ve olayları o anda belirlenen biçimi ile değerlendirme, yayma ve yayınlama yetki ve sorumluluğuna sahip olmakla birlikte, haberin verilişi sırasında özle biçim arasındaki dengenin bozulmaması gerekir.
48. Haberde gerekli, yararlı ve ilgili olmayan nitelemeler ve yorumlar yapıldığı, haberin içeriğine uygun düşmeyen, tahrik edici, kamuoyunda husumet ve kuşku oluşturacak, güveni zedeleyici bir üslubun kullanıldığı durumlarda, özle biçim arasındaki denge bozulmuş sayılır. Bu da hukuka aykırılığın varlığını kabule imkân sağlar.
49. Diğer bir anlatımla basın; olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma, yönlendirme yetki ve sorumluluğuna sahiptir. Bunun içindir ki basının yaptığı yayından dolayı hukuka aykırılık teşkil edecek olan eylemi, genel olaylardaki hukuka aykırı olan eylemden farklılıklar taşır. İşte bu farklılık ve ayrık durum gözetilerek yapılan yayının hukuka aykırılık veya uygunluk sınırı belirlenmelidir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğunun kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir. Bu nedenle basının ayrı bir konumu bulunmaktadır.
50. Ne var ki, basının bu ayrıcalık taşıyan konumu ve özgürlüğü, tüm özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız değildir. Bundan dolayıdır ki, yayınlarında kişilik haklarına saygı göstermesi ve gerek Anayasanın “Temel Haklar ve Ödevler” bölümünde yer alan, gerekse 4721 sayılı TMK’nın 24 ve 25. maddelerinde ve yine özel yasalarda güvence altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunmaması yasal bir zorunluluk ve hukuki gerekliliktir.
51. Ayrıca, basının manevi tazminat sorumluluğunun doğması 818 sayılı BK’nın 49 (6098 sayılı TBK m. 58) maddesindeki koşulların gerçekleşmiş olmasına bağlıdır.
52. Bu ilke ve açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; manevi tazminat isteminin dayandırıldığı Yeni Şafak Gazetesinin 06.12.2009 tarihli sayısının 1. ve 12. sayfalarında yayınlanan, davacının fotoğrafının da yer aldığı “MİT müdürüne “sahte tanık ve delil gözaltısı” başlıklı yazıda Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı olan davacının sahte deliller ile soruşturmalar başlatıp yürüttüğünün haber konusu yapıldığı anlaşılmaktadır. Söz konusu yazı bir bütün olarak değerlendirildiğinde, demokratik bir toplumda “çoğulculuk, hoşgörü ve açık düşünce” kavramları kapsamında kabul edilmesi mümkün olmayıp, eleştiri sınırları aşılarak öz ile biçim arasındaki denge bozulmuş ve hukuka aykırılık unsuru gerçekleşmiştir. Bu nedenle dava konusu haber davacının kişilik haklarına haksız bir saldırı oluşturduğundan manevi tazminata hükmedilmesi gereklidir.
53. Hâl böyle olunca, yerel mahkemenin kişilik haklarına saldırının varlığını kabul eden direnme kararı yerindedir.
54. Tüm bu nedenlerle yerel mahkemenin yazılı şekilde karar vermesinde bir isabetsizlik görülmediğinden usul ve yasaya uygun direnme kararının onanması gerekmiştir.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA,
Harç peşin alındığından harç alınmasına yer olmadığına,
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 440. maddesinin III/1. bendine göre karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 13.02.2020 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.