![Abaküs Yazılım](/3.png)
Esas No: 2017/263
Karar No: 2018/397
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2017/263 Esas 2018/397 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
Kararı veren
Yargıtay Dairesi : (Kapatılan) 21. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Asliye Ceza
Sayısı : 592-803
Özel belgede sahtecilik suçundan sanıklar ... ve ..."ın TCK’nın 207/1-2 ve 53. maddeleri uyarınca 2 yıl hapis cezası ile cezalandırılmalarına ve hak yoksunluklarına ilişkin İzmir 13. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 09.12.2010 tarihli ve 448-944 sayılı hükümlerin, sanıklar müdafisi ve Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay (Kapatılan) 21. Ceza Dairesince 22.06.2015 tarih ve 1337-2217 sayı ile;
"1- Sanıkların, şikayetçi ile üç adet dairesini ofis olarak kullanmak üzere yaptıkları kira sözleşmesini, şikayetçinin haberi olmadan değiştirip, onun adına imzaladıkları, bu sahte kira kontratı ile bilgisayar, yabancı dil ve açıköğretim kursu açmak için İl Milli Eğitim Müdürlüğü"ne müraacaat ederek yüklenen suçu işlediklerinin iddia ve kabul olunduğu olayda; sanıklardan ..."ın, ..."nu tanımadığını, böyle bir işyeri kiralamadığını, kızına vekaletname vermediğini, kızının kiralayıp kiralamadığını da bilmediğini savunması, şikayetçi ..."nun da ..."ı hiç görmediğini ve tanışmadığını beyan etmesi, 25.08.2010 havale tarihli bilirkişi raporunda da suça konu belge üzerinde bulunan yazılar ile sanık ... Han adına atfen atılı imzaların sanık ..."ın eli ürünü olmadığının tespit edilmesi karşısında, sanık ..."ın mahkumiyetine yeterli her türlü şüpheden uzak somut kesin ve inandırıcı delilin elde edilemediği gözetilmeden beraati yerine mahkumiyetine karar verilmesi, sanık ... yönünden ise; eylemin "faydasız sahtecilik" kapsamında kalıp kalmadığının tespiti yönünden, suça konu kira sözleşmesinde orjinaline göre yapılan değişikliklerin dershane işletim izni için gerekli olup olmadığı, bu değişiklikler yapılmayıp, gerçek olan kira sözleşmesinin Milli Eğitim Müdürlüğü"ne verilmesi halinde de aynı imkanlardan faydalanılıp faydalanılamayacağı ve kira sözleşmesinin kuruma kim tarafından sunulduğu hususlarının İl Milli Eğitim Müdürlüğü"nden sorulmasından sonra sonucuna göre sanık ..."ın hukuki durumunun takdir ve tayini gerekirken eksik soruşturma sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması,
2- Kabule ve uygulamaya göre de;
5237 sayılı TCK"nun 61. maddesi uyarınca hakim somut olayda; suçun işleniş biçimini, suçun işlenmesinde kullanılan araçları, suçun işlendiği zaman ve yeri, suçun konusunun önem ve değerini, meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığını, failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığını ve failin güttüğü amaç ve saiki göz önünde bulundurarak, işlenen suçun kanunî tanımında öngörülen cezanın alt ve üst sınırı arasında temel cezayı belirler. 5237 sayılı TCK"nun "Adalet ve kanun önünde eşitlik ilkesi" başlıklı 3/1. maddesi uyarınca suç işleyen kişi hakkında işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunur. Bu itibarla; kanunda öngörülen alt ve üst sınır arasında temel cezayı belirlemek hâkimin takdir ve değerlendirme yetkisi içindedir. Ancak, Anayasanın 141, 5271 sayılı CMK"nun 34, 230 ve 289. maddeleri uyarınca hükümde bu takdirin denetime olanak sağlayacak biçimde, hak ve nesafet kurallarına uygun, dosya içeriği ile uyumlu yasal ve yeterli gerekçesinin gösterilmesi zorunludur. Yasa metinlerindeki ifadelerin kararda tekrar edilmesi ile bu metinlerdeki genel nitelikli ölçütler somut olaya ve failine özgülenmediği müddetçe yeterli bir gerekçe olmadığı gözetilmeden yasal ve yeterli olmayan gerekçe ile alt sınırdan uzaklaşılarak ceza tayini," isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel mahkeme ise 17.11.2015 tarih ve 592-803 sayılı kararı ile önceki hükümlerinde direnmiştir.
Direnme kararına konu bu hükümlerin de sanıklar müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 08.04.2016 tarihli ve 121917 sayılı "bozma" istekli tebliğnamesi ile dosyanın gönderildiği Yargıtay (Kapatılan) 21. Ceza Dairesince 06.06.2016 tarihli ve 7779-4911 sayılı tevdi kararı ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca 07.12.2016 tarih ve 924-1050 sayı ile; 6763 sayılı Kanun"un 38. maddesi ile 5320 sayılı Kanun"a eklenen geçici 10. madde uyarınca kararına direnilen daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay (Kapatılan) 21. Ceza Dairesince 16.03.2017 tarih ve 11319-1362 sayı ile, direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar;
1-Sanık ..."a atılı özel belgede sahtecilik suçunun sabit olup olmadığının ve ayrıca aynı suçun sübutu bakımından eksik araştırma ile hüküm kurulup kurulmadığının,
2-Sanık ..."a atılı özel belgede sahtecilik suçunun sübutu bakımından eksik araştırma ile hüküm kurulup kurulmadığının,
3-Sanıklar hakkında eksik araştırma ile hüküm kurulmadığı ve atılı suçların sabit olduğu sonucuna ulaşılması hâlinde; temel cezaların alt sınırdan uzaklaşılarak tayin edilmesinde gösterilen gerekçelerin yasal ve yeterli olup olmadığının,
Belirlenmesine ilişkin ise de; Yargıtay İç Yönetmeliği"nin 27. maddesi uyarınca öncelikle;
Tebliğnamede ileri sürülmüş olması nedeniyle, yerel mahkemece "...Yargıtay 21. Ceza Dairesinin ilamının 1 numaralı bendinde belirtilen araştırmanın yapılması hâlinde dahi sonuç değişmeyeceğinden ve bu husustaki irdeleme de gerekçeli kararda yapıldığından...2 numaralı bendinde belirtilen bozma nedeni de yerinde olmadığından" şeklinde gerekçe gösterilmesi karşısında, yerel mahkeme kararının "yeni hüküm" niteliğinde olup olmadığının,
Yeni hüküm olmadığı sonucuna varılması durumunda;
Sanıklar müdafisinin 17.11.2015 havale tarihli dilekçesi ile;
a) Başka bir mahkemede duruşması olması nedeniyle duruşmaya katılamayacağına dair bildirdiği mesleki mazeretinin reddine ilişkin gösterilen gerekçenin yerinde olup olmadığının,
b) Sanık ..."in sağlık mazereti nedeniyle duruşmaya katılamayacağını bildirmesi ve her iki sanık açısından son savunmalarını hazırlamak için süre talep etmesi karşısında, yerel mahkemece bu hususta bir karar verilmesi gerekip gerekmediğinin,
Bu hâliyle sanıkların savunma haklarının kısıtlanıp kısıtlanmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.
İncelenen dosya kapsamından;
Sanıkların vekili olduğuna dair Bornova 4. Noterliğinden 27.02.2012 düzenlenme tarihli vekaletnameyi 16.04.2013 tarihinde dosyaya sunan sanıklar müdafisi Avukat ...’in, Yargıtay 21. Ceza Dairesinin 22.06.2015 tarihli bozma kararı sonrasında yerel mahkemece yapılacak ilk duruşmadan önce ibraz ettiği 17.11.2015 havale tarihli dilekçesi ile; kendisinin aynı gün İzmir 10. Sulh Hukuk Mahkemesinde 2015/66 esas sayılı dosyasının duruşmasında bulunacağından, müvekkillerinden sanık ...’ın da Ege Üniversitesinde ameliyat olacağından duruşmaya katılamayacaklarını, son savunmalarını hazırlamak için süre isteminin olduğunu beyan ederek mazeretlerini bildirdiği, yerel mahkemece aynı gün yapılan duruşmada “Her ne kadar sanıklar müdafii olduğundan bahisle Av.... (UYAP tetkikine göre Av....) mahkememize dilekçe vererek aynı gün İzmir 10. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2015/66 Esas sayılı dosyasında duruşmasının olduğunu ve bu nedenle mazeretli sayılmalarını beyan etmiş ise de, belirttiği İzmir 10. Sulh Hukuk Mahkemesi, İzmir 13. Asliye Ceza Mahkemesi ile yakın olduğundan, aralarında tahminen 100 metre mesafe bulunduğundan, bekletme talebinde bulunabileceğinden ya da biraz çaba sarf etse her iki duruşmaya da girmesi mümkün olduğundan, mazeretin yargılamayı sürüncemede bırakma amacı olduğundan, vekaletnamesi de olmadığından” şeklindeki gerekçe ile sanıklar müdafisinin verdiği mazeret dilekçesinin reddedildiği ve devamında “Yargıtay 21. Ceza Dairesinin ilamının 1 numaralı bendinde belirtilen araştırmanın yapılması halinde dahi sonuç değişmeyeceğinden ve bu husustaki irdelemede gerekçeli kararda yapıldığından, Yargıtay bozma ilamının 2 numaralı bendinde belirtilen bozma nedeni de yerinde olmadığından” biçimindeki gerekçeyle sanıklar ve müdafilerinin yokluğunda direnme kararı verildiği anlaşılmaktadır.
1- Yerel Mahkemece verilen direnme kararına konu hükmün "yeni hüküm" niteliğinde olup olmadığı;
Ceza Genel Kurulunun süreklilik kazanmış uygulamalarına göre şeklen direnme kararı verilmiş olsa dahi;
a) Bozma kararı doğrultusunda işlem yapmak,
b) Bozma kararında tartışılması gerektiği belirtilen hususları tartışmak,
c) Bozma sonrası yapılan araştırma, inceleme ya da toplanan yeni delillere dayanmak,
d) Önceki kararda yer almayan ve daire denetiminden geçmemiş olan yeni ve değişik gerekçe ile hüküm kurmak,
Suretiyle verilen hüküm, direnme kararı olmayıp yeni bir hükümdür.
Bu açıklamalar ışığında ön soruna ilişkin olarak yapılan değerlendirmede;
Ceza Genel Kurulunda ön soruna ilişkin olarak yapılan görüşmede, direnme gerekçesi olarak yapılan açıklamaların, Anayasa’nın 141 ve 5271 sayılı CMK"nın 34. maddeleri uyarınca direnmeye ilişkin gerekçenin gösterilmesi zorunluluğu kapsamında kalan açıklamalar olduğu, bu nedenle önceki kararda yer almayan ve daire denetiminden geçmemiş yeni ve değişik gerekçe ile hüküm kurulması hâlinin söz konusu olmadığı kabul edilerek direnme kararına konu hükmün, yeni bir hüküm niteliğinde olmadığı ve bu nedenle Ceza Genel Kurulunca incelenmesi gerektiğine oy birliği ile karar verilmiş ve diğer ön sorunların görüşülmesine geçilmiştir.
2-Sanıklar müdafisinin 17.11.2015 havale tarihli dilekçesi ile; başka bir mahkemede duruşması olması nedeniyle duruşmaya katılamayacağına dair bildirdiği mesleki mazeretinin reddine ilişkin gösterilen gerekçenin yerinde olup olmadığı, müvekkillerinden sanık ..."in sağlık mazereti nedeniyle duruşmaya katılamayacağını bildirmesi ve her iki sanık açısından son savunmalarını hazırlamak için süre talep etmesi karşısında, yerel mahkemece bu hususta bir karar verilmesi gerekip gerekmediği, bu hâliyle sanıkların savunma haklarının kısıtlanıp kısıtlanmadığına gelince;
Ön sorunların isabetli bir şekilde çözüme kavuşturulabilmesi için öncelikle savunma hakkı üzerinde durulmalıdır.
Oldukça geniş bir kavram olan savunma hakkı, şüpheliyi ve sanığı ilgilendirdiği kadar, bir gün şüpheli veya sanık konumuna düşebilecek toplumda yaşayan herhangi bir ferdi, dolayısıyla da toplumu ve yine adaleti sağlama yükümlülüğü bulunan Devleti ilgilendirmektedir. Çünkü ceza yargılamasında savunma, yargılamanın sonucunda verilen ve iddia ile savunmanın değerlendirilmesinden ibaret olan, hükmün doğru olmasını sağlar. Bu yönüyle, geniş bir bakış açısı ile değerlendirilmesi gereken savunma hakkı, susma, soru sorma, kendi aleyhine işlemlere katılmama, tercümandan yararlanma, kanıtların toplanmasını isteme, duruşmada hazır bulunma… gibi hakların yanında müdafiden yararlanma hakkını da içerir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın "Temel haklar ve ödevler" bölümünde yer alan 36. maddesinde savunma hakkı; "Herkes meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir" şeklinde düzenlenmiş olup "temel hak" niteliğine uygun olarak savunma hakkı verilmemesi veya savunma hakkının sınırlandırılması durumunda verilen karar hukuka aykırı olacaktır. Buna göre, sanığın ceza muhakemesindeki en önemli haklarından birisi, yargı mercilerince her aşamada nazara alınması gereken savunma hakkıdır. Anayasa ve uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmış olan bu hakkın herhangi bir nedenle sınırlandırılması da mümkün değildir. Nitekim 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesinin birinci fıkrası uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 308. maddesinin 8. fıkrasına göre savunma hakkının sınırlandırılması mutlak bozma nedenlerindendir.
Savunma, Anayasamızın 36. maddesiyle anayasal güvence altına alınan meşru bir yol, müdafi de savunmanın meşru bir aracıdır. Dolayısıyla söz konusu hüküm, müdafi aracılığı ile savunulmayı da anayasal güvence altına almaktadır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin “adil yargılanma hakkını” düzenleyen 6. maddesinin 3. fıkrasının b ve c bentlerinde de; “her sanığın en azından...
b) Savunmasını hazırlamak için gerekli zamana ve kolaylıklara sahip olmak;
c) Kendi kendini savunmak veya kendi seçeceği bir avukatın yardımından yararlanmak…” hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Buradan çıkarılması gereken sonuç; savunma hakkının, temel insan hakları arasında yer alan hak arama özgürlüğünün bir gereği olduğu ve avukatın yardımından yararlanma hakkının da, savunma hakkından ayrı düşünülemeyeceği gerçeğidir. Anılan sözleşme hükümlerinde sanığın en azından kendi kendini savunma hakkı bulunduğu belirtilmekle, mahkeme huzurunda doğrudan savunmasını yapabilmesi için duruşmada hazır bulunma hakkının varlığı da zımnen kabul edilmiştir.
Gelinen bu noktada mahkeme kararlarının gerekçeli olması hususuna da değinilmesinde fayda bulunmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası"nın "Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması" başlıklı 141. maddesinin üçüncü fıkrası; "bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır" şeklinde düzenlenmiştir.
Ceza Muhakemesi Kanunu"nun "Kararların gerekçeli olması" başlığını taşıyan 34. maddesinin birinci fıkrasında; "Hâkim ve mahkemelerin her türlü kararı, karşı oy dâhil, gerekçeli olarak yazılır. Gerekçenin yazımında 230. madde göz önünde bulundurulur. Kararların örneklerinde karşı oylar da gösterilir,"
"Hükmün gerekçesinde gösterilmesi gereken hususlar" başlıklı 230. maddesinde;
"1) Mahkûmiyet hükmünün gerekçesinde aşağıdaki hususlar gösterilir:
a) İddia ve savunmada ileri sürülen görüşler.
b) Delillerin tartışılması ve değerlendirilmesi, hükme esas alınan ve reddedilen delillerin belirtilmesi; bu kapsamda dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gösterilmesi.
c) Ulaşılan kanaat, sanığın suç oluşturduğu sabit görülen fiili ve bunun nitelendirilmesi; bu hususta ileri sürülen istemleri de dikkate alarak, Türk Ceza Kanununun 61 ve 62. maddelerinde belirlenen sıra ve esaslara göre cezanın belirlenmesi; yine aynı Kanunun 53 ve devamı maddelerine göre, cezaya mahkûmiyet yerine veya cezanın yanı sıra uygulanacak güvenlik tedbirinin belirlenmesi.
d) Cezanın ertelenmesine, hapis cezasının adlî para cezasına veya tedbirlerden birine çevrilmesine veya ek güvenlik tedbirlerinin uygulanmasına veya bu hususlara ilişkin istemlerin kabul veya reddine ait dayanaklar.
2) Beraat hükmünün gerekçesinde, 223. maddenin ikinci fıkrasında belirtilen hâllerden hangisine dayanıldığının gösterilmesi gerekir.
3) Ceza verilmesine yer olmadığına dair kararın gerekçesinde, 223. maddenin üçüncü ve dördüncü fıkralarında belirtilen hâllerden hangisine dayanıldığının gösterilmesi gerekir.
4) Yukarıdaki fıkralarda belirtilen hükümlerin dışında başka bir karar veya hükmün verilmesi hâlinde bunun nedenleri gerekçede gösterilir."
Hükümlerine yer verilmiştir.
Bu bağlamda, Anayasa"nın 141 ile 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu"nun 34 ve 230. maddeleri uyarınca mahkeme kararlarının karşı oy da dâhil olmak üzere gerekçeli olarak yazılması zorunludur.
Mahkemeler, kararlarını hangi temele dayandırdıklarını yeterince açık olarak belirtme yükümlülüğü altındadır. Bu yükümlülük, tarafların temyiz hakkını kullanabilmeleri için gerekli olmasının yanı sıra tarafların, muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri ve ayrıca demokratik bir toplumda, toplumun kendi adına verilen yargı kararlarının sebeplerini öğrenmelerinin sağlanması için de gereklidir. (AYM, B.N: 2013/7800, 18.6.2014, & 31; AİHM, Hadjianastassıou/Yunanistan Kararı, 16.12.1993, & 33)
Mahkemelerin davanın taraflarınca ileri sürülen iddia ve savunmalara şeklen cevap vermiş olmaları yeterli olmayıp, iddia ve savunmalara verilen cevapların dayanaksız olmaması, mantıklı ve tutarlı olması da gerekir. (AYM; B.N: 2013/7970, 10.06.2015, & 41). Böylece davanın taraflarının mahkeme kararının dayanağını öğrenerek mahkemelere ve genel olarak yargıya güven duymaları da sağlanacaktır. (AYM; B.N: 2012/1034, 20/3/2014, & 34).
Öte yandan, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 30.04.1973 tarihli ve 114-377 sayılı kararında, soruşturmayı genişletmeye götürecek istekler ve yeni tanıklara ilişkin dilekler konusunda, kabul veya ret niteliğinde açık bir karar verilmesinin zorunlu olduğu, 17.10.2017 tarihli ve 16-420 sayılı kararında ise, sanık müdafisinin sunduğu dilekçe ile dinlenmesini talep ettiği tanıkların çağrılıp çağrılmayacağı hususunda olumlu veya olumsuz bir karar verilmesi gerektiği gözetilmeden ve çağrılmasına karar verilen tanığın ise dinlenilmeden ya da usulüne uygun şekilde dinlenmelerinden vazgeçilmesi konusunda bir karar verilmeden hüküm kurulmasının yasaya aykırı olduğu sonuçlarına ulaşılmıştır.
Bu açıklamalar ışığında ön sorunlara ilişkin uyuşmazlık konuları birlikte değerlendirildiğinde;
Sanıklar hakkında özel belgede sahtecilik suçundan verilen mahkûmiyet hükümlerinin Yargıtay 21. Ceza Dairesince bozulmasından sonra yerel mahkemece yapılacak ilk duruşma öncesinde sanıklar müdafisinin 17.11.2015 havale tarihli dilekçesi ile; kendisinin aynı gün İzmir 10. Sulh Hukuk Mahkemesinde duruşması olduğundan ve sanık ...’ın da ameliyat olacağından duruşmaya katılamayacaklarını, son savunmalarını hazırlamak için süre istediğini beyan ederek mazeretlerini bildirdiği, yerel mahkemece aynı gün yapılan duruşmada iki mahkeme arasında 100 metre mesafe bulunduğu, sanıklar müdafisinin çaba sarf etmesi hâlinde her iki duruşmaya da girmesinin mümkün olduğu, yargılamayı sürüncemede bırakma amacı taşıdığı ve vekaletnamesinin de bulunmadığı gerekçeleriyle mazeretin reddine karar verildiği nazara alınıp, mahkemeler tarafından verilecek kararların dayanaksız olmaması, mantıklı ve tutarlı olması ile sanıklar müdafisinin sanıkların vekili olduğuna dair vekaletnamesinin 16.04.2013 tarihinden itibaren dosya içerisinde yer alması hususları birlikte değerlendirildiğinde, mazeretin reddine dair bu kararın hukuki dayanaktan yoksun olduğu ve dosya kapsamıyla uyumlu bir gerekçe içermediği; ayrıca sanıklar müdafisinin aynı dilekçe ile ileri sürdüğü sanık ...’in sağlık mazereti nedeniyle duruşmaya katılamayacağı ve her iki sanık yönünden son savunmalarını hazırlamak için süre talebine ilişkin yerel mahkemece olumlu veya olumsuz bir karar verilmesi gerekirken bu hususlarda da herhangi bir karar verilmediği; bu bağlamda sanıklar müdafisince, 17.11.2015 havale tarihli dilekçe ile; müvekkillerinden birisinin sağlık, kendisinin de mesleki mazereti dile getirilerek son savunmalarını yapmak için süre isteminde bulunulmasına rağmen, yerel mahkemece mesleki mazeretin yerinde ve hukuki olmayan gerekçeyle reddedilip diğer talepler hakkında ise olumlu veya olumsuz bir karar verilmeden, sanıklar ve müdafilerinin yokluğunda mahkûmiyet hükmü kurulmasının, Anayasa’nın 36. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “adil yargılanma hakkını” düzenleyen 6. maddesinin 3. fıkrasının b ve c bentlerinde yer alan hükümleri göz önüne alındığında sanıkların savunma hakkının kısıtlanması niteliğinde olduğu açıktır.
Bu itibarla, yerel mahkemece verilen direnme kararına konu hükümlerin her iki sanık yönünden öncelikle saptanan bu usulü nedenlerden dolayı diğer yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- İzmir 13. Asliye Ceza Mahkemesinin 17.11.2015 tarihli ve 592-803 sayılı direnme kararına konu hükümlerinin, sanıklar müdafisinin dilekçesinde belirttiği mesleki mazeretinin yerinde olmayan gerekçe ile reddedilerek, diğer talepler yönünden ise olumlu veya olumsuz bir karar verilmeyerek sanıklar ve müdafilerinin yokluğunda hüküm kurulması isabetsizliğinden her iki sanık yönünden sair yönleri incelenmeksizin BOZULMASINA,
2- Dosyanın, mahalline iadesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 02.10.2018 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.