Taraflar arasında birleştirilerek görülen davada;
Davacılar, miras bırakan babaları K.E.’in 804 parsel sayılı taşınmazının satışı için oğlu davalı Ş.’i vekil tayin ettiğini, vekilin taşınmazı murisin ölümünden dört gün önce davalı S.Y.’a, bu şahsında kısa bir süre sonra diğer davalı ve Ş.’in eşinin arkadaşı olan S. V.’e temlik ettiğini, davalı S.’in 18 yaşından küçük olup alım gücü bulunmadığını, tüm devirlerin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek, tapu kaydının iptali ile davacılar ve davalı Ş. adına tescili olmazsa tenkis isteminde bulunmuşlardır.
Davalılar, davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, muvazaa olgusunun kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacılar vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.
Dava, Borçlar Yasasının 18.maddesinden kaynaklanan muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali-tescil, olmadığı taktirde tenkis isteğine ilişkindir.
Davalılar, davanın reddini savunmuşlar, mahkemece muvazaa iddiasının kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Miras bırakan K.E."in 05.05.2003 tarihinde vefat ettiği, mirasçıları olarak davacılar ile davalı Ş."in kaldıkları, 804 sayılı parsel murise aitken, vekili olan davalı Ş. tarafından 31.03.2003 tarihinde davalı S."e 1.600.000.000 lira bedelle satış suretiyle temlik edildiği, S."in de murisin ölümünden kısa bir süre sonra henüz reşit olmayan davalı S."e 15 milyar bedelle yine satış suretiyle devrettiği kayden sabittir.
Bilindiği üzere; uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa,niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu Muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve l-4-1974 tarih 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmeside Medeni Kanunun 706, Borçlar Kanunun 213 ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tesbitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmeside büyük önem taşımaktadır. Bunun içinde ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Somut olaya gelince; murisin mal satması için makul bir neden gösterilemediği, satış işlemlerini murisin vekili olan ve bir emlakçı da çalışan oğlu davalı Ş.in gerçekleştirdiği, ilk el olan S.satış bedelini murise ödediğini ifade etmiş ise de, satıştan 35 gün sonra ölen murisin terekesinden para çıkmadığı, akitte gösterilen bedel ile taşınmazın o tarih itibariyle saptanan gerçek bedeli arasında fahiş fark bulunduğu toplanan deliller ve tüm dosya içeriği ile sabittir. Bu durumda ilk el S."e yapılan temlikin muvazaalı olduğu sonucuna varılmaktadır. Son kayıt maliki S. ise temlik tarihinde reşit değildir ve S."in velisi (annesi) Seviye ile murisin oğlu davalı Ş."in aile dostu oldukları, S.in annesi S."nin kabulündedir. Öte yandan, S."e taşınmaz 1.600.000.000 liraya satılmış gibi gösterildiği halde S."e 43 gün sonra satış yapılırken bedelin 15 milyar lira gösterilmesi de amacın gizlenmesi çabasından başka birşey değildir. Ve dolayısı ile davalı S. durumu bilen yada bilmesi gereken konumunda olduğundan iyiniyetinden sözedilemez ve Türk Medeni Kanununun 1023.maddesinden de yararlanamaz.
Ne var ki, davalı S..dava açıldığı tarihte reşit değilse de, yargılama aşamasında 18 yaşını doldurarak taraf (dava) ehliyetini kazanmıştır. Ve annesi S.."nin velayet hakkı sona ermiştir. Artık reşit çocuğunu davada temsil etme olanağı kalmamıştır. Ehliyet hususu dava şartlarından olup, resen gözetilmesi zorunludur.
Hal böyle olunca, davalı S."e davetiye çıkarılması, davada yer alması sağlandıktan sonra temlikin muvazaalı olduğu gözetilerek davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, değinilen yön üzerinde durulmaksızın ve delillerin taktirinde yanılgıya düşülerek yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.
Davacıların, temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 06.04.2009 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.